41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-17. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-17. Bölüm

  17. BÖLÜM

Emniyet müdürlüğünde hummalı bir hareketlilik yaşanıyordu. Operasyon için özel harekât polisleri çelik yeleklerini giyip ağır silahlarını kuşanmışlardı. Emniyetin önünde bekleyen akrep tipi zırhlı araçlara binip ellerindeki adrese baskın yapmak için sabırsızlanıyorlardı. İslami Cemaat mensubu olan Ömer Yıldırım’ın bulunduğu eve operasyon yapacaklardı.

 Ömer, İslami faaliyetlerinden dolayı aranmaya başlandığı günden itibaren hep saklanmak zorunda kalmıştı. Camide Kur’an dersi verdiği zamanlarda sık sık Örgüt elemanlarıyla kavga eden Ömer onların saldırılarını akim bırakacak bir cesarete sahipti.  Son olarak camiye yapılan bir saldırıda Ömer kendisine saldıranın elindeki silahı alıp onu karın bölgesinden vurmuştu. Saldırgan, polislere kendisine bunu yapanın Ömer Yıldırım olduğunu söyleyince ardından her tarafta aranır olmuştu.

Ellerine ulaşan istihbari bilgiye göre Ömer, İskenderpaşa mahallesinde Cemaat mensubu dava arkadaşlarının birinin evinde kalıyordu. Onun yakalanması polis için önemliydi. Ömer’in İslam davasında daha aktif görevlerde bulunduğuna dair bilgilere ulaştıklarından yakalanmasına daha bir önem verir olmuşlardı. Ömer’i yakalayıp konuşturarak İslam Cemaatiyle ilgili daha detaylı bilgilere ulaşmayı hedefliyorlardı. Bu yüzden onu her yerde fellik fellik arıyorlardı.

Hazırlıkları tamamlayan polis, operasyona başlamak üzereydi. Gecenin sonuna doğru, etrafın hâlâ oldukça karanlık olduğu,  sokaklarda ins ve cin top oynuyorlardı. Kimsenin bulunmadığı cadde ve sokaklarda ürpertici bir sessizlik hâkimdi. İnsanları derin bir gafletin kapladığı, en zayıf anlarını yaşadıkları zaman dilimiydi bu vakit. Baskın için bu vaktin tercih edilmesinin en büyük sebebi de bu gaflet hali olsa gerekti…

Operasyon başladı. İskenderpaşa’ya giren özel harekât polisleri dikkatleri çekmemek için ellerindeki adresten biraz daha uzak bir yerde arabalarından inip çevre güvenliği almaya başladılar. Oldukça sessiz hareket ediyorlardı. Avını korkutup kaçırmak istemeyen usta bir avcı gibi attıkları her adıma dikkat ediyorlardı.

İskenderpaşa’da büyük postanenin arka sokaklarında yaşanan bu hareketliliğe pek kimse aldırmadı. Polisin sık sık yaptığı ev baskınları şehir halkının yaşamlarının bir parçası olmuştu. Her yeni günün konusu gece vakti baskın yiyen evde kimlerin yakalandığıydı.

İskenderpaşa mahallesinde iki katlı evinde ailesi ile birlikte huzurlu bir şekilde yaşayan, İslami hizmetlere gönül vermiş Latif adında bir genç oturuyordu. Latif yine her zaman ki gibi gece ibadeti için kalkmış Rabbine kulluğunu ifa ediyordu. Bir ara Eşinin;

–Sanki dışarda bir hareketlilik var, sözü üzerine pencereden dışarıya bakan Latif, eli silahlı insanların oturdukları evin etrafını sarmaya çalıştıklarını görünce neden geldiklerini anlamıştı.

Yan odada kalan Ömer’in yanına girdiğinde onu alnı secdede olduğu halde görünce bir müddet bekledi. Beklemesi biraz uzun sürdü. Ömer, Rabbiyle arasındaki bağın güçlenmesi için secdesini uzattıkça uzatıyordu. Latif işin ciddiyetini bildiğinden daha fazla beklemeden;

–Abi etrafta polisler var, dedi

Ömer ise bir müddet daha secde halini bozmadı. Rabbiyle birlikteydi. Gerisinin bir önemi yoktu. Namazını bitirip Latif’e döndü.

–Hayırdır abi ne oldu, diye sordu.

Latif;

–Polis evin etrafını sarmaya başlamış. İstersen bir an önce şu arka pencereden kaç, dedi.

Ömer arandığını öğrendiği günden itibaren Latif’in evinde kalıyordu. İslami faaliyetlerine burada devam ediyordu. Daha önce ikisi birlikte polis baskını olma ihtimaline karşın nasıl davranacaklarının hesabını yapmışlardı. Şimdi de bu planlarını uygulayacaklardı. Ömer gayet sakin bir şekilde kendisine ait olan eşyalarını bir poşetin içine koyup arka pencereye geçti ve dışarıya baktıktan sonra ikinci katın penceresinden aşağıya atladı.

Ömer’in atlamasıyla Latif’in evinin kapısının çalması bir oldu. Latif bir müddet bekledikten sonra kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz üzerine atılan özel harekât polislerinin, “Yat, yat, yat!” sözleriyle kendisine doğrultulmuş olan silahların namlusu altında yere uzandı. Bir anda Yecüc ve Mecüc gibi nerden bittikleri belli olmayan polisler evin odalarına daldılar. Evin her tarafını dağıtıp talan ettikten sonra aradıklarını bulamamanın hayal kırıklığıyla olsa gerek içlerinden amir olduğu belli olan biri;

–Latif! Ömer Yıldırım nerede, diye sordu.

Latif, uzun namlulu silahların altında korkmuş ve ürkmüştü;

–Burası benim evim. Dediğiniz şahsı tanımıyorum ve evde eşimden başka da kimse yok, dedi.

Polis amiri tamda böyle bir cevap bekliyordu. Bugüne kadar bu tür baskınlarda yakaladıkları birçok kişiye buna benzer soru sorduğu halde hiçbirinden ilk etapta doğru cevap alındığına şahit olmamıştı. Polisin kendince doğruya ulaşmak için geliştirdikleri bazı yöntemler vardı. Onlardan en etkilisi hiç şüphesiz kişiyi ölümle korkutmaktı.

Polis amiri öfkeli bir sesle;

–Bir kere de beni yormadan doğru söyleseniz kıyamet mi kopacak? Diye söylendikten sonra etrafındaki polislere;

–Alın bunu araca, dedi.

Amirlerinden talimatı alan avcılar aradıklarını bulamayınca Latif’le yetinmek zorunda kalmışlardı. Latif’in hanımı gözyaşları içinde her ne kadar eşinin götürülmemesi için yalvardıysa da onun gözyaşlarına aldıran yoktu. Latif’i yerden kaldırıp yaka paça polis aracına koydular. Aracın hareket etmesinin ardından Latif’in gözlerini bağlayıp, kafasını aracın koltukları altına doğru gelecek şekilde eğdiler.

Amirleri Latif’in başucuna gelip silahının mekanizmasını çekti ve mermiyi ağzına verdi. Şu bir gerçek ki silahın çıkardığı sesin heybeti kalbin ürpermesine yetiyordu. Demirin soğuk namlusunu Latif’in kafasına dayayıp bu soğukluğu hissetmesini istedi. Polisin ne yapmak istediğini o an kavramaktan çok uzak olan Latif, şehadetin geldiğini düşünüp Rabbine kalpten dua ederek O’ndan son bir dilekte bulundu:

–Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Eşim sana emanet. Onu koru ve muhafaza et. İşte bu kritik anda aklına gelen ilk şey çok sevdiği hayat arkadaşıydı.

Polis amiri hiddetli bir şekilde,

–Ömer Yıldırım’ın nerede olduğunu bize söyleyecek misin yoksa bu sırrı da öbür tarafa mı götüreceksin? Diye sorarak Latif’i ölümle tehdit etmeye başladı.

Latif;

–Ömer Yıldırım, diye birini tanımıyorum. Bilmediğim ve tanımadığım birisini benden ne diye soruyorsunuz, bunu anlamıyorum, dedi.

Polis amiri şakasının olmadığını göstermek adına şiddetle Latif’in ağzını açıp elindeki soğuk demirin namlusunu daha iyi hissedebilmesi için ağzına sokarak;

–Oğlum sen bizi mi kandırıyorsun? Ömer’in senin arkadaşın olduğunu bilmediğimizi mi zannediyorsun? Ömer’i en son senin evinde görmüşler, diye hiddetle bağırdı.

Latif bunun gerçek mi yoksa bir blöf mü olduğunu anlayamadı. Doğru da olabilirdi. Mahallede İslami hizmetlerden rahatsız olan karanlık ruhlu birçok kişi vardı. Onlardan birinin ispiyon etmiş olabileceği ihtimalini düşündü. Ömer’i tanıyan birinin gidip onu şikâyet etmiş olması mantıklı geliyordu. Zira Ömer’in cesaretiyle yapmış olduğu nam, almış başını gitmişti. Haklı bir şöhreti vardı. Cesaret timsaliydi. Örgüt elemanları onu nerede ve ne zaman görseler birbirlerine gösterip, “Bu İslami Cemaatin Hamza’sı Ömer YILDIRIM!” derlerdi.

Latif biraz duraksadıktan sonra;

–Kimin size ne söylediğini bilmiyorum. Benim evime gelip tanımadığım birisini benden sormanızı da anlamış değilim. Evime baskın yaptınız. Eğer sizin dediğiniz gibi biri olsaydı onu evimin odalarından birinde mutlaka bulurdunuz. Anlaşılan biri size bir oyun oynamış, dedi.

Latif’in pervasızca konuşmasına sinirlenen polis amiri tetiğe basmamak için kendisini zor tutuyordu. Öfkesinden kudurmuştu. Öte yandan Latif’in haklı olma payını da düşünmeden edemedi. “Olabilir” diye içinden geçirdi; fakat yine de son bir kez daha şansını denemek istedi;

–Eğer bize Ömer’in yerini söylersen söz ne sana ne de ailene hiçbir zarar gelemeyecek, dedi.

Latif’i can evinden vurmuşlardı. Ailesini çok seviyordu. Onların kılına dahi zarar gelmesine dayanamazdı. Ailesinden daha çok sevdiği bir şey varsa o da davasıydı. Bunu belli etmemek adına vakarını muhafaza edip öfkesine hâkim olmaya çalıştı. Sonra;

–Bilmediğim bir şey hakkında benden bilgi istiyorsunuz. Tanımadığım birisini sorup duruyorsunuz. Bu sizin yaptığınıza ne denir bilmiyorum. Ama bana ve aileme zarar vermeyi kafanıza koymuşsanız bu konuda benim size karşı yapacağım hiçbir şey yok. Şimdilik güçlü ve kuvvetli olan sizsiniz. Ben de mazlum durumundayım. Mazlumların yardımcısı da hiç şüphesiz Allah’tır, dedi.

Polis amiri son şansını da denemiş ve sonuç alamamıştı. Aracı süren şoföre seslenip durmasını istedi. Araç durunca Latif’in gözlerini açıp tehdit ve hakaretler savurarak onu dışarıya fırlattılar.

Latif hareket eden polis araçlarının arkasından bir müddet baktıktan sonra onların bir daha geri dönmeyeceğinden emin oldu. Geldiği yöne, evine doğru koşmaya başladı.

 

      

 

Öte taraftan Ömer baskın esnasında evin ikinci katından arka sokağa atladığında her iki ayağını da incitmişti. Yerden kalkamaz durumdaydı. Evin civarından uzaklaşmak için yerde sürünmek zorunda kalmıştı. Kısa bir süre sonra evin dört bir yanının polis tarafından sarılacağını biliyordu. Sürünerek iki evin arasındaki kuytu bir boşluğa girip orada saklanmıştı. Ayaklarının atlamadan dolayı kırılmış olabileceğine ihtimal vermiş ve çok acı çekmesine rağmen ses çıkarmadan bulunduğu yerde tevekkülle beklemeye koyulmuştu.

Bu kuytu yerde yüreğinde sessiz bir feryat yükseliyordu gökyüzüne… Gözlerinden akan yaşlar ne kadar çok acı çektiğinin işareti gibiydi. Bağıramıyordu. Feryat edip içindeki acının dışarıya çıkmasına izin veremiyordu. Canı çok yandığı halde bunların hiçbirini yapacak durumda değildi. Yapamazdı da…

Polislerin evin etrafını sardıklarını görünce yerinden kımıldamadan durmuş, bir müddet sonra polislerin çekip gittiklerini anlayınca da saklandığı kuytu yerden çıkmaya çalışmış, fakat başarılı olamamıştı. Ayağı kalkamıyordu. Her iki ayağı ona isyan etmişti sanki. Acılar içinde kalakalmıştı. Sürünerek saklandığı yerden çıktı. Ne yapacağını düşünmeye başladı. Bu halde nereye gideceğini bilemedi. Çaresiz kalmıştı. Aklı durmuş, fikri ona yol göstermez olmuştu. Çaresizlik içinde;

–Ey kimsesizlerin kimsesi olan Allah’ım, beni yalnız ve yardımsız bırakma, diye dua etti. İşte o an Latif’in telaşlı bir şekilde önünden koştuğunu fark etti.  Ona seslendi. Latif ise evine doğru koştuğundan gözü etrafındakileri görmüyordu. Birinin kendisine seslendiğini duydu. Duyduğu ses Ömer’indi. Durdu ve etrafa bakındı, Ömer’i görünce yanına gitti.  Onun hâlâ buralardan uzaklaşmamış olmasına kızmıştı;

–Neden hâlâ buradasın, diye Ömer’e sitem etmeye başladı.

Ömer, Latif’in yaşadıklarından ne kadar etkilendiğini bilmiyordu. Bunu anlamak için;

–Ne oldu, niçin evi basmışlar? Diye sordu.

Latif;

–Seni arıyorlar. Anlaşılan biri seni görmüş ve hiç vakit kaybetmeden polise haber vermiş. Polis senin ben de kaldığından emin gibiydi. Allah’a çok şükür bu sefer atlattık. Hadi kalk eve gidelim, dedi.

Ömer, Latif’in,  “Eve gidelim” sözünden yaşadıklarından dolayı gözünün korkmadığını anlamıştı. Bir kez daha ayağa kalkmaya çalıştıysa da sendeleyip yere düşecek gibi oldu. Latif’in onu tutmasıyla yere düşmekten son anda kurtuldu. Ömer;

–Galiba her iki ayağımı da incittim. Kalkamıyorum, dedi.

Latif elleriyle ayaklarına dokununca Ömer hissettiği acıdan bağırdı. Latif, onu sırtına alıp eve getirdi. Hanımı, eşinin arkadaşını sırtlamış olduğu halde eve geldiğini görünce hüzün gözyaşlarını sevinç gözyaşlarına dönüştü. Eşiyle gurur duyuyordu. Onun arkadaşlarına karşı vefalı olmasına hayrandı.

Latif, Ömer’i daha önce kaldığı odaya bıraktıktan sonra bir süreliğine eşinin yanına gitti. Olanları özetleyip şuan için endişelenecek bir durumun olmadığını söyledikten sonra tekrar Ömer’in bulunduğu odaya geçti.

Ömer’in ayağına bakınca her iki ayağının da şişip morarmış olduğunu gördü. Bu durum karşısında endişe etmeye başladı. Ömer’i hastaneye götürmek istediyse de Ömer arandığını bildiği için hastaneye gitmeyi kabul etmedi. Latif bir müddet daha Ömer’in yanında kaldıktan sonra şafağın sökmesiyle birlikte hadiseyi haber verip Ömer’e yardım getirmek için Şehid’in evine gitti.

Sabah’ın erken saatinde gelen misafirini kapıda gören Şehid, ters giden bir şeylerin olduğunu anladı. Latif’i içeri aldı. Latif vakit kaybetmeden neler olduğunu anlattıktan sonra Ömer’in her iki ayağının da morardığını, kırılmış olma ihtimalinin bulunduğunu söyledi. Şehid beklemeksizin Latif’i Ömer’in yanına gönderdi. Kendisi de Bilal’e uğrayıp onunla birlikte Latif’in evine gitti.

Ömer, Şehid ve Bilal’i görünce acılarını bir anlığına unuttu. Bilal, Ömer’in ayaklarına baktı. Her ikisinin de morarıp şişmiş olduğunu görünce endişelendi. Ayaklarının filmi çekilmesi gerekiyordu. Kırık olma ihtimali vardı. Yalnız hastaneye gitmek riskliydi. Başka bir çözüm bulunmalıydı.

Latif;

–Hz. Süleyman Camii civarında yaşlı bir kırık çıkıkçı var. İsterseniz oraya götürelim, deyince odadakiler birbirlerine baktılar.

Gözler Bilal’in ağzından çıkacak olan kelimelere odaklandı. Son karar onundu. Şehid’in de kendisine baktığını gören Bilal istemeyerek de olsa bunu kabul etti.

Kırık ve çıkık işinden anlayan birçok insan vardı. Onların çoğu bu konuda gerçekten de uzman denilebilecek kadar mahirdiler. Ama yine de az da olsa bu yöntem daima bir risk taşıyordu. Sonuçta ilkel yöntemlerle tedavi metotları kullanıyorlardı.

Bilal ve Şehid, Ömer’in koluna girip onu ayağa kaldırdılar. Latif onları sözünü ettiği kırıkçıya getirdi. Seksen yaşlarında oldukça yaşlı olan ihtiyar bir kadındı, Ömer’in ayaklarına baktı. Morarmış ayaklarına elleriyle dokunup inceledikten sonra;

–Endişe edecek bir şey yok, sadece yerinden çıkmış, dedi. Bilal ve Şehid’den, Ömer’i sıkı bir şekilde tutmalarını istedi. Yaşlı kırıkçı Ömer’in her iki ayağını sırasıyla tutup sağa ve sola hafif bir şekilde döndürdükten sonra geriye doğru bastırdı.

Ömer acılar içinde feryat ettikçe yaşlı ihtiyar onu daha sıkı tutmalarını söyledi. Bir süre uğraştıktan sonra nihayetinde çıkan ayakları yerine oturttuğunu söyledi. Zeytinyağı, yumurta ve hamurdan yaptığı özel karışımı Ömer’in ayaklarına sürdükten sonra ikişer tahta parçasını her iki ayağının sağına ve soluna gelecek şekilde bir bez parçasıyla sardı. İşinin bittiğini, bir haftaya kadar ayağa kalkabileceğini söyleyip yüklü bir meblağ istedi. Şehid hiç itiraz etmeden istenilen meblağı çıkarıp verdi.

Şehid, Latif’e teşekkür etti ve artık bundan böyle Ömer’le kendisinin ilgileneceğini söyleyip onu evine gönderdi. Bilal ve Şehid, Ömer’i alıp kendi evlerine getirdiler.

Ömer’in iyileşinceye kadar evden dışarıya çıkmamasını tembihleyip acil durumlar için Bilal’e bir miktar para bırakan Şehid evden ayrıldı.

Ömer’in tedavisinden sonra ağrıları geçmemişti. Bilal,  Hamza’dan ağrı kesici getirmesini istedi. Ömer, uzun süreden beri görmediği Yusuf ve Şehmus’u burada görünce sevindi. Onların neden ortalıkta görünmediğini anlayamamıştı. Nedenini ise şimdi anlıyordu.

Arkadaşlarıyla hasret giderirken ayağındaki acılardan biraz olsun uzaklaşmanın verdiği rahatlıkla uyumak istediğini söyledi. Yusuf onun için kanepeyi hazırladı. Hastane odasındaki yatak ne ise bu odadaki kanepe de o görevi görüyordu. Kısacası hasta yatağıydı. Hastane konforu olmasa da burada arkadaş ve aile sıcaklığı vardı.

Ömer öğleye doğru ayağındaki sancılarla tekrar uyandı. Sağ ayağı daha çok şişmişti. Bezlerle sıkı sıkıya sarılı olduğu için bezi zorluyordu. Bilal, Ömer’in sağ ayağındaki bezi açtı. Morarma artmıştı. Eliyle ayağına dokunduğunda Ömer’in nasıl acı çektiğini görmek için gözlerine bakması yetmişti. O gözlerde gördüğü tek şey acıydı. Böylesine bir acının tek sebebi ancak kırık olabilir, diye düşündü. Bir karar vermesi gerekiyordu. Ya Ömer’i hastaneye götürecekti ya da yaşlı ihtiyarın dediği gibi yapıp bir hafta bekleyecekti. Beklemenin vahim sonuçlarını düşündü ve böyle bir riski alamayacağına karar verdi. Ömer’e durumu izah edip hastaneye gitmeyi teklif etti. Ömer arandığını söyleyip hastane fikrini kabul etmedi;

–Her iki ayağımı da kaybetsem hastaneye gitmem, diye tutturdu. Geriye tek bir şey çözüm kalıyordu. Özel hastane…

Bilal, Ömer’in ayağındaki bezleri söküp üzerindeki zeytinyağlı, yumurtalı hamuru temizledikten sonra Yusuf’la birlikte bildiği özel bir hastaneye gittiler.

Ömer’in ayaklarını gören doktor vakit kaybetmeden filmlerini çekti. Çekilen filimler sağ ayakta kırık soldakinde ise çatlama olduğunu gösteriyordu. Doktor;

–Nasıl oldu, diye sordu.

Bilal;

–Damdan düştü, dedi.

Doktor mantıklı bir cevap almıştı. Hazırlıklarını yaptıktan sonra Ömer’i ameliyata aldı. Dört saat süren ameliyatın başarılı geçtiğini ve iyi olacağını söyleyen doktorun bu sözü Bilal’i sevindirmişti. Doğru bir karar alıp zamanında yapılması gereken bir müdahaleyi gerçekleştirmişti. Ardından Ömer’i ziyaret edip durumunu sordu. Gerçekten iyi olduğunu görünce sevinci daha fazla arttı.

Ömer;

–Abi endişelenmekte haklıymışsın. Doktor ameliyat ettiği esnada ben de onları seyrediyordum. Sağ ayağımdaki kırık yeri gördüm. Gerçekten de kötü görünüyordu, dedi.

Ömer, ameliyatın etkilerini üzerinden attıktan bir hafta sonra hastaneden koltuk değnekleriyle taburcu oldu. Bilal onu eve getirip bir müddet daha bakımını arkadaşlarıyla birlikte üstlendi.

Her geçen gün iyiye doğru giden Ömer, Şehid’e;

–Abi yaklaşık olarak bir aydır bu evde kalıyorum. Eğer müsaadeniz olursa ailemi özledim. Onları görmem için yardımcı olsanız, diye izin istedi. Şehid, ilkin bir şey demedi. Bu sessizliğin isteğinin iletileceği anlamına geldiğini bilen Ömer daha fazla üstelemeden konuyu değiştirdi.

Ertesi gün Şehid tekrar Ömer’i ziyarete gelip ona ailesini ziyaret edebileceğini söyleyince buna sevindi. Şehid, Ömer’e kendisine yardımcı olabilmesi için yanına Yusuf’u da almasını ekledi.

 

      

 

Ömer, Yusuf ‘la bir öğle vakti oturduğu Alipaşa mahallesine gittiğinde üç yaşındaki kızını arkadaşlarıyla sokakta oyun oynarken görünce duygulandı. Babasını gören kız, koşup kucağına atlamaya çalıştıysa da Ömer ellerindeki değnekleri bırakamadığı için çocuğunu kucağına alamadı.

Onun yerine Yusuf çocuğu kucağına aldı ve Ömer’in Sokak kapısını açmasıyla birlikte eve girdiler. İçeri girdikleri gibi Yusuf’un kucağından kendisini yere atan çocuk annesine seslenerek;

–Anneee babam geldi, çığlığıyla ortalığı ayağa kaldırdı.

Tek katlı müstakil olan Alipaşa’nın müstakil evlerinde en az üç–beş aile birlikte otururlardı. Ömer’in eşi kızının sevinç çığlıklarını işitince hemen üzerine geçirdiği entarisiyle balkona gelip aşağıya baktı. Ömer’i yaralı halde görünce merdivenlerden aşağıya inip yürüyebilmesi için koluna girdi. Yukarıya çıkmasına yardımcı olurken, Yusuf;

–Bir saat sonra gelirim, deyip oradan ayrıldı.

Ortalık pek tekin olmadığı için Ömer’in evde fazla kalmasına izin verilmemişti. Sadece hasret giderecek kadar bir süre tanınmıştı. Bu süre onlara her ne kadar az gelse de tedbirli olmaları gerekiyordu.

Bir saat göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçmişti. Yusuf dediği gibi bir saat sonra gelip kapıyı çaldığında Ömer ondan biraz daha beklemesini istedi. Yusuf bir on dakika daha bekledikten sonra birlikte evden ayrıldılar.

Caddeye henüz çıkmışlardı ki Yusuf ters giden bir şeylerden şüphelendi. Şehir içi minibüsüne bindiklerinde bile Yusuf’un şüphesi geçmemiş olsa gerek ki sürekli arkasını gözetleyip duruyordu. Onları takip eden bir aracın olup olmadığını minibüste anlamak çok zordu. Zira trafik yoğundu ve hangi aracın kime ait olduğu pek belli olmuyordu.

Ömer, Yusuf’un endişesini görünce;

–Ne oldu niye bu kadar endişelisin, diye sordu.

Yusuf;

–Caddeye çıktığımızda ortalık sivil polis kaynıyordu. Ama onların hiçbirinde ne silah ne de telsiz vardı. Bu durum canımı sıktı, dedi.

Ömer, daha önce Latif’in evinde olduğu gibi birisinin evine gelişini haber vermiş olabileceğini düşündü. En azından tedbirli davranmak adına Yusuf’a;

Sen, son duraktan bir önceki durakta in. Ben de son durakta ineceğim. Şayet şüpheli bir durum varsa hiç olmazsa sana bir şey olmasın. Ben bu ayaklarla polislerle koşuşturma oyunu oynayamam, dedi.

Anlaştıkları gibi Yusuf bir önceki minibüs durağından inip gideceği yere yayan olarak yürümeye başladı. Ömer son durakta indiği anda birden nerden çıktıkları belli olmayan bir grup sivil polis aracın içinde Ömer’in üzerine çullandılar. Ömer yaralı ayağıyla yerinden kıpırdamadan öylece bekledi. Bir müddet sonra minibüse yanaşan bir sivil polis aracı Ömer’i alıp oradan uzaklaştı.

Öte taraftan bir köşeye gizlenmiş olan Yusuf yaşananları uzaktan seyredip ne olacağını merakla bekledi. Sonunda polislerin Ömer’i kendi araçlarına naklettiklerini görünce Ömer’in yakalandığını arkadaşlarına haber vermek için hızlıca eve doğru yola koyuldu.

Yusuf, Ömer’le birlikte görülmüş olma ihtimaline karşı takip edilip edilmediğini anlamak için bir müddet çarşıda dolaştı. Kimsenin bulunmadığı tenha yerlere uğrayıp arkasından şüpheli birilerinin olup olmadığını anlamaya çalıştı.

Önünden geçtiği mağazaların camekânlarından arkasını kontrol edip şüpheli birilerinin kendisini takip etmediğini gözlemledi. Bilal’in kendisine öğrettiği tüm metotları uyguladı. Eve gelene kadar bilmediği, tanımadığı sokaklara girip çıktı. Sonunda kimsenin onu takip etmediğinden emin olunca eve gelip bu kötü haberi Şehid’e verdi.

Şehid, Ömer’in yakalandığını duyduğunda tedbir olsun diye evi boşalttı. Ömer’in tutuklanıp cezaevine konulduğu haberi gelene kadar Bilal ve arkadaşları başka bir güvenli evde kalmaya devam ettiler.

Ömer’in, gözaltında bir şey konuşmadığını, arkadaşlarının bu konuda rahat olması gerektiğini bildiren haberini alana kadar tedbir hali devam etti.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar