Ayten-11. Bölüm
11. BÖLÜM
Güneş, şafakla beraber doğmaya başlayarak karanlığa son veriyordu. Dünya yavaş yavaş aydınlanmaya başlarken her şeyi örten gece geri çekilip yerini aydınlığa terk ediyordu. Yeni bir gün, yeni umutlar demekti. Hayatın yeniden canlanması, canlıların gaflet uykusundan uyanması, işlerin kaldığı yerden devam etmesiydi. Tabiat erkenden güne merhaba derken kimi insanlar için ise hala erkendi. Yatanlar ve evden ayrılmadan önce kahvaltı yapan birçok kimse vardı. Erken saatlerde işe gitmeyenlerin önünde bir süre daha zaman vardı. Kimi yatmaya devam ederken kimi de kahvaltı telaşındaydı…
İşe gitmek zorunda olanlardan biri de Salih’ti. Alışkanlık edindiği üzere sabah namazından sonra yatmayıp günlük Kur’an cüzünü okudu, sonra ailesiyle birlikte sabah kahvaltısını yapmaya hazırlandığı sırada kapı zili çalmaya başladı. Erken saatte kapılarının çalmasına şaşırdılar. Biraz merak biraz da endişeye kapıldılar. Ayten’in kapıyı açmasını beklediler. Ayten mutfakta kahvaltıyı hazırlamakla meşguldü. Elindekilerini tepsiye koyup odaya götürmek için hızlandı. Bu arada kapı ısrarla çalmaya devam etti. Bu kadar ısrarla çalan kapıyı bir an önce açması için Salih uyarıcı bir ifadeyle; “Kızım şu kapıya bak,” dedi adeta kükreyerek.
Ayten; “Tamam baba bakıyorum, dedikten sonra elindekilerini odaya bıraktı. Başörtüsünü aldıktan sonra kapıya gitti.
Sokak kapısını açtığı zaman karşısındakileri görünce dili tutuldu. Olduğu yere çakılıp kaldı. Gözlerine inanamadı. Aklını kaybetmemek ve bayılmamak için Allah’a sığınmaya başladı. Kapı girişinde daha fazla beklemek istemeyen Ahmet; “Ayten’im neyin var senin kenara çekil de kimse bizi görmeden içeriye geçelim,” der demez Ayten gayri ihtiyari kenara çekildi. Ahmet ve Halit, birlikte eve girdiklerinde Ayten hala kapının kenarında şok olmuş bir şekilde arkalarından bakıyordu. Gördüklerinin gerçek mi yoksa halüsinasyon mu olduğundan emin değildi. Ahmet içeri girerken Ayten’in kapının kenarında durduğunu görünce; “Ayten! Ayten! Sana sesleniyorum duymuyor musun? Kapıyı kapat da gel. Ne bekliyorsun. Yoksa birilerinin bizi görmesini mi istiyorsun?” diyerek endişeli bir şekilde Ayten’i uyardı.
Ayten abisinin kendisine seslenmesinin ardından gördüklerinin gerçek olduğunu geç de olsa kavramaya başladı. Kapıyı kapatıp abisinin ve Halit’in ardından içeri girdi.
Abisi Ahmet’in gelişine mi yoksa uzun bir aradan sonra Halit’i görmesine mi daha çok sevinsin bilemedi. Sevdiği iki insanı birden görmüştü. Sevinçten kalbi öyle hızlı atmaya başlamıştı ki neredeyse yerinden fırlayacak sandı.
Ayten tüm bunlara rağmen gördüklerinin bir rüya olmasından korkuyordu. Dün yaşadıklarının etkisi altında olabileceğini düşündü. Gördüklerinin hayal âlemine ait bir aldatma olmasından korktu. Ta ki annesinin sevinç çığlıklarını duyuncaya kadar… Annesi oğlunu karşısında görünce sevinç çığlıkları atmıştı. Oğlunun boynuna sarılıp onu öpüp kokluyordu.
Ayten, annesinin sevinç çığlıklarıyla kendine geldi. Annesi, abisine sarılmış ağlıyordu. Mutfakta bulunan Aylin, annesinin çığlıkları ile salona girmiş gördükleri karşısında sessizce gözyaşları dökmekteydi. Annesinin, abisinin boynuna sarılmış haline bakıyordu. Ahmet, annesinin yoğun ilgisinden kurtulmayı başardıktan sonra babasının elini öpüp hal hatırını sordu. Aylin’e sarılıp; “Ağlamak sana hiç yakışmıyor,” derken Aylin eliyle gözyaşlarını siliyordu.
Ablasına sımsıkı sarılıp kokusunu içine çekti. Sırada Ayten vardı. O, hala şoktaydı. Ahmet; “Gel buraya,” deyip Ayten’e sarıldı.
İki kardeş birbirleriyle sarmaş dolaş olmuşlardı. Ayten gözyaşlarına hâkim olmaya çalışıyordu. Eğer Halit’in hemen arkalarında duvar kenarında durmuş olduğunu bilmeseydi hüngür hüngür ağlardı. Bu arada iradesiyle adeta savaşıyordu. Halit’e bakmamak için elinden geleni yapıyordu.
Bir müddet daha abisine sarılı kalıp kokusunu içine çekerek özlem ve hasret giderdiler. Onu çok özlemişti. Bir ömür Ayten onunla böyle kalabilirdi. Neyse ki annesi, oğluna bir kez daha sarılmak istediği için Ahmet’i Ayten’in kollarından çekip aldı. Ahmet, ailesine neler yaşattığını şimdi daha iyi görebiliyordu. Üzülse de ailesine yaşattığı şeyler Allah için olduğundan ona teselli veriyordu.
Ayten belli etmeden Halit’e baktı. Pek değişmemişti. Sadece biraz zayıflamıştı. Hala düşlerinde gördüğü Halit’ti. O an içinden nelerin geçtiğini bir tek Allah bilebilirdi. Gönlünce Halit’e baktı. Öyle ki gözü ve kalbi Halit’e doyacaktı.
Halit duvar kenarında bu ailenin yaşadıklarını görünce kendi ailesinin de benzer bir hal içinde olduğunu düşündü. Başını önüne eğip düşüncelere daldı. Ahmet bir ara Halit’e baktı. Onu öyle boynu bükük görünce arkadaşını yalnız bıraktığını anladı. Ahmet; “Ayten meleğim!” diye seslenmesine rağmen Ayten dalgın olduğu için abisinin ona seslenmesini işitmemişti. Ahmet birkaç defa daha; “Ayten meleğim!” diye seslendi. Ahmet’in ısrarla seslenmesi üzerine kendine gelebildi.
“Efendim abi!”
“Ayten misafirimiz var ve biz açız. Bize bir şey ikram etmeyecek misin? Yoksa açlıktan ölmememizi mi bekleyeceksin?”
“Allah geçinden versin oğlum, o nasıl söz,” dedi annesi araya girerek.
Ayten mutfağa geçip misafirleri için bir şeyler hazırlamaya başlarken Ahmet, Halit’le birlikte misafir odasına geçti. Ahmet, Halit’ten müsaade isteyip ailesinin yanına döndü. Halit için bir sakıncası yoktu. Ahmet, anne babasının bulunduğu oturma odasına geçti. Yerde duran kahvaltı sofrasına baktı. Annesi kahvaltıya çağırdıysa da misafir odasında bulunan Halit’i hatırlatıp birlikte kahvaltı yapmasının daha iyi olacağını söyleyince annesi ısrar etmedi. Onlar da kahvaltı yapmaktan vazgeçip oğullarıyla hasret giderdiler. Ahmet’in neler yaptığını, nerede kaldığını, ne yiyip içtiğini sorup durdular. Ahmet’in sorulan sorulara verdiği cevap hemen hemen aynıydı; “Ben iyiyim. Merak edilecek bir şey yok.”
Salih, oğluna polislerin her yerde onu ve Halit’i aradığını hatırlatıp neden geldiklerini sordu. Ahmet, babasının endişesini anlamıştı.
“Uzun süreden beri ben ve Halit ailelerimizi göremediğimiz için sizin bizi merak etmiş olabileceğinizi düşünüp sizi ziyaret etmek istedik. Özellikle de Şendur Hanım, önüne gelen sakallı, giyim kuşamı İslami olanlara oğlunu sorması üzerine endişe edilecek bir şeyin olmadığını bizzat bizim size söylememizin daha hayırlı olacağını düşündük. Bir süre buradayız, müsait bir vakitte Halit’le birlikte kaldığımız yere döneceğiz,” diye neden gelmek zorunda kaldıklarını kısaca ifade etmişti.
Mutfakta misafirler için mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayan Ayten’in keyfine diyecek yoktu. Van’ın meşhur otlu peynirinden bala kadar kahvaltı tepsisinde yok yoktu. Buzdolabında bulabildiği tüm kahvaltı çeşitleriyle tepsiyi donatmıştı.
Ayten öyle mutluydu ki mutluluğunun bir ömür sürmesini istiyordu. Uzun süreden beri hasretini çektiği tüm insanlarla bir çatı altında bulunduğu nadir bir anı yaşadığının farkındaydı. Daha önce de ailecek yaptıkları kahvaltıdan daha farklı bir şeydi bu. Bu sefer evlerinde misafirleri vardı. Gönlünü yaralayıp acı çekmesine sebep olan kişinin şu anda yan odada olduğunu düşünmek bile onu heyecanlandırıyordu. Dün gece okuduğu ayeti hatırladı. Allah’ın kendisine yaşattığı bu güzel anlar için hamd ve şükretti. O an içinde hissettiği mutluluk çektiği tüm sıkıntıları ona unutturmuştu. Sanki âlemde ondan daha mutlu hiç kimse yokmuş gibi hissetmeye başlamıştı. Çektiği tüm elem ve kederi hiç yaşamamış gibiydi…
Halit’i gördüğü ilk andan itibaren kalbinin nasıl deli gibi çarptığını fark etmişti. Ona böyle şeyler hissettiren şeyin ne olduğunu bilse de hala onu dillendirmekten çekiniyordu. Dün gece rüyalar âleminde Halit’le yaşadıklarını hatırladı. Daha sonra okuduğu ayeti… Ve şimdi de evde bulunan abisi ve Halit’i düşündü. Bunların hiçbirisi tesadüf değildi. Bunu ancak her şeye gücü yeten Kudret sahibi olan Allah’ın bilgisi ve takdiri sayesinde gerçekleştiğini gözleriyle müşahede etti. Dün okuduğu ayetinin parlak bir sırrı olduğundan hiç şüphesi yoktu.
Hazırladığı sofrayı vermek için abisini çağırdı. Ahmet tepsideki sofrayı görünce ağzı açıkta kaldı. Uzun süreden beri bu denli mükellef bir sofra görmemişti. Son zamanlarda kaldıkları cami hücresinde kahvaltılarında peynir ve zeytin dışında başka bir şeyleri olmazdı. Bazen onları bile bulamadıkları zamanları olduğunu anımsayıp Ayten’in elindeki tepsiye baktı. Şeytan’ın kalbine vesvese vermesine müsaade etmeyip yaşadıkları için Allah’a şükretti. Hayatından pişman değildi. Allah için adanan bir canı vardı. Onu hiç düşünmeden feda etmeye hazır bir mücahide yakışır şekilde şeytanın vesveselerinden Allah’a sığındı.
Ahmet, Ayten’in hazırladığı sofrayı elinden almadan önce mahcup ve çekinceli bir şekilde; “Senden bir şey rica etsem yapar mısın?” diye sordu.
“Ne demek, yeter ki sen iste. Bugüne kadar sen ne istedin de yapmadım.”
“Şimdi senden Halitlerin evlerine gitmeni istiyorum. Annesine ve babasına gizli bir şekilde Halit’in bizde olduğunu söyle. Yalnız bu durumu Halit’in kardeşleri dâhil hiç kimseye söylemesinler. Bu çok önemlidir. Halit’in kardeşleri bizim burada olduğumuzu öğrenirlerse ağızlarından kaçırabilirler ve bizim de başımız belaya girebilir. Halit’in anne ve babasına bunları söyle ve onları bize davet et.”
Ayten, abisinin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Hiç vakit kaybetmeden Hocasına bu müjdeli haberi vermek için kapılarına vardı. Şendur Hoca sabahın bu vaktinde ısrarla çalanın kapı zilinden kimin geldiğini merak ettiği için evin penceresinden dışarıya baktı. Kapıda duran Ayten’i görünce endişelendi. Bir sorun olmasından korktu. Çocuklarından hemen kapıyı açmalarını istedi. Ayten eve girince yüzündeki sevinçten kötü bir durum olmadığını anladı. Şendur Hoca, Ayten’i kahvaltıya davet ettiyse de Ayten onunla yalnız konuşmak istediğini söyledi. Şendur Hoca, onu misafir odasına aldı.
Ayten söze nasıl başlayacağını bilemedi. Çok neşeliydi. Sevincinden konuşamıyordu. Pat diye söylemeyi düşündü, sonra bu düşüncesinden vazgeçti. Hocasının kalbine indirmekten korktu. Daha sakin olmaya çalıştı. Kendisi her ne kadar sakin olmaya çalışsa da içi içine sığmıyordu. İçinde tuttuğu bu sevinci elinden gelseydi tüm herkese duyurmak isterdi. Bunu yapamayacağını çok iyi bildiği halde...
Şendur Hoca, Ayten’in hala neden geldiğini öğrenemediği için merak içindeydi. Şendur Hoca, Ayten’in tuhaf haline şaşkın şaşkın bakıyor, Ayten ise çocuksu tavırlarla geveleyip duruyordu. Neler olduğunu biran önce öğrenmek için;
“Hayırdır kızım! İnşallah bir sıkıntı yoktur,” diyerek endişeli bir ses tonu ile sordu.
“Hayırdır Hocam inşallah. Size güzel bir haberim var. Yalnız bunu size nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”
“Ne söyleyeceksen söyle. Artık beni de daha fazla merakta bırakma istersen.”
“Hocam! Size söyleyeceğim şeyi siz ve eşiniz dışında hiç kimsenin bilmemesi gerek.”
“Hadi kızım! Beni meraktan öldürmek mi istiyorsun?”
“Allah korusun Hocam.”
O an içine doğan şeyin gerçek olup olmadığını merak ettiğinden heyecanla;
“Yoksa Halit’ten bir haber mi getirdin” diye sordu.
“Evet Hocam.”
Şendur Hoca’nın kalp atışları duyduğu kelimeler yüzündün birden hızlanmıştı. Uzun süreden beri Halit’ten bir haber alabilmek için çok uğraşmıştı. Ve sonuçta istediği haberin gelmiş olmasına seviniyordu. Ayten; “Hocam! Halit şu anda bizim evde sizi bekliyor.”
Şendur Hoca duyduklarına o an için inanamadı. Yanlış duymadığından emin olmak istercesine tekrar sordu. “Kızım sen ne söylediğinin farkında mısın?”
“Evet Hocam. Halit şu anda bizim evde sizi ve babasını görmek istiyor,” diye Hocasını inandırmak için sözünü tekrarladı.
Şendur Hoca aldığı bu habere bir türlü inanamıyordu. Bayılmak üzereydi. Kalbi buna dayanmıyordu. Ayten, Hocasının durumun iyi olmadığını görünce ondan sakinleşmesini istedi. Şendur Hoca, Ayten’in artık ne söylediğini duymayacak kadar kendinden geçmişti. “Halit’im Halit’iiim,” diye söylenmeye başlamıştı. Şendur Hoca’nın aşırı heyecandan kalbinin sıkıştığını görünce biraz olsun korktu. Hocasından sakinleşmesini rica edip durdu. Şendur Hoca, onu dinlemiyordu. Ayten;
“Hocam ne olur Allah için biraz sakin olun. Allah’ı anın, O’nu zikredin ne olur,” dediğinde o anda aklına gelen, “Kalpler, Allah'ı anmakla huzura kavuşur” ayetini hatırlamıştı.
“Kızım iyi diyorsun da şu anda benim çekeceğim zikir fikirsiz olur. Aklım başımdan gitti. Aklım da fikrim de şu anda yalnız ‘Halit’ diyor. Ben anayım. Allah azze ve celle annelere çocuklarına karşı eşsiz bir şefkat ve merhamet vermiştir. Uzun bir aradan sonra oğlumu göreceğim için heyecanlanmamdan dolayı Rabbim beni kınamaz. Beni yaratan beni benden daha iyi bilir. Halit’im, Allah’ın bana verdiği en güzel ve kıymetli bir emanetidir. Ben bu emaneti yitirdim. Allah’ın bana verdiği emaneti yitirdiğim için Rabbime karşı boynum büküktür. Şimdi sen gelmiş bana yitirdiğimin sizin evde beni beklediğini söylüyorsun. Ben bu habere nasıl sevinmeyeyim. Kayıp bir eşyasını kaybeden biri bile yitirdiğini bulduğu zaman seviniyor da ben, Allah’ın yarattığı en güzel, en kıymetli varlığımı buldum. Sevinmek benim hakkım değil mi?”
Ayten, Hocasının haklı olduğunu biliyordu. Onu daha fazla bekletmemek için; “Hocam! Eğer müsaitseniz hemen gidelim, onları daha fazla bekletmeyelim,” dediğinde Ahmet’in de geldiğini o an fark etti.
Şendur Hoca, sevinç gözyaşları içinde Allah’a şükrediyordu. Sesinin diğerlerine gitmesine aldırış etmiyordu. Kahvaltı sofrasında olanlar neler olduğunu bilmedikleri için meraklandılar. Halit’in babası, eşinin neden ağladığını öğrenmek için sofradan kalkıp misafir odasının önüne gelip seslendi ve eşine neden ağladığını sordu. Şendur Hoca ağlamaklı haliyle eşine baktı.
“Gel bey! Gel. Sana güzel haberlerimiz var.”
Halit’in babası odanın müsait olduğunu anlayınca içeriye girdi ve neler olduğunu sordu. Ayten; “Halit şu anda bizim evde sizi görmek istiyor. Yalnız bunun gizli olmasını hatta kardeşlerinin dahi bundan haberdar olmamasını istiyor,” diye bir kez de Halit’in babasını uyarma gereği hissetti.
Halit’in babası hayat tecrübesi olan biriydi. Halit’in neden böyle bir yola başvurduğunu anlamıştı. Oğlunun polisle başının dertte olduğunu biliyordu. Aldığı tedbiri anlamaya çalışarak, eşinden sakinleşmesini istedi. Şendur Hoca gözyaşlarını silip sakinleşmeye çalışsa da bir türlü yerinde duramıyordu. Bir an önce kanatlanıp oğluna ulaşmak için çırpınıyordu. Bunun için kendisine hâkim olmaya çalıştı. Hiç vakit kaybetmeden Halit’ine kavuşmak için ayaklandı. Kahvaltı sofrasında bulunan çocuklarına hiçbir şey belli etmek istemediklerinden çocuklarından kahvaltılarını yaptıktan sonra okula gitmelerini istedi. Komşulara kadar gitmeleri gerektiğini söylemekle yetindi.
Hep birlikte evden çıktılar. Şendur Hoca için birkaç adımlık yol çok uzun gelmişti. Melek, komşusu Şendur Hoca’yı kapıda karşılayıp ona sarıldı. İki kadın yine ağlaştılar. Bu seferki sevinç gözyaşlarıydı.
Melek, komşularını alıp Halit’in bulunduğu misafir odasına götürdü. Halit, anne ve babasını karşısında görünce şaşırmıştı. Oysa onları görmek için gelmişti. Ama psikolojik olarak buna hazırlanmamıştı. Şendur Hoca, oğlunun boynuna sarılıp onu bağrına bastı. Uzun bir süre ondan ayrılmadı. Halit’e sımsıkı sarılmıştı. Neredeyse Halit’in nefesini kesecekti. Bu yürek yakan manzara karşısında duygulanmamak elde değildi. Melek, Salih, Aylin ve Ayten gözyaşlarını serbest bırakmışlardı. Sonra onları misafir odasında yalnız bırakmak için salona geçtiler.
Şendur Hoca, oğlunu bıraktıktan sonra Halit, babasının elini öptü. Hasret dolu bir sarılıştan sonra birlikte oturdular. Şendur Hoca, oğlunun çok zayıfladığını söyleyip nerede kalıp ne yiyip içtiğini sordu. Halit, annesinin bu gelişigüzel sorularına cevap vermeyince babası devreye girdi. Oğlunun hal ve hatırını sordu. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını, kendisi için yapabilecekleri bir şey var mı diye sordu. Halit, babasının anlayışına teşekkür etti.
Misafir odasında Halit, oturma odasında da Ahmet hasret giderdiler. Her iki odada yaşanan tek şey vardı. O da mutluluktu. Gönülleri sevinçle dolan insanlar, bulundukları yerin havasını değiştirmişlerdi.