41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-18. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-18. Bölüm

  18. BÖLÜM

Allah’a giden yollar o kadar çok ki herkes kendi kabiliyetine göre İslami hizmetlerde bulunarak O’na giden bir yol mutlaka bulur. Kimisi cesaretiyle, kimisi de ilmiyle İslam’a hizmet etme çaba ve gayreti içinde O’nun rızası için çabalar.

Diyarbakır’da bazı gençler İslami ilimleri öğrenebilmek için camilerdeki hücrelerde Arapça tahsili görüyorlardı. O camilerden biri de Şeyh Muhammed Mescidi idi.

Yedi öğrencinin bulunduğu bu cami hücresinde beş öğrenci yatılı kalıyordu. Onlar derslerinin daha iyi pekişebilmesi için gece ve gündüz camide kalmaya gönüllü kimselerdi. Camiyi kendilerine mesken edinen bu ilim tutkunu gençlere cami hocası her sabah saat dokuzda gelip ders veriyordu. Öğle ezanına kadar süren derslerin ardından namaz kılınıp yemek yenir ardından alınan derslerin müzakeresi yapılırdı.

Gün boyunca ilimle meşgul olan gençleri yaklaşmakta olan Ramazan ayının heyecanı sarmıştı. Öğrencilerin Ramazan ayını ibadetle geçirmelerini sağlamak için hocaları ders programını iptal ederdi.

Her Ramazan ayında olduğu gibi bu Ramazan ayında da bazı gençler Allah’a daha yakın olabilmek için akşam vakti camiye gelip gece ibadeti gayesiyle cami hücresindeki gençlere katılırlardı. Onlarla birlikte sahur yapıp iftar ederlerdi. Bu niyetle kimi gençler cami hücresine gelmişlerdi. Gece ibadeti ve Kur’an tilaveti ile gecelerini ihya edenlere sahurluk bir şey hazırlama görevi ise aralarından Garip’e verilmişti.

Garip, gece ibadetlerinin ardından o gün camide kalanların sayısına göre sahurluk için kahvaltı türü şeyler hazırlamaya koyuldu. Öte taraftan bazı gençler gelirken yanlarında yiyecek bir şeyler getirmeyi de ihmal etmezlerdi. O gün camiye gelenlerden bazıları sahur için patates kızartmak istiyorlardı. Tabi bu iş de doğal olarak Garip’e kalmıştı. Garip hiç kimseyi kırmayan sessiz, sakin biriydi. Hizmet etmeyi sevdiği için o gün gelenlere;

–Siz ibadetlerinizi yapıp bana da dua edin. Patates kızartmayı bitirince size haber veririm, deyip onları göndermişti.

Cami hücresinde çay ve yumurta kızartmak için küçük piknik tüpü ve alüminyum bir tava vardı. Bütün yemek işlerini bunlarla yaparlardı.

Sahur vaktine yakın Garip, patatesleri kızartmak için soymaya koyuldu. O gün her zamankinden biraz daha geç kalmıştı. Sahuru yetiştirmek için acele etti.

Cami hücresinde onunla birlikte bulunan üç arkadaşı Kur’an okurken beş genç de camide namaz kılıyorlardı.  

Garip arkadaşlarına patates kızartmaya başladı. Dokuz kişiye yetecek kadar patatesin kızartılması işinin bitimine az kalmıştı. Birkaç defa daha tavadaki patates yenilense, iş tamamdı.

İşte o an her ne olduysa oldu Garip, kızgın yağa attığı patateslerin dibi tutmasın diye karıştırmaya çalışırken tava devrilip içindeki kızgın yağ sağ elinin üzerine döküldü. Ansızın hücreden yükselen feryat, içeride bulunanları ürkütmeye yetmişti.

Garip’in eline dökülen yağ elini kızartmıştı. Çektiği acılar yüzünden yerinde duramayıp zıplıyordu. Hücrede bulunan üç arkadaşı ne yapacaklarını şaşırmıştılar. Onu sakinleştirmeye çalıştılarsa da boş bir çaba içerisindeydiler. Garip yanıyordu. Eline dökülen yağ ona bugüne kadar hiç tatmadığı bir acıyı tattırmıştı.

Camide namaz kılanlardan birkaçı hücreye gelip ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Garip’i elini tutmuş inler halde olduğunu görünce ona, yanan eline iyi geleceğini düşündükleri yöntemleri sıralamaya başladılar.

Kimisi eline salça sürmesini, salçanın iyi geleceğini söylerken, kimisi de diş macununun iyi geleceğini iddia ediyordu. Garip ise yanan elinin acısıyla bir köşede oturmuş ağlıyordu. Onunla ilgilenen, acısının şiddetini anlayan yoktu. Her kafadan bir ses çıkıyordu.

Garip gibi hücrenin müdavimi olan ilim arkadaşı Rıfat, yanına gidip eline baktı. Garip’i kaldırıp çeşmenin başına götürdü ve elini suyun altına tuttu. Garip ilkin bir rahatlama hissetti. Ne zaman elini suyun altından çekse eli daha çok yanmaya başlıyordu. Bir müddet daha elini suyun altında tutup rahatlamaya çalıştı.

Sabah ezanına on dakika kalmıştı. Sahur yapmak için hücreye dönüp yemeklerini yediler. Namaz için camiye gelenler Garip’in yaşadığı kazadan dolayı çok üzgün olduklarını söyleyip kendisi için ne yapabileceklerini sordular. Oysa arkadaşları onunla ilgilenmeyi bırakıp sahur yapmaları gerektiğini düşünmüşlerdi. Gördüğü bu manzara karşısında Garip’in o an da aklından geçenleri bilmek pek zor değildi.

Bir ara Rıfat, büyük bir kaba su doldurup Garip’ten elini o kaba daldırmasını, diğer eliyle de yemeğini yemesini istediyse de Garip yemek yememe konusunda kararlıydı. Rıfat, Garip’in bu durumuna gerçek manada üzüldüğünü göstermek istiyordu. Kendi eliyle Garip’e yemek yedirip sahur yapmasını sağladıktan sonra ancak içi biraz olsun rahat edebildi.

Sabah ezanı okunmak üzereydi. Namaz için camiye gelenlerin sayısında her dakika artma oluyordu. Gelenlerden biri de Cami müdavimlerinden Asım amcaydı.

Asım amca güngörmüş biriydi. Yaklaşık altmış yaşlarında, aksakallı biriydi. Camideki gençleri çok sever, onlara bir başka alaka gösterirdi.

Hücrede buluna Rıfat, Garip’in durumunu göstermek için Asım amcayı cami hücresine çağırdı. Asım amca olanlara üzülse de olan olmuştu. Şimdi oturup üzülmenin zamanı değildi. Garip’in yanan eline baktı. Çok kötü görünüyordu. Bir an önce hastaneye gitmesini önerdi. Garip hastaneye gitmeye razı olmadı. Asım amca ne yaptıysa Garip’i ikna edemedi. En sonunda Asım amca;

–Eğer aranıyorsan söyle ona göre bir tedbir alalım, deyince Garip;

–Aranmıyorum. Yalnız Cami hücresinde kalmak devlete göre yasaktır. Eğer burada kaldığımız öğrenilirse cami hücrelerine yönelik bir operasyon yapılmasından korkuyorum, dedi.

Asım amca, Garip’in söylediklerini mantıklı buldu. Camide kalmak ve İslami ilimler tahsil etmek Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan, “Tedrisat Kanunundan,” beri yasaktı.

Asım amca sabah ezanı okununca müsaade isteyip namaz için camiye gitti. Namazın ardından hücreye gelip günlük işlerin başladığı vakte kadar Garip’in yanında kaldı. Saat dokuz civarında arabasıyla onu şehir merkezindeki özel bir doktora götürüp;

–Oğlumdur, diye tanıttı. Mutfaktaki ocakta duran kızartılmış yağın yanlışlıkla döküldüğünü söylediğinde Doktor, Garip’in eline baktı. Asım amcanın doğru söylediği yanan ele dökülen yağdan belli oluyordu;

–Çok fena yanmış, dedi. Yanık derecesi beni aşan 2. Derece türündendir. Beni aşan bir durum, kusura bakmayın size yardımcı olamam. Siz en iyisi hastaneye gidin, diye tavsiyede bulundu.

Asım amca, Garip’in hastaneye gitmeme yönündeki itirazlarını dikkate almadan onu alıp Devlet Hastanesi’nin aciline götürdü.

Acildeki hasta bakıcı Asım amcanın getirdiği yaralıyı hemen bir kabine alıp eline baktı. Acil müdahale gerekiyordu. Doktor çağrıldı. Gelen doktor bir yandan Garip’in elinin üzerindeki yanan derileri kaldırıyor öte yandan Asım amcadan olayın nasıl olduğunu sorup duruyordu. Asım amca ise doktora olanları kendi evinde yaşanmışçasına anlatıyordu.

Yaklaşık iki saat içinde Garip’in elinin tedavisi bitti. Asım amcayla birlikte tekrar cami hücresine döndüler. Rıfat, Asım amcaya her şey için teşekkür edip ona hayır duasında bulundu.

Garip, cami hücresine geçip bir köşede oturdu. Elinden akan irinlerin yeri kirletmemesi için elinin altına geniş bir tabak bırakıldı. Orada öylece beklemeye başladı.

Rıfat camide yaşananları anlatmak için gidip Şehid’i buldu. Garip’in başına gelenleri anlatıp ne yapmaları gerektiğini sorduklarında Şehid, Rıfat’la birlikte camiye gelip Garip’i gördü.  Garip’in merhemli elinden akan irinlerden yarasının ne denli ağır olduğu anlaşılıyordu.

Şehid, kısa bir süre önce yanıklar konusunda kendisini yetiştiren Bilal’e götürmenin daha iyi olacağını düşünüp Garip’le birlikte soluğu Bilallerin evinde aldı.

Bilal, Garip’in yanan eline iyice baktıktan sonra Doktorun gereğini yaptığını anladı. Yapılması gereken yapılmıştı. Geriye iki günde bir yapılması gereken pansuman süreci kalmıştı. Şehid iyileşene kadar Garip’in kendilerinde kalmasını istedi. Bilal, Şehid’in sözü üzerine söz söylemedi.

Garip’in yaklaşık bir ay sonra yanan eli tamamen iyileşmiş; fakat yanık izleri kaybolmamıştı. Elindeki yanık izinin kaybolması için Bilal’den bir çözüm bulması konusunda çok ısrar edince Bilal bu konuyu araştırmaya başladı.

Bilal bazı bitkisel ilaçların yanık izini azalttağıyla ilgili okuduğu birkaç yöntemi denemeye karar verdi. Garip’e;

–Bunun işe yarayıp yaramayacağını bilmiyorum. Daha önce bunu denemedim. İstiyorsan vazgeçebiliriz, dedi.

Garip;

–Abi denemekten zarar gelmez, dedi.

Bilal aldığı havuçları püre haline getirip yanık olan yere pres yaptıktan sonra üzerini bir bezle iyice sardı. Bu işlemi bir hafta boyunca tekrar edip durdu.

Bir haftanın sonunda Garip’in yanan elinde hissedilir bir düzelme gözlemlendi. Bilal, Garip’in yanan elinin bu kadar çabuk iyileşip yanık izlerinin kaybolmaya başlamasına sevinmişti. Garip’in yanan eli sayesinde yeni bir şey öğrenmenin zevkini ayrıca yaşıyordu.

Şehid, Bilallere her uğrayışında Garip’i daha fazla tanıma fırsatını bulmuş oldu. Onda hiç kimsenin görmediği bir yetenek görmüş olacak ki Garip iyileştiği zaman artık onun camiye dönmesine müsaade etmedi. Onu şimdi daha farklı hizmetler bekliyordu. Garip’i merak edip de soran yakın arkadaşı Rıfat başta olmak üzere onu tanıyanlara hakkında bir bilgi verilmedi. Ta ki yıllar sonra Garip’in kahramanlıkları duyulana dek Şehid ve birkaç kişi dışında onun nerde ne yaptığını bilen olmadı.

Bir gün yerel bir gazeteye, “Polis tarafından İnterpol’ün kullandığı ifade gibi kırmızı bültenle aranan Garip Soylu polisle girdiği çatışmada sağ olarak yakalandı,” haberi düştü. Onu tanıyanlar, “Vay be” diyebilmişti sadece…

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar