Ayten-20. Bölüm
20. BÖLÜM
Sonbahar rüzgârının ağaç yapraklarını savurduğu gibi savrulmuştu Ayten. Şuursuz ve bilinçsizce bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Allah’ı buldum dediği zamanlarda karşısına çıkan Halit onu alıp bir başka yere savuruyordu. Halit’ten kurtulmayı başardığı zaman Allah’a yakın olmak için yollar arıyordu.
Allah’a yakın olabilmek için ne yapacağını bilmiyordu. İçinde Allah aşkını nasıl sağlam ve sarsılmaz kılması gerektiği hakkında yeterince bilgisi olsa da bunu hayatında uygulamaya koyma noktasında acze düşüyordu.
Farz ibadetlerinin yanı sıra sünnet ibadetlerine gerektiği önemi vermek için elinden geleni yapıyordu. Allah’a daha yakın olabilmek için O’nu sürekli anıp, kalbinin her daim O’nun zikriyle meşgul olmasını sağlıyordu. Tek bir isteği vardı. O da Halit’i tümüyle kalbinden çıkarabilmekti. Kalbini, Allah’a has bir yer kılmak dışında hiçbir endişesi yoktu. Kalbini gerçek sahibine teslim etmek istiyordu. O’nun sevgisiyle dolmasını arzuluyordu. Allah dışında her ne varsa, buna Halit de dâhil, kalbinden söküp atmak istiyordu.
Bu düşünceler ile yatağına girip gözlerini kapadı. Kalbi çok yorulmuştu. Artık daha fazla dayanacak gücü kalmadığının farkındaydı. Bitkin bir haldeydi. Kalbinde var olma savaşı veren Halit’e karşı her zaman bir zafiyet gösterdiği için nefsine yeniliyordu.
Halit’ten kurtulmak için Allah’ı anıp durdu. “Bu sefer” diyordu “Bu sefer Halit’i kalbimden söküp atacağım. Her ne pahasına olursa olsun onu bir daha düşünmeyeceğim. Tüm benliğimle kendimi Rabbime adayıp, her daim O’nun yanımda olduğunu düşüneceğim,” diyerek Yakup aleyhisselam gibi, “Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikâyet ediyorum,” deyip kendi kendine söz verdi.
Rüyada ağladığını görüyordu. Gözlerinden dökülen her bir gözyaşının düştüğü yerde beyaz bir gül açıyordu. Hayret etse de beyaz güllerin her birisinin Halit için döktüğü gözyaşının bir sonucu olduğunu anlıyor ve buna çok şaşırıyordu. Çiçeklerden etrafa yayılan güzel kokulardan aldığı huzurun tarifi imkânsız gibi bir şeydi. Şu ana kadar dünyada bulunan en güzel kokuyu tattığını biliyordu.
Bu çiçeklerden her birini Halit olarak görmeye başlamıştı. Gözlerinden dökülen her bir yaş damlasıyla etrafında oluşan bahçeden hayretler içinde kalmıştı. Baktığı her yerde Halit vardı. Bundan daha güzel bir bahçe olamaz diye düşündü.
Halit’in varlığıyla o kadar sevinmişti ki gözü başka bir şey görmez olmuştu. İstediğini elde etmiş gibiydi. Allah’a verdiği bu nimet için şükrünü eda ederken aklı başına geldi. Gönül bahçesinde Allah’tan başka hiç kimsenin kalmaması için orada bulunan her ne varsa çıkarıp atmalıydı. Gördüğü bahçede Halit’in varlığı, hala zaafının olduğunun işaretiydi. Bu sefer ondan kurtulmaya kararlıydı.
Gördüklerinden kurtulabilmek için var gücüyle beyaz çiçekleri sökmeye çalıştı. Ellerine batan dikenler yüzünden canı çok acısa da aldırmadan devam etti. O çiçekleri yerlerinden sökmeyi ne kadar arzulasa da çiçekler de oradan ayrılmamak için var güçleriyle yere daha sağlam kök salarak oldukları yerde kalmayı başarıyorlardı. Tıpkı duyguları gibi her ne kadar Halit’ten kurtulmak istediyse de her seferinde yine onu düşünerek buluyordu kendisini.
Ayten tüm çabalarına rağmen hiçbir çiçeği yerinden sökemediği gibi batan dikenler yüzünden elleri kanlar içinden kalmıştı. Ama bu kez düşen kan damlaları düştükleri yerde kırmızı çiçekler açıyordu. İlginç olan bu çiçeklerin rengi kırmızı olduğu halde onlarda da Halit’in görüntüsü vardı. Ayten bunun hikmetini düşününce Halit için akıtılan her bir gözyaşı ve kan damlasının gönül bahçesinde Halit’i besleyen şeyler olduğunu anladı. Bu durum sinirlerini bozdu. Acizliğinden ve çaresizliğinden ağladıkça etrafındaki çiçeklerin sayısı çoğalıyordu.
Her tarafa yayılan beyaz çiçekler yüzünden boynu bükük kalmış olan bir çiçeğe gözü ilişti. Nurdan olan tek çiçek O idi. O çiçeği daha çok sevdi. Ona daha yakın hissetti kendisini. Bu çiçek diğer çiçeklerden daha güzeldi. Öylesine güzel bir kokusu vardı ki beyaz çiçeklerden etrafa yayılan tüm çiçeklerin kokusu, bu tek çiçeğin kokusunun yanında sönük kalıyordu. Daha önce bu kokuyu bir yerde daha kokladığını hatırladı. Bu, sıradan bir koku değildi.
Bu nurdan çiçeğe baktı. Onun, gönül bahçesindeki en güzel çiçek olduğuna karar verdi. Beyaz çiçekleri besleyen gözyaşlarıyla bu çiçeği suladı. Gözlerinden akan yaşlar, bu çiçeğin köklerine ulaşabilmek için birbirleriyle yarışırcasına çabalıyorlardı.
Nurdan çiçeğin köküne ulaşan ilk gözyaşıyla çiçek canlandı. Nuru, göz kamaştıracak kadar etrafını aydınlatmaya başladı. Ayten bu duruma o kadar sevindi ki solan beyaz çiçeklere bile aldırış etmeden bu nurdan çiçeklerin her tarafa yayılması için çabaladı.
Kırmızı nur çiçekleri açtıkça beyaz çiçekler solmaya başlıyordu. Solan her bir beyaz çiçek Halit’in ta kendisiydi. Onun yerine ondan daha güzel bir çiçek açıyordu. Solan her bir beyaz çiçekte şemalı görünen Halit yavaş yavaş yok olmaya başlıyordu. Ayten tercihini yapmıştı. Halit’ten vazgeçiyordu. İstediği şey bu nurdan çiçeklerdi. Bu çiçeklerin gönül bahçesinde Allah sevgisini temsil ettiğini anlamıştı. Allah’ın sevgisi ile gönül bahçesini şenlendirmek için Halit’ten vazgeçiyordu. Arayıp da bir türlü kavuşamadığı sevgisine artık kavuşmak üzereydi. Bunu bir daha kaybetmemek için her tarafta bu nurdan çiçeklerin açması için çabaladı.
Solan beyaz çiçeklerin yerine nurdan çiçekleri gördükçe gözlerinde bu sefer sevinç gözyaşları akmaya başlamıştı. Gönül bahçesinde bir tek beyaz çiçeğin dahi kalmasını istemiyordu. Gözlerinden akan sevinç gözyaşları bir an önce bu nurdan sevgiliye kavuşmanın habercisiydi. Çok kısa bir süre sonra her taraf bu nurdan çiçeklerle dolup taşmıştı. Beyaz çiçekler solup gitmişlerdi. Sadece bir tek beyaz çiçek kalmıştı. Onun da boynu büküktü.
Yerinden kalkıp o beyaz çiçeğin yanına gitti. Onu artık bir çiçek değil de Halit olarak görmeye başlamıştı. Boynu bükük bir şekilde gözlerini dikmiş Ayten’e mahzun bir şekilde bakıyordu. Ayten hiç düşünmeden “Allah” diyerek bu çiçeğe elini attığı gibi onu kökünden söküp kopardı. Artık gönül bahçesine Halit’in girmesine izin vermeyecekti. Bu bahçeyi her şeyiyle Allah’ın istediği gibi bir yer yapmaya kararlıydı.
Gözyaşlarını sildi. Olduğu yerde secdeye kapanıp Allah’a hamd ile şükretti. Uzun süreden beri çektiği tüm acıları son bulmuştu. Gönlü hiç olmadığı kadar ferahlamıştı. Bir daha Halit’in gönül bahçesine girmesine izin vermemesi için Allah’a yalvardı.
Nereden geldiğini bilmediği çok güzel bir ses duydu. Başını kaldırıp sesin geldiği yöne baktı. Etrafta kimseleri göremediği halde güzel ses hala ona sesleniyordu. Arkasını dönüp tekrar baktığında dünyada eşi ve benzeri olmayan çok büyük ve muhteşem bir kapı gördü. Altından daha güzel bir maddeden yapılmış olan ihtişamlı bir kapıydı bu. Daha önce buna benzer bir kapıyı hiç görmemişti. Kapın üzerinde “Refik–u a’la kapısı” diye yazılıydı.
Kapının üzerindeki yazıyı okumuştu ki kapının her iki kanadı yanlara doğru açıldı. İçerden süzülen nurlar etrafa yayılıyordu. İçerden gelen sese kulak verdi. “Ey huzur içinde olan can! O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön!” diye sesleniyordu. Hiç düşünmeden kapının yanına geldi. İçeri girip girmemede tereddüt etti. İçerde neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Adım atarken bir an tereddüt etti.
Gönül bahçesinde nereden bittiğini bilmediği beyaz bir çiçek ona seslendi. Dönüp baktığında Halit’i gördü. Çok perişan olmuş bir haldeydi. Yaşam mücadelesi veriyordu.
Ona; “Beni bu yaralı halimle bırakıp nereye gidiyorsun. Hani aşkın, bana karşı hissettiklerine ne oldu? Aşk ve sevgide vefasızlık olur mu? Beni terk edersen ölürüm. Ben senin sayende yaşıyorum. Şimdi beni terk edersen ebediyen beni kaybedersin. Ben sensiz yaşayamam. Senin sevgin olmazsa ben bir hiçim. Sen bensin, ben senim. Beni terk edersen katilim olursun. Bu acıya dayanamazsın. Bunu sen de en az benim kadar biliyorsun,” diye söyleniyordu.
Çiçek her ne dediyse de Ayten’de en küçük bir yumuşama olmadı.
“Allah’ım! Beni bundan ebediyen kurtar. Günahlarımdan dolayı beni affet,” diye Allah’a sığındı.
Sonra o son beyaz çiçeğin de kaybolduğunu gördü. Buna hiç de üzülmedi. Tam aksine seviniyordu.
Kapının eşiğinde beklerken içerden bu sefer daha başka bir ses duydu. “Ey can! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”
Sağ ayağını kapının eşiğinden atıp içeri girdikten sonra gördükleri karşısında hayrete kapılmıştı. “Bundan daha güzel bir manzara olamaz,” diye hayretini ifade edip Allah’ı tesbih etti…
Kurmuş olduğu saatinin alarm sesiyle uyandı. Az önceki halinin gerçek olmadığına çok üzüldü. Oysa gördükleri gerçek gibiydi. Bunların her birini gerçekten yaşamış gibiydi. Yastığına baktı. Ağladığı için yastığı ıslanmıştı. Ama gerçek olan, gördüklerinin bir rüyadan ibaret olmasıydı.
Yatağından kalkıp abdest aldı. Namaza durup huşu içinde Rabbine ibadet etti. Gönlünün bir kuş gibi hafifliğini gördüğü rüyaya bağladı.
Sabah namazdan sonra bir türlü uyuyamadı. Uykusu yoktu. Gördüğü rüyayı düşündü. Hala onun etkisindeydi. Rüya olmayacak kadar gerçek olduğuna emin olsa da bunun gerçekleri değiştirmediğinin farkındaydı. Uyuyamayınca odasından çıktı.
Anne ve babası için kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa girdi. Uzun süreden beri kendisini hiç bu kadar hafiflemiş, mutlu ve neşeli hissetmemişti. Anne ve babası için en sevdikleri şeyleri hazırlarken mutfaktan gelen seslere uyanan annesi mutfağa girdiğinde Ayten’in kahvaltı hazırladığını gördü. Buna çok sevinmişti. Neşeli Ayten’in geri gelmesine seviniyordu. Kızının alnından öpüp ona hayır duasında bulundu.
Ayten okula gitmek için hazırlanmıştı ki kapı çaldı. Gelenin kim olduğunu bildiği halde kalbinde bir heyecan yoktu. Annesi kapıya baktı. Halit ihtiyaçlarını sormak için gelmişti. Durum Ayten için hiçbir anlam ifade etmedi. Haline şaşırsa da buna çok sevinmişti.
Gördüğü rüyayı düşündü. Onun gerçek olduğuna inandı. Artık Halit sebebiyle hissettiği duygular kalmamıştı. Her ne kadar bunda biraz şüphesi kalsa da Halit’in kalbinden tümüyle çıktığından emin olmak istiyordu.
Halit’in her sabah olduğu gibi anne ve babasını sormaya geleceğini biliyordu. Onu beklerken kalbine kulak verdi. Kalbi gayet sakindi. Halit’e karşı hissettiği hiçbir duygusu kalmamıştı. Artık Halit’in tümden kalbinden çıktığına emin oldu. Buna çok sevinip şükür secdesine kapandı.
Okula gitmek için evden çıktı. Neşesi her zamankinden daha farklı olan Ayten’in bu hali Şule’nin ve Kübra’nın gözünden kaçmamıştı. Ayten’in bu sefer de kendileriyle neşesini paylaşmayacağını bildikleri halde yine de şanslarını denemek istediler. Ayten, Şule ile Kübra’ya baktı. Neler yaşadığını daha fazla bu arkadaşlarından gizlemenin artık bir anlamı yoktu. Rüyalar âleminde gördüklerini onlarla paylaşmaya karar verdi. Yaşadıklarını anlattıkça Şule ve Kübra hayretler içinde kalıyor, en yakın arkadaşlarının neler yaşadığına bir türlü inanamıyorlardı. Onun neler yaşadıklarını düşündükçe Şule gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Ayten, Şule’nin gözyaşlarını eliyle silip; “Üzülme artık bitti,” dedi.
Okul çıkışı birlikte camiye gittiler. Ayten çocuklara Kur’an derslerini verdikten sonra etrafında toplanıp halka oluşturmalarını istedi. Yaşları sekiz ile on iki arasında değişen dokuz öğrenci Hocalarının istediği gibi halka oluşturmuşlardı. Ayten bu taze, saf dimağlara edindiği tecrübeyi aktarmak istiyordu. Bir başka gönlün kendi çektiği acılara düşmemesi için; “Çocuklar! Annenizi, babanızı, kardeşlerinizi sevin. Hocalarınızı, arkadaşlarınızı, öğretmenlerinizi sevin. Allah’ın peygamberlerini, meleklerini sevin. Bunlardan daha çok Allah’ı sevin. Allah’ı öyle bir sevin ki her zaman her yerde sizinle birlikte olduğunu düşünüp sevinin. Sizi yalnız bırakmayan sadece O’dur. Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek isterseniz kendinize bakınız, ‘Ben Allah’ı ne kadar seviyorum,’ diye düşünün. Siz Allah’ı ne kadar seviyorsanız, Allah sizi sizden daha çok seviyordur.
Sekiz yaşındaki öğrencisi Emine, okulda yaptığı gibi parmak kaldırıp konuşmak için izin istedi; “Hocam! Ben Allah’ı çok seviyorum,” dedi.
“Allah’ı sevin çocuklar. Allah’a karşı öyle bir sevginiz olsun ki, çok rahat bir şekilde, O’nu her şeyden çok sevdiğinizi söyleyebilesiniz.”
Ayten, öğrencilerine verdiği bu dersin ardından onları evlerine gönderdi. Arkadaşlarıyla vedalaşıp evin yolunu tuttu.
Camiden dönerken tam da eve gireceği zaman birisinin kendisine seslendiğini duydu. Dönüp arkasına baktığı zaman Halit’i gördü. Halit her zamanki gibi gözlerine çok güzel görünüyordu. Ama kalbinde pek bir heyecana neden olmadı. Eski arkadaşını görmüş gibiydi. Ne heyecan ne de coşku vardı.
“Efendim!” dedi gayet sakin ve soğuk bir sesle.
“Ahmet abini ziyarete gittim. Size selamları vardı,” dedi Halit.
Ayten her fırsatta Halit’in Ahmet abisini ziyarete gittiğini bildiği için buna şaşırmadı. Selamını alıp Halit’e teşekkür etti.
Eve girip kapıyı arkasında kapatırken hala sükûnetini koruyordu. Yüreği hiç olmadığı kadar sakindi. Bir zamanlar adını anımsadığında bile çarpan kalbi, şimdi onunla konuştuğu halde sükûnetinden bir şey kaybetmemişti. Yaşadığı acılardan ve içine düştüğü hatadan kurtulduğunu anladı. Şimdi gözlerinde yine yaşlar vardı. Yalnız bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Annesine selam verip odasına çekildi. Onu yalnız bırakmayan gönül huzuru içinde, tek sevgilisi olan Allah ile buluşmak için secdeye kapandı. Gözyaşları içinde şükrederek sevgisini izhar edip, muhabbet bağına daldı.
14.09.2017
Hasan GÜNDÜZ