Diyarbakır Sokakları-11. Bölüm
11. BÖLÜM
Küfrün her türlü hilesi var. Bir hilesi akim kalsa bir başka hileye başvurur, bir oyunu bozulsa bir başka oyun kurar. Onun etik bir kuralı yoktur. Kendileri için, “Başarıya giden her yol mubahtır.” Şiarını düstur edinmiştir. Hal böyle olunca da küfrün oyun ve hilelerine karşı her daim uyanık olmak gerek.
Balıkçılarbaşı’ndaki ahlak yozlaştırıcı büfenin yerin dibine geçmesinin ardından aynı oyun bu defa Bağlar ilçesinde sahneye konuldu. Kendi halinde olan bir kırtasiyeci durduk yere uygunsuz mecmua satmaya başladı.
Kırtasiye işiyle uğraşan iş yerinin böyle bir şey yapmasına müsaade edilmeyeceği Balıkçılarbaşı’ndaki büfenin akıbetinden belli olsa da bunu anlamak istemeyen eblehler hep ola gelmiştir.
Onu bu çirkin işten vazgeçirmek için iki genç İslam adına Kırtasiyeciyi ziyaret edip ondan ahlak dışı mecmua satışını sonlandırmasını istedi. Kırtasiyeci sanki böyle bir tehdidi bekler gibi gelen iki kişiyi hoş karşılayıp onlara çay ikram edecek kadar soğukkanlı davrandı. Gelen iki genç kırtasiyecinin soğukkanlı oluşunda bir tuhaflık sezdi. Kendisine bu kadar güvendiğine göre ona güven veren bir şeyin varlığı kesin gibiydi.
Şehid’e gelip kırtasiyeci hakkındaki gözlemlerini anlattılar. Şehid bu olayın daha derinden araştırılmasını istedi. Güvendiği şeyin ne olduğunu ortaya çıkarmaya kararlıydı. Gençlerden kırtasiyeyi bir süreliğine gözlem altına almalarını söyledi.
Talimatı alan gençler o gün kırtasiyeciye giren çıkan herkesi rapor ettiler. Akşam yediye kadar açık olan kırtasiye sahibinin dükkânı kapattıktan sonra gittiği yere kadar onu takip ettiler.
Özellikle her akşamüstü özel bir araçla gelip kırtasiyede kısa bir süre oturan birisi dikkatlerini çekmişti. Onu da takibe aldılar. Takip ve gözlem haftalar sürdü. Takibe aldıkları kişi her akşamüstü aynı özel araçla gelmeye devam ediyordu. Özel aracın sahibi sonunda tespit edilmişti. Bu kişinin Emniyette istihbarat şube müdürü olduğu ortaya çıkınca kırtasiye sahibiyle aralarındaki ilişkiyi öğrenebilmek için takip bir hafta daha uzatıldı. Zira istihbaratçı şube müdürünün bu kırtasiyeciyle ne tür bir ilişkisi olduğunu detaylı öğrenmek ve ortaya çıkarmak istiyorlardı.
Cemaat mensubu iki kişinin yaptığı özverili takip sonuç vermişti. Kırtasiyeci ile istihbarat şube müdürünün arasındaki bağ tespit edilmiş, her şey gün gibi aydınlanmıştı.
Kırtasiyecinin güvendiği ve sırtını dayadığı yer belli olmuştu. Neden böyle bir şeye tevessül ettiği aşikârdı artık. Yalnız sırtını dayadığı yerin bir örümcek ağı kadar zayıf bir yer olduğunu unutmuş gibiydi.
Sıradan insanların eliyle yozlaştırmaya çalıştıkları halkı daha rahat bir şekilde kandırabilirlerdi. Halktan biri olan ve onlar gibi aynı inancı paylaşan kimseye duydukları güveni kullanıyorlardı. Tabi bunun karşılığında çok büyük bir meblağ teklif ediliyordu. İmanlarını sattıklarından habersiz olan bu insanların aldıkları şeyin onlara cehennem odunu olduğunu anlayacakları zaman her şey için artık çok geç olacaktı.
Bu dünya menfaati için nice insanları dalalete sürüklemeye değer miydi? İşte bunu anlamayan ebleh insanların yaptıkları şeyleri düzeltmek ve telafi etmek için nice zahmetlere katlanmak gerekiyordu.
Kırtasiyecinin hiçbir siyasi fikri yoktu. Son zamanlara kadar kendi ailesinin rızkını helal yoldan kazanmaya çalışan sıradan biriyken durduk yerde değişivermişti. Bir müddet önce kendisiyle bağlantıya geçen istihbarat şube müdürünün ona sunduğu dünyalık menfaat karşılığında böyle bir işe kalkıştığı yapılan takipler sonucu ortaya çıkmıştı. Bu istihbarat şube müdürünün ilk kurbanı olmadığı gibi son olacağa da benzemiyordu.
Kırtasiyeci için karar verilmişti. Kırtasiye sahibine gerekli olan ders verilip ibreti âlem olacaktı. Bundan böyle her kim olursa olsun halkın ahlakını yozlaştıracak şeylere yöneldikleri anda neyle karşılaşacaklarını bilmeleri hedefleniyordu. Şehid, mensubu olduğu Cemaatten gereğini yapması için izin istediğinde ona;
–Kırtasiyecinin şahsına zarar vermemek koşuluyla, sadece iş yerini biraz dağıtmak suretiyle cezalandırabilirsiniz, denildi.
Şehid, bu iş için Abdulkadir ile Baran’ı görevlendirdi. Onlara yapmaları gerekeni söyleyip kırtasiyenin yerini tarif etti. Bu sefer kendilerinden büfe sahibine güzel bir ders verip bir daha böylesi yayınları satmaktan vazgeçirmeleri istenilmişti. Yapılacak iş belliydi. Öğlenin sakin olan bir vaktinde Abdulkadir ile Baran kırtasiyeye dalıp bir daha müstehcen yayınlar satmaması konusunda onu uyardıktan sonra kırtasiyeyi darmadağın ettiler. Amaç dünyayı seven birisinin dünyasını başına yıkıp ibret almasını sağlamaktı. O anda kırtasiye sahibine istediklerini yapacak güç ve kuvvetteydiler. İstihbarat şube müdürünün elinden hiçbir şey gelmemişti.
Kırtasiyeci gelen gençlerden korktuğu için sesini çıkarmayıp onların yaptıklarına bir köşede seyirci kalmakla yetindi. Adamın gözlerinin önünde kırtasiyesini yerle bir ettiler. Onu koruyacak olan istihbarat şube müdürünün ne kadar çaresiz olduğunu göstermek istediler ve bunu başardılar.
Abdulkadir’in yanına gelen kırtasiyecinin korkudan bacakları titriyor, söyleyecek hiçbir söz bulamıyordu. Gördükleri onu şok etmişti. Abdulkadir;
-Bir daha böyle yayınları satmayacaksın. Aksi takdirde bundan sonra sana bu kadar yumuşak davranmayız. Rızkını helal olan şeylerden kazanmaya bak. Bu bir uyarıydı. Dinlersen ne ala yok ben bildiğimi yaparım, arkamda koskoca emniyet amiri var deyip müstehcen yayınları satmaya devam edersen bil ki seni şimdi koruyamadığı gibi bundan sonra da koruyamaz, deyip belindeki işaret fişeği atmaya yarayan silahı çıkararak, burayı küle çeviririz dedi. Baran’la birlikte geldikleri gibi gittiler.
Baran ve Abdulkadir birlikte kırtasiyenin bulunduğu yerden uzaklaşmaya çalıştıklarında işaret silahı hâlâ Abdulkadir’in elindeydi. Tedbir olsun diye beline takmamıştı. Olay yerinden tamamen uzaklaştığına inandıktan sonra işaret silahını ön tarafına takıp kaldıkları eve geldiler.
Abdulkadir, işaret silahı önünden çıkarmaya çalışırken eliyle tetiğe basmış olmalı ki silah birden alev aldı. İşaret fişeğinin çıkardığı kıvılcımlarla pantolonu tutuşup alevler içinde kaldı. Yere değen fişek tekrar pantolonunun paçasının içinden yukarıya doğru kaçtı. Pantolonunun üst kısmını delip çıktı.
Baran, fişeğin düştüğü yerin üzerine orda bulunan bir minderi örtüp fişeği etkisiz hale getirdi.
Abdulkadir’i alevler içinde görünce gidip yan odadan bir battaniye getirerek onu banyodaki kovanın içine batırarak ıslattı ve Abdulkadir’in yanan bacağına sardı. Abdulkadir’in pantolon ve gömleği yanmıştı. Baran, Abdulkadir’in üzerindeki elbiselerini çıkardığında o’nun yanmış sağ bacağı ortaya çıkmıştı. Bacağı çok kötü görünüyordu. Yanmış olan yerler kıp kırmızı olmuştu. Mide bulandırıcı bir manzarayla karşılaşan Baran kusmamak için kendisini zor tutuyordu.
Baran, Abdulkadir’i alıp yan odaya götürdü. Vücudundaki yanıkların ne kadar derin olduklarını anlamaya çalıştı. Bacağında ciddi bir şey yok gibiydi. Yine de Abdulkadir’e;
–Abi istersen kalk hastaneye gidelim, dedi.
Abdulkadir hastaneye gitmeyi kabul etmedi. Hastaneye gitmeleri halinde bacağının nasıl yandığı anlaşılacak ve bu durumda kendilerinin söyleyecek sözleri olmayacaktı. Hiç kimse işaret fişeği silahıyla oynamazdı. Bu oldukça dikkat çekiciydi. Abdulkadir hastaneye gitmeyi bu yüzden kabul etmedi. Baran’a gidip Şehid’i buraya getirmesini söyledi.
Baran vakit kaybetmeden Şehid’i bulup getirdi. Yolda Şehid’e olanlardan söz etti. Abdulkadir’in yaralanmasını duyan Şehid bir an önce eve varmak için acele etti.
Şehid ve Baran eve geldiklerinde Abdulkadir’i acılar içinde buldular. Sıcak olan yanıklar soğumaya başlayınca acı kendisini hissettirir olmuştu. Yanan bacağı ona dayanılmaz bir acı veriyordu. Ağzıyla acıyan yere üfleyip acısını hafifletmeye çalışsa da çabası yeterli olmuyordu. Sağ bacağı tamamen kızarmış durumdaydı.
Şehid, Abdulkadir’i o halde görünce fena olmuştu. Bacağının hali içler acısıydı. Bakılacak, görülecek durumda değildi. Şehid, Baran’dan Abdulkadir’e giyecek bir şeyler getirmesini söyleyince Baran yan odadaki elbiselerinden bir şalvar ve de bir gömlek getirdi. Onları Abdulkadir’e giydirdikten sonra Şehid, Abdulkadir’i alıp evden çıktı. Bir taksiye binip Bilallerin bulunduğu eve geldiler. Abdulkadir’den, şüphe çekmemek için kendi başına yürümesini istemişti. Biraz daha dişini sıkıp acılarına tahammül göstermesini istediğinde Abdulkadir zorla da olsa yanan bacağının üzerine basarak normal bir şekilde yürümeye çalıştı.
Abdulkadir için yürümek hiç de kolay değildi. Ne zaman yanan sağ bacağının üzerine ağırlığını verse yıkılacakmış gibi oluyordu. Merdiven kenarındaki demir korkuluklardan yardım alarak yukarı çıkıyordu. Yavaş da olsa acılar içinde küçük adımlarla; fakat zorlanarak üçüncü kata çıkmayı başarmıştı.
Üçüncü kata vardıklarında Abdulkadir’in yaralı bacağından aşağıya doğru sızan irinler giydiği şalvarı kirletmişti. Şehid kapıyı çaldığında kapıyı açan Bilal oldu. Şehid’in yanında bulunan Abdulkadir’i görünce önce çok şaşırdı. Şehid’i, Abdulkadir’in koluna girmiş olarak görünce onun yürümekte zorlandığını anladı. Hemen Şehid’e yardımcı olup Abdulkadir’i içeriye taşıdılar.
Bilal, Şehid’e;
-Abi ne oldu? Diye sordu. Şehid;
-Bacağı yanmış, diye cevap verdi. Bilal, Abdulkadir’e;
-Bakabilir miyim? Diyerek müsaade istedi. Abdulkadir izin verince Bilal, Abdulkadir’in üzerindeki şalvarı çıkardı. Gördükleri karşısında şok olmuştu. Abdulkadir’in bacağı fena halde yanmıştı. Soğuyan bacağı şişmeyle kalmamış, yanan yerler su toplamış, etrafına akıyordu.
Bilal, Şehid’i yan odaya çağırdı;
–Abi! Yanıklar konusunda pek bilgim yok. Tam olarak ne yapacağını bilmiyorum. Şu anda acil müdahale edecek bir birikime sahip değilim. Hastaneye götürsek olmaz mı? Diye sordu.
Şehid;
–Abdulkadir’i hastaneye götürürsek onu olduğu gibi polislerin kucağına atmış oluruz. Başka bir yolu yok mu, senin tanıdığın özel doktor yok mu onun yanına götürelim? Diye sordu.
Bilal biraz düşündükten sonra;
–Abi şu anda aklıma kimse gelmiyor. Eğer müsaaden varsa ben gidip dışarda biraz araştırma yapayım. Bir an önce müdahale etmemiz gerek, dedi.
Şehid, Bilal’e acele etmesini söyledi. Bilal dışarıya çıkmak için hazırlık yaptı. Bu arada Yusuf’tan da gazlı bezle Abdulkadir’in bacağından gelen irinleri temizlemesini istedi.
Bilal hastanede tanıdığı birkaç arkadaşını ziyaret edip yanıklar konusunda hangi doktorun daha uzman olduğunu öğrenmeye çalıştı. Arkadaşlarının tanıdığı birçok doktor güvenilir değildi. Doktorların birçoğu zorunlu görevle buraya gelenlerden oluşuyordu. Onların devlete bağlılıkları dine bağlılıklarından daha güçlüydü. Bu yüzden Bilal, sağlık sektöründe bir yerlere gelmiş olan okul arkadaşlarından birine yanıklar konusunda birkaç şey sormayı daha uygun gördü. Soru sorduğu arkadaşı ters giden bir şeylerin olduğunu anladı. Onu alıp acilde hasta bakıcı olan bir arkadaşının yanına götürdü. Yanıklar konusunda bir doktor kadar tecrübeli olarak tanıttığı hasta bakıcı kendisini arkadaşına böyle tanıtılmasına sevinmişti. Bilal yanıklarla ilgili birkaç şey sorup tedavi sürecini ve pansuman şeklini sordu. Hasta bakıcı ona gerçek bir doktor gibi bildiklerini anlattı. Daha sonra Bilal’i alıp kısa bir süre önce ayağına kaynar su döken bir çocuğun bulunduğu kabine getirip yaptığı pansumanı izlemesini sağladı. Bir yandan çocuğun yanmış bacağının üzerindeki deriyi temizlerken öte yandan Bilal’e bildiklerini ve yanıkla nasıl uğraşması gerektiği hakkında bilgi veriyordu. Bilal, kısa sürede ondan çok şey öğrenmişti.
Abdulkadir’in yarasını nasıl tedavi edeceğini öğrenecek kadar bilgi sahibi olmuştu. Hiç vakit kaybetmeden Abdulkadir’e müdahale etmesi gerektiğinden hasta bakıcıdan izin isteyip oradan ayrıldı.
Giderken hasta bakıcı;
–Ara sıra uğrarsan yanıklar konusundan daha çok şey öğrenebilirsin, dedi. Bilal buna sevindi. Hiç vakit kaybetmeden eve geldi. Şehid gitmişti. Abdulkadir acılar içindeydi. Yusuf, Abdulkadir’in sargı beziyle temizlediği yanan yerin üzerine yelpazeleyerek acısını hafifletmeye çalışıyordu.
Bilal gazlı bezlerini ve gerekli malzemelerini hazırladıktan sonra Abdulkadir’e dönüp;
–Abi eğer acıtırsam şimdiden hakkını helal et. Eğer sana acırsam ayağın zarar görür. Bu yüzden ne kadar acı çekersen çek sabredeceksin. İstediğin kadar bağır. Yeter ki bize karışma, dedi.
Abdulkadir’in izin vermesiyle birlikte Bilal, arkadaşları Hamza ve Şehmus’u çağırdı. Onlardan Abdulkadir’i sıkı bir şekilde tutmalarını istedi. Bilal hasta bakıcıdan öğrendiği gibi yanan deriyi cımbız yardımıyla bacağından soymaya başladı. Soyulan deri değil de sanki Abdulkadir’in ruhuydu. Abdulkadir canlı canlı soyuluyordu. Yanan deriyi yapışan etten ayırmanın verdiği acı dayanılacak gibi değildi. Ruhunun bedeninden ayrılması gibi bir şeydi. Abdulkadir çektiği acılardan dolayı ter içinde kalmıştı.
Hamza ve Şehmus, Abdulkadir’i sıkı tutmalarına rağmen onu bir türlü zapt edemiyorlardı. Yusuf, Abdulkadir’in yanan sağ bacağını daha iyi tutabilmek için karın üzerine oturup kımıldamamasını sağlamaya çalıştı.
Bilal, işini yaparken Abdulkadir’in çektiği acıları görmemek için ona bakmıyordu. Abdulkadir’in feryatlarını ve inlemelerini duymamak için zihninden hastabakıcının, “Eğer acırsan bu işi yapamazsın,” sözünü tekrar edip duruyordu. Bilal yanan tüm deriyi temizlemeye koyulmuştu. Temizlediği yerlerde kan akmaya başlayınca sargı beziyle kanları temizleyip işine kaldığı yerden devam ediyordu.
Abdulkadir çektiği acılar yüzünden kendinden geçip bayıldı. Onu ayıltmak isteyen Hamza’ya Bilal izin vermedi. Zira böyle daha rahat bir şekilde yanan derileri temizliyordu. Sağ bacağında yanmayan birkaç küçük yer dışında tüm derisi yanmıştı. Özellikle fişeğin alev alan kısmının oluşturduğu bazı yerlerdeki yanıklar derindi. Etine zarar vermişti. Oraları temizlemek çok zordu. Her şeye rağmen Bilal onun yarınlara sağlam bir bacakla çıkmasını sağlamak için hiç tereddüt etmeden ve yaralıya acımadan yanan deriyi temizlemesi gerektiğini biliyordu. Bugün çekeceği acı yarın çekeceği acının yanında daha hafif kalırdı. Bu yüzden Abdulkadir’e yapılacak en güzel iyilik onun acı çekmesine aldırmadan gerekil tedaviyi yapmaktı. Bilal bu konuda kendisinden beklenilmeyen bir performans gösteriyordu.
Yanan derileri temizledikten sonra yanık merhemini yanan yerlere sürdü. Şimdilik bundan başka yapacağı bir şey yoktu.
Bilal, Abdulkadir’i ayıltmalarını söylediğinde Yusuf bir koşu gidip yan odadan kolonya getirdi ve Abdulkadir’e koklatarak onu ayılttı.
Abdulkadir’in tedavisinin ilk ve zorlu aşaması bitmişti. Bu işlem bir hafta-on gün boyunca, iki günde bir devam edecekti. Bu yüzden Abdulkadir’in misafirleri olarak kalmasını kendisinden istediğinde Abdulkadir;
-Şehid’e sormadan bir şey söyleyemem, deyince Bilal ona tebessüm etti.
Şehid onu buraya getirdikten sonra tüm mesuliyetin kendisine geçtiğini biliyordu. Bu yüzden Abdulkadir’in bir süreliğine misafirleri olacağı kesin gibiydi.
Şehid, eve geldiğinde yatsıdan sonraydı. Bilal’in, Abdulkadir’le yakından ilgilendiğini görünce buna çok sevindi. Bilal’e Abdulkadir’in son durumunu sorduğunda;
-Bir müddet misafirimiz olması şart. İki günde bir pansumanını yenilememiz gerek! İhmal edilmemesi gereken bir tedavi süreci var, dedi.
Şehid;
–Ne kadar sürecek bu tedavi, diye sordu.
–On gün kadar, dedi Bilal.
Bilal ve evdekiler Abdulkadir’e ne olduğunu sormamışlardı. Bunu bilecek kadar tecrübe sahibi idiler. Bilal iki günde bir yanan yerlere sürdüğü yanık merhemini temizliyor, ardından tekrar yanık merhemini sürüp bekliyordu. Tedavi süreci devam ederken Abdulkadir’in yanan bacağından irinler akmaya devam edip duruyordu. Yusuf her daim onları temizlemekle görevliydi.
Öte taraftan Bilal yanıklarla ilgili daha çok şey öğrenebilmek için her gün hastaneye, hasta bakıcının yanına gidiyordu. Gelen yanık vakalarına hasta bakıcının nasıl müdahale ettiğini yakından takip edip ona yardımcı olurken bazı vakalara hasta bakıcının izniyle müdahale edip pratiğini geliştiriyordu. Hasta bakıcının her gün karşılaştığı benzer vakalarda hiç tereddüt etmeden, rahat bir şekilde gelen hastalara müdahale etmesi Bilal’in dikkatini çekmiş, onu kendisine örnek almıştı.
Yanıkların derinliği ve hangisine ne türden bir müdahale edeceğini on gün içinde her gün hastaneye gelerek öğrenmişti.
Bu süre zarfında Abdulkadir’in yanan bacağı daha iyiye gitmişti. Artık irinler akmıyordu. Yara alttan alta iyileşmeye başlamıştı bile. Acısı dinmişti. Artık tedavi süresince deri kaldırma işlemi yoktu. Abdulkadir’e en çok acı veren şey yanan derinin kaldırılmasıydı. Tedavisi bundan böyle yüzeysel olacaktı. İki günde bir merhem sürülen yeri temizleyip yeniden merhem sürmekle yetiniyordu. Bu tedavi neticesinde yaralarını kaplayan deri gün geçtikçe yenileniyordu.
Şehid, Abdulkadir’in iyileştiğine seviniyordu. Asıl Abdulkadir’in sevineceğini düşündüğü bir haberle gelmişti. Kırtasiye sahibi yaptığı hatayı anlayıp tövbe etmişti. Artık uygunsuz mecmua satmayı terk ettiği gibi Cemaate gelmiş, pişmanlığını bildirip af dilemişti. Kendisini kandıran istihbarat şube müdürünün kim olduğu ve kimleri kandırdığını anlatmıştı. Anlatımlarında Cemaate çok faydalı bilgiler vermişti. Şehid, kırtasiyecinin her akşam vakti camiye gidip arkadaşlarla beraber olmaya gayret ettiğini söylediğinde işte bu haber Abdulkadir’i çok sevindirmiş, dudaklarından, “Allah’ın hikmetinden sual olunmaz” sözcükleri dökülüvermişti.