41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-5. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-5. Bölüm

  5. BÖLÜM

Diyarbakır sokakları tekerrür etmekte olan tarihe şahitlik etmeye devam ediyordu. Tıpkı asırlar önce İslam ordularının Diyarbakır’ı fethedip ihya ettikleri gibi… Hz. Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ve İslam ordusunun Diyarbakır Surları önüne gelip fetih harekâtını anımsatan ihya hareketi adeta tekrar yaşanıyordu.

Diyarbakır’ı fetheden İslam ordusuna yenilen küffar ordusu değişik isimler altında o günden bu güne kadar her fırsatta İslami Camialara saldırıp uğradıkları yenilginin intikamını almak için her türlü yola başvurmayı mubah görüyordu. Onlar İslam davasını güden herkesin kanlarını kendilerine helal sayan bir zihniyete sahiptiler.

Gücü ellerine geçirdikleri anda İslami Cemaatlere yaşam hakkı tanımayan kin ve nefret dolu yüreklere Allah azze ve celle hiçbir zaman fırsat ve imkân vermez inşallah, diye dua etmekteydi Mücahidler.

Diyarbakır; onu ihya eden İslami bir nesilden mahrum kaldığı takdirde, işte o zaman yetim ve öksüz kalmış demektir. Diyarbakır sokakları ihanetler sonucu baş tacı ettiği İslam kahramanlarının kanlarıyla bir kez daha kırmızıya boyanıyordu.

İslam davasına gönül vermiş olanlara yaşam hakkı tanımamaya ant içmiş olan kâfir ve zalimlerin yaptıkları zulme dur diyecek yiğit kahramanlar her dönemde olduğu gibi 90’lı yıllarda da var olmaya devam ediyordu. Bir kısmı kendilerini Zerdüşt olarak gören ebleh bir güruha karşı duran Muhammediler İslam için canlarını hiçe saymaya hazırlardı.

O dönemlerde PKK Örgütü her yere nüfuz ediyor, mazlum halkı milliyetçilik ve kavmiyetçilikle kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Devletin yaptığı zülüm bir yana onların yaptıkları bir yana. Onların zulmüne dur diyecek İslami Cemaat sayıca çok az olsa da kendileri ile beraber olan âlemlerin Rabbi vardı. O’na sığınıp O’ndan yardım alan imanlı müminler her türlü baskıya dur demeye canları pahasına ant içmişlerdi.

Hedefte yine mütedeyyin bir iş yeri vardı. Neredeyse tek başına bulunduğu semtte zalimin her türlü boykot kararını hiçe sayıp onlara meydan okuyan imanlı ve ihlaslı bir Allah dostu…

En küçük bir bahanede dahi boykot kararı alıp esnafa iş yapma fırsatı bırakmayan bu zorbaların isteğine karşı çıkacak cesareti kendilerinde bulamayan Şeyh Said’in torunları olan Müslüman halk baskılarla sindirilmişti. Tek tük de olsa zalimlerin zulümlerine boyun eğmeyip ata ve cetlerinin mirasına sahip çıkanlar da yok değildi.

Dört ayaklı minarenin aşağı taraflarında bulunan esnaftan sadece biri alınan kepenk kapatma kararına rağmen iş yerini açıp zalimlerin tehditlerine aldırmamıştı.

Mehdi, her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde dükkânını açıp boykotu delmişti. Onun bu cesareti bazı esnafları yüreklendirse de yine de bir türlü boykotu kırmak için cesurca bir adım atamıyorlardı. Can veya mallarına bir zarar gelmesinden endişe ediyorlardı. Bu endişelerinde haksız sayılmazlardı. Zalimin zulmü şeditti. Onları zulmedenden koruyacak ne devlet ne de başka bir güç vardı. Bu tür insanlar kendi nafakalarının peşinde koşan sıradan insanlardı. Ne PKK Örgütüne nede İslami cemaatlere mensup olmayan bu insanlara her ne kadar İslami Cemaat sahip çıkmaya çalışsa da bir türlü istediği desteği alamıyordu. İş yerlerini açmalarını istedikleri halde korku yüzünden boykota uymaya devam ediyorlardı.

Mehdi, elli yaşlarında, kısa boylu, aksakallı tonton sevecen biriydi. Bu yaşlı adamın cesaretinden korkan PKK mensupları, onu hedeflerine almışlardı. İslami hizmetleri nedeniyle defalarca Örgüt tarafından tehdit edildiği halde yine de inanç ve duruşundan taviz vermiyordu. Alınan boykot kararına uymayan tek esnaftı. Zalimlerin zulmüne aldırmadan iş yerini açıyor, dükkânının önüne taburesini atıp oturuyordu. O günlerde derdi iş yapıp para kazanmak değildi. Tek derdi vardı. Zalimin zulmüne boyun eğmediğini çevredeki esnafa göstermek istiyordu.  Onun için İslami bir Cemaat mensubunun onuru ve izzeti canından ve malından daha önemli ve kıymetliydi.

Örgüt tarafından yapılan tehditlere aldırmıyordu. Kadere yakinen iman etmiş mütevekkil bir insandı. Onun gözünde ne canının ne de malının bir değeri vardı. O İslam’ın bir ferdiydi. Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen onurlu bir duruşu vardı. Kınayıcının kınamasından korkmuyordu.

PKK Örgütü yaşamı sekteye uğratmak için bir bahane bulup tüm şehirde kepenk kapatma kararı almayı adet haline getirmişti. Aldıkları kararın şehir halkına zor anlar yaşatmasına aldırmayan Örgüt kendi çıkarı için insanları canlarından bezdirmeye devam ediyordu. Bir Örgüt militanının öldürülmesini bahane edip kepenk kapatma kararı almak artık sıradan bir şey olmuştu. Bu durum karşısında Devletin güvenlik güçleri aciz kalıyordu. Onlar da bir gün öncesinden esnafı dolaşıp kepenk kapatma çağrısına uymamalarını söyleyerek yanlarında olduklarını ima ediyorlardı. Esnafa;

–Kepenk kapattığınız zaman eyleme katıldığınız için devlet size ceza verir, diyorlardı.

İnsanları bir başka güçle korkutmaya çalışıyorlardı. İki korku arasında sıkışıp kalmış olan mazlum Bölge halkıydı.

Elbette ki devletin güvenlik güçlerinin bu tehdidi hiçbir anlam ifade etmiyordu. Halkını korumaktan aciz kalmış hantal bir hükümet iş başındaydı. Dağa taşa bomba yağdıran devletin güvenlik güçleri şehir merkezlerinde ise karakollara tıkanıp kalmışlardı. Kendi canlarının derdine düşmüş olan güvenlik güçlerinden medet beklemek abesle iştigaldi.

 

      

 

Dağda öldürülen bir Örgüt militanı için yine kepenk kapatma kararı alınmıştı. Esnafı dolaşan birkaç genç dükkânlara tek tek girip;

–Yarın kepenk kapatacaksınız, deyip çıkıyorlardı. Yoğurtçular çarşısı dâhil olmak üzere hiçbir esnaf iş yerini açmaya cesaret edemiyordu. Her zaman ki gibi Mehdi, sabahın erken saatlerinde iş yerine gelip meraklı gözlerin önünde iş yerinin kepengini açtı. Mehdi’nin iş yerinin açıldığını gören birkaç genç dükkâna girip selam verdiler;

–Bizi İslami Cemaat gönderdi, dediler.

 İslami Cemaat kelimesini duyan Mehdi’nin nurlu yüzünde tebessümler oluştu. Onu korumak için gelen toy; fakat gözü pek iki gence baktı. Onlara gıpta etti. Onların yaşındayken İslami hizmetlerde olmayı ne çok arzulamıştı ancak kısmet olmamıştı. O ancak ilerleyen yaşında İslami hizmetlerde aktif olarak görev almaya başlamıştı. Kendilerini tanıtan gençlere tabureleri gösterip oturmalarını söyledi.

Gelen iki genç henüz oturmuşlardı ki içeriye giren iki kişi;

– Hoca! Bizi Örgüt gönderdi, hemen iş yerini kapatacaksın. Yoksa günah bizden gider, deyince Mehdi, tereddütsüz onları dükkânından kovdu. Örgüt mensupları kendilerini kovan bu yaşlı ihtiyara kötü bir şeyler yapmaya yeltenmişlerdi ki dükkânın korumaları yerlerinden fırlayarak onları etkisiz hale getirip üzerlerinde bulunan silaha el koydular. Mehdi, koruma olarak gelen gençlerin çevikliğine hayran kalmıştı. İslami gençliğe neden hayran olduğunu bir kez daha anlayıp onları gönderen İslami Cemaate hayır duasında bulundu.

Mehdi, o gün iş yerini açıp üç beş kuruş kazanmanın derdinde değildi. Maddi durumu iyiydi. Birkaç gün iş yerini açmasa dahi pek bir zarara uğramazdı. Onun derdi boykot kararından istifade edip açık olan tek iş yeri olarak ticaret yapmak da değildi. Özellikle o gün satışla uğraşmıyordu. Gelen müşterilerini bir şekilde geri çeviriyordu. Esnaf tarafından yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için çok çaba sarf ediyordu.

O gün başka amaçlarla iş yerini açıyordu. Hak ve batıl savaşında hakkın sözcülüğü misyonunu üstleniyordu. Onun için örgütün boykotunu kırmak gün boyunca elde edeceği dünya menfaatlerinden daha hayırlıydı.

Mehdi’nin yanında çalışan Mehmet ise o gün işe gelmemişti. Boykotu kırmak için iş yerlerini açanlara koruma sağlayan Cemaatsel düzenlemede o başka bir iş yerini korumakla görevlendirilmişti. İş yerlerinde çalışanların yer değiştirmeleri taktiksel bir şeydi.

Mehdi içerdeki teybe İslami bir kaset koyup sesini sona kadar açtıktan sonra sandalyesini alarak kapının önüne çıktı. Bu durum onun için gurur vericiydi. Hiç kimseden korkmadan İslami marşları dinliyordu. Tabi bu tavrı bazılarının hoşuna gitmiyordu. Özellikle Örgüt sempatizanı olan esnafın tepkisine yol açsa da Mehdi buna aldırmıyordu. Teybin sesi tüm mahalleye yayılıyordu. Herkes Mehdi’yi konuşuyordu. Onun cesareti ve İslami kişiliği hakkında sohbetler almış başını gidiyordu.

Onu gıptayla seyreden esnafın sayısı az değildi. Onun gibi cesaretli olamadıkları için kendilerini kınıyorlardı. Ailelerinin nafakasını kazanmaktan bile korkuyorlardı. “Ya Örgüt bize bir şey yaparsa?” Endişesiyle içlerinde hissettikleri korkuyu yenemiyorlardı.

Mehdi, her kepenk kapatma eyleminde olduğu gibi bu seferde Örgütün tepkisini çekmeyi başarmıştı. Örgüt elemanları öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlardı. Mehdi’nin kendilerine aleni bir şekilde meydan okuması canlarına tak etmişti. Öğleden sonra birkaç esnaf Mehdi’den güç alarak iş yerlerini açmaya başlayınca bu durum diğer esnaf içinde cesaret verici oldu. Kısa bir süre sonra kepenk boykotu neredeyse kırılmış gibiydi. Birkaç esnaf dışında tüm iş yerleri açılmıştı. Bu duruma en çok Mehdi sevinmişti. Göze aldıklarının boşa gitmediğini görmenin haklı sevincini yaşıyordu.

PKK Örgütünün almış olduğu boykot kararı semtte kırılmıştı. Esnaf iş yerlerinin kepenklerini tehditlere rağmen açmıştı. Boykotun kırıldığını gören Örgüt mensubu esnaf da, kepenk açmakta bir beis görmedi. Komşuları kazanırken bir köşede oturup seyredemezlerdi. Hem bu işi başlatan belliydi…

Örgüt militanları yaşanan hadiseyi semtten sorumlu olan şahsa ilettiler. Mehdi’ye bugüne kadar yaptıkları tehdidin fayda vermediğini dile getiren Örgüt militanları buna bir ceza vermenin zamanı geldiğini söyleyip onu cezalandırmak için semt sorumlusundan izin istediler. Yapılan sözlü tehditlerden bir şey çıkmayacağı onlara göre belli olmuştu. Son kepenk kapatma olayında onu tehdit eden Örgüt üyelerinin üzerindeki silahlara da el konulduğunu öğrenen semt sorumlusu şikâyetleri dinledikten sonra gereğinin yapılacağını söyleyip gelenleri göndermişti.

 

      

 

Küfür, İslam’a karşı giriştiği mücadelede yenik düştüğü anda her zaman başvurduğu bir taktiği yine denemek istiyordu. Sözle yapamadığını silahla yapmak... İslam’a saldırmak için elindeki tüm imkânları kullanıyordu. Mehdi’ye ve o semtin insanlarına bir ders vermek için Mehdi’yi ortadan kaldırmayı planladılar. Hainler karakterlerinin gereğini yapmaya devam ediyordu. Sinsi bir plan yaptılar. Mehdi’nin öldürülmesinin ardından kimsenin onlardan hesap soramayacağını düşünen gafiller mütedeyyin insanların sahipsiz olmadıklarını anlayamamışlardı. Onlara göre dindar birinin öldürülmüş olmasını sorgulayacak kimse yoktu. Buna Örgütün de sevineceğini düşündüler.

Mehdi’yi ortadan kaldırmak onlara göre çok kolaydı. Bu iş için birkaç genç severek gönüllü olurdu. Kimin torunları olduklarını unutan nasipsiz gençler Mehdi’yi macera olsun diye ortadan kaldırmaya hazırlardı.

Maceraperest gençler için bu bir aksiyondu. Eğlence ve oyun zannettikleri şey Allah’ı seven birisinin ortadan kaldırılmasıydı. Gençlere yapacakları bu katliam için vaat edilen tek şey nam ve şöhretti. Hiç bir kıymeti bulunmayan bu değerlere aldanan kimi nasipsizler bu işe gönüllü olmuşlardı. Başarılı olurlarsa belki bir müddet ortalıkta dolaşıp Mehdi’yi nasıl katlettiklerini anlatacaklardı. Sırf bu yüzden dahi olsa bir cana kıymaktan çekinmezlerdi. Oysa bazılarının buna dahi fırsatı olmuyordu. Yaptıklarının bedelini canlarıyla ödeyen seleflerini görmezden gelebiliyorlardı.

PKK örgütünün tecrübeli bazı mensupları, nefsin hoşuna gidecek bir fırsat olarak gördükleri bu işi yapacak gençleri belirlemekte zorluk çekmediler. Ellerinin altında bu işler için tuttukları nice genç vardı. Onlardan üçü bu iş için tespit edilip seçildi.

Mehdi’nin ölüm fermanı şer güçler tarafından imzalanmıştı. Geriye tek şey kalmıştı. Aldıkları bu kararı uygulamaya sokabilmek için şehir sorumlusundan izin alınması gerekiyordu. Semt sorumlusu vakit kaybetmeden soluğu şehrin sorumlusunun yanında aldı. Daha önce de bu türden saldırlar için izin istemiş hiçbir sorunla karşılaşmamıştı. Semt sorumlusu yine aynı şekilde hiçbir engelle karşılaşmadan istediği izni alacağını düşünüyordu. Yalnız bu seferki planında kast edeceği can İslami bir Cemaat mensubuna aitti. Sıradan bir insan değildi. Sahipsiz ve kimsesiz hiç değildi. Ardından onun kanının hesabını soracak olan İslami Cemaat vardı. Dindarlığıyla tanınan, sevilen birisinin canını yakmanın ne tür getirisi olacağını düşündü. Ardından sahip oldukları gücün karşısında bir avuç İslami Cemaat mensubunun söz konusu dahi edilmeyeceğine karar verdi.  

Semt sorumlusu aldığı kararı şehir sorumlusuna söylediği anda hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Daha önce de Mehdi’nin dükkânı birkaç Molotof ile kundaklandığı halde hiçbir sonuç alamamış olduklarını ona hatırlattı. Şimdi ise onun ortadan kaldırılma fikrini acizlik olarak görüp yorumladı. Çaresizlikten ne yapacaklarını düşündüler. En kolay ve basit yol olarak görünen ortadan kaldırmaya başvurmaları çaresizliğin göstergesiydi.

Şehir sorumlusu bu fikri kabul etme durumunda yaşanacak olanlardan dolayı kaygılıydı. Öte yandan Mehdi’ye bir ders verip kim olduklarını göstermeyi çok istiyordu. Bunun için öldürülmesi yerine başka bir çözüm yolu bulunmasını istedi. Mehdi’nin canını acıtacak bir şey... Mehdi’nin öldürülmesi durumunda kanının hesabını sorup bunu çok fena ödetirlerdi. Ama canını yaksalar o zaman kendilerine kimsenin pek bir şey yapmayacaklarını düşündüler.

Semt sorumlusunun aklına şeytanın aklına bile gelmeyen bir şey gelmişti. Mehdi’yi tanıyordu. Dolasıyla onun canını nasıl acıtacağını da çok iyi biliyordu. Şehir sorumlusuna aradığı şeyi bulmuş gibi sevinçli bir halde;

–Sofinin yanında çalışan bir genç var. Söylentilere göre bizimkilerden birisinin yeğeniymiş. Sofi onu çok seviyor. Sofi’nin yerine istersen onu ortadan kaldıralım? Sofi’nin canını bundan daha fazla yakan bir şey olamaz, dedi.

Semt sorumlusunun bu fikri iyi bir cezaya benziyordu. Bunu beğenen şehir sorumlusu bu şekilde Mehdi’nin daha fazla acı çekip vicdan azabı duyacağı için bir daha kepenk boykotunu delmeye cesaret edemeyeceği düşüncesiyle bu hain düşüncenin gerçekleştirilmesine izin verdi.

Onların hâlâ anlayamadıkları bir şey var ki o da İslami Camia için her ferdin çok değerli oluşuydu. Fertlerinden birine bir zarar gelirse dünyayı PKK Örgütüne zindan ederlerdi. Yaşanan tecrübeler bunu göstermiş olsa da onlar bunu anlamamakta inat ediyorlardı. Dindar insanların bir zamanlar sahipsiz olduğu gibi hâlâ sahipsiz olduklarını düşünenler yanıldıklarını anlamak istemiyorlardı.  Ne zaman dindar birisine bir zarar verseler er ya da geç mutlaka bunun bedelini ödemişlerdir. Buna rağmen hâlâ dindar kesime saldırmayı bir maharet sayan ebleh bir grup yaşananlardan ders almaktan yoksundu. Karşılaştıkları sorunları silahın çözeceğine olan yanılgılarının neticesini yakında göreceklerdi.

Mehdi’ye yönelik; fakat canına kastetmeksizin yapılacak olan saldırının o semtin esnafına bir ders ve ibret olacağını düşünüyorlardı. Bundan böyle hiç kimsenin artık aldıkları boykot kararını kırmaya cesaret edemeyeceğini zannedip bununla sevindiler. Yapacakları eylemin getireceği sesi işitircesine erken sevinmeye başladılar.

Mehdi’ye yönelik yapılan tehditlerin yerini bulması işi üzerinde bizzat semt sorumlusu duruyordu. Eylemi yapacak olan üç kişiye silah ve bomba temin edildikten sonra geriye bir tek şey kalmıştı. Eylem zamanı…

Bunun bir an önce olmasını istiyordu. Yapacağı şeyi herkesin görmesini ve ondan korkulmasını arzuluyordu. Bunu başarabildiği takdirde Örgüt içinde yükselmesinin daha rahat olacağını biliyordu. Her şey bu üç kişinin yapacağı eyleme kalmıştı.

Mehdi, yanında çalışan arkadaşını kaybetmesinin ardından değil iş yerini açması bu şehirde dahi kalamayacağını düşünüyorlardı. Mehdi gibi birisinin yufka ve yumuşak kalbine öyle bir acı bırakacaklardı ki işçisinin yerine kendisinin ölmesini isteyecekti.

 

      

 

Birkaç gün sonraydı. Sabah saatlerinde esnafın her zaman ki gibi iş yerlerini açtığı sıradan bir gündü. Dışarda baharın serinletici güzel havası insanı rahatlatıyordu. Baharda canlanan doğa yeniden hayat buluyordu. Tabiat, İlahi güzellikleri yansıtmak için tekrar can bulup İlahi Kudretin azametini kör olan gözlere, paslanmış kalplere, durmuş olan akla ibret olabilmek adına tekrar hayat buluyordu. Bahar; yeniden dirilişin en güzel örneğini gösteren muhteşem bir seremoni gibiydi. Esen bahar rüzgârı yüzlerdeki mahmurluğu alıp götürmeye yetiyordu. Yeni bir güne başlamaya hazırlanan canlılar için güneş her tarafı aydınlatmıştı.

Gece kurulan tuzaklar ve hilelerin gün yüzüne çıkma vakti gelmişti. Mehdi’nin yanında çalışan Mehmet her zaman ki gibi sabah erkenden 7.45’de gelip dükkânı açmıştı. O, Mehdi gelene kadar iş yerinin tüm temizliğini yapıp çayı demlerdi. Mehdi geldiği zaman birlikte çaylarını içip sohbet ederlerdi. Çayı demledikten sonra duvarda monte edilmiş olan rafların üzerindeki malzemelere çeki düzen vermeye başlardı. Mehmet dükkânın arkasına geçip kuşluk vakti namazını kıldı.

İç âleminde kaç günden beri kendisini rahatsız eden bir şeyler vardı. Ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Aklına gelen tek şey uzun süreden bu yana şu dükkâna sıkışıp kaldığıydı. Kıldığı namazının ardından aklına şehit kardeşleri düşmüştü. Son zamanlar da tanıdığı birkaç arkadaşı PKK Örgütü tarafından şehit edildiği halde kendisi burada çalışmaya devam ediyordu. Oysa arkadaşlarıyla birlikte şehit olmaya ant içmişti. Onlar sözlerinde durup Rablerine kavuştukları halde o bu dükkânda boş boş oturduğunu düşünüyordu. Onun hayallerini süsleyen şehadet arzusu son günlerde aklından çıkmayan tek şey olmuştu. Girdiği her ortamda şehadetten söz edip duruyordu. Konuşmasının birinde şehit olma isteğini açıktan dillendirmeye başlaması üzerine arkadaşlarından biri;

–“Kim sıdk ile Allah’tan şehit olmayı talep ederse, Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile olsa,”  hadisine göre galiba sen de bu sınıfa giriyorsun. Şehitlerin şehadet arzusuna kavuşmadan önce şehit olacaklarına dair bir şeyler hissettiklerini söylerler. Sen de böyle bir şey hissediyor musun? Diye sormuştu.

O gün Mehmet arkadaşının sorduğu soruya cevap vermekten kaçınmıştı. Mehmet on dokuz yaşında uzun boylu, geniş omuzlu, kumral, atik ve çevikti. Geçen yıl İmam Hatip lisesini bitirmişti. Ortaokul çağında memleketi Silvan’dan okumak için Diyarbakır’a geldiği zaman okuldaki İslami Cemaat mensuplarıyla tanışmış, onlarla birlikte İslami hizmetlerde yerini almıştı. Okulunu bitirdikten sonra Üniversiteye hazırlık yaptığı için memleketine dönmemişti. Her yaz sezonunda okullar tatil olduktan sonra bir aylığına evine gidip ailesiyle hasret giderdikten sonra tekrar Diyarbakır’a arkadaşlarının yanına dönerdi.  

Mehdi’nin yanından ayrılıp İslami hizmetlerde daha aktif görevler almak için defalarca girişimde bulunduğu halde ona izin verilmemişti. Mehdi’yi koruma görevinin kendisine ait olduğunu söyleyip dikkatli olması noktasında tavsiyeler geliyordu.

Oturmakla şehadetin gelmeyeceği kesindi. Şehadet; gecesini gündüzüne katıp Allah için koşuşturanlara daha yakındı. Bu yüzden kısa bir süre önce tekrar Mehdi’nin iş yerinden ısrarla ayrılmak için izin istediğinde hiç umudu olmadığı halde istediği izin verilmişti. Aldığı izne pek sevinmemişti. Belki de, istediğinin bu olduğunu zannediyordu. Ama yanıldığını şimdi görebiliyordu. Oysa her şeyin daha güzel olacağını düşünmüştü. İşten ayrılarak sevineceğini, daha iyi hizmet edebileceği yanılgısını yaşıyordu. İç âlemindeki sıkıntıların biteceğini bekliyordu. Aldığı izin daha çok üzülmesine neden olmuştu. Bunu anlayamıyordu. Sevinmesi gereken yerde neden üzülüyordu. Bundan böyle daha aktif bir şekilde İslam’a hizmet edeceğini düşünüp sevinmişti. Belki de şehadete yakın olabilmek için en tehlikeli sorumlulukları dahi üstlenecekti. Şimdiki üzüntüsünün sebebini Mehdi’den ayrılmak olarak yorumladı. Onu tek başına bırakmadan önce bir başka arkadaşını bulup Mehdi’ye yardımcı olmasını isteyecekti.

O sırada dükkânın önünde geçmekte olan Cemil’i gördü. Cemil’in arkasından gidip ona seslendi. Cemil uzun süreden beri tanıdığı İslami hizmetlerden bir arkadaşıydı. Hizmetlerindeki aktifliği nedeniyle bir türlü çalıştığı iş yerlerinde tutunamamıştı. Hizmetlerini ön planda tutuğu için çalıştığı iş yeri sahipleri kısa bir süre sonra Cemil’e bir tercihte bulunmasını söylediklerinde Cemil hiç düşünmeden işten ayrılıyordu.

Cemil dükkâna girince Mehmet onunla musafaha yaptıktan sonra bunun İlahi bir işaret olduğunu düşündü. En müşkül olduğu bir zamanda yardımına Cemil yetişmişti. Cemil yirmi dört yaşında, bir yetmiş boyunda, hafif kambur biriydi. Geniş omuzları ve kaslı yapısıyla kamburu belli olmuyordu. Çalışkanlığıyla göz dolduruyordu. Her türlü işten anlayan yetenekli birisiydi. Kabiliyetleri arasında yok yok gibiydi.  

Hazırladığı çaydan Cemil’e ikram edip biraz sohbet ettiler. Mehmet içini kemiren sıkıntıyı Cemil’le paylaşıp bu iş yerinde çalışmasını istedi.

Onlar kendi aralarında konuşurlarken sabahın huzur verici esintisini bozmaya ant içmiş üç nasipsiz yoğurtçular çarşından aşağıya doğru iniyordu. Boyunlarındaki ve yanaklarındaki jilet izleri bunların pek tekin kimseler olmadığının en açık işaretiydi. Bu tür insanların sabahın bu saatinde buralarda bulunması esnafı endişelendirmişti. Tipleri daha çok hırsızlara benzeyen bu kişiler ancak akşam vaktinde buralarda belirip halkın nafakasına göz dikerlerdi.

Üç genç yoğurtçular çarşından yaklaşık yüz elli metre aşağı indikten sonra Mehdi’nin dükkânının yakınına gelince onlardan biri ayrıldı. Hızlı adımlarla Mehdi’nin dükkânın içine baktı. Mehmet’in birisiyle sohbet ettiğini görünce her şeyin yolunda olduğunun işaretini arkadaşlarına verip kendisi Hayat fırınının yanında beklemeye başladı. O saatlerde oralarda bekleyen yalnız o değildi. Semt sorumlusu da görülmeyecek bir yere sinip olacakları bekledi.

Arkadaşlarından işareti alan iki gençten yüzünde jilet izi olan elini cebine atıp bombayı çıkardı. Hızlı adımlarla Mehdi’nin dükkânın kapısına gelip bombanın pimini çektiği gibi içeri atıp kaçtı.

Dükkânın kapısında duran kişiyi fark eden Mehmet, kötü bir şey olacağını anlamış ve Cemil’i hızlı bir şekilde yere atıp şüphelendiği kişiye yetişmek için kalkmıştı ki büyük bir patlama oldu. Henüz ne olduğunu tam olarak anlayamayan Cemil’in üzerine düşen Mehmet’in parçalanmış cesedini gören Cemil kendinden geçti.

Bombanın çıkardığı sesle çevredeki esnaflar Mehdi’nin dükkânına koştular. Gördükleri manzara karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Bunu yapanlara lanet edip feryat ediyorlardı. Mehmet’in pak ve temiz bedeninin şarapnel parçaları tarafından tanınmaz hale geldiğini görünce bu güzel gence kıyan insanlıktan nasibini almamış eblehlere kin kustular.

Esnaf tanınmaz hale gelen Mehmet’in cesedinin altında bir başkasını görünce onu kontrol etmek için Mehmet’in cesedini dikkatli bir şekilde kaldırıp kenara bıraktıktan sonra yerde yatanı incelediler. Yerdekinin bayıldığını anlayan biri hemen biraz su getirilmesini istedi. Getirilen suyu Cemil’in yüzüne döktü. Kendisine gelen Cemil’in ayağında şarapnel parçaları vardı. Cemil hâlâ olayın şokundaydı.

Sabah okuluna gitmekte olan Cemaat mensubu bir genç Mehdi’nin dükkânının saldırıya uğradığını görünce hemen dükkâna girdi. Mehmet’in parçalanmış cesedi karşısında feryat etse de artık onun için yapacak hiçbir şey yoktu. O artık yeşil kuşun kursağında Rabbine doğru yol almıştı. Kendisine hâkim olmaya çalıştı. Esnafın ilgilendiği Cemil’i görünce buna çok şaşırdı. Cemil’i yakından tanıyordu, “Onun burada ne işi var,” diye düşündü. Cemil’i hastaneye götürmek için araba isteyen esnafın çağrısına yakınlardaki bir taksi yetişmişti. Cemil’i taksiye bindirip hastaneye götürme işini bu genç üstlenince esnaf buna sevindi.

Genç bir an önce hastaneye yetişmek için taksiciyi sıkıştırırken Cemil durumunun iyi olduğunu söyleyip kendisini eve bırakması noktasında ısrar etti. Yaralının tüm ısrarlara rağmen onu hastaneye yetiştirmek için taksiciye seslenmeye devam etmesinin ardından Cemil, arkadaşının anlayacağı bir şekilde kulağına;

–Ben aranıyorum, hastaneye gidemem, diye fısıldadı. Jetonu yeni yeni düşen genç, Cemil’i eve götürmek için taksiciye yolu tarif etti.

Cemil uzun süreden beri yaptığı İslami hizmetler nedeniyle polisle başı dertteydi. Mukaddesata hakaret eden birini darp ettiği için olayın bir numaralı zanlısı olarak aranıyordu. Bu yüzden hastaneye gidemezdi. Genç meseleyi anlayınca, Cemil’in istediği gibi hastaneye gitmekten vazgeçmişti. Bu duruma şaşıran taksiciye ise;

–Maddi durumu olmadığı için hastaneye gitmek istemiyor. Sen bizi dört ayaklının oraya bırak, dedi. Taksici her ne kadar geri dönmek zorunda olduysa da bu türden sıkıntılarla çok karşılaştığından olsa gerek müşterilerinin dediğini yapıp onları dört ayaklı minarenin biraz aşağısında bıraktı.

Genç, Cemil’i sırtına alıp bir sokağa girdi. Diyarbakır’ın eski evlerinin olduğu sokakta biraz ilerledikten sonra bir başka sokağa saptılar. Daha iç taraflara doğru gittikçe Diyarbakır’ın eski evlerinin iç içe olduğu yere gelmişlerdi. Nihayetinde 79. Sokağa girdiler. Diyarbakır’ın siyah taşlarından yapılmış avlulu evlerin bulunduğu bu sokak, şehirleşmenin başlamasıyla birlikte eski ihtişamlı günlerini gerinde bırakmıştı. Şimdilerde bu evlerde genellikle maddi durumu iyi olmayan insanlar oturuyordu. Bu sokakta herkes birbirini çok iyi tanıdığı için Cemil’i sırtlayan genç rahattı. Komşularından kendisine bir zarar gelmeyeceğinden emindi. Sokağın ortasına gelip bir zamanların ihtişamını gösteren kapısının yanında durup tokmakla kapıyı çaldı. Kapıyı genç bir bayan açtı. Gördükleri karşısında şaşırsa da kardeşinin sırtladığı yaralı birini eve getirmesine şaşırmış, yaralının durumunun ciddi olduğunu anlayınca içeri girmeleri için kenara çekilmişti.

Genç, Cemil’i müsait bir odaya aldı. Onun rahat etmesi için elinden gelen cabayı gösterdikten sonra ne yapacağını düşünmeye başladı. Cemil acılar içindeydi. Yaralanmış ayağını görünce endişesi arttı. Aklından geçen sakat kalacağıyla ilgili kuruntular beynini kemirmeye başlamıştı bile. Çektiği acısına bir de sakat kalma düşüncesi eklenince acısı iki katına çıkmıştı. Bunun üstesinden gelemiyordu. Ağrıları arttıkça sakat kalma düşüncesi de kayboluyordu.

Acıları onu çıldırtacak kadar artmıştı. Bağıramıyordu. Bağırıp çağırmakla rahatlamak istiyordu. Eğer bağıra bilseydi belki bir nebze olsun rahatlardı. Bunu yapamayacağını çok iyi biliyordu. Sadece inlemeyle yetiniyordu. Acıları çok fazla olacak ki iniltileri gittikçe yürek yakmaya başladı. Çektiği acılardan gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Genç çaresizdi. Ne yapması gerektiğini Cemil’e sordu. Cemil, arkadaşının çektiği acılar yüzünden rahatsızlığına şahit olunca acısını içinde yaşamaya çalıştı. O İnledikçe arkadaşının yüreği parçalanıyordu. Cemil, arkadaşının çaresizliğini görünce bir anlığına olsun içinde bulunduğu durumu unutup ne yapılması gerektiğini düşündü. Onu teselli etmek, bir şeyler söylemek adına;

–Her şey den önce sakin ol. Benim böyle inlediğime bakma. Sen bir an önce gidip Şehid’i bul ve durumu ona anlat o ne yapacağını bilir, diye yol gösterdi. Genç, bir yolun olmasına sevindi;

–Abi! Annem ve ablalarım evdeler. Bir şeye ihtiyacın olursa kapıya vur, dedikten sonra Şehid’i bulmak iç in evden çıktı.

Genç, Şehid’i nerede bulacağı hakkında biraz düşündükten sonra aklına birkaç yer gelmişti.  İlk uğraması gereken yer Kitap eviydi. Şehid’in orada olma ihtimali vardı. Kitap evinde onu göremese de en azından orda bulunanlardan birinden Şehid’i nerede bulabileceğini öğrenebilirdi.

Şehid ve birkaç arkadaşı Mehdi’nin iş yerinin saldırıya uğradığını duydukları gibi soluğu Mehdi’nin iş yerine yakın olan Kitap evinde alıp ne olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Şu ana kadar duydukları tek şey Mehmet’in şehit olduğu ve bir yaralının bulunduğuydu. Yalnız yaralıdan hiçbir iz yoktu. Birkaç kişiyi hastaneye gönderen Şehid hastaneden de bir sonuç alamamıştı. Yaralının kim ve nerede olduğu hakkında şu ana kadar hiçbir bilgi edinememişti. Bunu öğrenmek için gençleri Diyarbakır’daki tüm hastaneleri araştırmaları için göndermişti.

Genç, Kitap evine girdiğinde karşısında telaşlı olan Şehid’i görünce endişeli bir şekilde;

–Abi! Yetiş, dedi.

Şehid, aradığı yaralıyı bulmuş olma ihtimali ile gelen kişiye;

–Ne oldu?  Nedir bu telaşın? Dedi. Genç, hâlâ telaşlıydı. Şehid’i görünce talaşı heyecanına karışmıştı;

–Abi! Cemil, Mehdi’nin dükkânında yaralandı. Şu anda bizim evde sizi görmek istiyor, dedi.

Şehid, gençten, Cemil’in nasıl olduğuyla ilgili kısa bilgi aldıktan sonra birlikte haber veren kişinin evine gittiler.

Şehid, Cemil’i kanlar içinde görünce gözleri doldu. Bir kardeşini şehit vermişti. Şimdi bir diğer kardeşi kanlar içinde acı çekiyordu. İslami hizmetlerinin sekteye uğramaması için, hastanede yatması gerekirken bir evde acılar içinde kıvranmayı göze alan Cemil’e dolu gözlerle baktı. Cemil’in ayağındaki kanlar yarasının üzerini örtmüştü. Şehid, Cemil’in durumunun ciddi olduğunu görünce onu hastaneye götürmek istedi. Cemil, Şehid’e karşı çok rahattı. Neden hastaneye gidemeyeceğini söyleyince Şehid;

–Sen biraz daha dişini sık. Ben şimdi gidip bir taksi getireceğim sonra Allah’ın izniyle senin yaralarınla ilgileniriz, deyip evden çıktı.

Kısa bir süre sonra evin önüne bir arabayla gelen Şehid, Cemil’i sırtına alıp arabaya bindirdi. Arkadaşlarına teşekkür edip bu olaydan hiç kimseye söz etmemesini de tembihleyerek evden ayrıldı.

Şehid, Cemil için en iyi yerin Bilallerin evi olduğuna karar verdi. Hem Bilal, Cemil’in yaralarıyla ilgilenir hem de Cemil iyileşene kadar orada kalabilir diye düşündü.

Cemil’in durumu ağır göründüğü için Şehid birçok tedbiri göz ardı etmek zorunda kalmıştı. Her şeyden önce gündüz vakti yaralı biriyle Bilallerin evine gelmek bile başlı başına büyük bir riskti. Bunu göze almıştı. Başka çaresi yoktu. Söz konusu olan yaralı bir kardeşiydi. Bu durumda bazı tedbirleri düşünecek durumda değildi. Böylesi durumlarda yapılması gereken en güzel şey tevekküldü. Allah için yapılan bir hizmette, Allah kulunun yanındaydı. Onu yalnız ve yardımsız koymazdı. Buna güvenerek gündüz vakti yaralı olan Cemil’i bir evden başka bir eve götürmeyi göze almıştı. Bir nevi mecburiyet durumu söz konusuydu. Cemil, iyileştikten sonra gerekirse Bilaller yeni bir yere taşınabilirdi.

 

      

 

Allah azze ve celle bu aciz kuluna merhamet etmiş, ona yardımını göndermişti. Normal bir günde Bilallerin evinin bulunduğu sokak öğle vaktine doğru kalabalık olurdu. Özellikle de çocukların yoğun olarak oyun oynadıkları vakitte kimse yoktu. Şehid, Cemil’i sırtlayıp kimse görmeden binaya girdi. Hızlı bir şekilde dairenin zilini aralıklarla çaldı. Bilal kapıyı açınca Şehid ve sırtında taşıdığı Cemil’i görünce kenara çekildi. Şehid, Cemil’i alıp odaya girdi. Yaralıyı kanepenin üzerine dikkatli bir şekilde yerleştirmesine yardımcı olan Yusuf ve Hamza şaşkındılar. Bilal bir şey demeden Cemil’e baktı. Onu tanıdığı gözlerinin dolmasından belli oldu. Bilal, Yusuf’a;

–Yan odadaki malzemeleri getir, dedi. Yusuf göz açıp kapayıncaya kadar malzemeleri alıp gelmişti. Bilal eline aldığı makasla Cemil’in paçalarından başlayıp yukarıya doğru pantolonunu yırttı. Her iki ayağı da kanlar içinde kalmıştı. Yusuf’tan kanları temizlemesini istedi. Yusuf eline aldığı antiseptik bezle yarının etrafını silmeye koyuldu. Yaraya değen antiseptikli bezin verdiği acı ile Cemil bağırmaya başladı. Anlaşılan canı çok yanıyordu. Yusuf, Cemil’in acısını dindirebilmek için ilaçladığı yerlere üfleyip daha az acı çekmesini sağlamaya çalıştı. Cemil’in acısını dindirmeye çalıştıysa da acısını tamamen dindirememişti. Bilal, Cemil’in uzandığı kanepenin yanına çöküp;

–Merak etme! Bu yaralarla şehit olmazsın, deyince odadakiler gülüştüler. Yalnız Cemil’in canı çok acıdığı için bu espriye gülmedi;

–Beni bu acı öldürmez ama senin yaptığın bu espri öldürebilir, dedi.

Yusuf kanları temizledikçe Cemil’in yarası ortaya çıkmıştı. Bilal, Cemil’e;

–Başka her hangi bir yerinde ağrı falan var mı? Diye sordu.

–Hayır, yok, dedi Cemil.

Bilal, Cemil’in ayağına iyice baktıktan sonra sol bacağında üç tane derinlere saplanmış olan şarapnel parçası gördü. Onun dışında önemsiz sayılabilecek onlarca şarapnelin yol açtığı yara ve çizikler vardı.

Şehid, Bilal’in sakin olduğunu görünce;

–Durumu nasıl? Eğer istersen onu hastaneye götürebiliriz? Dedi.

–Buna gerek yok abi, yaraları burada tedavi edebiliriz. Yalnız birkaç gün misafirimiz olursa iyi olur, dedi.

–Ne gerekiyorsa yap. Ne kadar kalması gerekiyorsa kalsın, dedi.

Cemil, Bilal ve Şehid’in arasında geçen konuşmalardan bir müddet burada misafir kalacağını anlamıştı. Şehid’e;

–Abi eğer eve gitmezsem ailem ve arkadaşlarım merak eder. En azından onlara beni merak etmemelerini söylerseniz sevinirim, dedi.

–Sen hiç merak etme. Onlara haber verir senin yokluğunu hissetmemeleri için elimizden geldiğince de her konuda onlara yardımcı olmaya çalışacağız. Sen onları fazla düşünme. Bir an önce iyileşmeye bak, dedi.

Bilal, Cemil’i kanepenin üzerinde sırt üstü uzattıktan sonra sol bacağındaki şarapnel parçalarının olduğu yeri uyuşturmak için bir iğne yaptı. Bacağının uyuşup bir şey hissetmemesine dek bekledi. Ayağı uyuştuktan sonra Bilal, eline aldığı neşterle şarapnel parçalarının girdiği yeri biraz daha derinleştirmek için birkaç çizik attı. Şimdi şarapnel parçalarını daha iyi görebiliyordu. Hiçbir şey hissetmeyen Cemil, Yusuf’la sohbete dalmıştı.

Yusuf ayağını görüp morali bozulmasın diye Cemil’e sorular sorup oyalıyordu. Ayağı uyuşturulan Cemil, acı hissetmez olmuştu. Bunu fırsat bilen Yusuf’un sorduğu sorulara cevap verdikçe Yusuf bir başka soruyla onu oyalamaya devam etti.

 Bilal, dikkatli bir şekilde neşterle kestiği yerden ayağına saplanmış olan şarapnel parçalarını çıkarmak için çalışmaya başladı. Parçanın kaymaması için çok dikkatli ve yavaş hareket ediyordu. Çıkardığı her bir parçanın ardından işlemi tekrarlıyordu. Son parçayı da çıkardıktan sonra vücudunda genişlettiği yeri tekrar kontrol edip içinde başka parçacıklarının bulunmadığına emin oldu. Yaklaşık bir buçuk saatin ardından yaraları temizlenmiş ve pansumanı yapılmıştı. Ayağı sargı bezleriyle sarıldıktan sonra;

–Cemil abi! Durumunun iyi, yalnız ayağında parçacık kalıp kalmadığından emin olabilmemiz için birkaç gün misafirimiz kalman gerek, dedi.

Cemil’in iyi oluşuna sevinen Şehid, kendisine olayın nasıl olduğunu sordu. Cemil bazı şeylerin yeni farkına varmışçasına gözyaşlarına boğuldu;

–Abi! Mehmet! Dedi… Dili dönmüyordu. Konuşmak için birkaç kez yutkunmak zorunda kaldı. Sonra;

–Kardeşimiz Şehit olup Rabbine kavuştu. “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” (Biz Allah’tan geldik yine O’na döneceğiz).

Cemil olayın ayrıntılarını tekrar yaşıyormuşçasına hatırladı. Yaşadıkları gözlerinin önünde tekrar canlandı. Mehmet’in tanınmaz hale gelen cesedi ve…

Olay anını tekrar tekrar zihninde yaşadı. Hüzünlenmişti, Mehmet’in şehadet haberi onu efkârlandırmış, gözyaşları içinde olan bitenleri, Mehmet’le neler konuştuklarını anlatınca Şehid ve orada bulunanlar da duygulandı.

Cemil, Mehmet’in parçalanmış bedeninin üzerine düştüğü anı hatırlayınca yaşadığına pişmanlık duydu. Şehadet kervanını kaçırdığı için hayıflandı. Her şey bir anda olup bitmişti. Mehmet’le konuştuğu bir anda onu ebedi hayata yolcu etmişti. O an bir şehitle konuştuğunu bilmiyordu. Allah’ın az sonra kendi katına alacağı birisiyle sohbet ettiğini bilseydi acaba nasıl davranırdı? Mehmet’in isteği ve arzusu geldi aklına, “Allah için şehit olma ve onun yolunda sahip olduğu en değerli şeyini, yani canını Onun yolunda feda etme isteğini,” şimdi daha iyi anlıyordu;

–Bir kardeşim daha şehitler kervanına katıldı. Birçok şehit gibi o da ahdini yerine getirdi, dedi. Onun adına sevindi. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu birisi olmak…

Kendisi şehadeti çok istediği halde ona gazilik şeref ve onuru kalmıştı. Kendi kendine;

–Kim bilir belki de şehadeti çok istemediğim için Mehmet gibi şehit olmak bana kısmet olmadı. Rabbim bana şehadeti nasip etmediğine göre bunda da bir hikmet vardır, diye düşünmeden de edemedi. Mehmet’e bir kez daha imrendi. Ona hayır duasında bulundu. Şehadetin hak edene yakıştığını biliyordu. Ve şehadet kendisinden daha çok Mehmet’e yakışmıştı.

 Ayağı uyuşmuş olan Cemil, bir anlığına ayağındaki yaraları unutup rahat hareket etmeye çalışınca aniden bir feryat kopardı. Yusuf;

–Senin arkadaşın şehit olmuş sen küçük bir yaradan feryat ediyorsun, bu sana yakışıyor mu? Diye kendisince espri yaptı.

Cemil, Yusuf’un bu patavatsızlığından olsa gerek sesini kesti. Artık inlemiyordu. Ağrıları olduğu halde sesini çıkarmıyordu. Acısını içine atmaya başladı. Bilal, Cemil’in acı çektiğini yüzüne bakarak anladı. Cemil’in yüzü çektiği acılardan ötürü keder yüklenmişti. Gözleri yaş akıtmamak için direniyordu. Yağmur yüklü kara bulutlar gibiydi gözleri. Ağlayarak rahatlaması için onu ikna edebilselerdi dokunulduğu anda kara gözleri şimşekler çakıp gözyaşlarını boşaltırdı. Oysa Yusuf’un söylediği söz onu çok gücendirmişti. Şaka dahi olsa ona yaşadığı bir hakikati söylemişti. Mehmet’in nazenin bedenine saplanan şarapnel parçalarından dolayı şehit olduğu hakikatini değiştiremezdi. Zira o kendi acılarına inler olmuştu. Yüreğinde yaşadığı çatışmaların sesi gök gürültüsünü andırsa da onların dışarıya çıkmasına izin vermiyordu. Suspus olup sinmişti oturduğu kanepeye.

Bilal ağrılarının olduğunu hissetse de bunu açıkça ona söyleme yerine;

“Bazen ağrılar mutluluk bağışlar insana. Gönlü aydınlatır, kafayı saplantılardan arındırır, inatçıyı gevşetir. Gereksiz korkuları yok eder. İnsanı tamamıyla başka biri yapar. Yok, eğer hastalık seni değiştirmediyse, iyileştiğinde eskisi gibiysen anla ki sen iflah olmaz çok daha büyük bir hastalığın pençesindesin de haberin yok,” diye bildiği bir bilgiyi paylaşma gereği durdu. Yine de Cemil’e;

–Bir ağrın olursa söyle ki bilelim. Ağrıların olması gayet normaldir. Her geçen gün bu ağrıların azalacak ayağında parçacık kalmamışsa çok daha çabuk toparlanırsın, deyip Cemil’e moral verdi.

Cemil, Bilal’in samimiyetine inandığı için ağrılarının olduğunu söyleyince Bilal, Yusuf’tan Cemil’in ayaklarına masaj yapmasını istedi. Aslında bu ona verilmiş bir cezaydı. Az önceki kırdığı potun cezasıydı.

Şehid, Mehmet’in na’şının defin işlemlerini kardeşlerine bırakıp Cemil’le ilgilenmişti. Cemil’in iyi olduğunu gördükten sonra evdekilerden izin alıp ayrıldı. Cemil tuvalete çıkması gerektiğini söyleyince Bilal, Hamza’dan Cemil’in ihtiyacını rahat bir şekilde görebileceği bir şeyler ayarlamasını istedi. Hamza’nın bu tür durumlarda bir şey bulmakta üzerine yoktu. Çok pratikti, biraz düşündükten sonra yan odaya gidip orada bulunan eski bir sandalyenin oturulacak yerini söküp kesti. Tasarladığı gibi şekil verdikten sonra söktüğü parçayı tekrar sandalyeye vidaladı. İstediği gibi bir şey olmuştu. Alafranga tuvalete benzemişti yaptığı şey. Bu Cemil için çok idealdi. Yusuf, Cemil’i alıp tuvalete götürdü. Cemil ayaklarına ağırlığını vermeden ihtiyacını karşıladığı için memnundu. Tuvaleti temizleme işi Yusuf’a kalmıştı.

Bilal, Yusuf’u yan odaya çağırıp ona az önce ki patavatsızlığını hatırlattıktan sonra;

–Bir hastanın ilaç kadar ihtiyaç duyduğu şey nedir biliyor musun? Diye sordu.

Yusuf mahcup olmuştu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Sessizliğini korudu.

–Psikolojik destektir. Cemil’in yarası bize göre küçük olabilir, ama acı çeken o odur. Onun çektiği acıyı hafife almak, yarasını küçümsemek moralini bozmakla kalmaz kendisini kötü hissetmesine sebep olabilir. Hastayı bir an önce ayağa kaldıran şey ona her konuda destek olmaktır. Moralinin iyi olmasını sağlamaktır. Onu bunalıma sokmak değildir. Bu yüzden hastayla konuştuklarımıza çok dikkat etmemiz gerek. Durumu bizce hafif dahi olsa ona göre büyük olabilir. Bizim görevimiz ona iyi olacağını, çektiği acıların kısa bir süre sonra son bulacağını söyleyip ona moral vermektir. Bundan sonra sözlerine dikkat et. “Birisine iyisin iyisin dediğin zaman iyileşmesi, kötüsün kötüsün dediğin zaman kötü olması,” sıkça yaşanan bir hadisedir, dedi.

Gece vakti Cemil ağrılarından dolayı yatamayınca ev halkını da yatırmaz olmuştu. Bilal ona bir ağrı kesiciyle uyku hapı verdikten sonra kısa bir sürenin ardından yatabildi.

Evdekilerin her biri Cemil’in rahat edebilmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. İlk gün acil durum için nöbetleşerek yattılar. Bu durum ikinci gün de devam etti. Cemil’in durumunun iyiye gitmesi evdekileri sevindiriyordu. Bir kardeşlerinin derdine derman olmanın verdiği sevinci yaşıyorlardı. Cemil, artık yardım almadan kendi ihtiyaçlarını görebilecek duruma gelmişti. Ayaklarının üzerine fazla basmamaya çalışarak tuvalete rahatça gidip geliyordu. Bu duruma en çok o seviniyordu. Kardeşlerine verdiği rahatsızlıktan dolayı üzülüyordu. Kardeşlerine daha fazla yük olmamak için çaba sarf ediyordu. Oysa o bilmiyordu ki kardeşleri onun rahatı ve biran önce iyileşip tekrar eski sağlığına kavuşa bilmesi için bu dünyada en çok sevdikleri ailelerinden dahi vazgeçmişlerdi. Onların her biri İslami hizmetlere gönül veren gerçek mücahit ve muvahhitti.

Beş gün sonra Şehid geldiğinde Cemil’i bir önceki gelişine göre daha iyi gördüğü için sevinmişti. Evdekilerin de durumlarını sorup onlara hizmetlerinden dolayı teşekkür etti. Mehmet’i şehit edenler hakkında evdekileri bilgilendirdi. Elindeki gazeteyi Cemil’e uzattı. Cemil sürmanşette şunları okudu;

–Kısa bir süre önce yoğurtçular çarşısının aşağısında saldırıya uğrayarak hayatını kaybeden Mehmet Yoldaş’ın ardından Diyarbakır sokakları tekrar kan rengine büründü. Bugün şehrin değişik yerlerinde beş kişi uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

Cemil’in yüzü gülmeye başlamıştı. Okuduğu haber kendisine iyi gelmişti. Kardeşinin şehadetinin ardından duyduğu bu habere sevindi. Mehmet geldi aklına. Şimdi hayatta olsaydı kim bilir ölenler için ne derdi diye düşündü. Şehid;

–Seni eve götürmemi ister misin? Diye sordu.

Cemil hiç düşünmeden;

–Olur, dedi.

Ayrılık vakti gelmişti. Cemil’in iyileştiğini gören ev sakinleri haklı bir mutluluğu yaşıyorlardı. Yaptıkları hizmetin ne denli kıymetli olduğunun farkına varmıştılar. Yaralı bir kardeşlerinin derdine derman olmanın verdiği tarifsiz bir hazzı doyumsuzca yaşayıp tadını çıkardılar. Doktorların neden halk tarafından bu kadar saygı görüp sevildiklerini şimdi daha iyi anlayıp müşahede ettiler.

Şehid, evden ayrılmadan Bilal’le birlikte yan odaya geçti. Herhangi bir eksikliklerinin olup olmadığını sorduğunda Bilal eksilen malzemelerden söz etti ve onları listeleyip Şehid’e verdi. Şehid, Bilal’e ve arkadaşlarına teşekkür edip hizmetlerinden dolayı onlara hayır duasında bulundu.

Cemil’le birlikte evden ayrılmadan önce Cemil’e:

–Bu eve hiç gelmedin. Böyle bir evin varlığını dahi unutacaksın, dedi.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar