41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Ayten-6. Bölüm

Ayten-6. Bölüm

  6. BÖLÜM

Ayten ilkokulu başarıyla bitirdi. Yaz tatillerinde Şendur ve Meryem Hocalarından aldığı Kur’an dersinde çokça mesafe kat etmişti. Kur’an’ı güzel okumasına rağmen o da Meryem gibi derslere devam edip, gelecek olan öğrencilere yardımcı olmak için Şendur Hoca’dan müsaade istediğinde Şendur Hoca buna çok sevindi.  

Meryem artık genç bir kız olduğu için, ailesi Kur’an derslerine katılmasına izin vermiyordu. Meryem’in evlilik çağına gelmiş bir genç kız olup bundan böyle evinde oturması gerektiğini söyleyen ailesi, sadece büyüklerinden gördükleri bir geleneği sürdürüyorlardı. Kısa bir süre sonra Meryem, ailesinin uygun gördüğü bir akrabasıyla sözlendirildiğinde artık onun için yeni bir hayat başlamış oluyordu. Bundan böyle kendi çocuklarını Şendur Hocadan aldığı İslami ahlakla eğitecekti.

Meryem’den sonra Şendur Hocanın en gözde yardımcısı Ayten olmuştu. Yaşı hala Kur’an dersi vermek için küçük sayılsa da yeni başlayanlar için iyi bir abla ve öğreticiydi.

Ayten, aldığı Kur’an ve İslami eğitimi öğrencileriyle paylaşacağı için çok heyecanlıydı. Bu işin de üstesinden hakkıyla gelmeyi başarmıştı. Öğrencileriyle kurduğu bağ sayesinde sevilen ve saygı duyulan biri olmuştu. Tüm öğrenciler ondan ders alabilmek için aralarında yarışır olmuşlardı. Bu durumu fark eden Şendur Hoca, çok seviniyordu. Yıllardır ders verdiği çocukları hiç bu kadar heyecanlı ve istekli görmemişti. Ayten sayesinde çocukların Kur’an öğrenmeye karşı isteklerinin arttığını görebiliyordu.

Ayten’in de daha iyi yetişebilmesi için boş zamanlarında ona İslam hakkında bildiklerini anlatmaya devam ediyor, zaman zaman İslami kitaplar okumasını istiyordu. Onun gibi bir yıldızın her zaman her konuda parlamasını arzuluyordu. Ne kadar büyük olursa olsun sönmüş bir yıldız hiç kimsenin dikkatini çekmezdi. Bunu en iyi kendisi bildiğinden bu mümtaz öğrencisinin eğitimiyle bizzat ilgileniyordu.

Küçük yaşına rağmen Ayten’in öğrencilerine gösterdiği şefkat gerçekten de görülmeye değerdi. Her bir öğrencisini, sahip olmadığı küçük kardeşi yerine koyuyordu. Bildiklerini onlarla paylaşıp İslam’ın güzelliklerini görmelerini sağlıyordu. Öğrencilerinden, İslam’ın emrettiği güzel ahlaka sahibi olabilmeleri için ellerinden geleni yapmalarını istiyordu. Namazın öneminin yanında yalan söylemenin ne kadar kötü olduğunu, doğruluktan şaşılmaması gerektiğini anlatıyordu. “Doğruluk cennete, yalan cehenneme götürür,” derdi öğrencilerine.

Okullar tatil olduğu için Halit’le bazen ders vermeye geldiği zaman karşılaşan Ayten, onunla yabancıymış gibi hiçbir şekilde konuşmuyordu. Oysa Halit’le konuşmayı çok özlemişti. Onun sesini duyduğu zaman seviniyordu. Halit’in annesiyle konuştuğu zamanlarda sesini duymuş olmak da onu sevindirmeye yetiyordu. Sadece sesinden onun nasıl olduğunu anlıyormuş gibi içten içe tebessüm ediyordu. Ses tonunda onun nasıl olduğunu anlayabilecek kadar Halit’i çok iyi tanıyordu artık. Bunun sebebi hakkında ise hiçbir zaman düşünmemişti. Bu durum normal bir şeymiş gibi geliyordu ona.

Ayten, Şendur Hoca’dan öğrendikleri sayesinde ibadetlerini neden yapması gerektiğini öğrendikçe, uygulamaya da daha çok önem vermeye başlamıştı. Küçük yaşına rağmen namazlarına gerekli ihtimamı gösteriyor olması takdire şayandı. Namazlarını vaktinde, erkânıyla, huşu içinde kılmaya çalışması ne Şendur Hoca’sının ne de ailesinin gözünden kaçmamıştı. Namazlarda aldığı zevki, Allah ile buluşma anının heyecanını zamanla hiçbir şeyden alamaz olmuştu.

Rabbiyle kurduğu bağın temelinde saf ve temiz olan kalbinde Ona duyulan sevgi ve saygı vardı. Bu sevgi ona huzur veriyordu. Henüz hayatın hiçbir dert ve kederiyle yükümlü olmadığı için boş vakitlerinde ya namaz kılıyor ya da o güzel sesiyle Kur’an okuyordu.

Şendur Hoca bir gün sohbetlerinin birinde; “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, namazdaki secde anıdır. İnsan namazda Allah ile konuşur. Onun bize gönderdiği Kur’an’ı okuyarak onunla aslında sohbet ederiz. Kur’an’ı elimizden geldiğince güzel okumaya çalışmamız bundandır,” demiş, bu da Ayten’e yetmişti.

O günden sonra Ayten sevdiği ayet ve sureleri namazda okuyup Rabbini hoşnut etmeye çalışmıştı. En sevdiği anları, namazda Rabbiyle buluşma anıydı. Namaz, onun için Allah’la buluşma vaktiydi.

 Odasına çekilip yüksek sesle Kur’an okuyuşu ise annesini mest ediyordu. Kur’an okuyuşundaki güzellik kendisini öylesine belli ediyordu ki, saf kalbiyle okuduğu Kur’an’ı kim dinlese bu güzel sesin terennüm ettiği sözlerin İlahi bir nağme olduğunu hemen anlardı. Kur’an okurken sanki en çok sevdiği kişiyle sohbet ediyormuş gibi bir hisse kapılıp haz alıyordu. Kur’an okurken ne dediğini bilmese de ayetleri okumaktan hoşlanıyordu. Rabbiyle konuştuğunu bilmesi bile onu mutlu etmeye yetiyordu. Ayten için en büyük gaye Rabbini razı edecek amellerde bulunmaktı. Bu konuda onun en büyük yardımcısı ve yol göstericisi ise hiç şüphesiz Şendur Hoca’sıydı.

Ayten’in eğitiminde her ne kadar Şendur Hoca’nın etkisi varsa da Ahmet abisinin de bu eğitimde katkısı vardı. Şendur Hoca gibi olmasa da Ahmet de İslami bir kimliğe bürünmüş, etrafındakilere İslam’ı anlatan bir genç olmuştu. Ayten ve Aylin üzerinde tam etkili olmuş, İslam’ı yaşamaları için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Ve bunun sonucu olarak, Allah’ın inayetiyle tam bir teslimiyetle Rablerine yönelmelerine vesile olmuştu.

Ahmet lise ikinci sınıfa gittiği dönemde öğle namazı için okulun yakınında ve yeni inşaatı bitmiş olan Nur Camine gittiğinde cami cemaatine namaz kıldıran İmam’ın sesini bir yerden tanıdığını fark etti. Namazdan sonra içindeki merakı gidermek için İmam’ın yanına gidip onu daha yakından görmek istedi. Kendisine bakan genci gören İmam da tıpkı Ahmet gibi içinde bu genci tanıdığına dair bir hisse kapılmıştı. Ahmet, İmam’ın yanına gelip selem verdiğinde tanıdık bir sima ile karşı karşıya olduğunu anlamış ama bir türlü hatırlayamamıştı. “Hocam, kusura bakmayın sesiniz bana tandık birini anımsattı, ama nereden olduğunu çıkartamadım,” diye sorduğunda İmam şaşırmıştı. Aynı şeyleri kendisi de hissettiğinden, “Şaşıracaksın biliyorum, ama ben de sanki seni tanır gibiyim. Nerelisin?” diye sordu.

“Güzelsu köyündenim, orayı bilir misiniz?” dediğinde İmam’ın şaşkınlığı daha bir arttı. Bir zamanlar orada imamlık yaptığını söyledi. Ahmet, “İmamlık” sözünü duyunca beyninde şimşekler çaktı. Çıkaramadığı bu İmam onun köyünün imamıydı. Bundan artık emin olunca, “Hocam, benim, Salih’in oğlu Ahmet,” diye kendisini tanıttı.

İmam, bir zamanlar ilgilendiği öğrencisini anımsayınca birlikte caminin bir köşesine geçip hasret giderdiler. “Köyden ayrılmanızın ardından ben de tayinimi istedim. Altı ay sonra şehre yerleştim. Değişik camilerde imamlık yaptım. Bu caminin faaliyete geçmesiyle beni buraya atadılar. Baban nasıl, sen nasılsın? diye sorup hasbihal ettiler.

Yıllar sonra bir birlerini tekrar bulan İmam ve Ahmet daha sık görüşmeye başladılar. Ahmet okul çıkışı fırsat bulduğu her vakitte gelip İmam’dan İslam hakkında bilgiler almaya başladı. Bir zamanların çekingen ve korkan İmam’ı gitmiş, yerine gözü pek biri gelmişti. Cuma hutbelerinde camii cemaatine etkili vaazlar veriyordu. İmanlarını muhafaza etmelerini hatırlatıp, “Allah’ın razı olmayacağı fikir ve düşüncelerden uzak durun,” diyerek onlara tek kurtuluş yolunun İslam olduğunu anlatıp duruyordu. “İslam’dan başka yol ve din yoktur. Bunun dışındaki yollar sizi ancak dalalete ve cehenneme götürür. Kendinizi ve ailelerinizi cehennemden korumak için Allah’ın dinine ve kitabına sımsıkı sarılın,” diye vaaz veriyordu. Ateşli bir şekilde verdiği hutbeler, camiye gelenleri etkilemekle kalmıyor, birçoğunun doğru yolu bulmalarına vesile oluyordu.

İmam’la her geçen gün daha bir yakın diyalog kuran Ahmet, onun sayesinde okulda ve evde nasıl davranacağını daha iyi bilir olmuştu. Çevresindeki herkese İslam’ı anlatmakla kalmayıp onlara dini konularda yardımcı olabilmek için elinden geleni yapıyordu. Bilmediği ve merak ettiği konuları İmam’a sorup ondan gerekli cevapları alıyordu.  

İmam sayesinde okulda ve mahallesinde İslam’ı tebliğe başlamıştı. Neredeyse vaktinin çoğunu İslami hizmetlere adıyordu. Hiç boş durmuyordu. İslam’ı anlatmak ve Allah’ı tanıtmak için birilerini bulmakta zorlanmıyordu. İmam sayesinde İslami hizmet, hayatının gaye ve anlamı olmuştu.

Okulda ve ailesine İslam’ı anlattığı gibi mahalledeki gençlerle de yakından ilgilenmeye başlamıştı. İslam’a biraz ilgi duyan arkadaşlarını okulunun yanındaki camiye davet edip onları İmam’la tanıştırıyordu. İmam’ın gençlerle ilgilenmesi ve onlar İslam’ı anlatması sayesinde İslami bir gençlik ortaya çıkmıştı.

İmam, gençlere faydalı olabilmek için uygun bir vakit belirleyip okullarından geri kalmayacakları bir saatte camiye gelip Kur’an ve dini konuları öğrenebilecekleri bir ders yapmaya başladı.  Bu dersler sayesinde birçok genç namaz kılmaya başladı. İslam hakkında daha çok bilgi öğrenip, yüzlerini yanlış yoldan doğru yola çevirdiler. İmam’ın en gözde öğrencisi ve yardımcısı hiç şüphesiz Ahmet’ti. Gençlere ulaşmasını sağlayan ve onları camiye getirenin Ahmet olduğunu biliyordu. Kendisinin yaşı büyük olduğundan okulda veya mahallede gençlerle diyaloğa girme konusunda problem yaşıyordu. Uzun zamandan beri özlemini duyduğu şeye Ahmet vesilesiyle ulaşmıştı. Çok sevdiği gençlere öncülük etmek, onların yollarını aydınlatabilmek için samimi duygularla ettiği duaları kabul edilmişti.

Ahmet, mahalledeki gençlerle ilgilenmeye başladığından beri mahalleli onu daha yakından gözlemlemeye başlamıştı. Ahmet’in güzel ahlakını ve olgun kişiliğini takdir etmeyen yok gibiydi. Ahmet’in, çocuklarıyla arkadaş olduğunu öğrenen aileler çok seviniyorlardı. Ahmet’ten kimseye zarar gelmeyeceğini biliyorlardı. Arkadaşlık kurduğu kişilerden biri de Halit’ti. Annesinden aldığı İslami eğitim ve ahlak sayesinde İslami bir kişiliği olan Halit de Ahmet’e gıpta ediyordu. Annesinin ve babasının Ahmet hakkında güzle şeyler konuştuklarına defalarca şahit olmuştu. Ona hayranlık duymasının nedeni yalnız duydukları değildi. Ahmet’in kendisine gösterdiği ilgi ve alakanın da payı büyüktü.

Halit, Ahmet’i sevip sayardı. Onunla birlikte camiye gitmeye başladığından beri bu sevgi ve saygısında gözle görülür bir artış vardı. Ahmet’i, kendisi için bir rol model olarak görüp onun gibi olmaya çalıştığı artık herkesçe bilinmekteydi. Ahmet de durumun farkındaydı. Halit ve benzeri çocukların camiye devam etmeleri açısından böyle bir sevgi ve saygının zararsız olduğunu düşünüyor, bu vesileyle asıl gayeleri olan gençlerin İslam’ı öğrenmeleri üzerinde duruyorlardı. “Camiye gelen bir öğrencinin, camide devamlı olması için sevgi ve saygı gerekli bir şeydir,” diye anlatmıştı İmam.

Halit, o yaz tatili boyunca Ahmet’ten hiç ayrılmadı. Tüm vaktini Ahmet’le geçirdi. Bu durumda Ayten’le sık sık karşılaşmak durumunda kalıyorlardı. Ama Halit için bu karşılaşmaların hiçbir anlamı yoktu. Ayten’e hiç bakmadan sadece Ahmet abisini çağırmasını rica edip kapıda beklemek dışında bir diyalogları yoktu. Ayten için bu durum bile çok güzeldi. Halit’in ne söylediğiyle ilgilenmiyordu. Halit’in sesini duymayı istiyordu. Ve istediği ziyadesiyle oluyordu. Halit günde en az iki defa Ahmet’i çağırmak için kapılarını çalıyordu. Ayten evin en küçüğü olduğu için kapıya bakma görevi kendisinindi. Kapıda Halit’in olduğunu anladığı vakitler yerinden fırlayıp kapıyı açıyordu. Bu durum hiç kimseye tuhaf gelmiyordu. Ailesi henüz on ikisinde olan bu küçük kızın kapı açmayı bir oyun olarak gördüğünü düşündükleri için, her kapı çalındığında onun bakmasını istiyorlardı. Ondaki bu hali ve hareketliliği çocukluğuna bağlıyorlardı.

Ayten için durum biraz karışıktı. Defalarca Halit’i gördüğü için neden heyecanlandığını o bile bilmiyordu. Bunun nedenini çok düşünmüştü. Ama her seferinde düşüncelerinde kaybolup yine başa geri dönmek zorunda kalıyordu. Onun için Halit, tarifini bilmediği bir mutluluktan başka bir şey değildi. Çocukluk arkadaşı, ya da kendisine çok iyi davranan biri olarak düşünüyordu. Bunlardan hangisinin olduğuna tam olarak karar veremiyordu. Bu konuda zorlandığı ise belliydi.

Aslında Halit, onun için bunlardan çok daha fazlasını ifade ediyordu. Onu hiçbir zaman yalnız bırakmamış ve onunla her zaman yakından ilgilenmişti. Halit, Ayten için bir bilinmezlikti. Ne olduğunu bilmediği ve anlamadığı bir sırdı. Artık bunları düşünmüyordu. Halit’i ne kadar çok görürse görsün mutlu oluyordu ya, bu ona yetiyordu. Sebebi her ne olursa olsun Halit ona çok iyi geliyordu. Onu gördüğü zaman yüzü gülüyor, sesini duyduğu zaman hissettiği şey ona yetiyordu. Bunun dışındakilerinin ise bir önemi yoktu.

Halit, Ahmet’in en gözde öğrencisi olmakla kalmamış her zaman yanında bulunduğu kardeşi olmuştu. Annesinden aldığı İslami eğitim sayesinde öğrendiklerini daha rahat kabullenip içselleştirebiliyordu. Halit’teki değişikliği fark eden ailesi bunun nedenini çok geçmeden anlamıştı. Ahmet’le birlikte gittikleri camide İmam’dan ders alan birçok gence takıldığını öğrenmiş ve bununla gurur duymuşlardı.

Çocuklarının İslami mücadele içine girmesi en çok Şendur Hoca’yı sevindirmişti. Bu konuda Halit’in en büyük destekçisi annesi olmuş, ona her konuda yardımcı olmaya çalışmıştı.

Bir anne ve baba için, çocuklarının ahiret hayatını kazanmak uğruna verdiği mücadeleden daha değerli ve kıymetli bir şey olamazdı. Sadece dünya hayatı için çalışanları ve Rablerini unutanları düşünen Şendur Hoca, çocuklarının bu duruma düşmemeleri için sürekli Allah azze ve celleye dua ediyordu. Ve işte ettiği dualarının kabulünü görüyordu. Allah’a hamd ediyor, bu yolda oğlunu ve onun arkadaşlarını korumasını diliyordu.

Artık Halit, ne zaman camiye gittiğini söylese, annesi; “Oğlum! Dikkat et,” diye tembihte bulunmayı ihmal etmiyordu. Halit henüz bu sözün ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar toydu. Ama ilerde anlayacaktı.

Şendur Hoca, güngörmüş tecrübeli bir kadındı. Eşi de öyleydi. Çocuklarının yaş itibariyle bazı şeyleri anlamadığını düşünüyorlardı. Bu yüzden oğluna destek ve teselli vermek için babası, Halit’in evde olduğu bir vakitte onunla konuşup gittiği yolu aydınlatmak istedi. Halit’in babası Muhsin Bey Devlet kurumunda memurluk yapan halim selim birisiydi. Küçük yaşta aldığı dini eğitimi sayesinde istikametini bozmadan ailesiyle birlikte Allah’a kulluk edebilmek için çabalayıp duruyordu. Edindiği tecrübelerini oğluna anlatmak için onu karşısına alıp şöyle konuştu:

“Oğlum! ‘Bu dünyada her bir insan için ancak kazandığı vardır.’ Görüyorum ki sen de bir yola girmişsin. Girdiğin bu yol Peygamberlerin, ashabın, âlimlerin ve şehitlerin yoludur. Bu yolda yürümek zordur. Ancak mükâfatı bir o kadar da büyüktür. Her şeyden önce Allah’ın razı olduğu bir yoldur. Bu yolda başına her ne gelirse gelsin sabret ve Allah’a güven. Allah kendisine güvenen kullarını yalnız ve yardımsız bırakmaz. Bu yolda olanlarla şeytan ve dostları her daim uğraşıp dururlar. Onları yollarından döndürmek için her türlü hile ve tuzağı kurarlar. Onlara karşı her zaman uyanık olman için ibadetlerine çok büyük önem vermen gerekir. Sakın ‘Beni kandıramazlar,’ deme. Nice insanları yollarından saptıran bu düşmana karşı senin ve arkadaşlarının tek yardımcısı ve Hamisi Allah-u Teâlâ’dır. Her zaman amellerinin muhasebesini yap. Yaptığın işlerde Allah’ın rızasını gözet. Gönlünün ve vicdanının el vermediği işler için bir bilene sor. Yanlış bir şey yapmaktan sakın. Sen kendini günahlara ve haramlara karşı ne kadar korursan Allah azze ve celle de seni daha fazla koruyacaktır.”

 Baba konuştukça adeta oğlunu biliyor, mücadeleye hazırlıyordu. Halit’te de yılgınlık eseri görünmüyordu. Devam etti;

“Oğlum! Bildiğin ve öğrendiğin şeyleri aynı şekilde sen de başkalarına anlat. Anlat ki onların da hidayet bulmalarına vesile olabilesin.”

Halit, babasından duydukları bu sözler karşısında ne diyeceğini bilemedi. Yaşadığı heyecanla babasının eline sarılıp öptü. Babası sevgi ve merhametle oğluna bakarken, Halit camiye gitmek için müsaade istedi. Babası, Halit’in alnından öpüp;

“Git oğlum! Yolun her daim açık olsun. Rabbim her daim seni ve arkadaşlarını korusun,” diyerek hayır dualarında bulundu.

O gün Halit için bir dönüm noktası oldu. Babasının ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Kızacağını beklediği yerde ona destek olması Halit’i de şaşırtmıştı. Her şeye rağmen keyfi yerindeydi. Evden çıkınca her zaman yaptığı gibi Ahmet’le birlikte camiye gitmek için kapılarını çaldığında kapıyı yine Ayten açmıştı. Halit’in; “Ahmet abini çağır,” deyişindeki ses tonunda onun neşeli olduğunu anlamış ve tebessüm etmişti. Halit’in bir şeye sevindiğini bildiği için o da sevinmişti. Onun sevincine kendince tebessümle de olsa eşlik etmişti. Halit’in yüzündeki mutluluğu görmek onu sevindirmeye yetmişti.

Konuşmadan da çok güzel anlaşıyorlardı. Sessiz bir diyalog vardı aralarında. Ama bu diyalog tek taraflıydı. Sadece Ayten tarafında yaşanan bir şeydi. Halit hiçbir şeyin farkında bile değildi. Ayten’in anladığı şekilde o da Ayten’in ses tonundan durumunu anlayacak durumdan uzaktı. Ayten’in böyle bir beklentisi yoktu. Yaşadıklarının tek taraflı olduğunu biliyordu. Belki ona mutluluk veren de bu tek taraflı haliydi. Bunu dahi bilemiyordu. Hissettiği şeyin tek taraflı olduğunu her ne kadar Halit’ten duymamış olsa da bunu sezebiliyordu. Halit’in hiçbir zaman onun baktığı gibi kendisine bakmadığını gözlerinden anlıyordu.

Halit’in gözünde ise Ayten bir komşu kızı, okula birlikte gidip geldiği arkadaşı, Ahmet Hocasının kız kardeşiydi.  Ayten bunlardan başka bir şey değildi, olamazdı da.

Ahmet’le birlikte camiye başladıktan sonra da artık düşüneceği başka şeyleri vardı. Ahmet’in Halit’le özel ilgilenmesi sayesinde küçük olan yaşına rağmen İslam’a hizmet edebilmek için o da arkadaşlarına bildiklerini anlatarak çalışmalara başlamıştı. Ahmet’le birlikte mahalledeki çocuklarla bir araya gelip onlara İslam’ı nasıl anlattığına defalarca şahit olmuştu. Bir gün Ahmet gibi İslam’ın tebliğcisi olmayı çok istiyordu. Bunun için büyümesi gerektiğinin farkındaydı. Bu yüzden şimdilik sadece Ahmet’ten ve camideki diğer abilerinden öğrendikleriyle yetiniyordu.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar