41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Bir Elmanın İki Yarısı-11.Bölüm

Bir Elmanın İki Yarısı-11.Bölüm

  11. BÖLÜM

İnsan doğduğu gün eceline koşar. Her geçen an ve zaman ölümüne biraz daha yakınlaşır, bunu biliriz ve bunun gerçekliğini etrafımızda yaşayanlardan da görüp şahit oluruz. “Ölüm haktır ve her canlı ölümü tadacaktır” hükmünü bilmeyen yoktur. Yine de ölüm gelip kapımızı çaldığında, sevdiklerimizi aldığında hüzünleniriz, kızarız, öfkelenip sinirden ağlarız. Bunlar gideni bir daha geri getirmek için değil, ölüm hakikati karşısında kaldığımız acziyetimizden kaynaklanıyor. Gidenin bir daha geri dönmediği, tek taraflı yolcuğun adıdır ölüm… Hayatın son hatimesi, ruhun bedenden ayrılışının adıdır ölüm… Daha doğrusu ruhun beden esaretinden kurtuluşudur. Oysa biz bedeni sevmişiz, ama onu güzelleştiren ruhla hiç karşılaşmamış, tanışmamışızdır.

Ekrem’in şehadet haberi İslam’i Cemaat mensupları arasında şimşek hızıyla yayıldı. İslam’i Cemaatin ağabeyleri Ekrem’in şehadetini duyunca gözyaşlarına hakim olamadılar. Ekrem gibilerinin zor yetiştiği bir ortamda sayıları az denecek kadar, bir elin parmaklarını geçmeyen Cemaat fertlerinin şehadetleri daha acı, daha çok yürek burkuyordu. Sevdikleri, annesi, babası onun varlığı ile teselli bulurken şimdi onu yitirmişlerdi. Ekrem’in bir zamanlar “Benim yokluğuma alışsınlar” dediği zaman gelmişti. Onun şehadetine inanmak istemeseler de bu hakikati hiçbir şey değiştiremezdi. “Henüz daha gençti” diyerek öldüğünü kabullenmekten zorlananlar da vardı. Ekrem’in şahadeti Diyarbakır il sınırlarını aştı, İslam’i Cemaatin tüm mensupları bu şehadetten haberdar oldular. Şaka değildi, Ekrem Uludağ Rabbine rücu etmişti. Ekrem’in yokluğu yüzünden bazı yürekler dayanılmaz acı içinde olsa da bunu gizlemeleri gerekiyordu.  Her şehadette benzer duygusallık yaşansa da bunun da önüne geçilemiyordu. Yürekler yandıkça kalp daha coşkulu atıyordu. “Biz onsuz ne yaparız” diye acılarını dile getirenlere cevap yine kardeşlerinden gelmişti “Bizler Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz” diyerek teselli veriyorlardı.

Ekrem’in sevenleri onun yokluğunu sindirmeye çalışıyorlardı. İslam’i Cemaat mensupları ayrılık hakikatinin bilincinde olsalar da yine de içleri yanıyordu. Başa gelene, kadere ve takdirata karşı boyunları kıldan inceydi. Yüreklerinde hayatları boyunca açılan bir yara olarak kalacağını bildikleri bu ıstıraba karşı tek tesellileri yine Allah azze ve celleydi. Anne ve babası şimdi istemeyerek de olsa onun yokluğuna sabretmeyi öğreneceklerdi. Ciğerleri sökülüp alınmış gibi ölmeden ölmüş gibi oldular.

Hasan, Murat, Mustafa, Ali ve diğerleri Ekrem’i hiç unutmayacaklarına yemin ettiler. Sevdikleri kardeşlerinin insana acı veren yokluğunu tadıyorlardı.  Daha şimdiden Ekrem’in yokluğu hissedilir olmuştu. Bu dünyadaki yeri kendisini belli ettirmişti. Ekrem artık yoktu, nefes alıp vermiyordu. Yeryüzünde dolaşmıyordu. Ekrem artık bu dünyada oturmuyordu. Ahirete, yeni yurduna göçmüştü. O artık ahiret hayatının sakinlerinden biriydi. Şehitler kervanına katılmıştı, hem de Allah’ın çok sevdiği bir şekilde, cihat meydanında kanıyla vuslatını gerçekleştirmişti. Ahiret yolculuğu için en hayırlı bedeli, canını ve kanıyla bu bedeli ödemişti. Her canlı gibi bir gün ölecekti, ama asıl sorun ölmek değildi, nasıl öleceğiydi, ahirete nasıl geçiş sağlayacaktı, ebedi kurtuluşu kazanmak için neleri feda edecekti? Ekrem’in şehitler zümresine katıldığının en güzel alameti yaşantısıydı. Sevenleri ve onu tanıyanlar Allah’ın rızası için ömrünü onun dini hakim olsun diye feda ettiğini çok iyi bilirlerdi. Ekrem’in yaptıkları ona şahitlik edecekti.

Ekrem’in naaşı İslam’i cemaat mensupları tarafından Yeniköy mezarlığına doğru yola çıktığında insan seli ona eşlik edip son yolculuğunda onun yanında olduklarını gösteriyorlardı. Kardeşlerini toprağın bağrına emanet bırakırken “Bizler de senin gibi vuran ve vurulanlardan olacağımıza dair sana söz veriyoruz ey şehit!” diyerek ona söz verdiler. O kardeşlerinden biri de Hasan’dı. Onun acısı bir başkaydı, ondan sorumlu olduğu için acısı iki kattı. Ekrem’in yaptığı hizmeti en iyi bilen olarak içi yanıyordu. Herkes birkaç şey bilirken ve bildikleri onu yakarken Hasan, Ekrem hakkında her şeyi biliyordu. Bildiği, tanıdığı için yüreği küle dönmüştü. Askeri birimde hizmet etmeye başlayanlar bir böyle bir ihtimalin olduğunu bilirlerdi de yine de severek ve isteyerek gönüllü oluyorlardı. Ekrem eyleme gidip de şehit olanların ilki olmadığı gibi sonda olmayacaktı.

Bir komutanın askerini kaybetmesinden daha büyük bir acı askerlerin komutanlarını kaybetmesiydi. Ekrem’in öğrencileri hocalarının mezarı başında gözyaşı yerine kan ağlıyorlardı.  Ekrem’in sevilen biri olması ve hizmetin her alanında bulunmasından dolayı yaşanılan acı büyüktü. Bu acıya daha fazla dayanamayan Murat taziyeden sonra kendini eve kapattı. Ağladığını kimse görmesin diye Kemal’e “Akşama kadar eve gelme” dedi. Öğrencisini kaybeden Murat bir yandan gurur duyarken öte yandan üzülüyordu. Hocada olsa onun da öğrencilerinin ardından ağlama hakkı vardı. Hayat birçok konuda tezatlarla doluydu. Bir yandan şehadet özlemiyle yanıp tutuşurken öte yandan şehit olan kardeşleri için acı ve gözyaşı ile hüzünleniyorlardı. Ağlamalar, acılar, kardeşlerinin şahadete kavuştuğu için değildi. Buna seviniyorlardı. O şerbeti içmek herkese nasip olmayan bir şeydi. Onları üzen, ciğerlerini yakan ateş kardeşlerin yokluğundandı.

Ekrem’i tanıyanlar için ağlamalarını haklı gösterecek bir mazeretleri vardı. Oysa Ali ve Mustafa’nın iki geçerli mazereti vardı. Mustafa silah arkadaşını kaybetmişti, hem de birlikte yola çıktıkları bir eylem sırasında onu yitirmişti. Mustafa’nın acısı birçoğundan farklı ve ağırdı. Silah arkadaşlığı birçok arkadaşlıktan farklıydı. Ali ise Ekrem için kardeşten öteydi, dert arkadaşıydı, hiç olmayan kardeşiydi. Bu ikisinin göz pınarları kuruyuncaya kadar ağladılar. Kan çanağına dönen gözlerini kaybetme pahasına ağlamışlardı. Ağlamak acıyı en güzel yaşamanın şekliydi. Acıyı hafifleten, yanan yüreğe su serpen gözyaşı aktıkça acı hafifleşiyordu. Acı hafifleştikçe de gözyaşı yavaş yavaş kuruyordu.

 Ekrem’in nasıl ve ne şekilde şehit edildiği çok kısa bir süre içinde İslam’i Cemaat fertleri arasında yayıldı. Şehadet hikayesi dilden dile anlatılıp aktarıldı. Kendini bilmez bazı sefihler “Ava giderken avlandı” diyerek kendilerince espri yaptılar. Bu sözler İslam’i Cemaat tarafından kınandı. “Ekrem bizim değerli bir kardeşimizdir” denilerek Ekrem’e sahip çıkıldıysa da bazı kendini bilmezler Ekrem hakkında konuşmaya devam ettiler. Bu sözlerden bazıları Murat’ın kulağına gelince çok incindi “Bunu dillendirenlerin dava şuuru ve bilinci gelişmemiş kişilerin sözleridir” diyerek sitem etti. Ekrem gibi bir kahramana söylenebilecek yakışıksız bir söz olarak haddini aştığını düşündü. Bu sözün ortalıkta yayılmasına üzüldü “Keşke kardeşlerimiz “Ekrem hakkında iyilikten başka bir şey bilmeyiz diyerek kendi nefislerine zulmetmeselerdi” diyerek üzüldüğünü açık etti. “Allah’ın ayetleriyle bile şaka yapmaya kalkanlar olmuş, insan dilinin kemiği yoktur. Ekrem hakkında bu yakışıksız sözün önü alınmazsa kendini bilmezler daha ileri gider” diye düşünüyordu.

Murat, Ekrem’in kim olduğunu en iyi bilenlerden biriydi. Yaptığı hizmetleri, kahramanlıkları ve fedakarlıkları yakından şahit olmuş canlı tanığıydı. Herkesin her şeyi bilmesine gerek yoktu. Allah için yapılan hiçbir amel karşılıksız kalmadığı gibi “Beni anın ben de sizi anayım” ayetindeki hakikate göre Allah azze ve celle kulunu temize çıkaracaktır. Çünkü Ekrem gizli ve açıktan Rabbini zikredip adını anan, O’na dayanan bir kuldu. Ekrem’e yakışıksız sözlerde bulunanlara hakikati anlatma görevi Murat ve Murat gibi Ekrem’in yakın arkadaşlarına kalmıştı. Murat elinden gelen gayreti sergilemek için haftalık ders için bir araya geldikleri öğrencileri ile okul sorunlarını konuştuktan sonra Ekrem’in öğrencisi Cihan’a beklemediği bir anda “Ekrem’i ne kadar tanırsın” diye sordu. Cihan kendisince iyi tanıdığı hocası için “Liseye başladığımda okul sorumlumuz oydu. Okuldaki arkadaşlar onu sevdikleri kadar sayarlardı. Saygıda kusur etmezlerdi. Ekrem’i tanıyan her kim olursa olsun sahip olduğu güzel ahlakı nedeniyle onu severdi. Onda olup da birçoğumuzda olmayan en güzle özelliği hilm sahibi oluşuydu. Çok yumuşaktı. Onun vesilesiyle İslam’la tanışanlar İslam’i Cemaat saflarına katılanlar ‘Ondaki nur bizi etkiledi’ diye anlatıyorlardı. Bir gün okul bahçesinde teneffüste dört beş kişi Ekrem’le birlikte dolaşırken öğrencinin biri kavga ettiği arkadaşına kızgınlığından Allah’a hakaret etti. Biz hemen atılıp çocuğu dövmek için ona doğru koşup yakasından yakalayıp hesap sorduğumuz anda Ekrem hoca yanımıza geldiğinde bize yardım edip çocuğu bir iki tanede o vuracak zannettik. Oysa o yanımıza geldiğinde “Bırakın o çocuğu” deyip bize kızdı. Ne olduğunu anlayamadık.  Çocuğun Allah’a hakaret ettiğini söyledikse “Onu bırakın” diye bize biraz daha sert söyleyince çocuğu bıraktık. Sonra çocuğu alıp onunla biraz yürüdü. Biz de birkaç metre arkalarında onları takip ediyorduk. O çocuğun utancından boynunun büküldüğünü görünce hayret ettik. Ekrem hoca ona nasıl nasihat ettiyse çocuk suyu çekilmiş ağaç gibi kat kat oldu. Beş dakika geçmemişti ki çocuk ve Ekrem hoca yanımıza geldi. Çocuk “Sizden özür dilerim, hakkınızı helal edin. Ben bir cahillik ettim, İnşallah Rabbim beni affeder” diyerek bizden uzaklaştı. Ertesi gün o çocuk okula geldiğinde Ekrem hocadan bir daha ayrılmadı. İslam’i Cemaat saflarındaki yerini aldı” diye anlatınca Murat bunu Ekrem’den dinlediğini hatırladı. Ekrem’in bu hikayeyi anlatmasındaki maksadını anımsadı “Kardeşlerimize ne oluyor anlamıyorum. Biri bir hata yapsa akıllarına gelen ilk şey şiddet oluyor. Kimse konuşmayı akletmiyor mu?” diye Murat hocasına sormuştu. Selim ve Rıdvan’a da Ekrem’i sorduğunda “Hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz” dediler. Murat “İslam’i Cemaatin hizmet alanları farklı olsa da her birimiz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz. İslam’i Cemaatin askeri biriminde hizmet eden kardeşlerimiz silahlarını üzerlerine aldıklarından itibaren ölümle burun buruna olduklarını hissederler. O andan itibaren ne olacağı, kimin ölüp kimin kalacağını ancak Allah bilir. Eyleme giden kişi öldürme ile birlikte öldürülme riskini de göze alarak bu işe gönüllü olur. Onun belinden silahı varsa karşı tarafında silahı var, hatta bazen silahlı koruması olanlar dahi çıkabiliyor. Öldürmek kadar öldürülmenin de mümkün olduğu bu hizmette kardeşleriniz ölüme gider gibi eyleme giderler. Korkularını, endişelerini bir kenara bırakırlar. Tıpkı o an sevdiklerini geride bıraktıkları gibi… Eyleme gidenler geri dönmeyi hesaplamazlar. Askeri birim, dünyayı sevenlerin, hayatı sevenlerin göze alıp yapabilecekleri bir hizmet değildir. Yaptıkları hizmetin doğasında öldürmek kadar ölmek, vurmak kadar vurulmak da eyleme gidenin göze aldığı en basit risktir. Bazı kendini bilmezler Ekrem için ‘Ava giderken avlandı’ diye şuursuzca konuşuyormuş. Şunu bilin ki İslam’i Cemaatin askeri biriminde hizmet eden kardeşlerimiz ne avdırlar ne de avcı. Ekrem için yapılan bu yakıştırma ne maksatla söylenirse söylensin haddini aşan bir sözdür. Bunu öğrencilerinize aynı şekilde anlatın” dediğinde gerginliği ses tonundan belli oluyordu. Öğrencileri bugüne kadar onu hiç bu kadar kızmış görmedikleri için biraz şaşırmış olsalar da bu sözün neden Murat hocalarının canını sıktığını tahmin edebiliyorlardı. Bir zamanlar kendileri gibi bu ders halkasında oturan öğrencisine haksızlığı kabullenmediği belli oluyordu.

Murat’ın söylediği açıklayıcı bilgi sayesinde onlar da askeri birim hakkında bazı şeyleri yeni öğreniyorlardı. Okullarında benzer sözler duydukları halde umursamamış ve bu şekilde değerlendirmemişlerdi. Şehitler hakkında böyle sözler söylenmeyeceğini, yakışıksız ve şehidin yaptığı hizmeti küçük göstereceğini düşünmemişlerdi.  Şehit Ekrem için söylenilen sözlerin hiçbir kıymeti yoktu. Onu tanıyanlar duyduklarıyla değil onun hizmetiyle onunla gurur duyarlardı. Yakışıksız sözlerin Cemaat yanında hiçbir kıymeti yoktu, ama bazı sözlerin önü alınmadığı takdirde ortalığı pis kokular saracak kadar zararlı olabiliyor. Ekrem hakkında söylenen sözün de onlardan biri olmaması için ortalığa pis ve tiksindirici koku yayılmadan bunun önüne geçmiş olmak için İslam’i Cemaat fertlerine “Ekrem gibi olun” talimatını gönderince bu mesajın Allah’ın kulunu anışı olarak yorumlandı.

Ekrem, şehitler kervanındaki nadide güllerden biri olarak anıldı. Yapıp ettikleri konuşulmaya başlandı. Hayatıyla ve yaşantısıyla İslam’i Cemaat fertlerine örnek gösterildi. “Biz öldürecek adam aramıyoruz, ortalıkta onlardan çok var. Allah için ölecek olan adam arıyoruz. Tıpkı Ekrem gibi…” diyen Hasan’ın bu sözü sanki bir çağrı gibi gençlerin kulağına ulaştı. Hasan “Şehadet Ekrem’e, Ekrem’de şehadete yakıştı” diyerek onu övdü. Ekrem şahadet mektebinin gözde öğrencisi olarak hep örnek gösterildi. Onun yolunu takip etmek isteyen öğrencilerine onun kahramanlıkları ve güzel ahlakı anlatıldı. O İslam’i Cemaatin nişanesi, şehadet mektebinin örnek şahsiyeti oldu. Şehadet mektebinden geçenlere ne mutlu…

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar