41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-4. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-4. Bölüm

  4. BÖLÜM

Bilal ve arkadaşlarının hizmet alanı değişmişti. Her biri daha önce yaptıkları İslami hizmetleri bir başka kardeşe devredip yeni hizmet alanına adım atmaya hazırlanıyorlardı. Onlardan istenilen, şimdilik bu evde kalmalarıydı. Onlar da gece gündüz bu evde kalıyorlardı. Bilal, günün belli saatlerinde arkadaşlarına sağlık dersi vermeye başlamıştı. Özellikle yaralara müdahale konusu üzerinde duruyordu. Gördükleri sağlık dersleri onlara sıkıcı geliyordu. Sanki canları sıkılmasın diye verilen bir ders, bir uğraşmış gibi... Aldıkları bu dersin onlara ne gibi bir faydası olacağı hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Yaşadıkları hapishane gibi bu evin dışında gerçek bir hayat vardı. Dışarıda kardeşlerinin kanları akarken onlar burada oturmuş sağlık dersi görüyorlardı. Boş bir şey gibi gördükleri bu derslere karşın her gün bir yerlerde saldırıya uğrayan Cemaat mensubu gençleri düşündükçe aldıkları dersler daha sıkıcı oluyordu. Bilal, dersin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için okulda hocasının söylediği bir sözü hatırladı. Onu arkadaşlarıyla paylaşmanın iyi olacağını düşünüp;

–Arkadaşlar, okuldayken hocam sağlık dersinin ne kadar mühim olduğunu;

“İnsanın sahip olduğu en değerli şeyini kaybetmesinin ardından çektiği ve yaşadığı acıya bir son verip sağlığını ona geri vermenin mutluluğunun yerini başka bir şeyde bulmak mümkün değildir, diye sözleriyle anlatırdı.

Bilal,  arkadaşlarına bunları anlatırken, onlar dışarı çıkıp İslam düşmanlarına meydanları daraltmak istiyorlardı. Üçü de gençti ve kanları kaynıyordu. Onları sakinleştiren tek şey, “Emre itaat şuur ve bilinciydi.” Eğer bir eğitim alınacaksa bunun İslam düşmanlarının saldırılarını bertaraf etmeye yönelik bir eğitim olması gerektiğine inanıyorlardı. Evde oturarak İslami hizmetlere hiçbir fayda ve katkılarının olmadığını düşünüyorlardı. Düşüncelerine göre İslam düşmanlarının anladığı dilden konuşmak gerekiyordu. O dili kullanmak için can atıyorlardı. Tabi bunu yapmalarına izin yoktu. Onların işi İslam düşmanlarına hadlerini bildirmek değildi. Bunu yapanlar yapıyordu. Bu konuda onlara ihtiyaç yoktu. Her gün yerel televizyonlarda seyrettikleri haberlerde Diyarbakır’da meydana gelen saldırılardan söz ediliyordu. Faili meçhul saldırıya uğrayanların az çok kimler olduğu yakınları veya ölüyü mezara götürenlerin attığı sloganlardan belli oluyordu. İslami Cemaat mensubu birinin cenaze merasimi belliydi. İslami hizmetlerinden dolayı birinin şehit düşmesi halinde Cemaat mensupları kortej halinde tekbirler eşliğinde yürürlerdi. Şayet ölen İslam’a düşmanlık edenlerden biri ise bu durumda onlar da kendi ideolojilerine göre sloganlar atarlardı. Saldırıya uğrayıp hafif yaralananlara ise haberlerde yer verilmiyordu. Bu en azından polisin işin ardına düşmemesi için iyi bir şeydi.

Her zamanki gibi, Bilal ve arkadaşları sabah erkenden kalkmışlardı. Kahvaltının ardından yapılan sağlık dersine başlamak için son hazırlıklar yapılıyordu. Bugünün diğer günlerden hiçbir farkı yoktu. Sonbahar güneşinin ışıklarının içeri girmesi için odayı havalandırmak isteyen Bilal pencereyi açıp dışardaki temiz havayı ciğerlerine bir “Oh” eşliğinde çekti. O ve arkadaşları tertemiz olan bu havayı ciğerlerine çekmeye devam ederken hiç beklemedikleri bir anda kapı zili aralıklarla üç defa çalındı. Bilal kapıya koştu. Gelenin kim olduğuna baktıktan sonra kapıyı açtı. İçeriye giren Şehid biraz telaşlıydı. Ayakkabılarını çıkarmadan Bilal’e;

–Sağlık malzemelerini ve Hamza’yı al, gideceğim yere kadar beni takip edin, dedi. Bilal ve arkadaşları ters giden bir şeylerin olduğunu fark etmişlerdi. Hiçbir şey sormadan Şehid’in dediğini yapmak için Bilal bir poşetin içine yerleştirdiği sağlık malzemeleriyle birlikte hazırdı artık. İlk olarak Şehid evden çıktı. Ardından Bilal ve Hamza çıkıp onu takip etmeye başladılar. Aralarına birbirleriyle ilişkileri yokmuş imajı verecek şekilde yaklaşık on metreye yakın bir mesafe bırakmışlardı. Bu mesafeyi koruyorlardı. Şehid çok hızlı yürüyordu. Telaşlı olduğu hızlı adımlarından belli oluyordu. Bilal ve Hamza, ona yetişebilmek için adımlarını hızlandırdılar. Aralarındaki mesafeyi korumak için adımlarını Şehid’in adımlarına göre ayarlıyorlardı. Şehid’e yaklaştıklarını düşündükleri anda adımlarını yavaşlatıp aradaki mesafeyi korumaya çalışıyorlardı. Şehid’in nereye gittiğini bilmiyorlardı. Onlar için güzel bir takip oyunu gibiydi. Bilal, Hamza’ya;

–Şehid’i takip ediyoruz ama asıl önemli olan şey bir başkasının bizi takip edip etmediğine dikkat etmemizdir. O yüzden etrafına çok dikkatli bak. Şüphelendiğin birileri olursa işaret ver, dedi.

Hamza, Bilal’in söylediklerinden sonra artık gözleriyle etrafına sık sık bakıp şüpheli bir şey olup olmadığına daha çok dikkat etti.  

 Kendilerinin takip edilip edilmediklerini anlamak için Bilal de bazen arkalarına ve çevrelerine çaktırmadan bakıyordu. Her şey yolunda görünüyordu. Şehid, Bağlar semtine girmişti. Oradaki sokaklardan geçerek bir binaya girdi. Bilal ve Hamza, Şehid’in binaya girdiğini görünce adımlarını hızlandırdılar. Şehid’in kaçıncı kata çıktığını bilmedikleri için daha bir hızlandılar. Şehid üçüncü katta girdiği bir dairede kapıyı kapamayıp arkadaşlarının gelmesini bekledi. Bilal ve Hamza’yı görünce onları içeri aldı. Kapıyı kapattıktan sonra;

–Sizi takip eden oldu mu? Diye sordu. Bilal;

–Hayır abi! Dedi. Şehid, arkadaşlarının dikkatli olmasına sevinmişti. Takibe dikkat etmedik de diyebilirlerdi. Böylesi davranış sorun olurdu. Bu tür şeylerde her zaman uyanık olunması gerekiyordu. Bir yere gidildiği zaman illaki takip edilip edilmediklerine dikkat etmeleri ve uyanık olmaları gerekiyordu. Hatta bakkala dahi gidilseydi yine dikkatli olmaları şarttı.

Şehid, arkadaşlarını içeri alınca Bilal ve Hamza gördükleri karşısında şaşırmışlardı. Beklemedikleri bir manzara ile karşılaşmışlardı. Odada yerde yatan yaralı biri vardı. Yüz üstü yere yatmış olan kişinin kim olduğu tam olarak görülmüyordu. Acı içinde kıvranıyordu. Yaralının yanında oturmuş elindeki bezle yarasına tampon yapan başka biri vardı. Bilal’in geldiğini görünce tampon yapan şahıs kenara çekildi. Bilal kendisinden beklenilmeyen bir atiklikle yerde yatan yaralının yanına çöküp Şehid’e müdahaleyle ilgili karar verebilmek için sorular sormaya başladı;

–Abi bu ne zamandan beri böyle?

–Yaklaşık bir saat.

–Kan kaybı çok oldu mu?

Yaralıya tampon yapan bu soruya cevap verme gereği duydu.

–Buraya geldiği zaman onu yüz üstü yatırıp tampon yaptım. Pek fazla bir kan kaybı olmadı.

Bilal, duyduğu son sözden dolayı sevinmişti. Ama sevincini gösteremezdi. Hamza’dan kendisine yardımcı olmasını ve yaralının üzerindeki elbiseleri yırtıp çıkarmasını istedi. Yaralının sırtında biriken kanları antiseptikli sterilize bezle silince yaranın ne kadar derin olduğu o zaman tam olarak belli oldu. Aslında endişe edecek bir şey yoktu. Boyundan beline kadar meydana gelen kesiğin sadece orta taraflarda bir yerde beş santime yakın bir yer iyice açılmıştı. Derin bir yaraydı. Buraya dikiş atmak gerekiyordu. Diğer yerlere dikiş atmaya gerek yoktu. Yaraya müdahale edip güzelce temizleyen Bilal, dikiş için hazırlıklarını yaptı. Yaralı yerde tedavi olacak şekilde dikiş atılmasını bekliyordu. Şehid ve yanında bulunan şahıs yaralının sırtını görünce ürkmüşlerdi. Yara onlara göre çok büyük görünüyordu.

Şehid;

–Eğer hayati bir durumu varsa onu hastaneye götürebiliriz, diye endişesini dile getirdi. Bilal kendinden emin bir şekilde;

–Buna gerek yok abi. Burada onu tedavi edebiliriz. Yalnız bir müddet acı çekecek. Sırtının tam orta yerinde açılan yarığın iç organlarına zarar vermemiş olması Allah’ın bir yardımıdır. Yalnız biraz fazla derin gibi… Oraya dikiş atmamız gerek. Diğerleri pek önemli değil. Allah muhafaza etmiş, sadece eti açılmış hayati bir tehlikesi yok, dedi tedaviye devam ederken.

Şehid, Bilal’in kendinden emin güven veren sesinden etkilenmişti. Tam olarak duymak istediği şeyi duymuş olmanın sevincini yaşıyordu. Yerde yatan yaralı Şahıs sabah evden çıkıp okula giderken okuduğu Namık Kemal Lisesinin kapısında birkaç öğrenci tarafından satırlı saldırıya uğramış. Kardeşlerinin saldırıya uğradığını gören okuldaki diğer Cemaat mensubu gençler gelip saldırıyı püskürttükleri zaman arkadaşlarının yaralandığını fark etmişler. İçlerinden tecrübeli biri yaralı arkadaşının sırtındaki kan izini görünce ceketini yuvarlatarak arkadaşının yarası üzerine bastırmış. Onu kimseye fark ettirmeden yakınlarında bulunan İslami hizmetlere gönül vermiş olan bir başka arkadaşlarının iş yerine getirmiş. Yaralıyı, iş yerinin arka tarafında namaz kılmak için kullandıkları tahtanın üzerine yüz üstü uzatmış. Yaralı arkadaşını iş yerindeki kardeşine emanet edip vakit kaybetmeden durumu haber verebilmek için Şehid’i bulmuş. Ona durumu anlatmış. Birlikte yaralının bulunduğu iş yerine gelmişler. Şehid, saldırıya uğrayan şahıs hakkında yolda gerekli bilgiyi alınca onu hastaneye götürmenin riskli olacağına karar verip onu götüreceği yeri kafasında planlamış. İş yerine gelerek yaralı arkadaşını alan Şehid eliyle sırtına tampon yapıp etrafa fark ettirmeden gideceği yere kadar yaralıyı getirmeyi başarmış. Bulundukları cevrede İslami hizmete gönül veren bir arkadaşın evine yaralıyı getirip bıraktıktan sonra vakit kaybetmeden Bilal’i almak için evden ayrılmış.  

Yaralanan Cemaat mensubu kişilerin, hastane yerine böyle evlere getirilmesi elbette ki riskliydi. Yalnız bu durum zorunlu bir haldi. Yaralı bir şekilde hastaneye gidenler hakkında polis tutanak tutuyordu. Saldırı olduğu anlaşılınca da işin içine Terörden sorumlu polisler giriyordu. Eğer olay siyasi ise terör masasına bakan polisler işi devralıp yaralının tedavisi yapıldıktan sonra sorgulamak için emniyete götürüyorlardı. Ardından kendisine neden saldırının yapıldığı, hangi siyasi guruba mensup olduğu gibi sorularla işkence seansları başlıyordu. Bu arada yaralı şahsın en zayıf noktası olan yarası deşilerek ona acı çektiriyorlardı. Bu yüzden mümkün olduğunca yaralıları hastaneye götürmeden bu tür evlerde tedavi etmenin daha iyi olacağı kararına varılmıştı. Kendi sorumluğuna verilen bu görev için Şehid, Bilal ve ekibi gibi birkaç sağlık ekibi kurmuştu.    

İslam Cemaatinin fertleri sık sık saldırılara maruz kalmaları bir yana mağdur oldukları halde polisin işkencesinden geçmek bir başka çileydi. Buna bulunabilecek tek çare, sağlık evleriydi.

Bu arada Bilal ve Hamza, yerde uzanmış olan yaralının yarasını dikmek üzereydiler. Önce lokal anestezi ile dikilecek yerin belli yerlerine enjektörle azar azar ilaç enjekte ettiler. Sonra Bilal, iğne ile yarayı dikmek için hazırlandı. Hamza’dan diktiği yerin yan yana gelmesi için iki eliyle yaralının derisini birleştirmesini istedi. Anestezi etkisini gösterince Bilal yarılan yeri sütüre etti. Uzun süreden beri ilk kez bir yaraya müdahale ettiği için çok titiz davranıyordu. Yalnız bunu orada anlayacak kimse yoktu.

Bilal, Hamza’nın yardımı ile çok kısa bir sürede işini bitirmişti. Ardından gazlı bezle yaranın etrafını temizledikten sonra onu çok sıkı bir şekilde sırtından steril bezi ile sardılar. Öyle ki yarılı, kendisini mumyaladıklarını zannetmeye başladı. Bilal, işini yapmaya devam etti. Yaralının acısını görmezden gelip bir an önce onu sarmayı bitirdi. Yaralı şahıs, acı çekiyordu. Sırtındaki yara onun canını acıtıyordu. Dikiş atılan bir bölüm dışında diğer yerlere sadece pansuman yapılmıştı. Pansumanın yapıldığı yerler yanıyordu. Yaralı şahıs, acı çekse de yapabildiği tek şey ara sıra ta derinlerden gelen bir, “Ah” oldu.

Acı; etrafındakilerin göremediği, gözlerin müşahede etmekten aciz kaldığı şey… Onu çekenin neler hissettiğini gösterecek somut bir şey değildi. Acı nedeniyle gözlerden gelen yaşlar etrafındakiler için ancak bir kıyas yoluyla idrak edilebiliyordu. Yaralının çektiği acıları gördüğü halde işini yapmaya devam eden Bilal, yaralının acı feryatlarını işitse de vicdanının sesini bastırıp yapması gerekene odaklanmaktan başka çaresi yoktu. Yaralının yüzüne bakmamaya çalışıyordu. Çektiği acıları yüzünde görmekten ve işini yapamamaktan korkuyordu. Bir an önce işini bitirmek istiyordu. Acı, bu işin bir parçasıydı. Yaralıya acıyıp yarasına gerekli olan müdahaleyi yapmaması belki o an için merhamet gibi görünebilirdi. Ama ilerleyen zamanda o yara iltihap kaplayınca o merhamet maraz olacaktı. Boşuna, “Fazla merhametten maraz doğar,” denilmemiş. Bilal elinden gelen tedaviyi yapmak zorundaydı. Bu işte de çok çabuk olması gerekiyordu. Yaralıyı sardıktan sonra yaralıdan bir müddet dikkatli hareket etmesini istedi. Kendisinin de eğer müsaitse akşamları gelip sargısını değiştirmesi gerektiğini söyledi.

Şehid, Bilal ve Hamza’dan hiç beklemediği bir performans gördüğü için sevinmişti. İlk işleri olduğu halde paniğe kapılmadan işlerini güzel yapmışlardı. Aslında Şehid’in hoşuna giden şey hiçbir soru sormadan işlerine odaklanmalarıydı. Bilal ve Hamza, ilk tedavilerinde başarılı olmuşlardı. İlk sınavlarını geçmişlerdi. Bu da onların ne kadar güvenilir olduklarını gösteriyordu.

Şehid ev sahibine;

–Yaralı kardeşimiz bir müddet burada kalmasının bir sakınca var mı? Diye sordu. Ev sahibi;

–Hiçbir sakıncası yok. Siz ne kadar isterseniz o kadar kalabilir, dedi. Şehid, Bilal’e dönüp,

–Sen ve Hamza, yatsı namazlarından sonra uygun bir vakitte malzemelerinizle birlikte gelip kardeşimizin yarasını pansuman edin, dedi.

İşleri bitmişti. Bilal evden çıkmadan yaralı olan şahsa;

–Bir sıkıntın olursa haber gönder, deyip mümkün oldukça yüz üstü uzanmasını tembihlerken elinden geldiğince az hareket et, diye ekledi. Ne kadar az hareket edersen yaran o kadar çabuk iyileşir dedi. Ardından Hamza’yla birlikte eve gitmek için oradan ayrıldılar.

Yaralı şahıs biraz kendisini toparlayınca Şehid olayın detayları hakkında bilgi aldı. Saldırıyı kimlerin yaptığını görüp görmediğini sorması üzerine yaralı şahıs kendisine bu saldırıyı gerçekleştirenlerin okuldaki İslam düşmanlığı yapan bir grup genç olduğunu söyledi. Şehid, yaralı kardeşinden bir isteği olup olmadığını da sorunca yaralı şahıs;

–Abi! Bir müddet burada kalacaksam aileme haber verilmesini istiyorum. Eve gitmeyince beni merak ederler, dedi. Şehid, yaralıyı teselli için;

–Onları merak etme aileni ve okuldaki arkadaşlarını gerektiği kadar bilgilendiririz. Sen bir an önce iyileşmeye bak. Ne kadar erken kendini toparlarsan o kadar erken eve gidebilirsin, dedi.

Eve dönmeden önce Bilal çöpe atılacak olan malzemeleri Hamza’ya verip;

–Onları daha önce konuştuğumuz gibi sağlık kabininin bulunduğu yerdeki çöp kutusuna at, dedi. Hamza’dan ayrılan Bilal eve tek başına dönünce evdekilerin meraklı bakışlarıyla karşılaştı. Yusuf çok merak etse de doğrudan Bilal’e soru sormaktan çekiniyordu. Hamza’nın da eve gelmesiyle birlikte günlük derslerini yapmaya başladılar. Hamza’dan derslere karşı bir başka ilgi görmüşlerdi. Bunun sebebini soran Yusuf’a;

–Bazen küçük bir bilgi hayat kurtarır. Bir kardeşimizin hayatını kurtarmak, acısına merhem olmaktan daha güzel bir amel olabilir mi? Diye cevapladı. Yusuf, Hamza’daki bu ilgiye daha çok şaşırıp kaldı. Bir şeylerin olduğunu anlasa da ne olduğunu bilmediği için merakını bastıramıyordu. Bilal, sağlık dersinin önemine vurgu yapmak adına;

–Hastalık veya bedene isabet eden bir yara veya musibet çat kapı geldiği zaman senin ne istediğini sormaz. Onlar da bizim gibi Rabbin emrinde bulunan askerlerdir. Bir emir alınca onu yerine getirmek zorundadırlar. Allah istemedikçe keskin bıçak dahi İsmailleri kesmez. Özelliğini bir anda yitiriverir. Zehir bile olsa Ömerlere tesir etmez. Sen seviyorsun veya istemiyorsun diye rüzgâr esmeyi bırakmaz. Yağmuru sevmiyorsun diye dinmez, geceyi sevmiyorsun diye gündüz olmaz… Bunlar gibi İlahi Kudrete itaat eden daha nice şeyler var. Bizim işimiz ise Allah’ın bize öğrettiği bilgi ile Cemaatimize faydalı olmak, onların yaralarına bir nebze de olsa derman olmaktır. Derdi veren dermanı da vermiştir. Bizler bu durumda derman konumunda oluyoruz, diye derse devam etti.

Yusuf, hâlâ Hamza’daki bu değişikliğin sebebini tahmin etmeye çalışıyordu. Ne olduğu konusunda tam olarak emin olmadığı birkaç alternatif aklına geliyordu. Onları Hamza’ya soramayacağını bildiğinden merakıyla yetinmek zorunda kaldı. Gizliliğe dikkat etmek ve ketum olmak onların ilk kuralları arasındaydı.

Bilal dersi anlatmaya doktorlar için söylenmiş bir sözle başladı:

–“Aşçının kabahatini maydanoz, terzinin kabahatini ütü, doktorun kabahatini toprak örter,” derlermiş. Aldığımız ders her ne kadar sağlık dersi olsa da bizim için de geçerli olan bir kuraldır. Hayat kurtarmak, acı çeken kardeşlerimizin acılarını hafifletmeye çalışmak için öğrendiğimiz sağlık dersi yeri gelince bir hayat kurtarabileceği gibi yapılan bir hata veya ihmalkârlık yüzünden bir kardeşimizin hayatına veya sakat kalmasına da mal olabilir. Bu yüzden işimizi daha ciddiye almalı, derslere daha iyi adapte olmalıyız, dedi derse ders katarak.

Günlük işlerle uğraşırken akşamın nasıl olduğunu fark etmemişlerdi. Bilal, yaralının durumunu merak ediyordu. Gün boyu aklından hiç çıkmamıştı. Acılarının son bulması için dua ediyordu. Akşam yatsı namazının ardından Hamza’yla birlikte küçük bir poşete bıraktıkları sağlık malzemeleriyle evden çıktılar. Yaralının bulunduğu eve gelince onu odada yüz üstü uzanmış buldular. Bilal, yaralının yanına oturup durumunu sorduktan sonra daha önce sırtına bağladıkları sargı bezini açtı. Yarası iyi görünüyordu. Dikişlere bir zarar gelmemişti. Diğer küçük yaraların üzerindeki sargıları değiştirmekle yetindi.

Yaralı;

–Anestezinin etkisi geçtikten sonra yaralarım çok ağrımaya başladı. Acım şimdilik dinmiş gibi görünse de hareket ettiğim zaman tekrar acıyor, dedi.

Bilal, yaralının sırtına tekrar baktı. Yaraları kabuk bağlamaya başlamıştı. Böyle yarası olan birinin biraz acı çekmesi normal bir şeydi. Bilal, pansumanını değiştirip yaralarını temizlerken her seferinde yaralı şahıs;

–Abi biraz daha yavaş ol, diye Bilal’i ikaz edip durdu. Bilal, yaralının neler hissettiğini bildiği için her seferinde;

–Hakkını helal et, deyip pansumana devam etti. Yaralının nazına katlanıyordu. Çektiği acının hürmetine yaralı şahıs her ne dese Bilal, onu alttan aldı. Tabi bu durumda yaralı acı çektiği için daha çok naz etmeye başladı.

Neyse ki Bilal pansumanını bitirip yarayı tekrar sardıktan sonra rahatlamıştı. Yaralı çektiği acıları yansıtan bir yüz ifadesiyle Bilal’e,

–Abi çok acım var. Onları dindirecek bir ilaç yok mu? Diye sordu. Bilal kendinden emin bir şekilde;

–Olmaz olur mu? Bence sen çok güçlüsün ve bunun üstesinden çok rahat gelebilirsin, diye sana ağrı kesici vermeye gerek duymadım. Ama çok acın varsa senin için ağrı kesici ayarlayabilirim, dedi. Yaralı sevindi;

–Olur. En azından acılarım biraz hafiflerse belki bu kadar sızlanmam, dedi.

Bilal, ev sahibinden ağrı kesici ilaç olup olmadığını sordu. Ev sahibinin getirdiği ilaç kutusunda birkaç çeşit ağrı kesici vardı. Onları yaralıya verip;

–Ağrın olduğu zaman alırsın. Yalnız günde üç taneyi geçmesin, dedi.

İşleri bittikten sonra Hamza’yla birlikte evden çıktılar. Takip edilip edilmediklerine dikkat ederek evden yine aynı tedbirlerle ayrıldılar. Takibe önem vermeleri gerekiyordu. Bu işin ihmale gelmeyeceği konusunda Şehid’in kesin talimatı vardı.

 

      

 

Birkaç gün sonraydı. Her zaman ki gibi Bilal ve evdeki arkadaşları sabah kalkıp kahvaltının ardından günlük derslerini yapmışlardı. Bilal, Yusuf ve Şehmus’a, bir miktar para verip ev için alış veriş yapmalarını istedi. Bu arada Yusuf ailesini görmek için izin istediğinde Bilal fazla kalmamak şartıyla izin verdi. Şehmus’la birlikte öğle yemeğini ailesinin evinde yemek için acele edip evden çıktılar. Alış veriş yapmadan önce Yusuf’un ailesini ziyaret ettiler. Yusuf, Şehmus’a güzel bir ev yemeği ikram ederken kendisi de ailesiyle hasret giderdi. Bilal’in dediği gibi fazla oyalanmadan evden ayrıldılar.

Aile önemliydi. Aile bağlarının kuvvetli olması ilahi bir fermandı. Hiçbir hizmet bu bağa zarar verecek kadar mühim olamazdı. İstisnai durumlar elbette vardı. O zaman şartlara bakılırdı. Ama şimdiki hizmetlerinde aileye ve aile bağına gereken önemin verilmesi noktasında kesin talimatlar vardı.

Yusuf, evden çıkmıştı ki yolda daha önceden İslami hizmetlerde birlikte çalıştığı bir arkadaşını gördü. Şehmus, Yusuf’u tanımıyormuş gibi önlerinden geçip yoluna devam etti. Böylelikle Yusuf’un arkadaşı onu tanımamış oldu. Yusuf ve arkadaşı ayaküstü sohbete tutuldular. Yusuf’un arkadaşı;

–Böyle tek başına elini kolunu sallayıp dolaşmanın tehlikeli olduğunu bilmiyor musun? Diye sordu. Yusuf, bildiği halde;

–Neden, diye sordu. Arkadaşı, Yusuf’un olanlardan haberi olmadığını anlayıp neler olduğunu anlatmaya başladı;

–Birkaç gün önce Namık Kemal Lisesinin önünde bir kardeşimize saldırı yapan PKK mensuplarından birkaçı okul önünde satırlandı. Herkes buna sebep olarak yararlanan kardeşimizin intikamının alınmasını göstermekte. Aralarında ağır yaralı olanlar var. Sen de kendine dikkat et. Adamlar öfkeden kudurmuşlar. Bu akılsızlar ders almaktan çok uzaklar. Tek başına elini kolunu sallayıp dolaşma! İstersen gideceğin yere kadar sana eşlik edebilirim, diye teklifte bulundu.

Yusuf;

–Allah razı olsun. Buna gerek yok. Zaten gideceğim yer hemen şurası, dedi. Arkadaşının söylediklerini dikkate alacağını ifade ettikten sonra ayrıldılar. Yusuf az ilerde bekleyen Şehmus’un yanına geldiği zaman olan biteni ona anlattı. Şehmus;

–Bir an önce ne alacaksak alalım. Daha fazla ortalıkta dolaşmamız pek doğru değil, dedi.

Yusuf’a kalsa neler olduğunu detaylı bir şekilde öğrenmek için birkaç arkadaşını görmek isterdi. Neyse ki yanında Şehmus vardı. Şehmus, Şehid’in talimatını hatırlatınca Yusuf merakını bir kenara bırakmak zorunda kaldı. Bilal’in verdiği parayla eve lazım olan ihtiyaçları alıp geri döndüklerinde Bilal’e duyduklarını anlattı. Yusuf anlatılanlar karşısında Bilal’in tepki vermemesi üzerine olanlardan haberdar olduğunu tahmin etti. Yusuf’u dinledikten sonra Bilal’in kendisine ettiği tek tavsiye biraz daha dikkatli davranması oldu.

Bilal ve Hamza, bir hafta boyunca yatsıdan sonra tedavi etmek için yaralıyı ziyaret ettiler. Yarası iyileşip kendine gelen yaralı artık rahat yürüye biliyordu. İlk günkü gibi nazlanmıyordu artık. Dikişlerinin açılma vakti gelmişti. Çekeceği son bir acı daha kalmıştı. Her ne kadar ilk günkü gibi olmasa da sonuçta acıyacaktı. Ağrı olacaktı bu kaçınılmaz bir durumdu. Çektiği acıdan olsa gerek bir hafta içinde epey kilo vermiş olan yaralının dikişlerini sökmeye hazırlanan Bilal, biraz moral verip yaralarının iyileştiğini, birkaç gün içinde eskisi gibi olacağını söyleyince yaralı rahatlamıştı. Bilal, Hamza’ya;

–Yaralıyı yüz üstü uzat, onu konuştur havadan sudan bahset, dikkatini dağıt, dedi. Böylelikle dikkati dağılan yaralının acısının daha hafif olacağını biliyordu. Hamza, Bilal’in dediğini yapıp onu yere uzattı. Okulda kendisinden sonra olanları anlatınca gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kendisini yalnız bırakmayan Allah’a hamd, kardeşlerine teşekkür etti. Bilal bu arada dikişlerin sökümünü bir azarlama ve nazlanma gelmeden bitirmişti.  

Yaralı eve gitmek için izin istediyse de Bilal birkaç gün daha burada misafir kalmasını, eve gitmesine karar verecek olan kişinin ancak Şehid olabileceğini söyledi. Yaralı birkaç gün daha misafir kaldı.

Bilal kendilerini ziyarete gelen Şehid’e yaralının iyileştiğini söyleyince Şehid bu duruma çok sevindi. Arkadaşlarının iyileşmesinin verdiği sevinç bir yana ekibinin başaralı bir iş yapmış olması ayrı bir sevinçti onun için…

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar