41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-1. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-1. Bölüm

  1. BÖLÜM

Ansızın patlayan silah sesleri sakin ve suskun olan karanlığı daha bir korkunç hale getirdi. Silah seslerini duymaya alışık olanlar dahi ne zaman bu tüyler ürpertici sesi duysalar içlerinde bir korku hissederlerdi. Bazı şeylere alışmak çok zordu. Ölüm kusan silah sesleri de bunlardandı.

Gizli işler nedense karanlıkta yapılırdı. Bilal ve Cengiz, gece karanlığına dalmışlardı. Üzerlerinde taşıdıkları silahlarla çok dikkatli olmaları gerektiğini biliyorlardı. Önlerine her an polis çıkabilirdi. Onlardan korkuları yoktu… Şehir onlarındı… Zira sokakları avuçlarının içi gibi biliyorlardı.

Bağlar semtindeki çeltik fabrikasının yan sokağından çıkmışlardı. Bir an önce Koşuyolu’ndaki bir başka eve gitmeleri gerekiyordu. Yol oldukça uzundu. Taksiye binmeleri riskliydi. Taksicilerin güvenilmez olmaları bir yana hangi yolcuyu nereden alıp nereye bıraktıklarını değişik nedenlerle meraklılarına söyleme gibi kötü bir huyları vardı. Bu yüzden yaya olarak gitmek en güvenli yol gibi görünüyordu. Yolları tutan polislere yakalanmamak için de tedbirli davranmaları gerekiyordu.

Cengiz yirmi iki yaşlarında hafif dolgun, kısa saçlı, buğday tenliydi. Bilal’in aynı zamanda İslami hizmetlerdeki sorumlusuydu. Pek anlaşamasalar da Bilal onun sözünü dinleyip itaat ediyordu. İslam Cemaati onların birlikte çalışmalarını uygun görmüştü. Bilal ise yirmili yaşlarda, uzun boylu, esmer, boyuna göre kiloları göze çarpmayan atletik bir fiziğe sahipti.

Cengiz fazla üretken biri olmasa da samimiyetinden şüphe edilmezdi. O her zaman kendisine söylenenleri yerine getiren tam teslimiyetçi bir kişiliğe sahipti. Oysa Bilal onun tam tersiydi; üretken ve yeni fikirlere açıktı. Yanlış gördüğü bir şeyi çekinmeden söyler, gerekirse eleştirirdi. Eleştirmesine rağmen istenilen işin yapılması kendisinden istenildiğinde onu yapıp en azından Allah katında mesuliyetten kurtulduğu için içi rahat ederdi.

Hizbullah Cemaatinin çalışmaları, hizmet alanları, fertlerinin kişisel bilgileri, sorunları, istek ve önerilerini yazmış oldukları dokümanları gerekli yerlere ulaştırmaları için ellerini çabuk tutmaları gerekiyordu. Dokümanları bir an önce Cemaate ulaştırmaları istenmişti. Yanlarında tuttukları her saniye tehlike demekti. Bu tehlikenin en büyüğü hiç şüphesiz polisin baskınına uğrama ihtimaliydi. Dokümanların polisin eline geçmesi demek Cemaat fertlerinin fişlenmekle kalmayıp yok olmayla karşı karşıya kalma gibi büyük bir risk vardı.

Bunun farkında olan Bilal ve Cengiz dokümanları daha emniyetli olan Cemaate bir an önce ulaştırmak için istiyorlardı. Cengiz, bu endişe, görev şuur ve bilinciyle işlerini bir an önce yapmak için aceleci davranıyordu. Bu aceleciliği yüzünden bazen tedbiri göz ardı edebiliyordu. Böylesi durumlarda Bilal devreye girip;

–Abi! Gecenin bu vakti, ortalıkta polislerin cirit attığı bir zamanda silahlarla çıkmak tehlikeli değil mi? Deyip, bugün olduğu gibi defalarca Cengiz’e endişesini söylemişti. Cengiz kendilerine emanet edilen dokümanları bu gece götürmeyi kafasına koymuştu bir kere... Cengiz, bir şeyi kafasına koydu mu onu vazgeçirmek neredeyse imkânsız gibiydi. Cengiz, yolların bu aralar sık sık polis tarafından tutulduğunu biliyordu. Tüm riskleri bildiği halde bu akşam yola çıkmak için ısrar etmişti. O isteyince de artık Bilal’e düşen ona itaat etmekti. Sonuçta bir karar verilmişti. Ve sorumluluk Cengiz’e aitti.

Cengiz’in istediği gibi dokümanları bir poşete bırakıp silahlarını aldıktan sonra dualarla yola çıktılar. Taşıdıkları dokümanları canlarından daha kıymetli bir emanet olarak görüyorlardı. İçinde nelerin olduğunu bilmeseler de namahrem olduğu için namuslarını korur gibi koruyorlardı dokümanları.

Cengiz, Bilal’e;

–Sen arkamdan gel. Ben önden gideceğim. Bir sorun ve sıkıntı olursa sana işaret veririm. O anda ne yapacağına kendin karar verirsin, diyerek kendince tedbir almaya çalışmıştı.

Birlikte Bağlar semtinden yola çıktılar. Sokak aralarından geçerek ilerlediler. Gitmek istedikleri yere az bir mesafe kalmıştı. Sağlık Ocağı caddesini geçtikten sonra rahat edeceklerdi. Cengiz caddeye çıktı. Her şey yolunda gibi görünüyordu. Bilal onu takip edip ardından caddeye çıktı. Aralarında yaklaşık altı yedi metre kadar bir mesafe vardı. Her şeyin yolunda olduğunu düşündükleri bir anda Sağlık Ocağının yanındaki Sakarya caddesinden çıkan eli silahlı polisler birden caddeyi sardılar. Cengiz ve Bilal’in arasına girmiş olan polisler gelip geçenleri aramaya başladılar. Bilal endişeye kapılmıştı. Hesaplanmadık şekilde bir anda aralarında biten polisleri görünce o an için ne yapacağını düşünemez oldu. Elini gayri ihtiyari belindeki silaha attı. Sonra dikkat çektiğini fark edince elini geri çekti. Dokümanları korumak için canı pahasına bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi. Dokümanların bulunduğu poşetteki yedek silahı alarak yürümeye devam etti. Geriye dönme imkânı yoktu. Her adımının onu bilinmez bir sona yaklaştırdığını hissetse de hâlâ aklında tam olarak ne yapacağı hakkında bir planı yoktu. Düşündüğü tek şey çatışmaktı. Buna hazırlanıyordu. Elindeki dokümanların namahrem ellere geçmemesi için her türlü çılgınlığı göze almaya hazırdı. Silahını çekip çatışmaya hazırlanıyordu ki silah sesleri duymaya başladı. Polisler neye uğradıklarını anlayamadılar. Mermilere hedef olmamak için refleks olarak kendilerini duvar kenarına atmaya çalıştılar. Silah sesinin nereden geldiğini anlayabilmek için etraflarına bakıyorlardı. Korktukları şey onlara yönelik bir saldırı olmasıydı. Neyse ki polisler böyle bir saldırı olmadığını görünce silah sesinin geldiği yöne dikkatlerini verdiler.

Cengiz, polisleri fark ettiği gibi silahını çekip dikkatlerini kendi üzerini çekmek için havaya birkaç kez ateş etti. Silah sesiyle caddede bulananlar kaçışmaya başladılar. Bilal, Cengiz’in ne yapmak istediğini anladığında o da silah seslerinden korkmuş gibi yaparak oradan uzaklaştı. Polisler silah sesinin geldiği yöne dikkatlerini verince önlerinden kaçıp giden Bilal’e aldırmadılar. Onlar için eli silahlı kişi daha tehlikeliydi. Cengiz’in olduğu yöne yöneldiler.

Bilal, polislerden kurtulmuştu. Elindeki dokümanları bir yere bırakıp Cengiz’e yardım etmek için çevreyi kontrol etti. Nereye baktıysa güvenebileceği bir yer bulamadı. Tanımadığı birisine elindekini vermek çok riskliydi. Çaresizliğin böylesini daha önce hiç yaşamamıştı. Bir yandan canından kıymetli dokümanlar öte taraftan kardeş bildiği Cengiz’in tehlikede olduğu böylesi zor bir durumda karar veremiyordu. Hangisinin daha ehemmiyetli olduğunu tarttı. Aklı ve kalbi çatışmaya başlamışlardı. Kalbi, Cengiz’e yardım etmek için geri dönmesini fısıldarken aklı, taşıdıklarının daha kıymetli olduğunu fısıldıyordu. Cengiz’in kendisini riske atmasının nedeni de taşıdıklarının emniyete kavuşması içindi. Yine de bir karar vermekte zorlanıyordu. Silahı çekip Cengiz’e yardım etmeye hazırlandı. Zira Cengiz’in can güvenliğini her şeyden daha kıymetli görmüştü. Dokümanlar bir şekilde telafi edilirdi. Ama ya Cengiz’e bir şey olursa… Bunu düşünmek bile kanının beynine sıçramasına neden oldu.

Cengiz, elindeki silahla havaya ateş ederek polislerin dikkatlerinin tamamen kendisine yönelmesi için elinden geleni yapmıştı. Bunda başarılı olduğunu düşündüğü anda Bilal’in geri döndüğünü gördü. Elinde poşetle birlikte başka bir şey taşıdığını fark etti. Bunu tahmin etmek onun için zor değildi. Bilal’in ne yapmak istediğini anlamıştı. O anda bile düşündüğü tek şey dokümanları kurtarmaktı. Bilal’in bunu anlamamış olmasına kızıyordu. Oysa benzer durumda Bilal olsaydı o da aynısını yapardı. Dokümanların her ne pahasına olursa olsun kesinlikle polislerin eline geçmemesi gerekiyordu. Canı pahasına da olsa Cengiz bu sefer polislerin bulunduğu tarafa doğru ateş etmeye başladı. Kendilerine yönelen kurşunların hedefi olmamak için siper alan polisler Cengiz’in kurşunlarını sayıyorlardı. Emin olmadan bulundukları yerden çıkmak istemiyorlardı. Can; onlar için çok kıymetliydi. Sahip oldukları yaşamlarını bir hiç uğruna feda etmek istemiyorlardı. Kısa bir süre sonra tahmin ettikleri gibi silah sesleri seyrekleşmeye başladı.  

Polisler bundan cesaret alarak havaya ateş eden kişiyi kurşun yağmuruna tuttular. Cengiz, Bilal’in oradan uzaklaşması için elinden geleni yaptı. Kaçmadı, canını düşünmedi. Bilal, Cengiz’in bile bile bunu göze aldığını görünce yapmak istediği şeyden vazgeçti. Tekrar geri dönüp dokümanları korumanın daha iyi olacağını, Cengiz’in yaptığı şeyin boşuna bir çaba olmadığını kabullendi. Cengiz, Bilal’in oradan ayrıldığını görene kadar kaçmadan bekledi. Polislerin dikkatini daha iyi çekebilmek için son kurşunlarını da havaya ateş ederek tüketti.

Bilal’in geri dönüp kurtulduğundan emin olduktan sonra kaçmaya çalıştı. Ardından art arda patlayan silahlardan çıkan kurşunlar onu iki bina arasında kuytu bir yere sığınmak zorunda bıraktı. Uzun namlulu silahlarla rastgele ateş eden polisler yoldan geçen bir genci yaralamalarına aldırmadan mermi yağdırmaya devam ettiler.

Etrafta uçuşan serseri kurşunlardan korunmaya çalışanlar kendilerini yere atmış bekliyorlardı. Kafalarının üzerinden geçen kurşunlara hedef olmamak için elleriyle de kafalarını korumaya çalışıyorlardı. Cengiz, fırsatını bulup bulunduğu yerden çıkıp kaçma hazırlığını yapıyordu ki ayağında hissettiği sıcak bir acıyla yere yıkıldı. Tam da dizinden kurşun yemiş, olduğu yere çakılı kalmıştı.

Polisler kendilerine ateş edilmediğini görünce saklandıkları yerden çıkıp onu yakaladılar. Beş on polis Cengiz’i aralarına alıp meydan dayağına başladılar. Cengiz, dizindeki yaradan çok vahşi tekmelerin hedefinden kurtulmak için kendisini korumaya çalıştı. Diyarbakır’da polisin basit bir rahatsızlık karşısında takındığı tavrın en asgarisi bile şiddetli bir dayak olurdu. Çünkü poliste bariz bir güç zehirlenmesi hâkimdi ve yaptıkları her şeyin yanlarına kâr kaldığına alışkındılar. Cengiz’i bayıltıncaya kadar dövdüler. Polisin amacı rahatlamak ve halka gözdağı vermekti. İnsanlar uzaktan şaşkın ve meraklı bakışlarla ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

 Cengiz’i Emniyete götürdüler. Bu zamana kadar karakol yüzü görmemiş olan Cengiz, yolun sonuna geldiğini anladı. Kendisini en kötü sona hazırladı. Her ne olursa olsun kesinlikle İslami çalışmalarla ilgili tek kelime etmemek için kendisini şartlandırmıştı. Canını feda etmeye hazırdı. Olacakları aklına ve kalbine kabullendirmişti. O her zaman daha farklı bir son hayal etmişti. Bir sokak ortasında PKK Örgütünün hain bir kurşunuyla veya polisle girişilecek çatışma anında vurularak al kanıyla Rabbine kavuşmayı düşünmüştü.  Oysa şimdi yaralı olan bacağıyla zalimlerin ellerine düşmüştü.

 

        

 

Yaralı bacağına gerekli sağlık işlemlerini yapmadan onu sorguya aldılar. İlk sordukları soru;

–Hangi örgüte mensupsun? Sorusu oldu. Polise göre Diyarbakır genci olup da örgüt mensubu olmayan kimse yok gibiydi. Bu yüzden silahla yakaladıkları herkese sordukları ilk soru aynı oluyordu.

Cengiz kendisini sıradan biri olarak gösterince kurşun yediği bacağındaki deliğe parmaklarını sokup işkencenin ilk aşamasını başlattılar.

Cengiz, gördüğü işkence nedeniyle hissettiği acılara rağmen direnmeye kararlıydı. Polis;

–Neden ateş ettin, diye öfkeyle sordu.

Cengiz o anda hazırladığı bir senaryoyu uygulamaya koydu;

–Kız arkadaşımdan ayrılmıştım. Kafam bozuktu stresimi atıp öfkemi bastırmak için havaya ateş ettim, dedi.

Polis aldığı cevaba inanmasa da;

–Kız arkadaşın kim lan, diye sorması üzerine Cengiz;

–Bizim memlekette kız arkadaş edinmek demek cinayet sebebidir. Ya evlenirsin ya da kızdan uzak durursun. Şimdi size kızın kim olduğunu söylemem halinde onun evine gidip beni sorsanız onun onurunu çiğnemiş olursunuz. Onun adının kötüye çıkmasına razı olamam, dedi.

Polis bölgenin durumunu biliyordu. Cengiz’in haklı olduğunu düşünseler de bunun bir aldatmaca olduğuna da ihtimal vermekten geri durmuyorlardı. İşkenceyle her şeyi öğreneceklerini düşünüp Cengiz’i konuşturmanın mümkün olduğuna inanıyorlardı.

Polisin sık sık uyguladığı metot zanlıdan delile varmaktı. Yine aynı şekilde davranıyorlardı. Ona işkence ederek suçlu olduğunu itiraf ettirmek istiyorlardı. Kurşun girmiş yere parmaklarını sokarak gülüşen polislere Cengiz, bağırarak, küfür ve hakaretle karşılık veriyordu. Duydukları sözler onların daha çok gülüşmelerine sebep oluyordu. Onlar için işkence bir oyun gibiydi. Bundan zevk alan sadist ruhlu yaratıklara dönüşmüşlerdi. 

Cengiz’in yaralı bacağına yoğunlaşarak daha çok acı çekmesi için parmaklarını kurşun deliğinin içine sokup orada yuvarlatıyorlardı. Bundan daha büyük bir acı olamazdı her halde. Cengiz çektiği acılarla feryat etse de verdiği ifadeden vazgeçmedi. İfadesini değiştirmesiyle birlikte her şeyin daha kötü olacağını biliyordu. Elinden geldiğince acılara katlanması gerekiyordu. İslami hizmetleri ve dava arkadaşlarını hatırlamamak için başka şeyler düşünmeye çalıştı. Hata ve günahlarını aklına getirdi. Bilinçaltına hâkim olmak istercesine bunları düşünmeye devam etti. Çektiği acılar yüzünden bağırıp çağırsa da, acılar içinde feryat etse de asla verdiği ifadesini değiştirmemesi gerektiğini biliyordu.

Yarasıyla uğraşmak onları tatmin etmeyince de diğer metotlara geçtiler. Onu askıya alıp narin vücuduna elektrik vererek daha fazla acı çektirdiler. Cengiz, gördüğü işkenceler yüzünden tanınmaz hale gelmişti. İşkenceli günlerinin üzerinden bir hafta geçmişti. Hâlâ Cengiz’in kim ve neci olduğu hakkında en küçük bir ipucuna erişebilmiş değillerdi. Bu durum polislerin canını sıksa da yapacakları pek bir şey kalmamıştı.  En etkili olan işkence metodundan hedeflediklerini elde edememişlerdi. Ne yapacaklarına karar verebilmek için Cengiz’i hücresine atıp bir müddet de psikolojik işkence yapmaya karar verdiler.

Yapılan fiziksel işkencelerde istediklerini elde edemeyince işkencenin bir başka metodu olan psikolojik işkenceye başladılar. Bu işkence metodu kafa karıştırma ve zanlının güvenini kazanmaya yönelik bir metottu. İyi ve kötü polisi oynayan iki ayrı grup vardı. İyi polisler zanlıya iyilikle yaklaşıp o anda kişinin en çok muhtaç olduğu şefkat ve merhamet damarlarından giriyorlardı. Bu etkili ve iyi bir taktikti. İyi roldeki polisler;

–Arkadaşlarımızın yaptıkları işkenceyi asla tasvip etmiyoruz. Onların her biri…dir gibi hakaretler savurarak zanlının güvenini kazanmaya çalışıyorlardı. Cengiz’in güvenini kazanmak için gözlerindeki bandajı açmışlardı. Ona;

–Aç mısın, çay ister misin, bir şeye ihtiyacın var mı, gibi insani ihtiyaçlarını karşılamaya uğraştıklarını göstermek için adeta bir birleriyle yarışıyorlardı.

Cengiz, onların teklif ettikleri hiçbir şeyi kabul etmedi. Nasıl bir yerde olduğunu biliyordu. Halk arasında, “Kurttan post, polisten dost olmaz,” diye meşhur olan sözü hatırladı. Az önce kendisine işkence edenlerin yine polis olduklarını unutmayacak kadar kendindeydi. Suskunluğunu ve verdiği ifadesini değiştirmedi. Söylediği sözlerin arkasında durdu.

Cengiz’in kurşun yarasıyla o kadar çok oynamışlardı ki yarası genişleyip İltihap bağlamıştı. İltihap yaradan akıp duruyordu. Bu durum Cengiz’i endişelendirmeye başlamıştı. Polisler bunu fırsata çevirebilmek adına;

–Bize doğruyu söylemezsen bacağındaki bu yaranın kısa bir süre sonra kangrene dönüşeceğini biliyorsun değil mi? Bize doğruyu söyle bizde seni hiç vakit kaybetmeden hastaneye götürelim, diye tehditkâr konuşuyorlardı.

Cengiz, ayağından olma ihtimalini düşündü. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu. Bir an kendisini topal bir durumda hayal etti. Bu durum hoşuna gitmedi. Ama ifadesini değiştirme noktasında geri adım atmamaya kararlıydı. Konuşup arkadaşlarına zarar vermektense, “Topal Cengiz”  diye anılması kulağa daha iyi geliyordu. Gerekirse ayağından olacaktı. Dava uğruna bunların başına gelebileceğini biliyordu. Şehadete giden yol belliydi. İslam uğruna acı çekmeden, gözyaşı dökmeden, mücadele etmeden rahat yoktu. Olamazdı da. O rahatlığın, zorluk, meşakkat, kan ve gözyaşında olduğunu çok iyi biliyordu.

 Polisler, iki gün boyunca hücresinde tek başına oturup düşünmesini sağladıktan sonra onu tekrar sorguya aldıklarında Cengiz’in ifadesinde değişiklik olmadığını gördüler. Onun ifadesini kabul etmekten başka çareleri kalmamıştı. Hâlâ kafalarında bir şüphe vardı. Bu şüphe giderilmediği müddetçe Cengiz onlar için bir numaralı şüpheliydi.

Yapabilecekleri birkaç ağır işkence dışında diğer işkencelerin tamamını denemişlerdi. Hâlâ şüpheli olduğu için daha ağır işkenceye başvurup vurmama konusunda pek emin değillerdi. Onu buz dolu küvete yatırıp vücudunun yavaş yavaş dondurup işkencelerine devam etmeyi düşündüler. Yalnız bu çok riskli ve tehlikeli bir işkenceydi. İşkence esnasından vücuttaki bazı organların ölmesi söz konusuydu. Bunun kararını vermek için amirlerine danıştılar. Amirleri yapılacak yeni operasyonların kendilerini beklediğini söyleyip Cengiz’in üzerine daha fazla gitmelerini istemedi. Sıradan birine yapabilecekleri işkenceleri yapmışlardı. Geriye pek bir şey kalmamıştı.  Cengiz’e yaptıkları işkenceyle konuşturamadıkları pek az insan vardı. Metotlarına güveniyorlardı. İşlerinin ehli insanlar oldukları ve iyi eğitim aldıklarıyla övünüp gurur duyuyorlardı.

Cengiz’i bir ay gözaltında tuttuktan sonra bir şey elde edemeyince serbest bıraktılar. Bu arada hâlâ kafalarının bir köşesinde Cengiz’le ilgili bir soru işareti vardı. Cengiz’in kötüye giden bacağı biraz daha geç kalınsa vahim sonuçlar doğurabilir endişesiyle onu savcılığa çıkarma gereği duymadan hastaneye gitmesi için serbest bıraktılar.

 

      

 

Cengiz bırakıldığı gibi hastaneye gitme yerine güvenli olduğunu bildiği Şehid’in evine gitmişti. Şehid onu görünce şaşırdı. Onu tanıyanlar bırakılmasından umutlarını kesmişlerdi. Şehid, Cengiz’in ayağının kötü olduğunu görünce onu hastaneye götürmek istedi.

Cengiz;

–Polis benim kim olduğum hakkında bir bilgiye ulaşamadı. Olur da ellerine benimle ilgili bir bilgi geçerse beni çantada keklik görür gibi gelip hastaneden almasınlar. Sağlıktan anlayan bir arkadaş varsa gelip bana pansuman yapsa daha iyi olur, dedi.

 Şehid, Cengiz’e hak verdi. Söylediklerinden haklı olduğunu anlamıştı. Cengiz’in kim olduğu er ya da geç ortaya çıkacaktı. Onun bir daha gözaltına girmesini göze alamazdı. Bu yüzden Şehid sağlık işinden kimin anladığını biraz düşündükten sonra aklına kimse gelmeyince yüzü asıldı. Cengiz’e;

–Abi sağlık işinden anlayan bir arkadaş aklıma gelmiyor, istersen seni bir sağlık kabinine götüreyim, diye teklifte bulundu.

Cengiz;

–Bilal var, dedi.

Şehid;

–Hangi Bilal, diye hayretini belirtti.

Cengiz;

–Birlikte çalıştığım Bilal. Benimle birlikte olan, dedi.

Şehid, Bilal’in ismini çok duymuştu. Ama bugüne kadar onunla tanışmak bir türlü kısmet olmamıştı.

–Bilal sağlık işinden anlıyor mu? Diye sordu.

–Anlıyor, Sağlık lisesini bitirmiş. Aynı zamanda sağlık kabininde çalışmış. Tecrübeli birisidir, dedi.

Cengiz’in yakalanmasının ardandan Bilal dokümanları gerekli yere ulaştırıp teslim ettikten sonra başlarından geçenleri Cemaate bildirmişti. O günden sonra tedbir amaçlı güvenli bir evde beklemesi istenilmişti.

Şehid, vakit kaybetmeden gidip Bilal’i kaldığı yerde ziyaret etti. Cemaat tarafından gönderildiğini söyleyince Bilal’in yüzüne gayri ihtiyari bir tebessüm yerleşti. Şehid;

–Senin sağlık işlerinden anladığını söylüyorlar, doğru mu? Bilal;

–Doğrudur abi, dedi. Şehid;

–Cengiz gözaltından çıktı. Yediği kurşun yarasını saymazsak durumu iyidir. Yalnız bir an önce kurşun yarasına müdahale etmemiz gerek, sen bunu yapabilir misin? Diye sordu. Bilal, Cengiz’in serbest kalmasından dolayı duyduğu sevinçle hiç vakit kaybetmeden pansuman için gerekli olan tüm malzemeleri ve antibiyotiklerin bir listesini yapıp Şehid’e verdi. Şehid listeyi alıp bir göz attıktan sonra Bilal’in bir şeyler bildiğine inandı. Yazdıkları şeylerin ne olduğu hakkında bir bilgisi yoktu. Bu yüzden listeyi ve cebinden çıkardığı bir miktar parayı Bilal’e verip;

–Listedeki malzemeleri hiç vakit kaybetmeden tedarik edip beni saat 14.00 da şehitlik köprüsünün altında bekle! Dedi ve çekip gitti. Bilal, vakit kaybetmeden Şehid’in ardından evden çıktı. Elindeki malzeme listesini almak için daha önce tanıştığı eczaneye uğrayıp gerekli olan malzemeleri aldıktan sonra Şehid’le anlaştıkları yerde buluştular.

Şehid, Bilal’i ilk gördüğü andan itibaren kanı kaynamıştı. Sevmişti onu. Hakkında duydukları güzel şeyler de bu sevgide etkili olmuştu. Yüzünde taşıdığı nuru fark etmişti. Çok az kişinin fark edebileceği küçük bir ayrıntıydı bu. Yalnız bu da değil. Aynı zamanda alnının ortasında bulunan izin secde izi olduğunu fark etmişti. Birlikte Cengiz’in kaldığı eve gelince Bilal kendisini tutamayıp Cengiz’in elini öpmek için hamle yaptı. Cengiz ondan iki yaş büyüktü. Geleneklere göre küçüğün büyük olanın elini öpmesi sıradan bir şeydi. Lakin İslami Cemaat içinde böylesine adetlere yer verilmiyordu. Cengiz aynı hızla elini Bilal’den kurtarıp ona sıkıca sarıldı. Birlikte çalıştıkları günler gözlerinin önünde bir sinema şeridi gibi akıp geçmişti. Her ikisi de üzerlerine düşeni yapmışlardı. Kendilerine teslim edilen dokümanlar yerine ulaşmıştı. Emaneti sahiplerine vermişlerdi. Gerisinin hiçbir önemi yoktu. Her ne kadar yediği kurşun canını açıtsa da Cengiz bunları umursamıyordu. Bilal’i gördüğü için o da duygulanmıştı. Belli ki konuşacakları çok şeyleri vardı. Yalnız şimdi zamanı değildi. Bilal niçin geldiğini hatırladı. Cengiz’in oturması için yardım edip bacağına bakmak için izin istedi. Pantolonunun paçalarını sıyırınca iltihap bağlayan yaranın kötü kokmasına aldırmadı. Yanında getirdiği malzemelerle yaraya müdahale etmeye başlamadan önce besmele çekti. Bilal, bir yandan yarayı temizlerken bir yandan da Cengiz’in gözlerine baktı. Orada gördüğü tek şey acıydı. İltihap bağlamış olan yarasını temizlediği antiseptiğin acısı, gözaltında çektiğinin yanında hiç kalıyordu. İçerdeki iltihabın kurumasını beklemek gerektiğini bildiğinden getirdiği antibiyotik ilacını düzenli bir şekilde kullanmasını söyleyip Cengiz’e verdi.

Cengiz şimdi kendisini daha iyi hissediyordu. Bilal’le o gün olanlar hakkında konuşmayı istedi. Dokümanların yerine ulaştırıp ulaştırmadığını sordu. Bilal;

–Onları yerine ulaştırıp senin yaptığın fedakârlığı anlattım, deyince Şehid onlara baktı. Yaşadıkları olaydan haberdardı. Cengiz onun evini biliyordu. Tedbir alması için onu uyarmışlardı. Şehid, Cengiz’e ve Bilal’e baktı. O gözlerde sevgiden başka bir şey görmedi. Yaşadıkları onca olaydan sonra birbirlerine karşı sevgi ve saygılarını koruduklarını görmekten memnundu.

Cengiz, Bilal’e;

–O günden sonra ne yaptın ne ettin anlat bakalım, deyince Bilal’in suratı düştü, boynu büküldü. Cengiz’in yakalanmasının ardından bir evde hapis hayatı yaşamaya başlamıştı. Dışarı çıkması yasaklanmıştı. Cengiz’in durumu belli olana kadar Bağlar semtinde bulunan Cemaate ait boş duran evde tek başına beklemesini söylemişlerdi. Tek başına geçen sıkıcı günler işkence görmüş birisinin yanında, “Devede kulak” misaliydi. Bunu anlatmak yerine;

–Pek bir şey yaptığım söylenemez. Senden hayırlı bir haber alabilmek için dua ediyorduk, deyip lafı geçiştirdi. Bir müddet daha sohbet ettikten sonra Cengiz’in bazı misafirlerinin geleceğini, Bilal’in bir an önce ayrılması gerektiğini söyleyen Şehid en kısa zamanda onları tekrar bir araya getireceğini ekleyince iki arkadaş, ayrılmanın vakti geldiğini anladılar.

Bilal pansuman ve ilaçlara aksatılmadan devam edilmesi konusunda Şehid’e ısrar ettikten sonra Cengiz’le vedalaşıp oradan ayrıldı.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar