41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Ayten-8. Bölüm

Ayten-8. Bölüm

  8. BÖLÜM

Hayat akıp giderken herkes gibi Ayten de içini kemiren dertle yaşamaya devam ediyordu. Bir türlü alışamadığı bu dert ona acı verse de çaresizce feryat edip acısını her fırsatta Rabbiyle paylaşıyordu.

Bu yıl lisenin son sınıfına geçmişlerdi. Halit’in olmadığı bir yıl olacaktı. Halit, okuldan geçen yıl mezun olmuştu. Ayten bu zorunlu ayrılığın unutmasına katkı sağlayacağını umuyordu. İlk birkaç gün Halit’in yokluğuna pek aldırış etmeden derslerine devam etti. Ama daha fazla bu ayrılığa dayanamadı.

Her okul çıkışı okulun kapısının önünde Halit’in kendisini bekliyor olması için dua ediyordu. Yaşadığı hayal kırıklığı moralinin bozulmasına neden olsa da bu isteği her defasında daha güçlü bir şekilde karşısına çıkıyordu. Derslerine adapte olmakta zorlanmaya başlamıştı. Kübra ve Şule her ne kadar arkadaşlarında anormal bir şeyin olduğunu anlasalar da bunun nedeninin Halit olduğu akıllarının ucundan bile geçmiyordu. Ayten’in birisine karşı hissettiği kalbi bir şey olsaydı, bugüne kadar kendilerine söz edeceğini düşünüyorlardı.

Bu yüzden olsa gerek Ayten’de gördükleri sıkıntının nedenini başka bir şey de arıyorlardı. Şule ve Kübra, Ayten için endişelenmeye başlamışlardı. Ayten’i daha önce hiç böyle durgun görmemişlerdi. Sorunu her neyse canını çok sıktığı anlaşılıyordu.

Ayten, artık ilkokula giden küçük bir kız çocuğu değildi. Büyümüştü, ama büyüyen sadece boyu değildi. Ruhu ve içindeki sevgi de büyümüştü. Ruhu herkesi hayran bırakacak kadar olgunlaşmıştı. Erken zamanda yanmaya başlayan ruhunu teskin etmek için sığındığı Allah azze ve celle hiçbir zaman onu yalnız bırakmamıştı. Ne zaman Allah’a yalvarsa duası bitmeden gönlüne bir sekinet çökerdi. Hissettiği rahatlık vesilesiyle ferahlar dualarına daha bir ihlas ile devam ederdi.

İki sevgili arasında kalmış gibi hissediyordu. Kendisini ve kâinatı yaratan âlemlerin Rabbi ile yine kendisi gibi aciz ve yaratılmış biri arasında tercih yapmak kolaydı. Aklı ve kalbi Allah sevgisiyle dolup taşıyordu. Bununla birlikte Halit’i de bir türlü unutamıyordu. Aklı Halit’i unutmasını söylese de kalbine bir türlü söz geçiremiyordu.

Halit’i unutmak hiç de kolay değildi. Bunu o kadar çok istemesine rağmen bir türlü başaramayışından dolayı nefsini suçluyor, kınıyordu. Halit’i hatırladığı kimi zamanlar bunun günah olmasından korktuğu için istiğfarda bulunduğu bile oluyordu.

Bazen Halit’i görmemenin iyi olacağını, bu şekilde onu daha kolay unutabileceğini düşünüyordu. Bu düşüncesini defalarca uygulamaya sokmaya çalışmıştı. Günlerce Halit’i düşünmemek için kendisiyle mücadele etti. Ama bunun bedelini, gece yatağına girince uykusuz geçen gecelerde tekrar Halit’i düşünmekle ödüyordu.

Bu gidişatı kesin olarak değiştirmek istiyordu. Ama nasıl? Henüz bunu bilmiyordu. Ama Halit’i unutma konusunda kararlıydı. Bunu kalbine de kabullendirecekti. Şimdilik bunu nasıl yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Hani ablasıyla veya annesiyle bu konuyu açık bir şekilde konuşabilseydi, belki onların yardımı olurdu. Ama bunu yapamayacağını çok iyi biliyordu. En son ablasıyla konuşmasından sonra bir şeylerden şüphelendiğini anlamıştı. O konuşmanın ardından da Halit’i düşünmeye devam ediyordu.

Ayten’in yardımına Ahmet abisi yetişmişti. Şüphesiz yardım Allah’tandı. Sabah hep birlikte kahvaltıya oturduklarında Ahmet; “Ayten! Bizim camide kızlara Kur’an-ı Kerim dersi verilmeye başlanmış. İstersen sen de bundan böyle okul çıkışı camiye gidip oradaki ablalara yardımcı olabilirsin,” diye teklifte bulundu.

Ayten bu habere çok sevindi. Hiç düşünmeden Ahmet’in teklifini kabul etti. Sevdiği bir şeyi yapmanın kendisine iyi geleceğini biliyordu. Boş kaldığı sürece Halit’i düşünmekten vazgeçmeyeceği de belliydi.

Ahmet’in teklifini kabul ettikten sonra odasına geçip âdeti olduğu üzere kuşluk namazını kıldıktan sonra, Allah azze ve celleye kendisine verdiği bu fırsat için şükür secdesinde bulundu. Namazda alnını usulca secdeye koydu. İçinden geldiği gibi kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmayan Allah’a şükrünü sunmak için;

“Ey tüm eksik ve kusurlardan münezzeh olan Allah’ım! Sultanlığının Azametine ve Zatının Celaline layık hamd yalnız ve yalnız Sana mahsustur. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmadığın gibi bundan böyle de yalnız bırakma. Senden gaflete düşmekten yine Sana sığınırım. Nefsimin istek ve arzularından, kötü düşünce ve amellerimden Sana sığınıyorum. Ellerimden tut. Ayaklarımı kendi yolunda sabit kıl. Beni Sana yakınlaştıracak amelleri göster bana ve bunları yapabilme gücü ve kuvveti ver. Verdiğin her türlü nimete karşı Sana şükretmeyi ve şükreden kullarından olmayı bana nasip eyle.”

Gözlerinden akan yaşlar seccadesini ıslatmıştı. Öylece kala kaldı. Bir kapı aralanmış, nurdan bir huzme O’na göz kırpmıştı. Yanacaktı, pişecekti, olacaktı. Şimdilik Lütfu İlahiden bir teselli olan aralıktan bakmak kâfiydi. Zira yol uzundu ve adımlar zamanından önce atılamazdı. Desti kudretin avucunda mim misli Meryem olmanın henüz başlarındaydı. O farkında değildi ama bir program dâhilinde fenafillah halısında yürümeye başlamıştı.

Gözyaşları içinde secdesini uzatıp Rabbiyle yaptığı bu muhabbet gönlüne her zaman ki gibi huzur vermişti. Akıttığı gözyaşlarıyla içindeki derdi kederi dışarı atmıştı. Kendisini öyle zinde ve iyi hissediyordu ki bunun için tekrar Rabbine şükretti. O an yalnız olmadığını hissedebiliyordu. İçindeki dert ve sıkıntıdan kurtulmuştu. Uzun süreden beri hiç olmadığı kadar kendisini iyi hissetmeye başlamıştı.

Namazının ardından vakit kaybetmeden okula gitmiş, okul çıkışı heyecanlı bir şekilde caminin yolunu tutmuştu. Orada bulunan birçok öğrenciyi görünce aklında ne Halit kalmıştı ne de başka bir dert. Sadece gördüğü cennet gibi kokan saf ve kalpleri henüz kire bulaşmamış öğrencilerdi. Onları görünce gözleri ışıldamıştı. Sevincine diyecek yoktu. Kapıda bir müddet durup ders alan öğrencileri ve onlara ders veren Hocaları seyredip, gördüğü bu güzel manzaranın tadını çıkarmaya çalıştı.

Kapıda birinin durduğunu fark etti Selma Hoca. Çekingen bir öğrenci olabileceğini düşünüp yanına vardı. O anda Ayten hayaller âleminde seyir halindeydi. Yanına yaklaşan Hocanın bile farkına varmamıştı. Selma Hoca; “Hoş Geldin. Gelsene içeriye,” diye içeriye kibarca ve bir o kadar şefkatle davet edince, Ayten kendine geldi. Yanındaki Hocayla yüz yüze geldiği ilk andan itibaren onu daha öncede tanıdığını anımsadı. Son günlerde karşılaştığı birçok kişi ile aynı durumu yaşasa da bu seferki daha kuvvetliydi. 

Kendisine uzatılmış olan Hoca’nın elini görünce biraz mahcup olmuştu. Kim bilir ne zamandan beri eli böyle havada diye elini süratli bir şekilde uzatıp Hoca’nın elini tutarak musafaha etti. “Hoş bulduk,” deyip kendisini tanıttı. Ahmet’in kardeşi olduğunu duyan Selma Hoca buna çok sevinmişti. Ahmet ve arkadaşlarının yaptıkları İslami çalışmayı takdir ediyordu. Onlar sayesinde camiye gelip ders almak isteyenlerin sayısının her geçen gün artmasında onları ihlaslı çalışmalarının olduğunu biliyordu.

Bazı aileler erkek çocuklarının yanı sıra kız çocuklarının da Kur’an dersi almaları için cami İmam’ından rica bulunmuştu. Bunun üzerine İmam bu açığı kapatmak için cami cemaatinden kız çocuklarına Kur’an dersi verecek yetenekli kızları olanlardan yardım istemiş, ancak olumlu bir yanıt alamamıştı.   Ahmet, çocuklara ders verdiği bir vakitte İmam’ın düşünceli olduğunu görmüş, dersten sonra onunla konuşma fırsatı bulmuştu. İmam, kız çocuklarına ders verecek eleman sıkıntısından söz etmişti. Ahmet, aklına o anda gelen fikri İmam’la paylaşmadan önce emin olabilmek için İmam’dan kendisine biraz süre tanımasını rica etti.

Konuyu arkadaşı Necmi’ye açıp; “Hanımın mahalledeki kızlara Kur’an dersi veriyor. Bununla birlikte uygun bir vakitte gelip camide ders verse nasıl olur,” diye sordu. Necmi, buna kendisinin değil eşini karar vereceğini söyleyip, Ahmet’in teklifini eşine aktardı.

Selma Hoca, bu durumdan memnun olacağını ifade etmesi üzerine günün uygun saatlerinde camide kızların Kur’an dersi almaları için İmam tarafından birkaç vakit belirlendi. Zamanla Selma Hoca’ya yardımcılar da oluşunca cami istenildiği gibi tam olarak fonksiyonunu yerine getirmeye muvaffak olmayı başaran ender camilerden oldu.

Selma Hoca, İmam Hatip lisesini bitirdikten sonra evlilik hayatına atılacağı günü beklemeye başlamıştı. Okulunu birincilikle bitirmesine rağmen ailesi okumasını istemediğinden eğitim hayatını sonlandırmıştı. Evlenme çağına geldiğini söyleyip, dışarıya da sık sık çıkmasına engel olmuşlardı. Üç yıldır kısmetini beklemiş, ama bir türlü istediği gibi bir aday karşısına çıkmayınca bu durum canını sıkmaya başlamıştı. İslami olmayan gelenek ve görenekler yüzünden sitemkâr olmuştu. Ona talip olarak gelenleri ya kendisi ya da ailesi reddetmişti.

Ta ki bir gün hiç beklemediği bir şekilde olaylar gelişmiş, evlenerek İslam’a hizmet etme fırsatı bulmuştu. Allah-u Teâlâ’nın nasip ettiği söz konusu nimetin şükrünü eda etmek için camide öğrencilere Kur’an dersi vermesini kendisinden rica edince bunu sevinerek kabul etmişti.

Selma Hoca, Okulu bıraktıktan sonra da tesettürüne çok dikkat edip ibadetlerine gereken önemi vermeye devam etmişti. Onun için tesettür Allah’ın bir emriydi. Bu emri en güzel şekilde yerine getirebilmek için çarşaf giymeye başlamıştı.

Annesiyle birlikte çıktığı alış veriş dönüşlerinde, çarşafına laf atan birkaç soytarıya aldırış etmemeye gayret göstermelerine rağmen, soytarılar onların peşine takılıp onları taciz etmeye devam etmişlerdi. Bu durumda annesi kızını korumak adına soytarılara gereken cevabı verse de soytarıların ar ve namus duygusu olmadığı için annesinin nasihat ve ikazlarına aldırış etmeden tacizlerine devam etmişlerdi. Aynı şeyin tekrar ettiği bir gün Selma’nın annesinin canına tak etmiş, “Yok mu bu namussuzlara haddini bildirecek bir Müslüman,” diye feryat edince o sırada nereden geldiği belli olmayan Necmi adındaki genç, onların bu çağrısına karşılık vermişti. İnançlı ve İmanlı bu genç, soytarıların üzerine yürüyüp onları yaptıklarına pişman etmiş, Selma Hoca ve annesinin sağ salim evlerine ulaşmaları için onlara eşlik etmişti.

Selma Hoca’nın annesi tanımadığı bu gence bol bol hayır duası ettikten sonra; “Allah sizin sayınızı artırıp sizi muhafaza etsin oğlum,”  sözü Necmi’yi etkilemişti. Meğer yardıma ihtiyaç duyan ne kadar insan var diye düşünmeye başlamıştı.

Uykularını kaçıran ve onu rahatsız eden Selma Hoca’nın annesinin sözü hala kulaklarında çınlıyordu. Bu işe bir çözüm bulabilmek adına mahallede İslam’ı tebliğ etmekle tanınan arkadaşı Ahmet’le konuşmuştu. Yaşananları ve Selma Hoca’nın annesinin ettiği duayı Ahmet’e anlatan Necmi, Ahmet’le birlikte o soytarılara bir ders vermek için tanıdıkları arkadaşlarından yardım almanın iyi olacağına karar verdiler.

Ahmet ve Necmi yapmayı düşündükleri şeyi, kendileri gibi inançlı olduğunu bildikleri beş on arkadaşlarına durumu anlatıp o soytarılara ağızlarının payını vermek için bir araya geldiler. Uzun süreden beri tesettürlü birçok bayanın aynı soytarılar tarafından taciz edildiklerini neredeyse duymayan kalmamıştı. Necmi, Ahmet ve arkadaşları bu duruma bir son vermekte kararlıydılar.

Oturdukları semtte bulunan birçok soytarıya, tesettürlü ve çarşaflı bayanlara bir daha en küçük bir taciz ve hakarette bulunmamaları için gözdağı vermiş, onlardan bazılarını darp etmişlerdi. Selma Hoca’nın çarşafına hakaret edenlere ise herkese ders ve ibret olması için kalıcı bir ders verilmiş, çarşafa laf atmanın bedelini neredeyse canlarıyla ödeyecekleri bir duruma sokmuşlardı. 

Mahallesindeki tesettürlü bayanları taciz etmeye çalışanların Müslüman evladı olmaları, İmam’ı üzse de elinden bir şey gelmiyordu. Onun yerine bu işi Necmi ve onun gibi inançlı gençler hal etmişlerdi. Onlara hayır duasında bulunmakla yetinmek zorunda kalmıştı.

İmam ve Hanımı, taciz edilen mahalle komşuları Selma Hoca ve annesinin durumunu sormak ve geçmiş olsun dileklerinde bulunmak için birkaç komşuyla birlikte onları ziyaret etmişlerdi. Ellerinden bir şey gelmese de en azından onların yanında olduklarını gösterip moral vermek istiyorlardı. Bu ziyaret Selma ve annesine iyi gelmişti. Yalnız olmadıklarını bilmek, yaşadıklarının etkisinden daha erken çıkmalarına vesile oldu.  Selma Hoca ve annesi gelen misafirleri güzel bir şekilde ağırlamış, kendilerinden daha sık gidip gelme sözünü almışlardı.

Selma Hoca ve annesinin yaşadığı musibet komşuları bir araya getirmeye vesile olmuştu. Şerden hayır doğmuştu. Şer gibi görünen bazı hadiselerin böyle hayırlı sonuçlar vermesi mümkündü. Mahalleli birlik olmadıkları zaman başlarına daha kötü şeyler gelebileceğini bu vesileyle anlamış oldu.

Yaşanan bu olaydan sonra Selma Hoca ve ailesiyle yakın bir dostluk kuran İmam ve ailesi birbirlerine daha sık gidip gelmeye başladılar. Birlikte mahallelinin dertlerine ortak olabilmek adına ziyaretlerde dahi bulunuyorlardı.   

Selma Hoca’nın ve annesinin yaşadıkları neredeyse tüm mahalleli tarafından duyulmuştu. Birçokları anne–kızı takdir ederken, sözlerine kimsenin itibar etmediği az bir kısmı da yaşananların abartıdan ibaret olduğu görüşündeydi.

Soytarılara ders verenlerin Necmi ve arkadaşları olduğunu bilen yoktu. Bu işi yapanlardan ‘birkaç gayretli genç’ diye söz ediliyordu. Yaptıklarını takdir ediyorlardı. Mahallenin son zamanlarda soytarıların cirit attığı bir yer olmasından rahatsızlık duyanların sayısı az değildi. Gençler sayesinde mahalleye huzur gelmiş, ortalıkta peyda olan soytarılar bir anda ortadan kaybolmuşlardı.

 Necmi, yirmi dört yaşında bir seksen boyunda, atletik bir fiziğe sahipti. Kömür karası gözleri bakışlarına yansıyordu. Atletik fiziğine heybet kattığı bile söylenebilirdi. Askerliğini bitirdikten sonra sanayide, küçüklüğünden beri çalıştığı yerde tekrar işe başlamıştı. Dürüstlüğü ve güzel ahlak sayesinde sevilen biriydi. İnancı gereği Rabbinin kendisinden istediği kulluğu en güzel şekilde yerine getirebilmek için elinden geleni yapıyordu. Evlilik için annesi ona uygun bir eş aradığı bir dönemde bu hadise olmuştu. İmam ve ailesiyle birlikte Selma ve annesini ziyaretlerinde gördüğü Selma’yı beğenmişti. Selma da oğlu gibi dindar ve inançlı biriydi. Onu biraz araştırıp bekâr olduğunu duyduktan sonra duyduğu sevinci zılgıt çekerek ifade etmişti.  Kısa bir süre sonra da Selma’ya talip olduklarını annesine bildirdi. Selma ve annesi de bu teklife çok sevinmişlerdi. Necmi’nin kendilerine yardımcı olduğu o talihsiz gibi görünen, ama aslında hayra vesile olan hadisede, Selma’nın annesinin kanı bu delikanlıya ısınmıştı. Haklı olarak onun gibi birisini damadı olarak görmeyi çok istemişti. Kızının baskı altında kalmaması için içindekilerini dillendirememişti.

İki genç çok kısa bir süre içinde evlenip yuvalarını kurdular. Necmi ve Selma Hoca, İslam’a hizmet edebilmek için kendi çaplarında bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Aslına bakılırsa daha çok Selma Hoca bir şeyler yapıyordu. Evinde mahallenin kızlarına Kur’an dersi vermeye başlamıştı. Bu durum Necmi’yi ziyadesiyle sevindiriyordu. Eşiyle gurur duymanın yanı sıra istediği gibi birini kendisine nasip eden Allah’a her fırsatta şükrünü ifade edip elinden geldiğince eşine yardımcı olmaya çalışıyordu.

Selma Hoca, mahallede Kur’an okumasını bilmeyen kız kalmasın diye günün büyük bir bölümünde gelenlere Kur’an dersi verirken, gelmekten çekinenlere de kendisi gidip evlerinde ziyaret ediyordu. Kızlarının, Kur’an’ı ve dinlerini daha iyi öğrenebilmeleri için ailelerini ikna etmeye çalışıyordu.

Necmi ve Selma Hoca arasında hikâyelere konu olacak bir aşk ve sevgi yaşanıyordu. Selma Hoca için Necmi bir kahramandı. Onun için kavga etmişti. Şimdi onunla birlikte İslam düşmanlarına karşı birlikte saf tutmuşlardı. Aynı safta olmanın verdiği tarifi mümkün olmayan bir sevgi ile birbirlerine bağlanmışlardı.

Ayten’in cami çalışmalarına katılacağı kendisine bildirilen Selma Hoca, kendisi gibi olgun birini beklerken, karşısında henüz liseyi okuyan bir öğrenci görünce önce biraz şaşırdı. Ayten’in çocuklara ders vermedeki hünerini görünce bu işin ehli olduğuna kanaat getirip sevindi.

Selma Hoca ve Ayten’in çok güzel anlaşmalarının yanı sıra abla, kardeş ve yakın arkadaş olmuşlardı. Ayten, Selma Hoca’dan evlilik hikâyesini ilk duyduğunda, bunun nasıl bir tevafuk olduğuna bir türlü akıl erdiremedi. Kitaplarda okudukları dışında daha önce hiç böyle güzel bir aşk hikâyesi duymamıştı. Ona gıpta etmişti.

Selma Hoca, ona Allah azze ve cellenin işlerindeki hikmetleri ve sırları bildiği kadarıyla anlatmaya çalışıyordu. Yaşanılan her şeyde İlahi Kudreti görmesini sağlıyor, dünyada tesadüf diye bir şeyin olmadığını anlatıyordu. Yaşanılan her şeyin Allah’ın iradesi ile gerçekleştiğini, “ Yerde ve gökte olanı, düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu, sinelerde saklı tutulanları,” kısacası her şeyin İlahi Kudretin bilgisi dâhilinde olduğunu anlatıyordu.

Ayten’in ufku Selma Hoca sayesinde genişledikçe bazı şeyleri daha iyi anlamaya başlıyordu. Kâinatta hiçbir şeyin Allah’ın iradesi dışında gelişmediğini bilmekten yakine geçiş yapmıştı. Buna, Halit’e karşı hissettiklerini de dâhil etti.

Daha önce birçok kitapta buna benzer şeyler okumuştu. Selma Hoca’nın anlattıklarını biliyordu. Ama bildiği şeyleri tam olarak kalbine ve aklına kabullendirmek kolay olmuyordu. Oysa şimdi daha farklıydı. Selma Hoca sayesinde etrafındaki her şeyde Semedaniyet mührünü görebiliyordu. Öyle ki Halit’e karşı hislerinin de Allah’ın iradesi ile gerçekleştiğinin farkına vardı.

Çünkü ondaki hisler, süfli arzularla malul, nefsi istek ve arzu değildi. Şeytani düşüncelerden uzaktı duyguları. Belki de bu onun için bir imtihandı. Ya da Rabbi onu bu şekilde imtihan etmek istiyordu. Kalbinin kimi seçeceğini görmek istiyor olabilirdi.

Bu düşüncesi onu korkuttu. Korktuğu şey bu imtihanda yenik düşme tehlikesiydi. Aşkın ve sevginin ne denli ağır bir imtihan olduğunu anladığından Allah’tan ziyade bir kula bağlanma korkusu yaşıyordu.

İnsan, Allah’tan başka birine nasıl bağlanır, onu Allah’tan daha çok nasıl sevebilir diye kendi kendine sorup duruyordu. Aslında bunun cevabını tahmin edebiliyordu. O da buna benzer bir durumun eşiğindeydi. Halit’e olan sevgisinden korkuyordu. İlahi haşyet faktörü olmasaydı Halit’i her şeyden daha çok severdi. 

Onun en büyük imtihanı Halit’ti. Onu, Allah’ın sevgisine ortak etmemek için çabalaması gerektiğini biliyordu. Keşke her şey bildiği gibi kolay ve basit olsaydı diye düşünüyordu ister istemez.

Camide öğrencileriyle birlikte olduğu zamanlar Halit’i hiç hatırlamadığını hatta aklına bile gelmediğini fark ettiğinde, “Bunun da bir hikmeti var,” demişti. Camide olduğu zamanlar onun için dış dünya diye bir şey yoktu artık. Varsa yoksa öğrencileri ve onların dersleriydi. Onların eğitimiyle öylesine ilgileniyordu ki bu durum Selma Hoca tarafından da fark ediliyordu. Ayten’in ihlaslı çalışmaları sayesinde neredeyse mahallede Kur’an dersi almayan kız çocuğu kalmamıştı.

Selma Hoca, bazı ailelere yaptığı ziyaretlere Ayten’in de bundan sonra katılmasını isteyince, hiç itiraz etmeden kabul etti. Kur’an dersinin ardından mahalledeki insanları evlerinde ziyaret edip onlara İslam’ı anlatıyorlardı. İslami bir yaşamın nasıl olması gerektiği hakkında başta Hz. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem efendimizin hayatı olmak üzere, zamanın âlimlerinden de örnekler getirerek bildiklerini insanlarla paylaşıyorlardı. Bu çalışmalar bazen okuluna engel olacak kadar yoğun olduğunda, Ayten okulunu ikinci plana itiyordu.

Okula gitmediği zamanlarda, onu merak eden Kübra ve Şule, Ayten’in ne yaptığını merak ettiklerinden bazen onu camide ziyaret ediyorlardı. Ayten onları Selma Hoca’yla tanıştırdı. Hikâyesini Ayten’den duydukları Selma Hoca’yı tanıdıkları için memnun olmuşlardı. Ayten ve Selma Hoca sayesinde Kübra ve Şule de artık boş zamanlarında camiye gelip Kur’an öğrenmek isteyen öğrencilere ders vermeye başladılar. Böylelikle onlar da İslami çalışmalarda yerlerini almış oldular. Birlikte ifa ettikleri İslami hizmetleri vesilesiyle okulda birçok arkadaşlarının hidayetine vesile oldukları için seviniyorlardı. Okuldaki birçok arkadaşları tarafından teveccüh görseler de bu durumdan rahatsız olanlar da vardı. Çalışmalarını akim bırakmak için kötü ve art niyetliler tuzak kurmak istiyorlardı. Ancak soytarılara karşı gösterilen celâletin ibretlik tabloları henüz gözlerinin önünde olduğundan, isteklerini fiiliyata geçirme konusunda korku ve tereddüt içindeydiler.

Necmi, Ahmet ve arkadaşlarının yaptıkları sayesinde Allah bu kötü karakterli habislerin kalplerine korku salmıştı. Ne zaman kötü bir şey yapmayı planlasalar başlarına kötü bir şey gelmesinden korktukları için vazgeçmek zorunda kalıyorlardı. Bunun yerine kin ve nefretlerini, kokuşmuş kalplerine akıtıp duruyorlardı.

Ayten camide olmadığı zamanlar yine aklına Halit’in gelmesine üzülüyordu. Onu düşünmekten bir türlü vazgeçemiyordu. Halit’ten hepten kurtulmak istiyordu. Bir ara bunu Selma Hoca’ya da açmaya karar verdi sonra vazgeçti. Bunun üstesinden tek başına gelmeye kararlıydı. Bu illetten kurtulacaktı. Her ne olursa olsun Halit’i düşünmekten vazgeçecekti. Bunun olma ihtimalinin çok zor olduğunu bildiği halde yapmak istiyordu. Bu zoru başarmalıydı. Her ne kadar imkânsız gibi görünse de niyetinde samimiydi.

Halit’in olmadığı bir dünyayı hayal etmeye çalıştı. O an her şey gözünde karardı. Demek Halit’i unutmak hiç de kolay olmayacaktı. “Allah’ın izniyle bundan kurtulacağım,” dediği zaman gerçekten de bu sözünü yerine getirmek ve kurtulmak istiyordu. Yalnız bunu söyleyen aklıydı. Aklına söz geçirse bile ya kalbi… Kalbinden Halit’i silip atmanın imkânsız olduğunu düşünüyordu. Halit’i görmediği günlerde kendini yokladı. Gözlerinin o nu görmek için fıldır fıldır etrafına bakındığı aklına geldiği zaman unutmanın ne denli zor bir şey olduğunu anladı. Kalbi Halit için derin bir şey ile meşgul olduğu halde ondan nasıl vazgeçeceğini bilemedi. Ama vazgeçme konusunda kararlıydı. Kararlılığını gösterebilirse Allah’a olan aşkının önünde hiçbir engelin kalmayacağından da emindi.

En iyisi bu durumu Selma Hoca’ya açmaktı. Ondan yardım almanın daha iyi olacağına karar verdi. Tek başına bu işin üstesinden gelemeyeceğine kanaat getirmişti. Aklı ve kalbi arasında sıkışmış bir haldeyken doğru karar vermekte zorlanacağı kesindi. Selma Hoca’yla konuşmaya kararlıydı. Camide öğrencilere ders verdiği bir vakitti. Öğrencilerinin derslerini hızlı bir şekilde verip Selma Hoca’nın yanına gitti.

“Hocam!” diye seslendi.

Selma Hoca, Ayten’in çekingen tavrından bir sıkıntısı olduğunu anlamakta gecikmedi. Yüzündeki kırmızılığın ona çok yakıştığını düşünmekle beraber; “Efendim!” diyebildi.

“İşiniz bittikten sonra sizinle biraz konuşabilir miyiz?” diyen Ayten’in yüzünde utangaçlık emarelerinden önemli bir konu olduğunu anlamış, biraz da endişelenmişti. Çünkü Ayten’i hiç bu kadar mahcup görmemişti. Kötü bir şey olmasından korktuğu için; “İstiyorsan hemen geleyim,” diye teklifte bulundu.

“Acelem yok. İşiniz bitince gelseniz sevinirim,” dese de aslında biran önce Selma Hoca’nın gelmesini istiyordu. Selma Hoca gelene kadar caminin öğrencilerden uzak bir köşesine çekilip Selma Hoca’yla konuşacağı şeyleri aklından geçirip uygun bir dil bulmaya çalıştı.

Bu bekleme esnasında daha önce Selma Hoca’ya tam olarak ne soracağını birkaç kez aklından geçirdiği halde son bir defa daha tekrar etti. Kısa bir süre sonra Selma Hoca, Ayten’in yanına gelerek selam verip oturdu. Konuşmaya Selma Hoca başladı; “Hayırdır? İnşallah bir sıkıntın yoktur,” diye endişeyle sordu.

“Sizinle konuşmak istediğim bir konu var. Ama bunu size nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”

“Konu ne?”

“Konu benim iç âlemimle ilgili. İçimde beni sıkan bir şey var. Bunu nasıl aşacağımı bilmiyorum. Bu yüzden sizden yardım almak istiyorum.”

“Elimden gelen bir şeyse seve seve sana yardımcı olurum. Ama ilkin bana bunu anlatman gerek.”

“İşte sorun da bu ya! Nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Bana göre çok hassas bir konu olduğu için yanlış bir şey söylemekten çekiniyorum. Bu yüzden nerden başlayacağımı bilmiyorum.”

Selma Hoca, aklı başında bu genç kızın halini daha bir önemsemesi gerektiğini çabucak kavradı. İncitmeden ve ürkütmeden dertleşmek en iyisi olacak, diye aklından geçirdi.

Hangi yaş grubundan olursa olsun insanı etkileyen ve güven aşılayan şeylerin başında şefkat ve saygı vardır. Birkaç yaşındaki bir çocuk bile tıpkı, 70–80 yaşındaki bir ihtiyar kadar saygı ve şefkate muhtaçtır. Saygı ve şefkat olmadan sevgi kuru bir iddiadan ibaret kalır. Nitekim birçok ebeveyn sevgiyi kalkan yapıp, çocukların narin kalplerini paramparça edebilmekte kaş yapayım derken göz çıkarabilmekteler. Aynı hataya düşmemek adına Selma Hoca dikkatli davranması gerektiğini biliyordu.

Sevmek ve sahiplenmek arasında bir bağ varsa da aşırı sahiplenmeci insanlar aşırı korumacı olmaktan kurtulamazlar. Bu durumdan kurtulmanın tek çaresi şefkat ve saygıyla yaklaşmaktır.

Anne-babalar, işyerinde patronlar, okulda öretmenler, abiler, ablalar, hiyerarşi sebebiyle sorun çözücü ve sevk idare edici pozisyonunda olanlar… Bütün bu sınıfları işgal eden kimselerin yapmaları gereken belki de tek şey saygı ve şefkati elden bırakmadan yardıma muhtaç insanlara ilgi göstermeleridir. “Sevgiyi kalıcı yapan, saygıdır,” sözü her şeyi özetler gibidir.

İhlas sahibi mümine bir karaktere sahip olan Selma Hoca tecrübenin de verdiği olgunlukla Ayten’e yaklaşmaya çalıştı. Tıpkı bir sarraf gibi… Altını potada tahlil ederken de, altını işlerken de teenni, sabır ve dikkatle davranması gerektiğinin bilincinde.

Aklın olgunluğunu gösteren en önemli işaret söz sanatıdır. İlmi tecrübesiyle de pekiştirdiği yeteneğini bir kez daha söz sanatında göstermesi gerekiyordu.

Saygı ve itimat veren bir ses tonuyla; “Bir yerden başla!” dedi.

Ayten gösterilen şefkat ve alakadan etkilenmişti. Şimdi daha rahat konuşabileceğine kanaat etti. Demek ki Selma Hoca’yı doğru teşhis etmişti. Selma Hoca’nın güven telkin edici tavırları Ayten’i iyice rahatlatınca utana sıkıla; “Biliyorum yanlış falan diyeceksiniz ama galiba bir erkeğe karşı bazı şeyler hissediyorum. Ona âşık olduğumu düşünüyorum ama işin daha tuhaf tarafı ise ona âşık olduğumdan kısa bir süre öncesine kadar haberim yoktu,” derken bile sözlerine suçluluk psikolojisi hâkimdi.

Belli ki Selma Hoca hazırlıklıydı. Genç yaştaki bir kızın suçluluk duygusunun altında ezilmesi tehlikeli olabilirdi. Ayten’i rahatlatmaya devam etmeliydi. Merhamet ve anlayışla tebessüm edip; “Bu muydu mesele,” deyip gülmesini sürdürdü. Daha sonra Ayten’e baktı. Ayten’i söylediğinden pişman etmeden ciddileşmeye çalışarak; “Güldüğüm için hakkını helal et. Ben sadece bir sorun veya ona benzer bir dertle karışılacağımı bekliyordum. Senin tek derdinin sevgi olduğuna sevindim. Allah dert keder vermesin.

İnsanoğlunun bir yaşa geldikten sonra karşı cinse karşı bir şeyler hissetmesi gayet normaldir. İmtihan buradan başlıyor. Aklımız erdikten sonra artık yaptığımız her şeyden sorguya çekileceğimizi biliyoruz. Allah’ın haram ettiği ve sakınmamızı istediği şeyler bellidir. Bunları kitaplardan okuyup öğreniyoruz.

Bir erkeğe karşı özel duygular hissetmek bir yere kadar normaldir. Önemli olan bu sınırı bilmektir. Ve bundan daha önemlisi ise bundan kurtulmaktır. Kurtulmak ise, tehlikeli sınırlardan uzak durmaktır. Kalpte, akılda ve fiiliyatta haram sınırlarından uzak kalabilmektir. Yoksa sevmek ve bu sevgi üzerine bir araya gelmek Allah’ın kullarına verdiği en doğal haklardan biridir,” diye Ayten’in aslında büyük bir sorunu olmadığını göstermeye çalışıyordu. Asıl sorunun tüm fiiliyatımızda olduğu gibi yanlış ve haram sayılabilecek davranışlar olduğunu ifade etmek için, “Kurtulma” gibi keskin bir ifade kullandı.

“İşte sorun da bu ya! Bu şeyin yanlış olduğunu biliyorum. Ondan kurtulmak istiyorum. Ama her ne yaptımsa bir türlü başarılı olamadım,” dediğinde gerçekten çektiği şey yüzünden acı çektiği belli oluyordu.

“Bu tür duyguları bastırmanın en iyi yolu onu daha güçlü bir sevgiyle bastırmaktır,” diye daha açıklayıcı konuştu Selma Hoca.

“Nasıl yani?”

“Sevginin katları ve şubeleri vardır. Hani bir arkadaşımızı biraz severken, bir diğerini ondan biraz daha fazla severiz ya işte öyle bir şey. Sen de daha güçlü bir sevgi ile bunu bastırabilirsin.”

“Biraz daha açık konuşsanız!”

“Bu dünyada en büyük sevgi, Allah’a karşı duyulan sevgidir. Onun uğruna verilen canlar bunun bir işaretidir. Allah’ın sevgisi güçlü olursa o zaman endişe etmeni gerektirecek hiçbir şey kalmaz. Bir kitapta şöyle bir söz okumuştum. “Kalp, Allah’ın aynasıdır. Gönül, Mevla’nın tahtıdır. O ayna, güneş kadar büyük bile olsa hiçbir fani varlığa çevrilmemeli… O tahta, başka sevgili ve sultanlar oturmamalı,” diye çok güzel bir şekilde izah edilmişti.

“Aslına bakarsanız sorunum da tam olarak budur. Allah’tan başkasını istemediğim halde elimde olmadan kalbime girmiş bulunan birisinden nasıl kurtulacağımı bilmiyorum, oradan nasıl çıkaracağım?”

“Gönül kulağına, ondan daha güçlü birinin adını fısıldadın mı hiç? Mesela ‘Allah’ gibi… Aşkın bir sır olduğunu biliyor musun?”

“Fısıldamaktan kastınız nedir bilmem ama Allah’ın adını anınca gönlümü bir huzur kapladığına defalarca şahit oldum. Ayrıca aşkın nasıl bir sır olduğu hakkında pek bir fikrim yok diyebilirim.”

“Suya su katarak suyu temizlemek mümkün olduğu gibi sevgiyi de sevgi ile rıza mertebesine çıkarmak mümkündür.

Aşk, yalnızca bir bakıştır, gerisi vesaire… Göz önünde olanı unutmak çok zordur. O ilk bakıştan sonra âşık durmadan sevgiliyi seyretme, onu görme arzusu duyar. Çünkü o, ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Bundan olsa gerek aşığın gözü sevgiliden başkası üzerinde eğleşip durmak istemez.”

Ayten, Selma Hoca’nın bir şeyler anlamış olmasından dolayı utanıp başını yere eğmişti. Selma Hoca konuşmasına;

“Aşkın insanlar üzerinde etkin bir gücü, keskin bir egemenliği, hafife alınamayacak bir hâkimiyeti, çürütülemeyen bir nüfuzu, dayanılmaz bir baskısı vardır. En sıkı düğümlenmiş kördüğümleri çözen, katılıkları eriten aşkın ta kendisidir. Sağlamları sarsan ve yasak olanı serbest bırakan da yine o dur. Bu yüzden neye bulaştığımızı çok iyi bilmemiz gerekiyor,” diye sözlerini sürdürmeye devam etti

“(Zikir, fikir, ibadet için) Kalbin ağyardan boşalmasını bekleme. Çünkü bu, senin içinde bulunduğun manevi halde yalnızca O’nu düşünüp, gözetmeni kesintiye uğratır. Allah ile arandaki bağın güçlenmesi için kalbine O’nu sevdiğini fısıldayıp zikretmen gerek.”

Selma Hoca’nın sözleri ilaç gibi geldi Ayten’e… Çünkü aynı fikirde olduğuna dair işaretler vermişti. Bunu gösterme ihtiyacı hissetti.

“Aslında bunu kısmen yapıyorum. Allah’ı zikrettiğim gönlümü tüm dünyalıklardan temizleyebiliyorum. Yalnız bu zikir anı süresince işe yarıyor. Ardından eski halime tekrar geri dönünce az önce yaşadığım, zikir halinde içinde bulunduğum duruma zıt bir şey yaptığımı düşününce kafam karışıyor, üzülüyorum. Öyle ki imanımdan dahi bazen şüphe ettiğim bile oluyor.”

“Aslına bakarsan olması gerekeni yaşıyorsun. Dünya Dârü-l Ahzandır. Yani üzüntüler yurdudur. Eğer dert ve kederimiz son bulsaydı, Allah’a sığınıp O’nu anmak için bir mazeretimiz kalmazdı.”

“Yani şimdi bu yaşadığım normal bir şey mi?” diye umutla sordu Selma Hoca’ya.

“Tam olarak ne yaşadığını bilmiyorum. Ama seni tanıdığım kadarıyla saf ve temiz bir kalbe sahip olduğuna şahit oldum. Eminim ki duyguların da aynen öyledir.”

“Duygularımdan emin olamıyorum. Beni korkutuyorlar.”

“Korkmakta haklısın. İşte bu korku sayesinde şu anda seninle sohbet ediyoruz. Korkun yanlış şeyler yapmana engel oluyor.”

“Bundan tamamen kurtulmamın bir yolu yok mu?”

“Bildiğim kadarıyla yok. Ama bu sevgini tamamen Allah’a yönlendirirsen o zaman başka.”

“Bunu nasıl başarabilirim?”

“Risale-i Nur külliyatında Bediüzzaman Said Nursi şöyle bir mesele anlatır,

‘Fıtratı, aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:

  1. Yani, yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
  2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
  3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
  4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
  5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.
  6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

Evet, Câmi, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız O dur.’[1]

Eğer sen de bunu başarabilirsen, her şeyde biri arayıp O’nu görürsen o zaman bu dertten kurtulmakla kalmaz, Allah’ın sevdiği kulları arasında olursun.”

“İnşallah dediğiniz gibi biri olmayı başarabilirim. Ama az önce okuduğun sözleri iyice anlamam gerekiyor. Her şey için Allah razı olsun. Sana da rahatsızlık verdim.”

“Estağfurullah! Benim içinde hoş bir sohbet oldu. Ara sıra seninle bir araya gelip böyle güzel sohbetler yapmak gerek. Senin sayende belki ben de bir şeyler öğrenip hayatımda uygulayabilirim.”

Karşılıklı hafif bir tebessümden sonra bir süre daha aynı minval üzere Selma Hoca’dan tavsiyeler dinledikten sonra Ayten evine dönmek üzere yolu koyulmuştu. İç âleminden kopup gelen feryatlar, Selma Hoca’nın konuşması ve aklındaki teraziden arta kalanlar bir heyula gibi onu kuşatmıştı. Öyle ki, nasıl eve geldiğini bile anlamamıştı.

Ayten, Selma Hoca’dan bazı şeyler öğrenmişti. Oysa tuhaf olan şey ondan ayrıldığı gibi yine aklına birden bire hiç alakası olmadığı bir yerde pat diye Halit’in gelişine şaşırdı.

İşin tuhaf yanı ise bu dertten kurtulmak için göstermesi gereken kararlılık anında bile Halit’i düşünüyor olmasıydı. Halit’in neler yaptığını merak ediyordu. Ahmet abisiyle birlikte İslami çalışmalarda bulunduğu günden bu yana onu daha az görür olmuştu. Bazı günler onun ve Ahmet abisinin eve gelmediklerini düşündü. Abisinden daha çok Halit için endişelenip, “Acaba ne yapıyor?” diye merak etmeye başlamıştı. Başına kötü bir şey gelmesinden endişe eder olmuştu.  Durduk yere onun için endişelenmesi boşuna değildi. Zaman zaman İslami tebliğ sorumluluklarını yerine getirmeye çalışanlar polis tarafından gözaltına alındığını ve çok ağır işkencelerden geçirildiğini duymuştu. Halit’e bir şey olma ihtimalini düşünmesi bile dehşete kapılmasına neden olmuştu. Gamla dolu kalbinden diline; “Ey Hafız olan Allah’ım! Sen Müslümanları zalim ve tağutların zulmünden koru,” diye bir dua aktı.

Kafasını dağıtması gerektiğinin farkındaydı. Halit’i düşündükçe dipsiz bir deryada kaybolmaya başlıyordu. Onu içine çeken bir girdap gibiydi. Hiç olmadık şeyler düşünmeye başlıyor ve düşüncelerinin gerçekle alakası olmadığını bildiği halde onlardan gerçekmiş gibi korkup endişe duyuyordu.

Eve geldikten bir süre sonra ablasına gününün nasıl geçtiğini anlattı, sonra akşam yemeği için hazırlık yapmaya başladılar. Ablası zaman zaman yaptığı gibi yine muzırlık yapıp; “Yemek yapmasını iyi öğren, erkeklerin kalbine giden yol, midelerinden geçer,” diye takılmaya başladı.

Ayten’in yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Ablası, Ayten’in yüzündeki bu hali seviyordu. Bu yüzden hiç beklemediği bir anda onu böyle utandırıyordu. Utangaçlığının etkisiyle kırmızılaşan yüz ifadesiyle tıpkı bir güle benziyordu. Ablası, bu halinden hoşlanıyordu. Yüzünün kızarmasına pek aldırış etmeyip takılmaya devam ediyordu.

Okula başladıktan bu yana artık eskisi gibi Şendur Hoca’ya uğramaz olmuştu. Onu gerçekten de özlemişti. Annesinden izin alıp Hoca’sını ziyaret etmek için evden çıktı. İlk başlarda Halit’le karşılaşmaktan çekindiği için gitmek istemiyordu. Oysa şimdi Halit’le karşılaşmak için Şendur Hoca’yı görmek istiyordu. Şendur Hoca, Ayten’i ne zaman görse hal hatırını sorup onunla yakından ilgileniyordu. Ayten, Halit için Şendur Hoca’yı ziyaret fikrinden nefret etti. Yaptığından dolayı Allah’a sığınıp İstiğfarda bulundu. Şendur Hoca’yı daha müsait bir zamanda ziyaret etmenin daha hayırlı olacağına karar verip, ziyaretten vazgeçti. Evine geri dönmeye yöneldi.  Birden Şendur Hoca’nın; “Ayten kızım!” diye seslendiğini duydu.

Dönüp baktığında Şendur Hoca’nın pencereden baktığını gördü. Ardından onu yukarıya çağırması üzerine Ayten kararsız bir şekilde Şendur Hoca’nın yanına çıktı.

Kısa bir hal hatır faslından sonra Şendur Hoca, konuyu Halit’e getirdi. Hemen sonra;

“Kızım! Ahmet abin eve geliyor mu?” diye endişeyle sordu.

“Son birkaç gündür gelmiyor.”

“Annen baban merak etmiyorlar mı?”

“Ediyorlar ama abimin İslami hizmetlerinden dolayı eve gelmediğini bildikleri için pek ses çıkarmıyorlar.”

“Kızım senden bir ricam var. Abin geldiğinde ona Halit’i özlediğimi söyle. Mümkünse onu görmek istiyorum. Eğer o eve gelmiyorsa, nerede olduğunu söylesin, ben gidip onu göreyim. Onu çok özledim. Gece rüyalarıma giriyor. İyi olduğunu görmeden rahat edemem,” diyerek endişesini belirtmekle kalmadı,  Ayten’i de kendi endişelerine ortak yaptı.

Ayten belli etmemeye çalışarak; “Peki Hocam,” diyerek Hoca’sının ricasını cevapladı.

Ayten’in içine de kurt düşmüştü. Ahmet İslami çalışmalarda aktifti. Ya Halit? Halit de onun gibi aktif olduğu için mi eve gelmiyordu? Bunları düşünerek eve geldi.

O gece de Ahmet abisi eve gelmemişti. Aslında anne ve babasının da onu merek ettiklerini biliyordu. Ama bunu belli etmek istemiyordu. Ayten’in kafasının içinde yine Halit’le ilgili birçok soru işareti oluşmuştu. Şendur Hoca’sını düşündü. Halit’e karşı nasıl bir sevgi beslediğini gözlerinden anlamıştı. Saçma bir düşünce olabilir ama Şendur Hoca’nın, oğluna olan sevgisini kıskandı. Bir annenin çocuğuna karşı hissettiklerini kıskanmanın ne kadar saçma olduğunu bilmesine rağmen.

Yine gece olmuş yatağına uzanıp Halit’i düşünmeye başlamıştı. Geceler Halit’i düşünme vakti gibiydi. Şendur Hoca’sıyla Halit hakkında konuşmalarını düşündü. Şendur Hoca’nın bir anne olarak Halit’i merak edişinin kötü bir şeye işaret olmasından korktu. Anne olarak bazı şeyleri hissedebilirdi. O anda kendisinde de böyle bir endişenin olduğunu hissetti. Şendur Hoca gibi onun da Halit’e olan sevgisi yüzünden böyle düşünmüş olabileceği aklına geldi. Bu düşünce onu alıp çok başka âlemlere götürdü.  Ablasını rahatsız etmeyecek bir şekilde kendi kendine söylenmeye başladı:

“Sevmeli mi insan yoksa sevmekten vaz mı geçmeli? Bu dünyada sevgisiz yaşanılır mı? Bu dünyada sevgi olmasaydı, ne olurdu acaba? Sevgi diye bir şey olmasaydı hiç âlemlerin Rabbi yarattığı eşrefi mahlûkat olan Hz. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem efendimize “Habibim” diye hitap eder miydi? Hem âleme anlam katan sevgi değil midir? İnsanı insan yapan şey dahi sevgi değil midir?

Bir annenin çocuğuna duyduğu en kuvvetli bağ, sevgidir. Peki, sevgi bu kadar güzel şey iken neden bana acı veriyor? Yoksa benim Halit’e karşı hissettiğim şey sevgi değil mi? Çektiğim acıların sebebi yanlış ve günah bir sevgi olmasından mı kaynaklanıyor? Şayet helal dairesi içinde bir sevgiye sahip olsaydım yine de böyle acı çeker miydim? Hiç zannetmiyorum. Şayet öyle olsaydı insanların geneli sevdikleri için acı duyarlardı.

Ailemi sevdiğim için acı çekmiyorum. Şendur Hoca’mı, Selma Hoca’yı ve arkadaşlarımı sevdiğim için acı çekmiyorum. Tam aksine onları sevmemde bir tatlılık var. Onları sevdiğim için hiçbir zaman acı veya pişmanlık duymadım. Onları sevdiğim için zevk alıyorum. Onları yanımda görmek bana iyi geliyor.

Yalnız Halit’e karşı hissettiklerim bana acı veriyor. Ona karşı duyduğum hislerim uykumu kaçırtıp beni deli divaneye döndürüyor. Acaba bu sevgi hastalığına tutulan herkesin durumu benimki gibi midir yoksa benim sevgi dediğim halimde mi bir sorun var?

Allah için olan bir sevgide acı olmaz. Allah için yanan bir kalbin aşk ateşi acı değildir. Onun yanması olgunlaşması demektir. Bir ekmeğin fırına verilişi gibi… Ham olan kalp Allah aşkı ile yandığı zaman olgunlaşır. Hamlıktan kurtulur.  Yanmak onun için hayırlı olur. Bu yanma ile benim yanmam arasında çok fark var. Ben acı içinde kıvranıyorum. Yaşadıklarım yüzünden feryat ediyorum. Beni yakan her ne ise bana acıların büyüğünü yaşatmaktadır. Bana acı veren şeyin adı her ne kadar Halit olsa da bunda dahi bir yanlışlık var. Gerçek sevgi ve aşkta yanmak kişiye ancak zevk verir. Oysa ben zevk almıyorum. Bu işte bir yanlışlık olduğu belli ama ne?”

İlahi aşkta tarifi imkânsız bir huzur var. İnsan, İlahi aşk ile yandıkça daha fazla yanmak ister. Bilir ki bu ateş ona rahmet olur. Tıpkı Hz. İbrahim’i yakmayan ateş gibi, aşk ateşi dahi aşığa serin ve selametli olmalı. İlahi aşk ateşi, gönüldeki tüm kirleri yakarak temizlemeli. Sadece Allah’a ait bir yer olması için kalp dışında ne varsa yakıp kül etmeli. İlahi aşk ile yanan kalp huzur bulmalı. Benim gibi acısından kıvranmamalı.

Sevgi gibi en güzel şey dahi haram yolda olursa işte benim gibi yanmakla sonuçlanır. Acılar içinde feryat etsem de nafile. Bu sevgiyi yakıcı bir ateşe dönüştüren sadece benim. İç âlemimde sevgimi bu kadar büyütmeseydim bugün bu durumda olmazdım.

Ey her şeye Kadir, eşi ve benzeri bulunmayan Rabbim! Ben günahımı sana itiraf ediyorum. Yanlışlıklar ve günahlarım yüzünden beni affet. Sevgi gibi bize verdiğin en güzel şeyi yanlış yolda sarf ettiğim için beni bağışla. İşin içinden çıkamıyorum. Bana bir çıkış yolu göster Allah’ım! Her şeyde olduğu gibi sevgiyi dahi Senin yolunda Senin için helal yollarda tatmayı bana nasip eyle.

Ey Kayyum olan Rabbim! Bu kâinatı ayakta tuttuğun gibi beni de ayakta tut. Yıkılmama izin verme. Ayağımın hak yoldan sapmasına müsaade etme. Darmadağın ve müşevveş olan aklımı ve düşüncelerimi koru. Nefsime yenik düşmeme izin verme. Nefsim de ben de yalnız Sana aitiz…”. Ettiği duayla birlikte gözleri kendiliğinden kapanıvermişti. En sonunda bitkin bir halde kendinden geçti. Acaba sabah güneşi nelerle doğacaktı?

Ayten, kafasının içinde dönüp dolaşan bu soru yağmuru altında sırılsıklam aşk acısı yaşadığını biliyordu. İliklerine kadar işlemiş bir sevginin verdiği ıstırap zayıf bedenine ağır gelse de, aslında kalbi tahmin ettiğinden daha büyüktü.

 

[1] Risale-i Nur Külliyatı Sözler: On yedinci söz ikinci makam

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar