Ayten-14. Bölüm
14. BÖLÜM
Halit’in sevgisiyle kalbinde oluşan yaraya bir türlü merhem olacak bir ilaç bulamadı. Bulabildiği her ilaç, sadece geçici olarak bir rahatlama sağlasa da bir türlü bu yarayı kalbinden söküp atacak bir derman bulabilmiş değildi. Kalbinde iyileşmeyen bu yarayla ne yapacağını, nasıl baş edeceğini düşünüyordu. Her geçen gün kalbinin derinliklerine kök salmaya devam eden bu illet gittikçe kalbini sarmalıyordu.
Her şey Halit’e karşı hissettiklerinin adını koyduktan sonra olmuştu. Oysa bu durumu kabullendikten sonra durumunun daha iyi olacağını düşünmüştü. İşler istediği gibi gitmemişti. Tüm bunlara rağmen duygularından emin olmanın verdiği bir rahatlama da yok değildi. İstemese de Halit’e karşı hissettiği şeyin aşk olduğunu mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı. Emin oluşu ona daha çok acı verse de bunun aşk acısı olduğunu anlamıştı. Hani aşkı kabullenmekle sorunun üstesinden daha rahat gelecekti? Hiç de öyle olmamıştı. Âşık olduğunu kabullenmek daha tatlı ama daha büyük bir ateşin içinde yanması gibiydi. Canı çok yanıyordu. Bununla beraber sebebini düşündükçe acısının ona tesir etmediği de oluyordu. Halit’i düşünmek, acılarını bastırmasına yardımcı oluyordu.
Artık Halit’in, yüreğinde açtığı yaranın sıradan bir yara olmadığının farkına varmıştı. Bu yara öyle beklemekle geçecek bir şey değildi. Tedavi edilmesi şarttı. Sürekli kan kaybetmeye başlamıştı. Bu yarada kötü olan irin veya her hangi bir hastalık yoktu. Bu yaradaki tek hastalık Halit’in var oluşuydu. Bu öyle bir yaraydı ki bunun tedavisi için henüz bir ilaç bulunmamıştı. Bu yaranın illeti de tabibi de aynı kişiydi.
Kalbin hem acısı ve mutluluğu, hem de keder ve sevinci aynı kişide birleşiyordu. Şu anda hissettiği acı Halit’i gördüğü zaman sevince dönüşüyordu. İçinden çıkılmaz bir ikilem içinde kalmıştı.
Halit’in varlığıyla seviniyordu. Peki ya yokluğu? Halit’in yokluğu anında hissettiği acı onu gördüğü zaman duyduğu sevinçten daha ziyadeydi. Elinden gelse, kendi yarasına neşter vurup Halit’i tümüyle oradan temizlerdi.
O an için Halit’siz bir dünya düşündü. Dünya denilen bu koca yerin boş ve anlamsız geldiğini fark etti. Dünyanın süsü ve güzelliği Halit’in ta kendisiydi. Onun varlığıyla diğer tüm güzellikler bir anlam ifade etmeye başlıyordu. “Halit’in olmadığı bir yerde yaşamın ve yaşamanın ne anlamı var,” diye söylendi. Bu hali yaman bir çelişkiydi.
Halit, hem dünya hem de ahiretti. Hem cennet hem de cehennemdi. Çok ince bir çizgi üzerinde olduğunu biliyordu. Bu ince çizgi üzerinde kayması an meselesiydi.
Düşünceleri onu alıp yasak hayal bahçesinde dolaştırmaya çıkarmıştı bile. Hoş vakit geçirdiği yüzündeki tebessümden belli oluyordu. Gördüğünün hayal olduğunu bilse de yine de bu hayal kuşuyla seyahat etmek hoşuna gidiyordu. Hayal kuşu onu daha derinlere sürüklemeye çalışıyordu. Halit’in olduğu bir bahçede onu çok rahat görebiliyordu. Halit’in yanına gidip ona olan hislerini anlatmak istiyordu. Birden; “Allah” deyip kendine geldi. İçinde bulunduğu halin bir aldatmacadan, vehimden ibaret olduğunu anlamıştı. Yasak yerlerde dolaşmanın sapma getireceğini biliyordu. Gafletten uyanmasını sağlayan, “Allah” zikri oldu. Düşüncelerinden onu çekip çıkarana minnettardı. Şükrünü ifade etmek için gafletten kurtulduğu için Allah’a hamd etti.
Hayalen bile olsa içinde bulunduğu hatadan döndüğü için içi rahatlamıştı. Halit’i temiz ve saf duygularla hayal etmek istiyordu. Çocukluk yıllarında kendisiyle birlikte okula gittiği zamanlardaki gibi safiyane bir şekilde hatırlamak istiyordu. Halit’i yanlışına alet etmek hiç de hoşuna gitmiyordu. Halit’i yaratan âlemlerin Rabbine, bu kulunu yarattığı için şükretti. Halit’i, Allah’ın güzel bir ayeti ve onun bir aynası olarak görüyordu. Halit’te Allah’ın Kudret sanatının güzelliğini görüyordu. Allah’ın azze ve celle yaratmış olduğu bu kulunu gördükçe, Allah’ın önünde secdeye gitmek ve nefsini her şeye Kadir olanın önünde zelil kılmak istiyordu.
Halit’i her gördüğünde bundan böyle Allah’ın azametini hatırlayıp Halit’i ve Halit gibi daha nice canlıyı yaratan gücün kim olduğunu hatırlamaya karar verdi. Ne kadar başarabileceğini bilmese de bunu denemek istiyordu. Eğer kalbi Halit’i her gördüğü vakit hızlı çarpacak olursa, bu durumda bunu hiçbir zaman yapamazdı.
Halit dışında Allah’ın hiçbir kulu, kalbinin hızlı bir şekilde çarpmasını sağlamıyordu. Sadece Halit’i gördüğü zamanlar heyecanlanıyordu. Oysa onun da Allah’ın yaratmış olduğu sayısız kullarından biri olduğunu biliyordu. Bunu bir de bu şekilde düşünmeye çalıştı.
“Tabi ya, Halit’i diğer insanlardan ayıran şey nedir ki? O da diğer herkes gibi etten ve kemikten değil mi? Yaratılış hamuru çamurdan ibaret olan bu Allah’ın kulunu diğer insanlardan ayıran özellik nedir, ona bu kadar bağlanmamın ve ona karşı hissettiklerimin nedeni nedir peki?” diye düşünmeye başladı.
Halit’in ayırt edici hiçbir özelliğini bulamadı. Onu Halit’e bağlayan farklı bir özellik arıyordu, güzel ahlak, fiziki güzellik, iyi huy, buna benzer birçok şey geldi aklına. Ama bunlar Allah’ın bazı kullarında da vardı. O daha çok Halit’i diğerlerinden ayıran bir şey arıyordu. Farklı bir şey bulmak için düşündü durdu. Uğraşları boşunaydı. Tüm uğraşlarına rağmen nafile bir çaba içinde buldu kendisini. Bu sorununu bu şekilde çözemeyeceğini de anlamış oldu.
Akıl mizanıyla Halit’i değerlendirdiği için hata yaptığını anlamıştı. Çünkü ona karşı hissettiği duyguları yaşatan aklı değildi. Halit gözleriyle gördüğü sıradan bir insan suretinden daha fazlasıydı. Gözleri her gün binlerce insan gördüğü halde sadece Halit’in sureti karşısında kalbi harekete geçiyordu. Gördüğü sıradan bir insan olsaydı heyecanlanmasına gerek olmadığını pekâlâ biliyordu. Onu farklı kılan insan suretindeki varlık değildi. Öyle olsaydı çok sıradan biri olurdu. En azından kendisi için. Nasıl ki Halit bazı insanlar için sıradan biriyse, onun için de diğer insanlar sıradandı. Halit bir başkaydı. Halit’i diğer insanlardan ayıran özelliği anlayabilmek için kendi gözleriyle ve kalbiyle Halit’e bakılması gerektiğini keşfetti.
İşte o zaman Halit’in sıradan biri olmadığını anlamak çok daha kolay oldu Ayten için. Gözleriyle gördüğü şey kalbinde kök salan kişi olunca onu diğer insanlardan ayırmak çok daha kolay oldu. Ete kemiğe bürünen bir insandan söz etmiyordu artık. Kalbinde kök salan yaşam ağacını, sevgi fidanını, göz aydınlığını daha net bir şekilde görmeye ve tanımaya başlıyordu.
Âşık, maşukunda bir başkasının görmediği bir şeyi görür. O maşukunu et ve kemikten daha farklı görür. Sanki onda Allah’ın üflediği o doyumsuz esintinin meydana getirdiği ruhtaki İlahi güzelliğe vurulur. Tıpkı dervişlerin Allah’a olan aşklarında çok farklı oluşları gibi… Her bir âşık, maşukunda başka bir güzellik yönüne vurulur. Allah’ı görmeden O’nun esma ve sıfatlarının tecellisine karşı duyulan aşk gibi…
Belki de gördüğü Halit’in pak ve temiz olan ruhuydu. Yoksa kemiğe bürünmüş bir et parçasının bu kadar cezbedici olamayacağını çok iyi biliyordu.
Halit’e karşı hissettiği şeyi aslında Rabbine karşı da hissediyordu. Halit sadece onun için gözle görülen bir ayetten ibaretti. O Halit’i sevmiyordu. Sevdiği şey, Allah’ın azze ve celle Kudret elinden çıkan saf ruhtu. Bunu yaratana karşı içinde sonsuz bir sevgi vardı. Halit bir Kudretin zahir olmuş haliydi sadece.
Halit’i bu şekilde düşününce içinde tarifi imkânsız bir haz hissetti. Sonunda Halit’e bakış açısını değiştirebilmişti. Halit’e karşı hissettiği şeyin sadece ve sadece karşı cinsten birisi olmasından kaynaklanmadığını anladığı için seviniyordu. O, Allah’ın yeryüzündeki bir nuruydu. Ve bu nur belki de bu kâinat içinde sadece Ayten’in kalbini aydınlatıyordu. Bunun ne kadar güzel bir şey olduğunu düşündü. Belki de ilk kez Halit’i böyle düşünmüştü. Bu düşünce içine sinmişti. Bu düşüncesinde yanlış bir şey olmadığına inanmak istedi.
Yeni bir güne yeni biri olarak uyanmanın neşesiyle yatağından kalktı. Abdestini aldıktan sonra Duha namazını kıldı. Daha sonra iki rekât da şükür namazı kılarak Rabbini hamd ve şükür ile yüceltip ona dua etti. Bugün yine neşeliydi. Ama bu seferki neşesinin kaynağını biliyordu. Halit’ti… ama salt Halit değildi. Onu yaratan ve ona Ruhundan üfleyen Halık olan Allah’tı. Azze ve celle.
Kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittiğinde dilinde Allah’ın zikri vardı. Bugün belki de ilk kez annesinden erken kalkmıştı. Her zaman annesi erken vakitte kalkıp çocuklarına ve eşine kahvaltı hazırlardı. Hazırladığı kahvaltının ardından kızlarını kaldırıp sofrayı kurmalarını isterdi. Her şey hazır olduktan sonra evin direği ve kalbinin tek sahibi olan eşini kaldırmak için odaya gider ve eşini sevgiyle uyandırırdı.
Ayten, anne ve babasının arasında var olan bu sevgiye her zaman imrenmişti. Annesinin, babasına karşı gösterdiği sevginin aynısını babası da annesine karşı gösteriyordu. Aralarında sadece kuru bir sevgi yoktu. Sevgileri onları birbirine bağlayan belki de en kuvvetli bağdı. Ama sevgiyle birlikte aralarında imrenilecek bir saygı ve şefkat de vardı.
Ayten kahvaltıyı hazırlarken annesini uyandırmamak için gürültü yapmamaya dikkat etti. Ancak annesi yine kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdiğinde Ayten’in işleri yaptığını görünce buna hem çok şaşırmış hem de çok sevinmişti. Meraklı bir şekilde; “Hayırdır kızım! Neden erken kalkmışsın?” diye sormadan da edemedi.
Annesinin uykudan uyanmış mahmur gözlerine bakıp yıllarca üşenmeden sabahları erken kalkıp kahvaltı hazırlayışını düşündü. Bu fedakârlık karşısında gözleri doldu. Annesine sarılıp yanaklarından öptü.
“Canım annem! Her sabah sen erken kalkıyorsun, bugün de ben erken kalkıp size hizmet etmek istedim,” diyerek neşeyle boynuna sarıldı.
Ana yüreği dayanır mıydı yavrusunun erken vakitte kalkmasına; “Kızım sen okula gideceksin, git biraz daha uyu. Zaten gece de erken kalkıyorsun. Yorulma, ben hal ederim,” deyip Ayten’in biraz daha dinlenmesini istedi. Ayten ise annesine aldırış etmeden kahvaltıyı hazırlamaya devam etti.
Eşine kahvaltının Ayten tarafından hazırlandığını söyledi. Anne, kızıyla gurur duyduğunu ve çok güzel bir kahvaltı hazırladığını söyleyip övdü. Ardından babasından da güzel övgüler alan Ayten’in keyfine diyecek yoktu artık. Ablasının ona şaka yoluyla takılmasına bile aldırmadı. Söylediği her şeyi bir iltifat olarak algılıyordu. O yüzden ablasına değil kızmak, teşekkür ediyordu.
Bu sabah kardeşini kızdırmayı başaramayan Aylin, Ayten’le uğraşmaktan vazgeçti. Annesiyle birlikte gün içinde yapacakları alış verişi konuştular. Bu alış verişe Ayten’i de davet ettilerse de Ayten camiyi aksatmak istemediği için onlarla alış verişe gelmeyeceğini söyledi.
Annesinin hayır dualarını aldıktan sonra okul yolunu arşınlayan Ayten, biraz sonra arkadaşlarına anlatacağı büyük bombayı düşünüyordu. Onlara direkt olmasa da dolaylı yollardan âşık olduğu kişinin Halit olduğunu söylemeye karar vermişti. O anda arkadaşlarının gözlerindeki şaşkınlığı görmek için sabırsızlanıyordu.
Okula geldiği zaman okul kapısında onu bekleyen bir başka sürpriz vardı. Gördüğü bu sürpriz gününü şimdiden aydınlatmıştı. Ahmet abisi okul kapısında Ayten’i bekliyordu. Kaç zamandır görmediği abisini okulun kapısında görmeyi hiç beklemiyordu. Yaşadığı bu şaşkınlığı gözlerinde okumak mümkündü.
Ahmet, Ayten’i görünce yanına gidip onu okula girmeden oradan uzaklaştırdı. Ayten’den birkaç dersi ekmesini isteyince Ayten bunu severek kabul etti. Gerekirse gün boyu bile okula gitmeyebilirdi. Tam da okuldan uzaklaşacakları zaman Kübra ve Şule ile karşılaştılar. Ayten bu iki arkadaşının yanına gidip onlara abisinin kendisini görmeye geldiğini ve bugün okula gelmeyebileceğini söyledi. Arkadaşları durumu bildiklerinden onu idare edeceklerini söylediler.
Ahmet, kardeşini güvenli olduğunu bildiği bir kafeye götürdü. Aylarca görmediği kardeşiyle hasret giderdikten sonra ailesini sorup onlar hakkında bilgi aldı. Ayten de benzer soruları abisine sordu. Ahmet kendisi hakkında pek bir şey anlatmasa da kardeşine iyi olduğunu söyleyip rahatının yerinde olduğuna onu ikna etti. Ayten’in sormak istediği bir soru daha vardı. Ama bunu nasıl soracağını düşünüyordu. Direk olarak Halit’i sormaktan utanıyordu. Buna rağmen abisinden ayrılmayan Halit’in nerede olduğunu ve şu anda nasıl olduğunu merak ediyordu.
Kısa bir süre önce onunla cami çıkışı karşılaştıklarını söylemek istemiyordu. Ahmet, Ayten’e biraz daha kişisel sorular sorarak onun neler yaptığını, cami çalışmalarını ve arkadaşlarıyla okulda yaptığı tebliğ faaliyetlerini sordu. Ayten abisinin sorduğu her bir soruya ayrıntılı olarak cevap verdi.
Abisiyle uzun bir süreden beri özlediği bir sohbet ortamı bulmuştu ve bunu en güzel şekilde değerlendirmek istiyordu. Belki de çok konuşması bundandı yoksa abisinin yaptığı çalışmalardan az çok haberdardı. Ahmet; “Unutmadan şayet Şendur Hoca’yı görürsen ona da Halit’in selamlarını söylersin. İyi olduğunu ve en kısa zamanda onları mutlaka ziyaret edeceklerini söyle. Ortalık biraz sakinleşirse, birlikte ailelerimizi tekrar ziyaret etmemiz için fırsat kolluyoruz, diyerek bu güzel haberi Ayten’le paylaştı.
Ayten duyduğu bu habere çok sevinmişti. Buna anne ve babasının da sevineceğini söyleyip tez zamanda gerçekleşmesi için dua etti.
Ahmet asıl geliş sebebini anlatmak için; “Seninle konuşmak istediğim bir konu vardı. Aylin’i tanıdığım bir arkadaşımla babamın da razı olması şartıyla evlendirmeyi düşünüyorum. Ama bu duruma Aylin ne der diye merak ediyorum. Bu yüzden Aylin’le konuşmadan önce seninle konuşup onun niyetini öğrenmek istiyorum,” dediğinde Ayten buna çok şaşırmış ve aynı zamanda da bu habere çok sevinmişti.
“Gerçekten mi?” bu çok güzel bir haber, dedi.
“Aylin buna sevinir mi sence?”
“Ablam buna hem de çok sevinir. Yalnız bunu onunla konuşman daha doğru olmaz mı?”
“Aylin çok hassas biridir. İstemediği bir şeyi ona teklif etmekten çekindim. İstedim ki bunu ona sen sor. Abla kardeş bu konuyu daha rahat konuşursunuz. Onun da bu konu hakkındaki düşüncelerini öğrenmeni istiyorum.”
“Olur, bunu yapabilirim. Peki, ya bana kim olduğunu sorarsa ona ne cevap vereceğim?”
“Abimin yakından tanıdığı ve güvendiği bir arkadaşıdır dersin. Ben de ona kefil olurum.”
“O da sizin gibi aranan biri mi?” diye merakından sormuştu.
“Şu anda öyle bir durumu yok. Yalnız çok fedakâr bir kardeşimizdir. İslami hizmetler için elinden geleni yapıyor. Şu anda Yüzüncü Yıl Üniversitesinde sınıf öğretmenliği bölümünün son sınıfında okuyor.”
“Bu çok iyi, Ablam buna sevinir bence.”
“Sen yine de ona bir sor. Şayet kabul ederse onları en kısa zamanda bir araya getirip tanışmalarını sağlarız. Ardından işi ailelere havale ederiz.”
Abisiyle uzun bir sohbetin ardından öğle vaktine yakın öğrenciler dağılmadan Ahmet kalkması gerektiğini söyledi. Bir dahaki buluşacakları zamanı tayin ettikten sonra ayrıldılar.
Ayten, abisinden ayrıldıktan sonra okula gidip okul çıkışında arkadaşlarıyla buluştu. Onlarla birlikte biraz dolaştıktan sonra camiye gittiler. Kübra ve Şule, Ahmet’in arandığını biliyorlardı. Ayten’i neden görmeye geldiğini merak etseler de Ayten onlara bunu söyler miydi acaba diye düşünüyorlardı. Ayten hiçbir şey olmamış gibi arkadaşlarıyla günlük sıradan şeyler konuşup okulda neler yaptıklarını sordu. Camiye geldikten sonra da zaten dünya, cami kapısının dışında kalıyordu. Bu yüzden arkadaşlarına ne Halit’ten ne de ablasının evliliğinden söz etti.
Her zamanki gibi öğrencileriyle birlikte Kur’an derslerini yaptıktan sonra onlarla birebir ilgilenip sorunlarını dinledi. Kimisinin evdeki yaşam hikâyelerini dinlerken hüzünlenip çektiklerine üzülüyordu. Aile ortamında çocukların yanında yapılan yanlış bir hareketin veya uygunsuz bir sözün bu körpe ruhları nasıl etkilediğinin farkında bile olmayan ebeveynlere acıyordu. Onları Allah’a havale edip, ıslah olmaları için dua ediyordu.
Bazen de çocukların evdeki kardeşleriyle aralarında geçen sataşmalara gülüp geçiyordu. Kardeşlerin birbirlerini ne kadar çok sevdiğini biliyordu. Çünkü Aylin ablası da ona sık sık takılırdı. Ama onu çok sevdiğinin de farkındaydı.
Tüm öğrencileri dinledikten sonra onları evlerine uğurladı. Kur’an dersi veren Selma Hoca, Ayten’i çağırıp Ahmet’le görüşüp görüşmediğini sorduğunda Ayten buna çok şaşırdı. Ahmet abisiyle görüştüğünü Hocasının nereden bildiğini sordu. Selma Hoca; “Seni görmesi için caminin güvenli olup olmadığını eşim bana sordu. Camideki çocukların Ahmet’i görebileceğini ve bunun bir risk oluşturabileceğini bu yüzden de seninle daha uygun bir yerde görüşmesinin iyi olacağını söyledim eşime. Abin de önerimi olumlu bulmuş. Şayet abinle hala görüşmemiş isen yakında onu göreceğinden eminim,” dedi sevecen ve güler bir yüzle.
Ayten, Selma Hoca’sına abisinden söz etmedi. Sadece Hocasına yaptığı bu iyiliği için teşekkür etti.
Abisinin kendisine söylediği şeyi bir an önce ablasıyla paylaşmak için can atıyordu. Bir an önce eve gidip ablasına bu güzel haberi vermek için camideki derslerin ardından vakit kaybetmeden evin yolunu tuttu. Eve geldiğinde annesi ve ablasının evde olmadığını görünce boşuna acele ettiğini anladı. Annesi ve ablası henüz alış verişten dönmemişlerdi. Şendur Hoca’yı ziyaret edip ona Halit’in selamlarını iletti. Şendur Hoca, aldığı bu güzel habere karşılık Ayten’e hayır duasında bulunup oğluna iletmesi için bazı şeyler söyledi.
Tekrar eve geldi. Evde kimseler olmadığı için sessizlik canı sıkmaya başlamıştı. Taşıdığı güzel haberi bir an önce ablasıyla paylaşamadığı için kendisini telaşlı hissediyordu. Bu kadar heyecanlanmasına bir anlam veremese de bu işin sonunda yalnız kalacağı gerçeğiyle yüz yüzeydi. Canı sıkılmaya başlamıştı. Odasına çekilip biraz kitap okumak istedi. Kitaplığında bulunan herhangi bir kitaba elini attı. Okumak istediği herhangi bir şey yoktu. Sadece vakit geçirmek istiyordu.
Kitaplığından aldığı bir kitaptan herhangi bir yeri açtı. Karşılaştığı şeyin tam da hasta gönlüne şifa olacak türden bir paragraf olduğunu görünce sevindi. Şöyle diyordu Büyük İslam Âlimi İbrahim Hakkı Hazretleri;
“Şiddetli sevgi: Allah-u Teâlâ’yı ve O'nun sevdiklerini çok sevmektir. Buna hakiki aşk denir. Hakiki aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır.”
Okuduğu bu paragrafın ardından yine kendi nefsine döndü. Allah’a karşı içindeki sevginin ne kadar güçlü olduğunu anlamak için kalbini yokladı. Orada bulduğu şeye sevindi. Çünkü kalbinde Allah’ın sevgisi vardı. Allah’a azze ve celle olan sevgisini tüm sevdiklerinden daha üstün bulmuştu. Halit’in sevgisi ile Allah’ın sevgisini kıyaslamaya kalkıştı. Aslında böyle bir karşılaştırmadan korkuyordu. Başta bunu yapmak istemedi. Halit’in sevgisinin daha ağır basacağı endişesi onu bu fikirden vazgeçirmişti. Bu şüphe nedeniyle kalbini yoklamaya karar verdi. Kalbinin tam olarak kime ait olduğunu bilmek istiyordu. Bunu öğrenmenin tek yolu, kalbindeki sevgileri kıyas etmekti. Bu kıyaslamayı yapmadan, içindeki Allah sevgisinden tam olarak emin olamazdı. Korkusuna rağmen bunu yapmaya kararlıydı. Sonucundan korktuğu bir şeyi yapmak hiç de kolay değildi. Öğrenmesi gereken bir şey olduğuna kendisini tam olarak inandırdıktan sonra cesaretini toplayıp kalbini yokladı.
Allah azze ve celle için nelerden vazgeçebileceğini düşündü. Buna Halit de dâhildi. Kalbini ve aklını yokladı. Orada ilk Allah’ı azze ve celle bulduğu için sevindi. Allah için neler yapabileceğini düşündü, Onun için nelerden vazgeçebileceğini sorguladı. Halit dâhil her şeyden vazgeçmeyi göze alacak kadar Allah’ı çok seviyordu. Zaten Halit’e karşı hislerinden, Allah’ın hoşnut olmadığını bildiği için vazgeçmek istiyordu. Kalbindeki bu sevgiden dolayı yüzü gülmüştü. Rabbini böylesine güçlü bir şekilde sevdiği için kendisiyle gurur duydu. Allah rızası için yapamayacağı hiçbir şey yok gibiydi. O’nu razı etmek için sahip olduğu her şeyi feda edebilirdi. Buna kendi canı da dâhildi. Allah için Halit’ten vazgeçip geçemeyeceğini sorguladı. Bunda hiç tereddüt etmeden “Evet” diyebiliyordu. Tek sorun bunu nasıl yapacağını bilememesiydi.
Aynı düşünceler kefesine bu sefer Halit’i oturttu. Halit için kendi canı da dâhil olmak üzere her şeyinden vazgeçebileceğini anladı. Ama Halit için dahi olsa asla Allah’tan azze ve celle vazgeçmeyeceğini gördü. Bu, ona büyük bir özgüven verdi.
Korktuğu şey olmamıştı. Biricik sevgilisi olan Allah’ın azze ve celle kalbinde sağlam bir yere sahip olduğu için çok mutlu olmuştu. Allah sevgisinin diğer tüm sevgilerin üzerinde olmasının, hala kalbinin tek sahibi olan Allah’tan azze ve celle kaynaklandığını anlamıştı.
Halit’e karşı hissettiği şeyleri düşündü. Sevginin ve aşkın insanın doğasında var olan fıtri duygular olduğunu biliyordu. Ancak, bu duyguların doğru ve helal yollarda kullanılması gerekiyordu. Bu derde düştüğü günden itibaren aşkı araştırmaya başlamıştı. Aşk hakkında öğrendiği şeyler onu hayretler içinde bırakıyordu. Güzel ve çetrefilli bir duygu olduğunu kabul ediyordu. Bir keresinde Selma Hoca’nın aşkla ilgili sarf ettiği;
“Aşk insanın yaratıldığı günden itibaren, karşıt cinsler arasında var olan bir duygudur. Hz. Âdem ve Havva arasında başlayan bu eşsiz duygu günümüze kadar etkisini hiç kaybetmeden sürüp gidiyor. İlk insanla birlikte insanlar arasındaki en renkli, en zevkli, en zengin bir duygu çağlayanıdır aşk. Sevginin en yoğun ve en coşkun bir şelâle gibi çağlamasını sağlayan şeyin adıdır aşk. Sevenleri birbirine bağlayan, birbirine yaklaştıran bir sihir, bir efsundur âdeta. Sevenleri gözü kapalı bir şekilde içine çeken onları cezbeden sırlar yumağı, çok tatlı, çok güzel, çok şirin, çok keyif verici şeydir aşk.
Birçok şeyde olduğu gibi aşkın önünde de nice tuzaklar, nice zorluklar ve nice engeller vardır. Onları aşmak; yürek, cesaret, akıl, mantık, bilgi, hüner, sabır, azim ve hepsinden önemlisi bir yöntem ister. Bu erdemleri taşımaz ve yöntemini uygulamazsanız, sevdanız yarım, aşkınız sonuçsuz, yuvanız mutsuz olur. Sevgi ve aşk, Allah’ın, tüm yaratıkları seven ve onlar tarafından çok sevilen, anlamındaki “Vedûd” isminin bir tecellisi, bir yansımasıdır.
O, varlıkları sevdi ve sevgiyi yarattı. Sevgi olmasaydı, hayat olmazdı. Çünkü her şey birbirine yabancılaşır, her şey birbirinden uzaklaşırdı. Aşkın o kadar çok çeşidi var ki, para aşkından tut da, dünya aşkına, Peygamber aşkından Allah aşkına kadar uzar gider,” diye anlattığı sözleri hoşuna gitmişti.
Annesi ve ablası alışverişten yorgun bir şekilde dönmüşlerdi. Çok yürümekten şikâyet edip söyleniyorlardı. Ayten ablasıyla konuşmak için sabırsızlansa da bunun için uygun bir vakti kollaması gerektiğini biliyordu.
Ayten içinde daha fazla tutamayacağı sevincini bir an önce ablasıyla paylaşmak istiyordu. Bu nedenle akşam erkenden odalarına çekilmeyi önerdi. Aylin, annesiyle birlikte yaptığı alış veriş nedeniyle çok yorulmuş, ayakları çok yürümekten şişmişti. Yorgunluktan olsa gerek bugün her zamankinden daha huysuzdu. Ayten ise ablasının huysuzluğunu ve kendisine takılmasını görmeyecek kadar keyifliydi. Bildiklerini ablasının da öğrenmesi halinde onun da keyfinin yerine geleceğinden emindi. Yalnız bunu anlatmak hiç de kolay olmayacaktı.
İki kardeş odalarına çekildikten sonra Aylin gün boyu annesiyle birlikte yaptıkları alış verişi ve aldıkları şeyleri anlatıp durdu. Ayten ise sadece ablasını dinliyordu. Aylin yaptıkları alış verişi öyle heyecanlı bir şekilde anlatıyordu ki kesmek istemiyordu. Ayten sonunda dayanamayıp heyecanla atıldı;
“Abla! Sana bir şey söylemek istiyorum. Yalnız hiç kimseye söylemeyeceğine dair bana söz vermelisin,” diye ablasından söz vermesini istedi.
Aylin, meraklı bir şekilde; “Hayırdır inşallah, ne oldu,” diye sordu.
“Bugün Ahmet abim benimle görüşmek için okula geldi. Birlikte biraz sohbet ettik. Benimle buluşmasının asıl nedeni sendin. Abim sana bir şey sormamı istedi.”
“Ne sordu?”
“Abim senin için hayırlı bir eş adayı olduğunu, evlenmek isteyip istemediğini sormamı istedi,” diye söylediğinde Aylin buna bozuldu.
“Bunu bana kendisi niçin söylemedi?”
“Eve gelmesi riskli olduğu için benimle okulda görüştü. Sen de biliyorsun, polis onu her tarafta arıyor. Şimdi bırak böyle alınganlık yapmayı da sen abimin sorduğu soruya cevap ver.
“Kim olduğunu söyledi mi? Ya da sen tanıyor musun?”
“Ben tanımıyorum. Ama abim tanıyor. Yakın bir arkadaşıymış. Abim onun ahlaki yönüne kefil olduğunu bilmeni istiyor. Çocuk Yüzüncü Yıl Üniversitesinde sınıf öğretmenliğinin son sınıfını okuyormuş.”
“Ahmet ne diyor bu işe?”
“O da sana sormamı istedi. Sen ne dersin?”
“Bilmem. İyi gibi görünüyor. Ama bu işler aceleye gelmez. Biraz düşünmem gerek. Sen bu işe nasıl bakıyorsun?”
“Bana da iyi gibi geldi. Ama yine de son karar senin. Abim, ‘Eğer kabul edersen,’ sizleri buluşturmak istiyor. Birbirinizi görüp karşılıklı konuşmanızın daha iyi olacağını düşünüyor. İstersen onu görmeden önce karar verme. Yalnız abimin de tavsiyesi, bu iş kesinleşmeden hiç kimseye bir şey söylememen.”
“Bu gece biraz düşüneyim. Yarın sabah sana kararımı söylerim,” dediğinde Ayten, ablasından görmek istediği heyecanı göremediği için üzülmüştü. Oysa o bu işe ondan daha istekli ve sevinçli görünüyordu. Ablasına düşünmesi için zaman verirken;
“Oldu. İnşallah senin için hayırlı olur,” diyerek konuşmalarını sonlandırdılar.
Aylin, Ahmet’in teklifini gece boyunca düşünüp durdu. Gözlerine uyku girmedi. Neye karar vereceğini bilemiyordu. Bir yandan evlenmek istiyordu. Öte yandan içinde biraz da olsa korku taşıyordu. Korktuğu şey ise bir gün onun da abisi gibi aranabileceği endişesiydi. Bunu düşündükçe evlenmek fikrinden uzaklaşıyordu.
İslam’ı kendilerine dert edip hizmette bulunan gençler zamanın mücahitleriydiler. Onlar şehadetle, zindanla yüz yüze kalan Müslümanlardı. Şehadet olmasa dahi yakalanıp zindanlara atılmaları an meselesiydi. Düşünceleri ona yalnızlığı ve cezaevi kapılarında geçecek bir ömür diye hep karanlık yönü gösteriyordu. Bu yüzden olsa gerek yanlış bir evlilik yapmaktan ve hayatı boyunca mutsuz olmaktan korkuyordu.
O daha çok annesi ve babası gibi bir yuva kurmak istiyordu. Ona saygı ve sevgi gösteren bir eşten daha hayırlı hiçbir şey olmadığını düşünüyordu. Bu konuda kardeşinin ve onun arkadaşlarının çok iyi olduğundan da emindi. Ama yine de korkuyordu. Korkularıyla henüz yüzleşmeye hazır değildi. Ne yapacağını bilmiyordu. Bununla beraber evlenme isteği ağır basıyordu. Sonuçta bir gün evlenip kendi yuvasını kuracaktı. Belki o gün yaklaşmıştır diye düşündü.
Ahmet’in dediği gibi, kendisine talip olan kişiyle buluşup ona göre karar vermenin daha doğru olduğuna kanaat etti. Gece boyunca Allah’tan kendisi için hayırlı bir eş isteyip durdu.
Sabah ilk iş olarak kararını Ayten’le paylaşıp kardeşine olumlu cevabını iletmesini istedi. Buna Ayten de sevinmişti. Yalnız mesajı abisine iletebilmesi için anlaştıkları randevu gününü beklemesi gerekecekti.
Ayten, ablasının evleneceğini umuyordu. Çok sevdiği ablasının kısa bir süre sonra evlenip kendi yuvasını kuracak olması onu heyecanlandırmıştı. Her genç kızın hayalini süsleyen evlilik hayalleri vardı. Ablasının hayallerinin gerçekleşecek olmasından dolayı mutluydu. Gerçi henüz çok erkendi, ama yine de iç sesi ona bu evliliğin olacağını söylüyordu.
Ablasının da tıpkı annesi ve babası gibi, müstakbel eşiyle aralarında bir sevgi oluşması için dua etti. Evlilik hayatı, her şeyden önce, fedakârlık istiyordu.
Ayten ve Kübra okul çıkışı anlaştıkları gibi camiye gidip Selma Hoca’yla konuşacak, Şule üzerinden aşk ve sevgi hakkında bilgi alacaklardı.
Camideki çocukların dersleri bitince Ayten, Selma Hoca’dan biraz kalmasını rica etti. Selma Hoca diğer arkadaşlarını gönderdikten sonra Ayten’in isteği üzerine ders verdiği yere geçip oturdu. Ayten ve Kübra’nın hallerinden bir şeyler soracaklarını anladı. Ancak rahat etmelerini sağlamak için önce o söze girdi. Ayten’e; “Abini gördün mü?” diye sordu.
Ayten beklemediği bu soru karşısında lafı fazla uzatmak istemedi; “Evet, gördüm,” diyerek konuyu kısa kesti.
Selma Hoca; “Aylin ablanla ilgili olumlu bir gelişme var mı?” diye sorunca, Ayten bunu bilmesine şaşırdı. Abisi dışında kimsenin bilmemesi gerektiğini düşünmüştü.
“Siz nereden biliyorsunuz,” diye sordu merakla.
“Abin, ablanla benim konuşmamı rica etmişti. Onunla pek samimi olmadığımı söyleyince bunu en iyi senin yapacağını söyledim. Sana iletmemi istediğinde ise senin yanlış anlamandan korktum, en iyisi sevip değer verdiğin abinin sana söylemesiydi. Uygun olan buydu. Yanılıyor muyum?”
“Hayır yanılmıyorsunuz. Ablam da ben de abime çok itimat ederiz. Abim isterse ben ve ablam gözü kapalı her isteğini yaparız.”
“Sonuç ne oldu?”
“İnşallah hayırlı olur diyelim ki hayır olsun. Ablam kendisine talip olanla görüşmeyi kabul etti.”
“Evliliğin en güzel yanı nedir biliyor musunuz?” diye sordu Selma Hoca, iki genç kıza.
Kübra ve Ayten, sanki daha önceden yaşadıkları bir şeymiş gibi Selma Hoca’nın onlara bunu sormasını tuhaf karşıladılar. Selma Hoca’ya şaşkın, boş ve manasız bakışlarla bakakaldılar.
Selma Hoca; “Sevgiliye değer kazandıran, onu gözünüzde üstün kılan şey, dünyanın en güzeli ve iyisi olması değil, sizin sevginizdir. Maddeten ve manen, sevgilinizden daha üstün olan nice insan vardır ama hiçbiri sizin sevginizi hak etmiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü hiçbiri sizin sevgiliniz değildir de ondan.
Sevgiliyi değerli ve önemli kılan, ona duyduğunuz aşktır. Aşk, her zaman güzeldir. Acısı, kederi, derdi, ıstırabı da mutlaka vardır. Ancak bu acılar bile güzeldir. Değil midir ki sevgili uğruna katlanılıyor öyleyse dert değil denilip, severek ve isteyerek katlanılır bir hal alır. Bu durum, aşığın olgunlaşıp mükemmelleşmesine vesile olur. Bunun için âşıksanız, acıyı severek çekin, ıstıraba gönüllü talip olun, derde isteyerek katlanın ki aşkınız kıymet bulsun. Çünkü ne çekiyorsanız, onun için çektiğinizi unutmayın. Onun yolunda acı, tatlı, keder, sevinç ve dertlerin her biri inanın hayatınıza zevk katacaktır. Bencil ve çıkarcı olmak aşkın kitabında yoktur. Aşk, bencilliği kaldırmaz, çıkarcılığı affetmez. Aşka ve maşuka her şeyinizi vermezseniz dahi, o size pek bir şey vermez, vaatlerde bulunmaz. Bu yüzden aşk, fedakârlık ister. Fedakârlıklarda bulunanlar aşk şerbetinden kana kana içerler,” diye onlara hayat ve evlikte eşler arasında bulunması arzu etti şeyler hakkında çok güzel bir ders verdi.
Ayten ve Kübra almak istedikleri cevabın bir kısmını bunda bulmuş olsalar da hala akıllarında birçok soru vardı. Kübra; “Hocam! Size, bir şey sormak istiyorum,” dediği sırada, Ayten, yaptıklarının doğru olmadığına son anda karar verip Kübra’nın sözünü kesti.
“Hocam! Benim bir müşkülüm var,” diyerek araya girdi. Durum karşısında Kübra endişelenmeye başladı. Ayten’in kendisini yakacağı belliydi.
Selma Hoca, her ikisine bakıp kimin konuşacağını anlamaya çalıştı. Ayten söze nasıl nereden gireceğini bilemedi. Hiç hesapta olmayan bir şeye son anda karar vermişti. Selma Hoca’nın sabırsızlandığını gördüğünde ise bir yerden başlaması gerekiyordu. Heyecanlanarak konuşmaya başladı;
“Hocam! Söyleyeceğim şeyler benim için mahrem sayılır. Size anlatmamın sebebi ise bir abla olarak ve bir Hoca olarak yardımınıza muhtaç olmamdır. Bu yüzden söyleyeceğim şeylerin burada aramızda kalmasını sizden rica ediyorum.”
Selma Hoca hepten merak edip Ayten’in endişesini gidermek adına; “Sen nasıl istersen öyle olsun. Burada konuşulanlar burada kalacak bundan emin olabilirsin,” dedi.
Ayten derin bir nefes alıp yaşadığı şeyleri Selma Hoca’ya anlatmaya başladı. O anlattıkça Selma Hoca şaşırıp kalıyordu. Bu genç yaşında yaşadıklarına bir yandan gıpta ediyor bir yandan da çektiği acılardan dolayı ona acıyordu. Ayten derdini ve meramını anlattıktan sonra Selma Hoca ürkütmeden ve güven verecek şekilde;
“Yaşadıklarının sana neler yaptığının farkında mısın? Allah’a olan bağlılığının seni koruduğunu görüyorum. Eğer Allah’tan korkmasaydın bu kadar acı çekmezdin. Yaşadığın şeyin tadını çıkarmaya çalışırdın. Bu gerçek aşkın ta kendisidir. Bana sorarsan bu İlahi aşka giden yolda kat ettiğin bir mertebedir. Bir iç çektikten sonra peki, benden ne istiyorsunuz,” diye sordu.
Ayten çaresiz olduğunu belirten bir mahcubiyet içinde;
“Bundan kurtulmak istiyorum,” dedi.
“Kurtulmak istediğin, tam olarak nedir?”
“Elimde olmadan kalbime giren kişiyi oradan çıkarıp atmak istiyorum.”
“Ona neden bağlı olduğunu sorsam bana nasıl bir cevap verirsin.”
Kübra lafa girdi;
“Hocam! Ayten’in durumu âşıkların durumundan farksızdır. O kalbini çoktan kaptırmış,” dedi.
Ayten, mahcup olduğu kadar olmuştu. Bundan sonra daha fazla gizlemenin bir anlamı olmadığına karar vermiş bir şekilde başıyla Kübra’yı tasdik etti.
Selma Hoca biraz düşündükten sonra teenni yüklü ifadeler kullanmaya özen gösterip;
“Birini sevmek hiç de zannedildiği gibi kolay ve basit bir şey değildir. Sevgi; özlem, hayal kırıklığı, kaygı, istek ve isteksizlik, korku, yok etme, nefret ve her şeyi içinde barındıran çok farklı bir duygudur. Sevgini korumak adına yapamayacağın hiçbir şey yoktur. Bazen yaşadığın toplumda mahcup olup başını önüne eğdirecek bir duruma dahi seni sokabilir. Bu gibi durumlardan kaçınmak gerek,” dedi.
Kübra, Ayten’e dönüp;
“Sende böyle şeyler var mı?” diye sordu emin olabilmek adına.
Ayten var olduğunu belli edecek şekilde suskun kaldı. Daha birkaç gün önce cami çıkışı Halit’i gördüğü zamanki hali gözlerinin önüne gelmişti. Kalbinin onun peşinden gitmek için çarptığı anda aklında olan tek şey onunla konuşabilmekti.
Selma Hoca, Ayten’in boynu bükük çaresiz haline üzüldü. Yanlış bir şey yapmadığını anlatmak için;
“Sen, sevginin tohumlarının yeni yeni serpildiği bir yaştasın. Bu yaşta bu türden duygulara kapılmak normal bir şeydir. Sevginin en parlak zamanında olan senin gibi birisinin yaşadıklarını anlamak çok kolay olmayabilir.
Sevginin bir hırpalanma, savrulup dağılma, inatlaşma olduğunu daha bu yaşında öğrendiğin için belki de kendini şanslı hissetmelisin,” diye devam etti.
Kübra; “Seven insanda bunlar olur mu?” diye hayretle sordu.
“Az bile söyledim. Belli ki sen hala sevmemişsin?” dedi Kübra’ya Selma Hoca.
Kübra, buna sevinsin mi, üzülsün mü, bilemedi. Sevgi, bu kadar karışık bir şeyse, bunu, istemenin bir anlamı yoktu. Ama güzel olduğunu, birini sevmenin yaşama ayrı bir anlam kattığını duymakla da olsa öğrenmişti.
Selma Hoca daha anlaşılır bir şekilde sözünü sürdürdü:
“Sevgi kuralsız bir oyun gibidir. Oyun oynadığını zannedersin. Bir de bakmışsın bu oyun gerçeğe dönüşmüş.
Ayten; “Hocam! Her halde bende de böyle başladı. Her şey başta bir oyun gibiydi. Sıradan ve doğal geliyordu. Ta ki bu yaşıma kadar, bunun adını koymakta dahi zorlandım.”
“Adını koymana sebep olan ne oldu?”
“Onu göremediğim zaman dalıp gidişlerim, özleyişlerim, siluetini hayal etmeye başlamam ve buna benzer şeyler olunca bunun…”
Ayten sözünün arkasını getiremedi. Utandı, Hocasından çekindi.
Selma Hoca; “Aşkı akılla yenmek mümkün değil, demişler. Bu yüzden, akılla değil, kalple yenmek gerek.”
Kübra; “Hocam! Bunu nasıl yapacağını bilmiyor. Biz de bu konuda tecrübemiz olmadığı için sizden yardım almak istedik,” dedi. Ayten’in yerine devam ederek Selma Hoca’dan daha fazla bilgi almaya çalıştı.
“Elimden geldiğince size yardımcı olmaya çalışacağım. Muhabbet, İslamiyet’in mizacı ve rabıtasıdır. Önemli olan bu duyguları helal dairesi içinde tutmaktır.”
Ayten kısık bir sesle;
“Hocam! Bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok,” dedi.
Selma Hoca daha bir öz güven telkiniyle; “Aslında yapmışsın da haberin yok. Yanman, acı çekmen, bunların göstergesidir. ‘Aşk oduna yanmayan kalp safi olmaz’ demişler. Senin kalbin aşk tandırında safileşmiş bence. Çektiğin ıstıraplar kalbini kuvvetlendirmiş. Daha güçlü bir şekilde sevmeye başlamışsın. Bu sevgini, Allah’a yöneltip O’nu daha çok sevmeye çalışmalısın.”
“Hocam! Bana bunu öğretir misiniz?”
“Bu öyle öğretilecek bir şey değil ki. Benim sana vereceğim şey salt bilgidir. Bu bilgileri alıp harmanlayarak gönül havanında dövmek suretiyle kalbine içirmen halinde inşallah sana faydası olur.”
“Siz söyleyin Hocam! İnşallah sizin dediğiniz gibi yapabilirim,” diye iştiyak gösterdi Ayten.
Selma Hoca; “Henüz çok gençsin. Bu yüzden karamsarlığa kapılma. ‘Sen, anılması güzel olan bir söz ol! Çünkü insan kendi hakkında söylenen güzel bir sözden ibarettir.’ Senin Allah’ın saliha bir kulu olduğuna şahitlik edebilirim.”
Kübra hemen atılarak onun yalnız olmadığını göstermek adına; “Ben de şahitlik edebilirim Hocam,” dedi.
“Tabiat bize öyle hikmetli şeyler gösterir de bizler gördüklerimizin ne manaya gelebileceğinden ziyade görsel bir objeden ibaretmiş gibi bakar, ibret almaktan kaçınırız. Mesela size aşkı en güzel tarif edip gösterecek hikmetli bir misalin, Kelebek ve ateş arasında gerçekleştiğini söylesem ne dersiniz?”
Kübra ve Ayten hiçbir şey demeden daha bir merak kesilerek dinlediler Selma Hocayı.
“Kelebek, ateşe olan iştiyakından yandığı halde yine de ondan vazgeçmez. Sevdası uğruna yanar da yine de terk edip dönmez ateşi. Sevdiğinin yanında olduğu için kanatlarını çırptıkça yanar ama yine de of bile demez. İşte kişi Rabbine böyle bağlanıp sevmeli. Ondan gelen her ne ise gönülden razı gelmeli. Bu yüzden tasavvufta arifin İlahi aşkına Kelebek ve ateş örnek verilmektedir daima,” dedi.
Ayten; “İçine düştüğüm şey de buna dâhil mi?” diye sordu.
“Evet, bu içine düştüğün şey buna dâhildir. Şayet böyle bir şey yaşamamış olsaydın Allah ile olan irtibatın bu kadar güçlü olabilir miydi?” diye cevap verdi Selma Hoca.
Ayten endişeyle karışık; “Ya böyle bir şey yaşadığım için hepten Allah’ı unutup, onun peşine takılsaydım,” deyince Selma Hoca tehlike sınırını göstermek için;
“O zaman imtihanı kaybetmiş olurdun. Allah azze ve celle kuluna nimetlerle ikramda bulunur. Kul bunları nasıl kullanacağına karar verir. Yaptığı hayır olursa Allah ona hayır verir. Yaptığı şer olursa Allah ona şer verir.
Allah sana çok güzel bir şey vermiş. Bu yaşında sevginin ve aşkın ne olduğunu benden dahi iyi biliyorsun. Ben şu ana kadar sevginin doruğunda olduğumu zannederdim. Şimdi seninle konuşunca ne kadar yanıldığımı görür oldum.
Sana söyleyeceğim tek şey, ‘Aşk, gözle değil, ruhla görülür.’ O’nun tecellilerini gönül gözüyle seyretmeye bak. Bu makama Müşahede makamı deniliyor. Bir diğer adıyla İhsan makamı… Sana verilen ve bahşedilen, ihsanın ta kendisidir. Allah’a âşık olan birinin kalbi güneşe benzer. Aşktan bi haber olanın ise gönlü katı bir taşa,” dedikten sonra sohbete son verdiler.
Ayten ve Kübra, Selma Hoca’dan çok şey öğrenmişlerdi. Ayten artık ne yapması konusunda kafasında bir şeyler planlamıştı. Yaşadıkları şeyin içinden Allah’ın razı olacağı bir şekilde çıkmak için daha çok çabalayacaktı.
Selma Hoca, Ayten’den Aylin’in evliliğe olumlu baktığını eşi aracılığıyla Ahmet’e haber gönderip kız kardeşiyle buluşabileceğini söyledi. Ahmet erken gelen haberin olumlu olmasını umuyordu. Hiç vakit kaybetmeden Ayten’le buluşmak için tekrar okuluna gitti. Onu okuldan alıp daha önce gittikleri kafeteryada oturdular. Ayten, abisine ablasının tereddütlerinden söz edip korktuğu şeyleri anlattı. Ahmet, ablası için her şeyin en güzelini istiyordu. Bunun için de damat adayı arkadaşının hayırlı bir eş olacağına olan inancı tamdı. En kısa zamanda bu ikisini bir araya getirmek için hazırlık yapacağını söyledi.
Şendur Hoca’sının bir an önce Halit’i görmek isteğini de abisine söylemeyi ihmal etmedi. Artık bundan sonrası için yapılacak tek şey vardı, o da sabırla beklemekti.
Ablasının evlenip evden ayrılması her geçen gün biraz daha yakınlaşıyordu. Buna alışmak zor gelse de bir gün olacağını biliyordu. Sonra ablasının da mutlu bir yuva kuracağını ve onun da çocuklarının olacağını, kendisinin de teyze olacağını düşününce, bu fikir hoşuna gitmeye başladı. Teyze olmayı, evde küçük çocukların koşuşturmasını ve çıkaracakları neşeli sesleri hayal etti. Bunların düşüncesi bile güzeldi. Kim bilir gerçeği nasıl güzeldir diye düşündü.
Birkaç gün sonra Aylin ve ona talip olan genç bir araya gelip karşılıklı konuştular. Sonra birbirlerinden aldıkları olumlu intiba ile evlenmeyi kabul ettiler. Sadece ailelerin devreye girip nikâhı konuşmaları kalmıştı.
Ahmet, üzerine düşeni yaptıktan sonra aradan çekildi. Artık kendisinin yapacağı pek bir şey kalmamıştı. Ablasını istemeye geldikleri vakit bir kardeş olarak evde bulunması daha güzel olacağı kesindi. Ama bunu şimdi yapamazdı. Polisin onu yakalamak için aradıkları fırsatı onlara vermek istemiyordu. Tek tesellisi ablasının bunu anlıyor olmasıydı. Ahmet’in yapabileceği tek şey sevincini içinde yaşamasıydı.
Aylin, Ayten, Melek ve Salih, kız isteme merasiminde Ahmet’in eve geleceğini umuyorlardı. Ama Ahmet onları hayal kırkılığına uğratmıştı. Ailesine üzgün olduğunu bildirip onlardan helallik istemekle yetindi.
Aylin’i istemeye gelenler çocukları için hayırlı bir eş buldukları için sevinçliydiler. Kız isteme işi sona erip söz kesilince, artık bu iki aile arasında yeni bir akrabalık bağı kurulmuştu. Çocuklarının geleceği için üzerlerine düşen sorumluluğu yapmaya hazırdılar.
Düğün tarihi belirlendikten sonra hiç vakit kaybetmeden yeni çiftin evini kurmak için hazırlıklara başlanmıştı. El birliği ile yeni bir ev kurmaya koyulan aileler birbirlerine sorun çıkarmaktan kaçınıyorlardı. Çocukları için hep yapıcı bir tavır içinde olmaya gayret ediyorlardı. Böylece Aylin evlenip evden ayrıldı.
Aylin’in evlenip kendi yuvasını kurmasından sonra Ayten için yalnızlık hepten kendisini hissettirmişti. Ablasıyla paylaştığı odada şimdi tek başına kalmıştı. Buna alışması için biraz zamana ihtiyacı vardı. Yalnız kalmaya alışkın değildi. Korkmuyordu. Sadece yalnızlığın ürkütücü sesinden ürperiyordu. Gece karanlığında yalnız başına Rabbi için namaza durduğu anlar dışında odasında sıkılmaya başlamıştı. Ablasının ayrılığına bu kadar üzüleceğini tahmin etmemişti. Birkaç gün içinde yalnızlığa alışacağını düşünmüştü.
Yalnızlık Allah’a azze ve celle mahsustur. İnsanlar için yalnızlık ölümdür. Özellikle de gece sessizliğinin ölüm sessizliği olarak adlandırılması, yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya yetiyordu.
Her ne kadar zor olsa da zaman içinde yalnızlığı sevmeye başladı. Yalnızlık onun için bir çeşit inziva oldu. Geceleri daha az uyuyup Rabbiyle daha fazla vakit geçirmeye başlamıştı. İstediği gibi gözyaşı dökebiliyordu. Rahatsız etmekten korkacağı kimse yoktu artık. Yalnızlığını Rabbiyle kurduğu bağla gidermeye başlamıştı. Bu ona apayrı bir âlemin kapılarını açmıştı.