41.84
  
48.67
  
114314.00
  
97.47

Bir Elmanın İki Yarısı-2.Bölüm

Bir Elmanın İki Yarısı-2.Bölüm

  2. BÖLÜM

Sabah uyanınca saatine baktı. Ne kadar çok yattığına şaşırmıştı. Hiçbir vakit bu kadar çok yatmazdı. Saatin yanlış olabileceğini düşündü. Bu saate kadar istese de yatamayacağını biliyordu. En geç sabah 7:00’da ya da bilemedin taş çatlasa 7:30’da mutlaka kalkardı. Bugüne kadar hep böyle olmuştu. Öğrencilikten kalma bir alışkanlıktı. Uzun yıllar öğrenci olunca insan bazı alışkanlıklar kazanıyordu.

Gözlerinin yanıldığını düşündüğünden olsa gerek elleriyle gözlerinin ovuşturup daha iyi göreceğine inandığı saate tekrar baktı. Gördüğü şey değişmemişti. Saat 9:15’i gösteriyordu. İmkansız gibi gelse de saatin gösterdiği rakamlar onun yatağından fırlamasına neden oldu.

Hızlıca yatağından çıkıp bir çırpıda hazırlandı. Gitmesi gereken randevusuna şimdiden çok geç kalmıştı. Hala buna inanası gelmiyordu. Bunun bir şaka olabileceğini bile düşünse de bunu yapacak kimse yoktu. Evde kendisinden başka oda arkadaşı akşam eve gelmemişti. Her şeyin bir ilki vardı. O ilk de gelip bugünü bulmuştu. Deliksiz uyku dedikleri gaflet uykusunu tatmıştı. Kendisine kızıp kınasa da olan olmuştu. Bugün ilklerin günüydü galiba asla geç kalmadığı randevusuna bile geç kalmıştı. Randevusu olmasaydı uykuda kaldığı için bu kadar sinirlenmezdi. Bir yandan söylenirken öte yandan evden çıkmak için elbiselerini hızlıca giyinmeye çalışıyordu. Biraz daha geç kalmamak için olabildiğince hızlı bir şekilde evden çıkmak için uğraşıyordu.

Randevulaşmış olduğu öğrencisinin beklemiş olması için içten içe dua etse de bunun doğru bir hareket olmadığının farkındaydı. Bugüne kadar hiçbir randevusuna bu kadar geç kalmamıştı. Birkaç dakikalık gecikmeleri sayılmaz tabi. Bu seferki birkaç dakika yerine birkaç saat olmuştu. Hiç kimse bu kadar uzun süre beklemezdi.

Randevuların bazı kuralları vardı. Belirlenen süreden sonra en fazla beş dakika gibi kısa bir süre beklenilirdi. Ondan sonra herkes kendi yoluna giderdi. Görüşmenin gerçekleşmemesi halinde akla gelen ilk şey tutuklanmanın gerçekleşmiş olabileceğini var sayarak gerekli tedbirler alınırdı.

 Bunu öğrencilerine kendisi anlattığı halde hiçbir sebep yokken “Kusura bakmayın uykuda kaldım” demek lakayıtsızlığın işareti olabilirdi. Öğrencilerine karşı mahcup olmanın yanı sıra ciddiyetini de kaybedecekti. Bundan daha kötüsü ise Hasan’a ne diyeceği idi, bir öğrencinin bile yapamayacağı kusuru işlemişti. Bu kusur affedilebilir gibi görünse de Murat kendisini affedemezdi. İslam’i Cemaat mensuplarının randevu konusunda çok hassas olmalarıyla ilgili ağabeylerinden sürekli tavsiye alırlardı. Polis takibine uğramamak için randevulaşmak ve belirlenen yerde buluşup konuşmak sık sık başvurulan bir yöntem olduğu için buna büyük önem verilirdi. Bazen kısa süren randevularda bilgi alışverişinin yanı sıra mesajlarda gönderilirdi. Randevu mekanizması olmazsa olmazlardandı.

Murat hazırlanıp evden çıktığında saat 9:25 olmuştu. Öğrencisinin bu kadar beklemeyeceğini bildiği halde yine de çok küçük bir umut kırıntısına tutunup belirlenen yere gitti. Tahmin ettiği gibi kimseyi bulamamıştı. Asıl kötü senaryo şimdi başlıyordu, randevuya gelmemenin nedenleri ve sonuçları vardı. Yaklaşık bir saat yirmi beş dakika geç kalmıştı. Randevu için kararlaştırdıkları Alipar köprüsünün altına geldiğinde geç kaldığı süre bu kadardı. Köprünün çıkışında ki kaldırımda oturup düşünmeye çalıştı. Aklına gelen olasılıklar hoşuna gitmezse de zamanı geri alma gibi bir özelliği yoktu. Geç kaldığını kabullendi. Her türlü cezaya müstahak olduğunu düşündü. Bu seferki hatasını telafi ettikten sonra nefsiyle de hesaplaşmayı kafasına koydu. “İnsanın başına ne geliyorsa hep nefsi yüzündendir” deyip oturduğu kaldırımdan umutsuzca kalktı. İçindeki suçluluk duygusu onu rahatsız etmeye devam ediyordu. “Nefsimin dizginlerini elime almazsam daha çok hata yaparım” deyip yürümeye başladı.

Randevuya gelmediği duyulursa tanıdığı, bildiği, birlikte hizmet ettiği herkesin ilk aklına gelebilecek olan ihtimal yakalanma olacağı için alınacak tedbirlerin vakit kaybetmeden alınması gerekiyordu. Bu bile başlı başına bir riskti İslam’i Cemaatin ağabeylerinden bazılarının evlerini de biliyor olmasının nasıl sonuçlar doğuracağını düşünmek bile istemedi. Randevuya geç kaldığı için ortalığı velveleye verilmesine engel olmayabilirdi, ama en azından yakalanmadığını, bir tehlike ve riskin bulunmadığını söyleyip tüm taşların olmasa bile bazılarının yerinde ve güvende olmalarını sağlayabileceği tek kişinin evine doğru hızla adımlarla yürümeye başladı.

Hasan’ın evde olması için dua ediyordu. Kendisini bu durumdan ancak Hasan kurtarabilirdi. Hasan İslam’i Cemaatin gözbebeklerinden biriydi. Diyarbakır’daki ağabeylerin evlerini kaldıkları yerleri bilirdi. Hasan’ın güvenirliği ve davadaki konumu nedeniyle bu bilgilere vakıf olması normaldi.

Murat, Hasan’ın evine geldiğinde dilinde hala dualar vardı. Kapının ziline bastığında bile “Ne olur Rabbim! Hasan abi evde olsun” diye mırıldanmaya devam etmişti. İçeriden ses duymak istediyse de kulakları bir şey duymadı. İslam’i Cemaat mensuplarının kendilerine göre bazı davranışları vardı. Mesela kapıları çalındığı zaman asla “Kim o” diye sormazlardı. Kapı merceğinden bakarlardı, tanıdıkları, bekledikleri biriyse kapıyı açarlardı. Tanımadıkları biri ise birkaç kez zile basıp gitmesini beklerlerdi. Murat zile basınca Hasan mercekten bakıp kapıyı açtı. Murat, Hasan’ı karşısında görünce sevindi. Hasan’ın kendisi kadar sevinmediğini anladıysa da buna aldırmadı. Belli ki kendisine hala kızgın olduğunu varsayıp üzerinde durmadı.

Hasan, Murat’ı içeri alıp müsait odaya geçmesini söyledi. Murat kafasında geç kaldığı randevusunun hangi mazereti öne süreceğini düşünürken, Hasan odaya girip onu düşüncelerinden uzaklaştırdı. Murat söze nasıl başlayacağını bilemediğinden “Uykuda kaldım” derse bir sürü azar işitecekti. Başka bir bahane bulmak da onun tarzı değildi. Her ne olursa olsun, cezanın en alası dahi olsa doğru konuşmaktan şaşmamak adına olan biteni olduğu gibi anlatmaya karar verdi.  Bu durumda alacağı cezayı tahmin edebiliyordu.

Murat birçok İslam’i Cemaat mensubundan farklıydı. İslam’i Cemaat mensupları birkaç hizmet alanında görev alırken Murat’ın hizmette bulunduğu çalışma alanı birkaç alandan fazlaydı. İnsanın gücünü zorlayacak derecede hizmet ettiği biliniyordu. O bundan şikâyetçi değildi.

Bu hizmet alanlarının içinde belki de en zorlu ve meşakkatli olanı askeri kanat olarak tabir edilen birimdi. Bu birimin kuralları diğer hizmet alanlarına göre daha katı ve tedbirli olmayı gerekli kılıyordu. Murat bu hizmet alanında da görev almak için çok uğraşmıştı. Başlarda onun bu isteğini kabul etmedilerse de Murat’ın ısrarcı ve her defasında bu arzusunu dile getirmesinden ötürü ona istediğini verdiler.

Dün gece sorumluluğunu yaptığı lise öğrencilerinden bazılarıyla gece geç saatlere kadar ders yapıp çalışmaları hakkında konuşmuşlardı. Uykuda kalışının sebebini buna bağladıysa da bunun da geçerli bir mazeret olmadığının farkındaydı. Aklına başka mantıklı bir sebep gelmiyordu. Şimdi “Ya kültürel birim ya da askeri birim” diye bir tercihe zorlanacağını düşünüyordu. Yaptığı hatanın bedeli ancak böyle ödenebileceği noktasında kendisi de tecrübeliydi. Buna benzer bir durum kendi öğrencilerinin başına gelseydi o da onlara aynı teklifi yapardı. Çünkü askeri birimin böyle şeylere tahammülü olmadığını biliyordu. Cezasını bilmek onu ürkütmeye başlamıştı. Alacağı ceza ve sonuçları hakkında düşünmeye başlamıştı. Tercihini yapıp bundan sonraki hizmetlerini kültürel alanda vermeye karar verdi. O çok sevdiği askeri birime veda etmeye hazırlandı.

Hasan’ın odaya girişiyle birlikte Murat daldığı hayallerinden kurtulup “Abi! Bugün randevuma geç kaldım” dedi üzgün bir şekilde. Suçlu olduğunu kabul edercesine başını önüne eğdi. Bilmeyen işlediği suçun affedilemez olduğunu düşünebilirdi. Hasan’ın aklında randevu falan çıkmıştı “Ne randevusu” diye sordu Murat’a. “Selim’le bu sabah randevumuz vardı. Uykuda kaldığım için geç kaldım gidemedim” dediğinde hala mahcuptu. Hasan bunu beklemiyordu, bu konuda ona takılabilir kendisini daha fazla suçlu hissettirebilirdi. Bir başka zaman olsaydı belki düşüncelerini yapabilirdi, ama o zaman bu zaman değildi. Hasan “Dün gece olanlardan haberin yok mu?” diye sordu. Hasan’ın sorduğu soruyla kendisini daha çok suçlu hissetti. Berbat bir durumda olduğunu kabul edip “Haberim yok” derken bile sesi çok kısık çıkmıştı. Hasan “Dün gece Selim’in kaldığı öğrenci evine polis baskını olmuş, öğrenci evinde kalan kardeşlerimizi gözaltına almışlar” dediğinde Murat duyduklarına inanamadı. Kendi öğrencilerinden haberinin olmayışı yaptığı hatadan daha büyüktü. Uykunun gerçek bir gaflet olduğunu yeni öğreniyormuş gibi… Sadece iki saatlik bir uyku yüzünden birçok şeyi kaçırdığını anladı. Dün gece hayat çok hızlı akmıştı. Uyanık da olsa uyusa da hayat devam etmiş sevdiği kardeşlerini ondan almıştı. Murat’ın inanası gelmiyordu. İnanmadığı şey polis baskınları değildi, bu baskınlar İslam’i Cemaat mensuplarına her gün yapılan sıradan bir şey haline gelmişti. Sık sık karşılaştıkları, aşina oldukları günlük rutin bir şeyden söz eder gibi baskınlarından, işkencelerden, şehitlerden, takiplerden konuşuyorlardı. Kulakları bu kelimelere aşinaydı. Polis baskınları, gözaltılar, işkenceler hayatlarının ayrılmaz bir parçasıymış gibi söz ediyorlardı.

İki kişi yan yana gelse “Nasılsın?” diye sorarlarken İslam’i Cemaat mensupları bir araya geldiklerinde “Bugün polis baskını oldu mu? Yakalanan var mı?” gibi şeyleri sorarlardı. Hangi evlere baskın yapıldığı veya kimlerin gözaltına alındığı haberleri ayaklığı gazeteler tarafından yayılıyordu. Murat bunlardan haberinin olmayışına, yatağında rahat ve huzurlu uykusunda dinlenirken yaşanan bu hadiselere inanası gelmiyordu. Birçok hata yapılabilir, mazeretler kabul edilebilirdi. Hatta bazı küçük hataları görmezlikten dahi gelinebilirdi. Ama kabul edilmeyecek hatalar da yok değildi. Gaflet affedilebilir bir şey değildi. Randevuya bile geç kalınmasının anlaşılabilir bir tarafı olabilirdi, ama gaflette olamazdı. İşlerde, hizmette aksaklık yaşanabilirdi. Sorunlar çıkabilirdi, bunlar hayatın akışı içinde makul görülürdü. Ama kendisi gibi birçok kişinin sorumluluğunu üstlenen birisinin gafleti affedilebilir bulmuyordu. Bir anlık göz ardı ya da birazcık fazla uykunun bedeli çok ağır olabilirdi. İslam’i davanın hizmetini sekteye dahi uğratabilen tek şey belki de gafletin ta kendisiydi.

Hasan “Dün akşam sana haber vermesi için Rıdvan’ı gönderdim, gelmedi mi” diye şaşkınca sordu. Anlaşılan Rıdvan’ın da başına bir şeyler gelmişti. Murat ne için geldiğini neyle karşılaştığının şokundaydı. “Dün bana kimse uğramadı” dediğinde buna sevinmedi onun da akıbetinin ne olduğunu tahmin edebiliyordu.

İslam’i Cemaat mensupları birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olsalar da gözaltında konuşmayacaklarını bilseler de yine de bu tür durumlarda tedbir almak zorunluydu. Yakalanan kişilerin insan olduğu ve görecekleri işkenceler yüzünden zafiyet göstermeleri normal bir durum olarak kabul edildiğinden tedbir almak kaçınılmazdı. Bu konuda İslam’i Cemaat “Her kim olursa olsun yakalanan arkadaşlarınızın ardından gerekli tedbir ve önlemleri geciktirmeden alın” diye kesin talimatı vardı. Talimat kesin ve netti. Bu durumda yapılacak şey belliydi. Gözaltına alınanlardan bir haber alınıncaya kadar bildikleri İslam’i Cemaat mensuplarının evleri polis baskınına uğramadan temizlenecekti.

Öyle büyük şeyler olmasa da polis için İslam’i kitaplar, bandajlar, tablolar ve İslam’i Cemaatin çıkardığı kasetlerin her biri örgütsel doküman olarak kabul edildiğinden bunların bir an önce evlerden çıkarılmaları gerekiyordu. Yakalanan kişilerle birlikte hizmet ettikleri arkadaşlarına da haber vermek gerekiyordu. Gerektiği halde onların güvende olacakları evlere yerleştirilmeleri sağlanıp güvenlikleri için tedbir alınacaktı. Güvenlik tedbirleri çok sıkıydı, ihmal edilmeyecek kadar da önemliydi.

Gözaltına alınanların konuşmayacaklarından emin olunsa bile tedbirlerin ihmali söz konusu değildi. Bu tedbirler İslam’i Cemaatten gözaltına alınan herkes için geçerliydi. İstisnası yoktu.

Hasan olup biteni haber vermesi ve tedbir alması için Murat’ı Ekrem’e gönderdi. Öncelik her zaman fertleri korumaktı. Bu arada Hasan olup biteni haber vermek için birkaç yere uğrayacaktı. Murat’la birlikte evden çıkıp ters istikamete doğru gittiler. Telaşlı oldukları adamlarının hızından ve nefes alışverişlerinden belli olsa da şu anda bunu düşünecek değillerdi. Daha mühim bir dert varken küçük şeylerle uğraşılmazdı.

Murat, Ekrem’i evde bulduğu için şükretti. Kapıyı güler yüzle açan Ekrem’e “Yüzündeki rahatlığa bakılırsa dün gece olup bitenlerden haberin yok” dedi Murat telaşlı bir halde. Ekrem onu içeri davet bile etmeden kapı önünde “Haberim yok İnşallah kötü bir şey yoktur” deyip olup biteni Murat’ın anlatmasını istedi. Murat yakalananlar söz edince Ekrem’in yüz ifadesi değişti. Kapıyı açan Ekrem gitmiş yerine öfkeli, kızgın ve bilenmiş bir Ekrem gelmişti. Murat “Kalacak başka bir yer bulabilir misin? İşler yoluna girene kadar tedbirli olmamız gerek” dedi. Ekrem soğukkanlılığını korumaya çalışarak “Yakalananların kimler olduğunu biliyor musunuz?” diye sorunca Murat “Bildiğimiz kadarıyla Selim, Rıdvan ve Selim’in kaldığı öğrenci evinde o an kimler varsa” deyince Ekrem yakalanan hizmet arkadaşları için üzüldü. Onları tanıyordu. İçinde bulundukları durumu hayal bile edemedi. “Onlar bizim evi bilmiyorlar, burada kalmam daha iyi olmaz mı?” deyip Murat’tan evde kalmak için izin istedi. Murat “Sen yine de dikkatli ol” deyip Ekrem’in yanından ayrıldı.

Gözaltındakilere reva görülen işkenceler meşhurdu. Polisin mantığı sanıktan delile ulaşmaktı. Bu yüzden sanığa her türlü işkenceyle ona yapmadığı şeyleri dahi kabul ettirecek yöntemler bulmuş uyguluyorlardı. Yeni delil üretmek ise bilinen en basit metotlardandı.

Murat sağa sola koşuşturup gözaltına alınanlar hakkında bilgi toplamaya çalıştı. Dün geceki baskının Küçük çapta oluşu bile teselli sebebi olabiliyordu. Selim’in kaldığı öğrenci evinde iki kişi yakalanmıştı. Rıdvan’ın ise henüz nasıl yakalandığı hakkında bir fikirleri yoktu. Bu konuda tahmin dahi yapamayacak kadar akıl tutulması yaşıyordu. Çok nadiren yaşadığı bu sorun şimdi yine nüksetmişti. Fikir yürütmekten bile acze düşmüştü. Olmadık bir zamanda nükseden bu problemin üstesinden gelebilmek için zikir çekmeye başladı. Zikir hem kalbini hem de karışmış olan aklını sakinleştirme de bire birdi. Allah’ın takdirinin dışında bir şey gerçekleşmeyeceğini tekrar hatırlar gibi zikrine devam etti.

Murat’ın pratik zeka gibi çok güzel bir özelliği vardı. Onu farklı yapan birçok özelliğinden biri de bu yönü sayılıyordu. Öğrencilerinin sorunlarına yerinde ve isabetli çözümler getirip, sorunları çabuk ve yerinde çözüme bağlardı. Birlikte çalıştığı arkadaşları onun bu yönünü bildiklerinden ihtiyaç duydukları zaman ki bu sık sık olurdu, onun fikirlerine başvururlardı. Onu farklı yapan bu özelliğini kullanamadığı zaman olduğu yere çakılıp kalıyordu. Basireti bağlanmış gibi hissetmeye başlıyordu.

Gözaltına alınanların yerine geçici olmasını umduğu yeni birilerinin belirlemesi gerektiğini biliyordu. Yakalanan kişilerin hizmetleri yarıda kalmasın ve hizmet devam etsin diye yakalananların yerine bakması için uygun kişileri Murat seçmek zorunda kalmıştı. Yakalanan kişiler Murat’ın öğrencisiydi, onun sorumluluğundaydılar. Hizmetin sekteye uğramaması için de Selim’in yerine Aziz’in bakması için Namık Kemal lisesine gitti.

Okuldaki İslam’i Cemaat mensupları okul sorumlusu olan Selim’in okula gelmeyişini hayra yormasalarda kötü bir durumda birilerinin kendilerine kötü haberi vereceğini biliyorlardı. Murat, Selim’in okuldaki hizmetlerindeki yardımcısı olan Aziz’le buluşup olan biteni ona anlattı. Selim’in geri dönmesini umarak “Bundan böyle okulun sorumlusu sensin, her zamanki gibi akşamları buluşmaya devam ederiz” deyip akşam için randevulaştılar. Murat kendisine ait sorumlulukları yerine getirip gerekli tedbirleri aldıktan sonra olup bitenden Hasan’ı haberdar etmek için tekrar evine gitti. Kapıyı açan Hasan, Murat’ı içeri davet etti. Murat bildiği tanıdığı bu eve girince hangi odaya geçeceğini iyi bildiğinden sola yönelip odaya geçti.

Hasan da haber vermesi gereken yerlere haber vermiş olduğundan sabahki endişeli haline nazaran şimdi daha iyi ve sakin görünüyordu. Murat kendisine olup biteni anlatınca da daha bir rahatladı. Polis baskını Küçük çapta olsa bile tedbirler alınırdı. Hasan “Rıdvan, senin kaldığın evi biliyordu, sen ne yapacaksın, nerede kalacaksın” diye sorduğunda Murat bunu hiç düşünmediğini fark etti. Arkadaşları için tedbir alırken kendisini unutmuştu. Hasan, Murat’ın bunu düşünmediğini anlayınca “İstersen burada kal. Gözaltındakiler burayı bilmiyorlar, güvenliği sayılır” deyip Murat’ın kendisine yer ayarlamadığını, unuttuğunu anlamazlıktan geldi. Murat yapılan teklife sevindi. “Her şerde bir hayır vardır, dedikleri bu olsa gerek” diyerek Hasan’ın yaptığı teklifi kabul etti.

Murat, Hasan’ı tanıdığı günden beri ona sevgi ve saygının yanı sıra gıpta ediyordu. Onu daha yakından tanıma fırsatını yakalamıştı. Onunla uzun uzadıya sohbet edip düşüncelerini öğrenmek için bundan daha güzel bir fırsatı olamazdı. Aradığı fırsat hiç beklemediği bir halde ayağına gelmişti. Ondan öğrenecek çok şeyi olduğunu biliyordu. Bunu iyi değerlendirmek için aklından geçen soruları ve merak ettiği konuları şimdiden sıralamaya başlamıştı bile.

Hasan’ın evinde kaldığı ilk gün pek istediği gibi geçmemişti Murat arkadaşlarının evinde kalmaya alışkın olduğundan Hasan’ın evinde hiç yabancılık çekmedi. Kendisini evinde hissetmese de çekingen ve ürkek misafirler gibi değildi. Rahat tavırları Hasan’ın gözünden kaçmamıştı. Bunun nedenini biliyordu, Murat’ın uzun süredir ailesinden ayrılıp öğrenci evlerinde ya da arkadaşlarının evinde kaldığı bilinen bir şeydi. Yine de “Rahatsın inşallah” diye sorma gereği duydu. Murat kendisini misafir gibi görmediği Hasan’ın evinde ilk üç günde evin bir bireyi gibi olmuştu. Hasan’ın kardeşi gibi hissetmeye başlamıştı. Bu belki de içinde sürekli bir boşluk olarak duran aile özleminden de geliyor olabilirdi. Bunu bilmese de ruhu hissediyordu, farkında olmasa da kalbindeki bir boşluğu doldurmaya çalışıyordu.

Hasan’la yakınlaştıkça onun tecrübe ve ilminden istifade etmeye başladı. Hasan’ın bakış açısına ve ufkuna hayran kalmıştı. Sohbetlerin birinde “Kendini Allah’ın zikriyle meşgul etmezsen şeytan seni Kendi sevdiği şeylerle ve dostlarıyla meşgul olman için uğraşır, onun davasının bir neferi olman için seni yolundan döndürmeye çalışır” diye anlatmıştı. Bu nasihatin doğruluğunu kendi hayatında ve öğrencilerinin hayatlarında şahit olduğu bir hakikatti. Bunu bu kadar öz bir şekilde anlatan Hasan’a daha çok hayran kaldı. Tanımak istediğin birisiyle birlikte bir yerde birkaç gün geçirince onun iyi kötü yönleri ortaya çıkıyordu. Birisini tanımanın belki de en güzel ve sağlam yolu onunla birlikte birkaç gün geçirmekti.

Murat, Hasan’a belli ettirmeden onu markaja almıştı. Sözleri ve sohbetleri güzel olduğu kadar amelinde o kadar güzel olup olmadığını merak ediyordu. Bu yüzden olsa gerek Hasan’ın her yaptığını gözlemlemeye başlamıştı. Amelsiz güzel sözler kokusu güzel ama tadı acı meyvelere benzerdi. Hasan’da gördüğü şey ise güzel amel ve güzel sözlerdi. Rengi ve tadı güzel olan portakal gibiydi. Allah azze ve celle sevgisiyle yandığını görebiliyordu. Namaz vakitlerinde her daim abdestli olduğu gibi bir an önce ezan okusa da Rabbime kulluk etsem diye heyecanlanıyordu. Birçok kimse gibi “Ezan okunsa da namazımı kılıp kurtulsam” diyenlerle uzaktan yakından alakası yoktu.

Hasan’ın bir de namazdaki duruşunu sevmişti. Öyle mütevazı oluyordu ki o tanıdığı heybetli kahramandan eser kalmıyordu. Boynunu bükmüş, omuzlarını düşürmüş, çaresiz bir halde zayıflığını itiraf eder gibi Rabbinin huzurunda kıyama duruşunu düşmanları görselerdi “Korktuğumuz Hasan bu mu?” diye kesinlikle inanamazlardı.

Hasan’ın ailesine karşı nasıl davrandığını merak ediyordu. Onun bu yönünü görmesi mümkün olmadığından fikir yürüterek bir sonuca varmak istese de bunun doğru bir yol olmadığını biliyordu. Hasan’ın evine gelen dava arkadaşlarına karşı gösterdiği sevgi ve saygıyı gözleriyle görebildiği için bu konuda aklında ve kalbinde bir şüphe kalmamıştı. Ama kişinin arkadaşlarına karşı gösterdiği ilgiyi ailesinden esirgediği gerçeğini de biliyordu. Bunu evlerinde misafir kaldığı kişilerin yaşantısında ve kendi ailesinde görmüştü. O yüzden Hasan’ın bu yönü içindeki son merak olarak kalmıştı. Hasan’da gözlemlediği şeyler beklentisine cevap vermişti. Son ve en önemli şey aile yaşantısı nasıldı?

Hasan birlikte çalıştığı kişilere karşı sevgi ve güler yüzlü iken ailesinin ve çocukların yanında da böyle miydi? Öğrencilerinin üzerine gerdiği şefkat kanatlarını ailesinin üzerine de geriyor muydu?

Bunları merak etse de cevabını asla bilemeyecekti.  Geceli gündüzlü on günü Hasan’la birlikte geçirdiği halde bu konu hakkında bir şey öğrenemedi.  

Aslında merak ettiği şey Hasan’ın ailesine nasıl davrandığı değildi. Hasan’ın da babası gibi olup olmadığını merak ediyordu. Tanıdığı baba figürlerini babasıyla kıyas edip duruyordu. İlerde bir aile kuracak olursa nasıl davranması gerektiğini öğrenmek istiyor da olabilirdi. Babasından gördüğü gibi birimi olacaktı yoksa… Gerçekten de ailesine iyi davranan birilerinin yaşantısını merak ediyordu. Henüz bir ailesi olmadığı için de ancak varsayımda buluna biliyordu.

Hasan’ın da babası gibi eşine karşı sert tavırlı, çocuklarının ise kendisinden korktuğu bir yapısı olup olmadığını bilmek istiyordu. Babasının yaptığı gibi çocuklarını korkutup, üzerlerinde baskı kurarak mı kötü alışkanlık ve arkadaşlarından korumaya çalışıyor diye bilmek istiyordu.

Hayatın anlaşılmaz cilveleri vardı “Kişi en çok sevdiğini üzermiş, dediklerine göre vardır bir hikmeti yoksa bu hikmetli söz ortaya çıkmazdı” deyip fikir yürütmeye devam etti.

Aklına yine kendi babası geldi. Kendisine ve kardeşlerine sürekli bağırıp çağırdığı anları hatırladı. Hasan’da böyle bir şeye şahit olmamıştı. Babasına benzemediği ortadaydı. “Bağırıp çağırmadan da oluyor” diyerek Hasan’la babasını kıyas etmekten vazgeçti. Belki de aradığı baba figürünü Hasan’da bulmuştu. “Bunu daha iyi anlayabilmem için de galiba baba olmak gerekiyor” deyip daha fazla hayallere dalmada başka şeyler düşünmeye başladı.

Hasan’ı anlayabilmesi, onun hakkında bir hüküm verebilmesi için ilk önce bir aile sahibi olması gerektiğini biliyordu. Evlenip çoluk çocuğa karışmak gibi bir düşüncesi şimdilik yoktu. Uzun sürede olmayacağı konusunda kendisini şartlandırmıştı. Zihnine gelen aileyle ilgili düşüncelerden şimdilik kaçarak kurtuluyordu. Bu kaçış şimdilik işe yarıyordu, kafasını meşgul edecek başka şeyler bulma konusunda sıkıntı çekmiyordu.

Hasan için aile candı, onlara olan düşkünlüğü Murat’ın bilmesine ve görmesine imkan yoktu. Onlara karşı ne kadar merhametli olduğunu bilenler Hasan’ın bu yönüne gıpta ederlerdi. Sürekli mücadele ortamında, ateş altında olup da strese girmeyen çok nadir kişilerdendi. Kalbinde ailesine karşı hissettiği duygularını ise kulların görmesi mümkün değildi.

Hasan’ın yakın arkadaşları dışında kimse onun çocuklarıyla güzel anlar geçirdiğini görmemiştir. Onlarla birlikte güldüğünü, onlarla oyunlar oynayan çocuk ruhlu Hasan’a tanıklık etmemişlerdi.

İnsan, kızgın olduğunda ses desibeli yüksek çıkıyor, sanki içindeki öfke patlaması ağzından çıkar gibi… Ses tonu yüksek bir desibele ulaşıyor. Oysa Hasan’ın ailesine karşı böyle yüksek sesle konuştuğuna şahit olan yoktu.

Murat dört dörtlük bir insan arayışındaydı. Oysa ne Hasan ne de bir başkası bu dünyada onun istediği kriterleri yerine getirebilirdi. Bu dünyada dört dörtlük insan olmadığını henüz anlamamıştı. Aradığı kişinin Hasan olabileceği yönünde içinde beslediği umudu kısmen yerine gelse de yarım kalmıştı. Hasan’dan öğreneceği çok şey olmasına rağmen aklına gelen baba figürü kafasını karıştırınca odaklanmakta zorlandı. Öğrenme şevki kaçtı. Ondan daha fazla şeyi öğrenmesini engel oldu. Bunun farkına vardığında pişman olacaktı, ama o zaman da iş işten geçmiş Hasan’ın evindeki misafirliği bitmiş olacaktı.

Hasan’ın birçok yönüyle örnek olduğunu kabul ediyordu. Yanıldığı tek nokta ise dört dörtlük bir insan modelini yanlış yerde aramasıydı. Söz konusu dört dörtlük insan modeli olunca bu özellik Allah azze ve celle tarafından sadece peygamber aleyhisselam sallallahu aleyhi ve selleme has kılındığını unutmuş gibi başka insanların da dört dörtlük olmasını istiyordu. Özellikle de sevip saydığı Hasan gibilerinde bunun olmasını bekliyordu.

Hasan’ın söylediği, nasihat ettiği hakikatleri düşünmeye başladı. Hasan’ın ailesine karşı nasıl davrandığı düşüncesinden kurtulmak için yeni düşüncelere dalması gerektiğini biliyordu. Hala hafızasında Hasan’ın “Kardeşlik bağı bizi birbirimize bağlayan Allah’ın bir lütfudur. İslam’i Cemaat olarak bizler bu bağa dört elle sarılıp kenetlenerek Allah’ın davasını şiar edindik. Kardeş, kardeşi için ölümü göze alabiliyorsa o gerçek manada mümindir. Kardeşini kendi nefsine tercih ediyorsa o gerçek manada mümindir” diyerek kardeşliğin kurallarını saymıştı. O anda Hasan’ın gözlerinin içine baktığında görebildiği tek şey bu sözlerin kalbinden gelen gerçek duyguları olduğuydu. Kardeşleri için severek ölmeye hazır olduğunu görebiliyordu.” Belki bir gün ben de kardeşlerim için ölüme hazır bu kadar hevesli ve istekli biri olurum” diyerek içinden dua etti.

Hasan’la birlikte geçen on günün sonunda onun sayesinde Allah’a kulluğu daha iyi öğrendi. Hasan “Rabbimiz bizi ona kulluk edelim diye yaratmışsa biz de ona kulluğumuzu en iyi şekilde sunmalıyız. Bunu da severek ve isteyerek, aşkla yapmalıyız ki yaratılış gayemizi yerine getirmiş olabilelim” dediğin de dönüp kendisine bakmıştı. İbadetleri asla küçümsememişti. Sadece bazen yanlış da olsa hizmetlerini ibadetten daha öncelikli bir hale getiriyordu. Oysa Hasan’dan öğrendiği en güzel ders “Yaptığımız hizmetten amaç Allah’ın rızasını kazanmak olduğu halde Allah’ın önceliğini bırakıp kendi önceliğimizi belirlememiz, sıralamamız çok saçma olur. İbadetlerimize gerekli ehemmiyet ve önemi verdiğimiz takdirde Allah azze ve celle her işimizde bize yardımcı olur, işlerimizi kolaylaştıracağı gibi hayırlı ve bereketli olmasın da nasip eder” dediğinde bunu yürekten söylüyordu. Hasan’da sözlerinin tezahür eden hallerine şahitlik etmişti. Sözleri ve amelleriyle bunu doğruluyordu. Yıllarca yaptığı bir yanılgıyı düzeltme şansını yakaladı için Allah’a sonsuz şükretti. Bu dersleri okuduğu kitaplardan alamamıştı. Oysa ne çok kitap okuyordu. Elinde düşürmediği kitaplar Hasan’ın sözleri yanında yol göstermekten uzak kalıyorlardı.

Gözaltına alınanlardan henüz bir haber olmayışı hiç hayra alamet değildi on dört günlük resmi gözaltı süresinin bitmesine az bir süre kalmasına rağmen mahkemeye çıkmamış olmaları kaygı vericiydi. Gözaltındakilere kıyas dahi edilmediği halde Murat da kendisini bir nevi gözaltındaymış gibi hissediyordu. Onun yapısı oturmaya alışkın değildi. “Hasan’ın gözetiminde ev hapsi” bu şakayı dinlendirmekten utandı. Gözaltındaki kardeşleri için dua edip Allah’tan yardım istedi “Onların yerine keşke ben olsaydım” diye tek başına kaldığı odada sesli duasını yaptığı esnada Hasan odaya girince duyduklarına inanamadı. İlk kez Murat’a sesini yükseltip “Sübhanallah bu nasıl bir duadır? Dua mı ediyorsun yoksa beddua mı belli değil. Şayet Allah azze ve celle seni böyle bir şeyle imtihan etmek isteseydi kainatta hiç kimse O’na engel olamazdı. Kaldı ki onlar için hayır dilemek varken ne diye kendin için şerri istiyorsun. ‘Ya Rab! Onları kurtar, onların sağ salim aramıza dönmesini nasip et’ demek varken neden zorluğu istiyorsun. Haşa Allah’ın buna gücünün yetmeyeceğini mi düşünüyorsun?” derken çok sinirlendiği şişen damarlarından belli oluyordu. Murat duasında böyle bir gaf yaptığı için pişmanlık duysa da bunu o an Hasan’a söylemekten çekindi. Yatışması için bir müddet sessiz kalmayı tercih etti. Oysa dualarında dile getirdiği şey iyi niyetle söylediği bir isteğiydi, iyi niyetinin sonucunun her zaman iyi olmayacağını da böylelikle anlamış oldu. Hasan’ın söylediklerini düşününce haklı olduğunu anladı. Onların acılarını üzerine almaya, onların yaşadıkları zorluğun yerine kendi nefsini öne sürmeye hazır olduğunu ifade etmek istemişti. Bu isteğini de dualarında Rabbine iletiyordu. Hasan’ın duyduğu duayı yanlış anlamasını normal karşıladı. Oysa kalbi kardeşlerinin kurtulmasını diliyordu. Buna kefaret olarak da kendi nefsini öne sürme hatasında bulunmasaydı. Her şey daha güzel olacaktı. Allah’ın duaları kabul etmesi için kefarete ihtiyacı yoktu. O’nun “Ğani” sıfatını unuttuğunu kabul edip Hasan’ın sinirlenmesine hakverdi.

Çaresizce beklemenin, sabrın ne demek olduğunu ilk kez öğreniyormuş gibi zorlanıyordu. Daha önceden de yakalanan arkadaşlarından dolayı başka evlerde kalmak mecburiyetinde kalmıştı. Ama hiçbirinde bu kadar deneyim ve fayda kazanmamıştı. Tüm bunlara rağmen “Sabretmek ne kadar zormuş” demekten kendini alamadı. Gerçi çok nadir de olsa evden çıktığı oluyordu, gidip öğrencilerini görmek zorundaydı. İşlerin aksamaması için Hasan ona izin vermişti.  Yakalananların boşluğunu doldurmak, onların yokluğunu hissettirmemek gerekiyordu. Murat elinden geleni yapsa da hep bir sorun çıkıyordu. Okuldaki öğrencileri rahatsız edenler, onları kavga için tahrik edenler yetmezmiş gibi bir de onları İslam’i Cemaatin saflarından koparmaya çalışanlarla uğraşması gerekiyordu. Hayatın her mecrasında problem vardı ve olacak da. İnsanın olduğu yerde ne sorun biterdi ne de problemler. Bunları yine insan çözebilirdi. Bazen sorunlar ve problemler hep birlikte ittifak edip üzerine geldiğini, kendisini çıldırtmak ve bırakıp kaçınması için iş birliği yaptıklarını dahi düşünüyordu, Nedense sorunlar hep üst üste geliyordu, böyle daha mı güçlülerdi?

Murat bitip tükendiğini hissettiğinde içinden tüm samimiyetiyle “Allah’ım bu aciz ve günahkar kuluna yardım et” diye dua ederdi. Duasından kısa bir süre sonra da kalbi ve akıl sakinleşir sükunet ve huzur bulurdu.

On ikinci günde gözaltına alınanlardan haber gelince heyecanlanmıştı. Hasan’a “Durumları nasıl içlerinden tutuklanan var mı?” diye peş peşe sormuştu. Hasan gayet rahat bir şekilde “Onlar senin kefaret ödemene gerek kalmayarak serbest kalmışlar” dediğinde Murat lafın kendisine olduğunu anladıysa da bunun sevincini gölgede bırakmasına izin vermedi. Sevincinden gayri ihtiyari tekbir çektiğinin bile farkında değildi. Hasan, Murat’ın sevincine ortak olduğunu göstermek için ona tebessüm edip “Yaradan yarattığı Kulu bilmez mi? Onun kaldıramayacağı yükü yüklemez” dedi. Murat “Şimdi neredeler?” diye heyecanla sordu. Bir an önce yanlarına gitmek onları görmek istiyordu. Bu konudaki İslam’i Cemaatin kuralları aklından çıkmış gibiydi. Hasan “Bu gibi durumlarda polis serbest bıraktığı kişiyi yakın takibe alır, onunla kimlerin irtibata geçeceğini gözlemler. Bu polisin sık sık uyguladığı bir metottur” diye Cemaatin bu konudaki kurallarını hatırlatma gereği duydu. Murat bunları biliyordu. O anın heyecanıyla söylenilmiş bir söz olduğunu sadece kendisi biliyordu. Ona “Gözaltında çıkan kardeşlerini ziyaret et” deselerdi o da Hasan’ın kendisine söylenen sözleri söylerdi.

Murat merak ve endişe ettiği, duymaktan korktuğu soruyu sormaya hazırlanıyordu “Çok işkence görmüşler mi?” diye sorduğunda bu sorunun cevabını duymak istediğinden pek emin değildi. Hasan “Durumları gayet iyidir, endişe edilecek bir şeyleri yok” deyince Murat “Allah’a şükürler olsun. Şimdi rahatladım. Zira gözaltına alınanların başına her türlü şeyin gelmesi muhtemeldir” deyip sevincini Hasan’la paylaştı. Öğrencilerinin gözaltından çıktığına o kadar seviniyordu ki sevincinden yerinden duramaz olmuştu. Tekrar eskisi gibi hizmet sahasına çıkabileceğini düşününce sevinci ve heyecanı iki katına çıktı.

Hasan’ın evinde geçirdiği on iki gün içinde kendini paslanmış hissediyordu. Bir an önce evden ayrılıp eskisi gibi hizmet sahasına inmek için Hasan’la konuşup onun iznini alması gerektiğini biliyordu. Bu isteğini Hasan’a açmak istiyordu, cesaretini toplayıp akşam yemeğinden sonra bu konuyu açmak için zihninde geçirdiği sözleri bir araya getirmeye çalıştı. Akşam yemeğinden sonra çaylarını içerken Murat “Abi! Müsaaden olursa yarın eve dönmek istiyorum” dediğinden Hasan’ın ne tepki vereceğini merakla bekledi. Hasan ona bakıp tebessüm ederek “Ne o sıkıldın mı benden?” diyerek şakayla karışık sorunca Murat’ın esmer yüzü kızardı. Hasan’ın söylediği sözün şaka olduğunu anlasa da bunun kötü bir şaka olduğunu söylemek istediği halde söyleyemedi. Bunun yerine “Estağfurullah abi! Sıkılmak ne demek sadece arkadaşlar gözaltında çıktığına göre herhangi bir tehlike kalmadığı için öyle söyledim” derken bile yüzü hala kırmızıydı. “Hem burada sık sık dışarıya çıkamadığım için işlerim aksıyor bir an önce hizmete kaldığım yerden devam etmek istiyorum” diye de güzel bir sebep öne sürdü. Aslında aksayan bir şey yoktu. Murat’ın aksıyor dediği şey kendisiydi, o hareketi koşuşturmayı, uğraşmayı seviyordu. Yerine oturmak ona göre bir şey değildi, karakterine ters bir durumdu. Hasan durumun farkındaydı. Birlikte kaldıkları on iki gün boyunca sadece Murat, Hasan’ı gözlemlememişti. Hasan da Murat’ı daha yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Murat’ı o kadar iyi tanımıştı ki böyle bir şey talep edeceğini bile tahmin etmişti. Zaten Murat böyle bir şey talep etmeseydi bile kendi ona gitmesi için izin verecekti. Teklifin ondan gelmesine sevinerek “Tamam” dedi Murat’ın buna çok sevineceğinden emin olarak. Oysa Murat istediğini elde ettiği halde yeterince sevinmemişti. Bu durumu tuhaf karşılayan Hasan “Ne oldu sevinmedin mi?” diye sordu. Murat konuşup konuşmama konusunda kararsızdı. Sonucundan korktuğu bir konuyu açmanın iyi bir fikir olmadığını biliyordu. Hasan, Murat’ın cevap vermediğini görünce üzerine gitmeyip konuyu değiştirmek istedi. Ona bir isim ve adresi verip “Bu şahsı Kemal tanıyor Kemal şahsı sana göstersin sen de gerekeni yaparsın” diye talimat verdiği halde Murat’ın durumun da bir değişme olmadı.

Kemal, Murat’ın silah arkadaşı olmanın yanı sıra aynı evde kalan ev arkadaşıydı. Daha önceden de değişik birimlerde birlikte hizmet etmişlerdi. Yakın dostlukları ve arkadaşlıkları vardı. Kemal liseyi bitirmiş ailesinin baskıları yüzünden üniversiteye hazırlanan 1,75 boylarında açık tenli ve sempatik biriydi. Birçok konuda Murat’la iyi anlaştıkları için öğrenci evinde birlikte kalmaları uygun görülmüştü.

Murat “Abi! Eylemi ben yapsam olur mu?” diye sorduğunda Hasan’ın yüzünün rengi değişti, damarları yine şişti. Az önce söylediği sözü anlamadığı için ona kızmıyordu. Kurduğu cümle Murat’a yakışır bir cümle olmadığı için gelirdi. “Eylemi Kemal yapsın sen de ona korumalık yap” diyerek sözünü değiştirdi. Murat, Hasan’ın durduk yere niçin gerildiğini anlayamadı, oysa çok basit bir soru sormuştu, onu gerecek bir şey yoktu. En azından o öyle düşünüyordu.

Hasan’ın konumunda olun birisi bu konularda çok hassas olması gerekiyordu. Öğrencilerine vermek istediği en büyük derslerden birini onlara sık sık anlatıp durduğu hakikati anlamalarını sağlamak olduğu halde Murat’ın dahi bugün bunu anlamamış ya da unutmuş olmasına kızıyordu. Bunda kendisi içinde bir pay çıkardı. “Amaç eylemi gerçekleştirmektir, kimin hangi görevi aldı değil. Eylemlerde tek amaç Allah için Allah adına olmalı” diye verdiği nasihat unutulmuşa benziyordu.

Murat ve Kemal, Hasan’a bağlı gruplardan sadece biriydi. Hasan tedbir amaçlı her grupta sadece biriyle diyaloğa geçerdi. Zaman zaman grupta birlikte hizmet edenleri toplar onlara “Nasıl mücahit olunur” diye dersler yapardı. İslam’i hizmetlerle ilgili işlerde söylemek, anlatmak istediğini görüştüğü bir kişi üzerinden diğerlerine aktarılmasını sağlardı.

Murat ve Kemal konusunda hala eksikliğin olduğunu Murat’ın kullandığı son cümlesinden anladı. Grup içindekiler eylemi bizzat kendileri yapmak isterler, sanki diğer görevler daha basit ve sıradanmış gibi tetiğe dokunan parmağın kendi parmaklarının olmasını arzu ederlerdi. Eylemi gerçekleştirecek kişi olmaya hevesli olurlardı. Bunun daha cazibeli olduğu doğruydu. Ne var ki yaptıkları hizmette cazibeye yer yoktu. Murat ve Kemal’le yaptığı dersler sırasında söylediği “İslam’i Cemaat fertlerinin nefislerine hoş gelecek şeylerden kaçınmaları elzemdir. Bir mücahidin ilk işi nefsini kontrol etmesidir” diye yaptığı derslerin yetersiz olduğunu görmekten rahatsız olmuştu. Grup içinde “Ben” diye bir şey yoktu. Silah arkadaşlığı başka hiçbir arkadaşlığı benzemezdi. Canını güvenerek emanet ettiğin kişi ile ölüme gitmek bambaşka bir şeydi. Öğrencilerinin kibirden, kendini beğenmişlikten, gururdan korumanın yolu nefis tezkiyesinden geçtiğini biliyordu. Bu yüzden eylemi Kemal’in yapmasını istemişti. Alınganlık yapan Murat’ın suratı hepten düştü. Hasan onun böyle ayrılmasını istemediğinden “Bizim hizmetimiz de nefsi tezkiye etmek çok önemlidir, yaptığımız hizmet bir inkarcıyı veya İslam’a düşmanlık yapan birisini cehenneme göndermekten daha ötedir. Yaptığımız şeylerle övünürsek Allah muhafaza amelimiz zail olabileceği gibi bizi de günaha sokar. Allah için yapılan bu hizmette nefsin zerre kadar payı olmamalı. Eylemi gerçekleştirecek ile koruma arasında fark ve ayrıcalık koymak nefsin arzusuna kapı aralamak olur.

Bizler heyecan ve macera peşinde koşan kişiler değiliz. Bizim mücadelemizde bunların yeri yoktur. O yüzden yapılan hizmetten sonra unutulmasını, eylem hakkında konuşulmamasını söylüyoruz. Madem yaptığımız hizmetin “Allah için”” olduğunu söylüyoruz bırakalım o zaman öyle kalsın. Allah için olan Allah’ın yanında kalsın. O niyetimizi ve kalbinizden geçeni en iyi bilendir” deyip Murat’ın gönlünü aldı.

Murat bir kez daha hata yaptığı için pişmandı. Hasan’ın söylediği hakikatleri ondan daha önce de benzer sözlerle duymuştu. Hasan’ın anlattıklarını Kemal’le birlikte defalarca dinleyip bunun üzerine dersler yapmışlardı. Hizmetin tüm alanında geçerli olan İhlas üzerine sık sık sohbetler dahi etmişlerdi. İnsan işte unutmakla maluldü.

Yalnız Murat niyetini sorgularken orada zerre kadar bir kibir veya kendini beğenmişlik görmedi. Bunu “Yapılacak eylemin riskli bir yerde oluşundan dolayı tehlikeli olabileceğini düşündüğü için teklif ettim. Hatta şehit bile olabileceğimi düşünerek Kemal’in yerine buna talip olmak istedim” diyerek açıklama gereği hissetti. Hasan, Murat’ın mahcup bir şekilde açıklamaya çalıştığı niyetine tebessüm edip “Her eylemin sonunda şahadet olabilir. Silahlı kişiler yalnız siz değilsiniz. Nice kardeşlerimiz eylemleri sırasında çatışmaya girmek zorunda kalıp şehit olmuşlardır. Bunun olmaması için korumanın gözünü dört açması, arkadaşını gelecek tehlikelerden koruması daha önemli bir görevdir” dediğinde durgunlaştı. Kısa bir süre önce kendisine bağlı olan Selahattin’in eylemden sonra şehit oluşunu hatırladı. Hamza ve Selahattin’i hatırlayınca nutku tutuldu konuşamaz oldu. Selahattin’in şehadet haberini aldığında nasıl yıkıldığını, birkaç gün eve kapanıp ağladığını hatırladı. Bunların bir daha tekrarlanmaması için Allah’a dua edip duruyordu. Sorumluluğu altındaki birinin şahadeti ile diğer şehit kardeşleri arasında çok büyük fark vardı. Murat, Hasan’ın durgunlaştığını görünce “Abi” diye seslenmek zorunda kaldı. Hasan, Murat’a bir şey belli ettirmemeye çalışarak “Belki Kemal’de senin gibi şahadet özlemiyle yanıp tutuşuyordur. Şehit olmayı her şeyden çok istiyor olamaz mı?” diye sorunca Murat’ın başı yere düştü. Murat yanlış üstüne yanlış yaptığını fark etti. Hayatından hiç yapmadığı kadar yanlışı kısa bir sürede yapmıştı.

Hasan’dan güzel bir ders daha almış oldu.  Risale dersi yaptıkları bir vakit buna benzer bir konu işlediklerini hatırladı. üstad Bediüzzaman hazretlerinin “Biz her konuda kardeşlerimizi kendi nefsimize tercih etmeliyiz” diye sözünün hakikatini yaşadığını fark etti.

Bazen bir konu bilmek veya onu iyi anlamak yetmiyordu. Bildiklerimizi veya anladıklarımızı hayatımıza tatbik etmeyince salt bir bilgi olarak hafızamızda yer işgal edecek. Kaç defa buna benzer misaller okuyup, ders yaptığını dahi hatırlamıyordu. Hasan sayesinde öğrendiği bilgilerin yeni yeni yaşayarak idrak etti. Masum bir isteğin bile arkasında nelerin olabileceğini görmüş, anlamış olmanın sevincini yaşıyordu. Bu sevinç, hata yapmasına engel olacağını düşündüğü bilgiye sahip olmasından kaynaklanıyordu. Hasan gibi bir öğretmeni olduğu için kendisini şanslı hissedip Allah’a şükretti. Hasan “Kendine alarmlı bir saat al, randevun olduğu zamanlar geç kalmazsın” diye son tavsiyesinde bulundu.  

Murat randevuyu geç kaldığı için mahcup olduğunu göstermek için başını yine öne eğdi. Hasan’ın randevu meselesini unutmuş olabileceğini düşündüğünden bu meseleyi açıp açmamak da kararsız kalmıştı. “O gün nasıl oldu gerçekten de bilmiyorum, normal zamanlarda yedi veya en geç yedi buçukta kesin yataktan çıkardım.  Saat sekiz bile olmadan hazır olurdum. Yedi buçuktan sonra istesem de yatamazdım. Hiçbir zaman dokuzda yatakta olmamıştım” deyip kendini yine savunmaya çalıştı. Hasan olmuş geçmiş bir sorunu tekrar açmak niyetinde değildi, ama randevuya geç kalınmayacağını da bilirdi. Bunu Murat’ın anlaması, kulağına küpe etmesi için söylemişti. Murat kendini bir suçlu gibi hissedip savunmaya geçmeseydi konu kendiliğinden kapanıp gitmiş olacaktı. Murat’ın hislerini öğrenince “Her şerde bir hayır vardır. Hayatın tek sahibi var, yaşamımızın sahibi tektir. O’nun iradesi dışında hiçbir şey gelişmez ve gerçekleşemez. Biz sünnetullah gereği hesap kitap yaparız, tedbirler alırız oysa tek geçerli hesap Allah azze ve cellenindir. O’nun takdir ettiğini yaşarız. O gün uykuda kalmasaydın bugün seninle birlikte kalmazdık. Bu seni masum yapmaz, daha dikkatli olman için belki bir şefkat tokadı olarak düşünebilirsin” deyip konuyu kapattı. Murat bu sözden sonra ne diyeceğini kendisini nasıl savunacağını bilemedi. En kısa yolu tercih edip suçlu olduğunu kabul etti. Başka seçeneği kalmamıştı. En kısa zamanda alarmlı bir saat almaya karar vererek konunun kapanmasından memnun oldu. Daha büyük cezalar beklerken böyle küçük bir nasihatle sıyrılmış olmasından dolayı memnundu. Belki daha önce kendisine bu kadar güvenmeyip bir saat alsaydı işler daha farklı olurdu. Suçluluk duygusu yaşamazdı.  Ayrılığın eşiğine geldiğini fark edince “Abi! Son bir tavsiyeniz var mı?” diye sordu. Hasan, Murat’ın ışıldayan gözlerinin içinde gördüğü şeyin etkisiyle “Ya Rabbi! Bizi şehadet mektebi olan Hizbullah’tan ayırma. Bizi şehit olarak katını al” diye sık sık dua etmesini istedi. Bu tavsiyeyle Murat, Hasan abisiyle aralarının eskisi gibi iyi olduğuna kanaat getirip tebessüm edip “Allah razı olsun abi” diyerek ayrılmaya hazır olduğunu gösterdi.

Hasan’ın tavsiye ettiği dua hoşuna gitmişti, kısa ve özdü… Bunu her vakit okuyup Allah’ın katında gelecek olan şehadet şerbetini yudumlayıncaya kadar bu duayı virdi haline getirmeye karar verdi. Ne de olsa şahadet bu dünyada en çok arzu edip istediği şeydi.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar