41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-6. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-6. Bölüm

  6. BÖLÜM

Gün geçmiyordu ki Diyarbakır’da kan akmasın. Şehir, kanı dökülen kişinin rengini ve kokusunu taşırdı adeta. İslami Cemaate mensup olanların kanının rengi ve kokusu miski ambere benzerdi. Dökülen bir damla kan vesilesiyle etrafta güzel rayihâlâr olurdu. Ferahlatıcı bir koku, kanın sahibi hakkında çok şey anlatırdı.

Bir de leş gibi kokan kanlar vardı. Cevreyi rahatsız eden necis, pis ve iğrenç kanlar… Onlar da sahipleri hakkında çok şey anlatıyordu.

Allah için canlarını verenlerin kanları rahmet, bereket ve İslam davasını besleyen can suyuydu. Akan pak kanlar İslami davaya kuvvet üstüne kuvvet katardı.

Son günlerde Şehrin sokakları leş kanı gibi kokar olmuştu. İnsanın burun deliklerini tıkayan keskin koku yüzünden nefes almak güçleşmişti. Kasvetli bir hava tüm şehri esir almış gibiydi. Siyah sokak taşları renk değiştirip kızıla dönmüştü. Gök gerçek mana da mavi olmasa da yer kırmızıydı. Şehir sokaklarında yaşanan olaylara sessizce tanıklık etmeye devam ediyordu.

Bilal bir süre önce arkadaşlarına verdiği sağlık dersini kitap üzerinde bitirmişti. Cemil’in tedavisi onlar için iyi bir uygulamaydı. Bir nevi öğrendiklerini pratiğe dökme imkânı bulmuşlardı. Cemil üzerinden stajlarını yapmışlardı. Her biri sağlık konusunda teoride belirli bir birikim elde etmişlerdi. Cemil’in durumu hakkında Bilal, arkadaşlarına;

–Sağlık birçok kişinin kıymetini bilmediği değerli bir hazinedir. Sağlığını kaybedenler nasıl bir şeyi kaybettiklerini daha iyi anlıyorlar. Bize göre küçük ve önemsiz bir yara, nerden vurduğu anlaşılmayan bir sancı, bir diken batması bile bazıları için ciddi bir sorun olabilir. Küçük gördüğümüz yaralar bazen güçlü kişileri bile yere yıkabilirler. Bu durum daha çok, ‘Sağlığa sarsılmaz bir gerçek gibi bel bağlayanlar,’ için geçerli olsa da yaşam karşısında çocuksu bir davranış benimseyenler içinde söz konusudur. Bize düşen şey yardıma muhtaç olanlara elimizden geldiğince yardımcı olup onların çektiği acıların tedavisine vesile olmaktır, dedi.

Bilal, Şehid’e arkadaşlarının hazır olduğunu söylediğinde o buna çok sevinmişti. En çok ihtiyaç duydukları şeylerden biri sağlık alanıydı. Ama hâlâ eksikleri çoktu. Bunu en kısa zamanda telafi etmeyi düşünüyordu. Şu anda acil olarak yapmaları gereken şeyler vardı. Özellikle Cemaat mensuplarının sık sık saldırılara maruz kaldığı bu zamanda sağlıkçılardan olduğunca istifade etmeye çalışacaktı.

Şehid’in düşüncesi her bir mahallede sağlık evi kurmaktı. Bunu gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Böylelikle yaralanan arkadaşlarına gecikmeden müdahale etme fırsatı bulabilecekti. Yalnız bu oldukça riskli bir şeydi. Bir şeyin çokluğu onu daha çabuk ele verirdi. Bu da bir sorun demekti. Yaralıların güvende olması gerekiyordu. Amaç onları tedavi etmek kadar yakalanıp polisin eline düşmekten de korumaktı. Bu yüzden Şehid bu düşüncesini bir müddet daha ertelemek zorunda kaldı. Evlerin az olmasının güvenlik acısından daha iyi olacağına karar verilmişti. Bu işin özünde gizlilik vardı.  Şimdilik her şey yolundaydı. Gizlilik her şeydi. Aldıkları tüm tedbirler kendilerini gizlemek içindi. Bilal’in ekibi ve diğer ekiplerle şimdilik idare edecekti. Hem onların çalışmalarından memnundu.

 

      

 

PKK, zehirli fikirlerini her yere saçmak için elindeki tüm imkânları kullanıyordu. Onun zehrinden tatmak istemeyenlere kurşun tattırıyordu. Ölümle yaşam arasında çok ince bir çizgi… Dünya ve ahiret, namluların ucundaydı.

PKK Örgütü, bölgedeki temiz tabiatlı birçok köylüyü etkilemeyi başarmış görünüyordu. Devletin sahipsiz bıraktığı köylünün iradesinde söz sahibi olmuştu. İhtiyaç duyduğu lojistik desteği zorla da olsa elde etmişti. Onun isteğine karşı çıkacak gücü kendinde bulamayan köylü kesimi silahlı güç karşısında çaresizdi.

Yalnız bazı dindar ve Mütedeyyin insanlar Örgütün tehditlerinden korkmadan ölümü göze alıp çirkin isteklerinin karşısında durmaya çalışıyorlardı.

Basma Köyü sakinleri onlardan sadece biriydi. Diyarbakır’ın Çınar ilçesine bağlı Karacadağ köylerinden biri olan Basma köyü Çınar’a doğru giderken sağ taraftan Karacadağ’a giden yol ayrımından yaklaşık otuz kilometre içerdeydi.  Otuz haneli bir yerleşim yeri olmasına rağmen çevre köyler üzerinde etkisi oldukça fazlaydı.

Bu köyü çevredeki diğer köylerden ayıran en büyük özelliği köyde bulunan şeyh ailesiydi. Çevre köylerdeki birçok kişi bu aileye gerekli hürmeti gösterir onların sözünden çıkmazlardı.

Şeyh ailesi bir zamanlar Şam’dan hicret etmek zorunda kalınca kalkıp buraya gelerek yerleşen Şeyh Davut’un torunlarıydılar. Onlar atalarından süregelen İslami eğitim ve hizmetleriyle çevre köylerden her zaman saygı görmüşlerdi. Daima zulmün karşısında durup köylülerin arasında çıkan anlaşmazlıklarda adaleti gözettiklerinden saygınlıkları haklı olarak nam salmıştı.

Daha önceleri bunu hazmedemeyenler onların bu saygınlıklarını ortadan kaldırmak için fırsat buldukça şeyh ailesine saldırmıştılar. Her seferinde saldırılarını püskürten Şeyh Davut’un torunları cesaretleriyle konuşulur olmuşlardı. Hâlâ da onların kahramanlıkları hakkında konuşulmaya devam ediyordu. Civar köylüler onların kahramanlık hikâyelerini çocuklarına anlatıyorlardı.

Bir zamanlar yanardağ lavlarından çıkan siyah taşlarla kaplı olan köyün etrafında oluşan sulak yerlerde pirinç ekimiyle uğraşıyorlardı. Köylülerin tarımı sadece pirinçti. Ağacın olmadığı bu kıraç yerde ot dahi bitmezdi. Hayvanlar için daha uzak yerlere gitmek zorunda olan köylü balya haline getirdiği otlardan ve samanlardan hayvanlarının ihtiyacını karşılamaya çalışıyordu. Bulunmaz bir nimet olan otları biçmek ve kışın hayvanların ihtiyaçlarını karşılamak için her sene yaz sonunda otlar biçilerek balya haline getirilip ahırlarda muhafaza edilerek hayvanların kış ihtiyacı karşılanıyordu.

Köye arabayla girilmesi çok zordu. Taşlıklar izin vermiyordu. Köye girebilmek için bir kilometre ötede yolda araçlarını park eden köylüler yürümek zorunda kalıyorlardı. Köyün etrafında evlerin bulunduğu alanlara yakın yerde birkaç kez ağaç yetiştirmek için girişimlerde bulunmuşlarsa da toprağın ağaç yetiştirmeye müsait olmadığı anlaşılınca bir daha böyle bir işe kalkışmadılar. Toprağın altı Karacadağ’ın lavlarından çıkan siyah taşlarla kaplıydı. Onları temizlemek çok güçtü.

Şeyh Ailesi, örgütün bu köyü zehirlemesinin her ne kadar önüne geçmek istediyse de bir türlü bunu başaramadı. Şeyh Davut’un torunları ata topraklarında belki de ilk kez böylesine bir ikilik yaşıyorlardı.

Köy iki gruba ayrılmıştı. Otuz hanenin yirmisi PKK Örgütüne destek veriyordu. Altı aile dedelerinin mirası olan İslam davasına kanları pahasına sahip çıkarken, diğer dört aile tarafız kalmaya çalışıyordu. PKK Örgütünün kavmiyet ve milliyet fikri İslam’a ters düştüğünden dolayı bu fikirlerin asla kabul edilemez olduğunu anlatıp duran Şeyh Davut’un torunlarını dinleyen yoktu. Örgütün fikrine kapılanlar, “Denize düşen yılana sarılır,” misali devletten gördükleri zulüm yüzünden PKK Örgütünden medet umar hale gelmişlerdi.

Köydeki bu altı aile Örgütün istediği gibi elini kolunu sallayarak buralarda cirit atmasına izin vermemeye kararlıydı. Örgüt mensuplarının köye girmesini hoş karşılamıyorlardı. Bunun için silahlanmışlardı. Köydeki akrabalarının baskılarına rağmen örgüt elemanlarına engel oluyorlardı. Onların sayesinde köyde Örgüte verilecek her türlü maddi ve manevi destek kesilmişti. Şeyh Davut’un torunları olan bu insanlardan dahi dağa çıkıp da orada ölenler vardı. Bir zamanın mücahitleri, atalarının emanetine ihanet etmişlerdi. Şimdilerin murdarları olmuşlardı. Niçin ve ne amaçla öldükleri bilinmeyen, yitip giden canlar arkasında yakılan ağıtlar kime fayda getirecekti ki?

Bu köylüler gibi Örgütün peşine takılan nice kimseler ve mütedeyyin insanlar vardı; fakat ne yazık ki müfsitlerin ve İslam’a düşmanlık yapanların arkalarından gitmeyi tercih edenler ancak kendilerine zarar vermiş oluyordu.

Bu köyün bütünüyle Örgütün elinde bulunmaması çevre köylüler üzerinde benzer bir etki yapıyordu. Onlar da Şeyhin torunları gibi ikiye ayrılmışlardı. Kimisi azınlığı haklı bulurken kimisi de her ne olursa olsun çoğunluğun tarafını tutmak gerektiğini savunuyordu. İslam ümmetinin çocukları olan bu halk geçmişini unutmuş gibiydi. Hakkın çoğunlukta olmadığını, güçlü olanın haklı olmadığını unuttukları gibi, haklı olanın güçlü olduğunu da unutmuşlardı.

Örgüt civar köylerde hâkimiyet kurmalarına engel olan bu altı aileyi sindirmek için defalarca köye saldırılar yaptığı halde amaçlarına ulaşamamışlardı. Hak taraftarı köylüler her seferinde yapılan saldırıları püskürtmeyi başarmışlardı. Onların bu başarısı köydeki Örgüt sempatizanlarını endişelendiriyordu. Bu altı aileyi köyden çıkarmak için her türlü yolu denemekten geri durmadılar. Tarla ve hayvanlarını yüklü bir miktarla kendilerinden satın alıp köyü terk etmeleri teklifini dahi onlara yapmışlardı. Bu teklife çok kızıp asla böyle bir şeyin olamayacağını söylediklerinde yakında kendilerine yönelik yeni bir saldırının olacağını da sezmişlerdi.   

Köydeki altı ailenin fertleri günlük olarak düzenli nöbet tutuyorlardı. İlk saldırıdan itibaren nöbetsiz geçen günleri yok gibiydi. Gece ve gündüz ellerinde uzun namlulu silahlarıyla yaşlısı–genciyle, kadını–erkeğiyle nöbetlerini tutuyorlardı. Köye birinin girmesi durumunda onu mutlaka fark edecek şekilde mevziler yapılmıştı. O mevziler gece gündüz nöbetçilerin meskeniydi.

Acil bir durum olduğu zaman pusudaki nöbetçi kuş sesini andıran bir melodi ile haber verirdi. Bu melodi kulağa hoş gelse de tehlikenin habercisiydi. Çıkardıkları kuş sesine benzer melodiyi çıkaracak bu kuş türünün köyün mıntıkasında bulunmaması tesadüfi değildi. Seslerin karışmasına karşı alınmış bir tedbirdi. O köyde bu melodiyi çıkaracak kuş türü yoktu. Belgeselin birinde bulmuşlardı bu sesi. O günden sonra her bir nöbetçi bu işareti öğrenmekle işe başlardı. Her nöbetçinin bu dili bilmesi zorunluydu.

İşaret geldiği zaman eli silah tutan herkes mevzilerine koşardı. Köy alanının açık olması köye girecek yabancı kişinin fark edilmesine olanak sağlardı. Böylesi bir coğrafi şekil bu yüzden avantajlı sayılabilirdi.

Henüz yazın ortalarıydı. Hayvanlar için otların biçilmesine henüz iki aya yakın bir süre vardı. Buna rağmen Köydeki Örgüt sempatizanları erkenden otları biçip balya haline getirerek köyün dışında istiflemeye başlamışlardı. Bu durumu soranlara;

–Erken davranmak iyidir, diye geçiştirdiler.

Bu cevapla yetinmeyenlere de geçici bir durum olduğunu söyleyip işi çok sıradan bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlardı. Bu hazırlık köydeki dindar aileleri endişelendirdiyse de bu konuda aciz kalmışlardı. Zira köylülerin yaptıklarını engelleyemezlerdi. Abartılacak kadar büyük bir şey değilmiş gibi görünen bu istiflemenin ardından ne geleceğini tahmin etmek onlar için zor değildi.

Köyde erken başlayan bu hareketliliğe tedbir olarak akşam karanlık çöktüğü zaman nöbetlerinde daha hassas olma kararı aldılar. Örgütün hain saldırıları sonucu diğer köylerde birçok dindar kardeşleri şehadet şerbetini içmişti. Hainlerin metodu belliydi. Ağır silahlarla saldırıp kadın ve çocuk demeden kendi fikirlerini benimsemeyenlere yaşam hakkı tanımamaktı.

Evlerinin damlarındaki mevzilerine nöbete çıkan Mesut ve Melik her zaman olduğu gibi karşılıklı biraz konuşmadan sonra mevzilerine girdiler. Mesut bulunduğu mevzide şehadet hayalleri kurup bir gün şehadetin gelip kapısını çalmasını arzuluyordu. Eğer köydeki ailelerden olmasıydı tek başına Örgütün karşısına çıkıp onlara meydan okuyacak kadar cesurdu.

Hayallere o kadar dalmış olacak ki Melik’in kendisine seslendiğini dahi duymaz olmuştu. Melik’in sesiyle kendisine geldiği zaman Melik’in;

–İlerde çalıların orada sesler geliyor. İyice bir bak, dediğini işitti.

Mesut, Melik’in tarif ettiği yere baktığı zaman köylülerin istiflediği çalılardan başka bir şey görmedi. Bir müddet kulak kesilip etrafı dinlemeye çalıştıysa da herhangi bir ses işitmeyince Melik’e seslenip;

–Hiçbir şey yok, dedi.

 

      

 

Örgüt militanları, köyü dindarlardan tamamıyla temizlemek için çok kalabalık bir grup ve ağır silahlarla gelmişlerdi. Daha önceden planladıkları gibi fark edilmemek için köyün dışındaki istiflenmiş ot balyalarının arkasından köyün içine sızacaklardı. İçeri sızdıktan sonra gerisi çok kolay olacaktı. İstediklerini diledikleri şekilde öldürebileceklerdi. Planladıkları gibi balyaların arkasına hiç fark edilmeden gelmeyi başarmışlardı. Son bir hamle kalmıştı. Çok dikkatli olmaları gerekiyordu. Açıkta olan onlardı. Ne kadar kalabalık olduklarının hiçbir önemi yoktu. Üstünlük evlerinin damında mevzilenmiş olanlardaydı. Bunu biliyorlardı. Balyaların arkasında uygun zamanı bekleyip saldırmak için uygun fırsatı yakalayacakları gaflet anının gelmesini bekliyorlardı. Grubun komutanı saatine baktı, “Hâlâ beş dakikamız var,” dedi.

Köy içinden bir işbirlikçi tam saat 21.00’da bir ateş yakarak, “Yangın var,” deyip nöbet tutan evleri acil olarak yardıma çağıracaktı. İyilik yapmayı ve yardımlaşmayı seven bu insanlar komşularına yardıma koşunca mevzi boşalacak ve köye sızma hareketi başlayacaktı. Katliama çok az bir vakit kalmıştı. İş birlikçi evinden çıkmış kendisinden istenileni yapmak için hazırdı. Saatine baktı. Birkaç dakikası vardı. Karanlıkta bir duvarın dibine sinip bekledi. Zamanı gelince yapması gerekeni yapıp var gücüyle seslenerek yaygara koparacaktı.

Melik, Mesut’a işiteceği şekilde bir daha seslendi;

–Balyaların orda bir ses var! Dedi. Mesut, Melik’in ısrarı üzerine gece sessizliğine kulak kesildi. Bir müddet bekleyip sesi dinlemeye çalıştı;

–Hiçbir ses duymuyorum, dediyse de Melik duyduğundan emindi. Balyalardan ses gelmiyordu. Balyaların ardında pusuya yatmış olanlar nefes dahi almıyorlardı. Oysa Melik bir ses duyduğundan o kadar çok emindi ki sanki o ses onun kulağının içindeymiş gibiydi. Ona fısıldayan birileri vardı. Duyduğunun İlahi bir yardım olduğunu o anda bilmiyordu. Bilmesine de gerek yoktu.

Mesut, çalılara Melik’ten daha yakındı. Bir ses olsaydı mutlaka ondan önce duyardı. Ama Melik, sesin geldiğinden o kadar emindi ki Mesut’tan emin olmak için ateş etmesini istedi. Mesut sırf Melik’in ısrarlarından kurtulmak için;

–Tamam, dedi. Her ne kadar ses duymadığını söylese de iç sesine kulak verip evdekilere haber verdi. Mesut ayağa kalkıp gelişi güzel çalıların olduğu yere ateş etmeye başladı. Çalıların arkasında bulunan grup kendilerinin fark edildiğini zannederek Mesut’un olduğu tarafa karşı ateş açtılar. Mesut mevziinde olmadığı için çok kolay hedef olmuştu. Atılan ilk kurşunu karın tarafından yediği gibi yere serildi. Gece karanlığını yırtan kurşun sesleri susmak bilmeden, kesilmeden olanca şiddetiyle yağmaya başlamıştı. Havada uçuşan ateş böceklerini andıran kurşunlar ölüm kusmak istiyor gibiydiler…

Silahların patlamasıyla olağan dışı durum ortaya çıkmış oldu. Diğer aileler de siperlerine girip mevzi aldılar. Altı ailede tam bir seferberlik ilan edilmişti. Evlerinin damlarındaki mevzilerine çıkıp sipere yattılar. Karşılıklı çatışmada avantajlı onlardı. Çalıların arasına gizlenenler görünmeseler de orada olduklarını bildiklerinden işleri daha kolay olmuştu. Yaşanan çatışmanın ardından kısa bir sürede grubu dağıtmayı başardılar. Ellerindeki silahlarla ölüm kusuyorlardı. Gelen çapulcuların oyunu bozulmuştu. Kurulan tuzak tersine dönmüştü. Pusuya düşen onlar olmuştu. Zira damlarda mevzilenenler üstün durumda oldukları için avantajı ellerinde bulunduruyorlardı. Bu üstünlüklerini iyi değerlendirmişlerdi. Saldırganlardan hiçbirinin köye girmesine izin verilmemişti. Buna kalkışmaya çalışan iki kişi yere serilmişti.

Karşılıklı çatışmada kayıp vermeye başlayan Örgüt elemanları geldikleri yerden geri çekilmek zorunda kaldılar. Köydeki İşbirlikçileri ise ne olduğunu anlayamadı. Erken duyulan silah sesleri vazifesini yerine getirmesine engel olmuştu. Geldiği gibi evine geri dönmüştü.

Saldırıya uğrayan aileler tehlikenin geçtiğinden tamamen emin olduktan sonra herhangi bir zayiatlarının olup olmadığını kontrol ettiler. Mesut’un yerde yatan bedenini görünce telaşlandılar. Karşı damdan gelen bir ananın feryadı ise orada da bir başka yaralının olduğunu gösteriyordu. Mesut kanlar içinde yerde yatıyordu. Elini karnının üzerine bastırmıştı. Nefes alıp vermeye çalışıyordu. Yaşadığı için sevinmişlerdi. Karşı dama seslendiler. Mesut’un yaralandığını acilen hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini söylediklerinde Melik’in de yaralı olduğunu öğrendiler.

Köyü boş bırakmamak için aileden sadece birer kişinin şimdilik onlara eşlik edip acil bir şekilde hastaneye götürmesi kararlaştırıldı. Biri hemen gidip köydeki eşeklerden ikisini alıp geldi. Yaralıları eşeklerin sırtına attılar. Köyün dışındaki yere kadar geldikten sonra traktörün römorkuna yerleştirdikleri yaralılarla birlikte İlçe hastanesine doğru yola çıktılar. Çınar ilçe hastanesi yaralıların durumunun ağır olmasından dolayı onları acil olarak ambulansla şehir hastanesine nakletti.

Gün aydınlandığı zaman diğer çevre köylerden dindar insanlardan oluşan büyük kalabalıklar Basma köyüne geldiler. Yapılan saldırıyı duymuşlardı. Gecenin sessizliğini bozan kurşun sesleri en yakın köyden çok rahat bir şekilde duyulabiliyordu. Ne var ki kimse yerini terk edip yardıma koşamıyordu. Hainlerden emin olamadıklarından bulundukları yeri boş bırakamıyorlardı. Daha sonra tüm çevre köylere haber gönderilmişti. Köy tamamıyla güven altına alındıktan sonra yaralılarıyla ilgilenmek için Mesut ve Melik’in ailesinden bazı erkekler şehir hastanesine doğru yola çıktılar.

Şehir hastanesine gelen yaralı yakınları Mesut ve Melik’in ameliyata alındığını duyduklarında endişelendiler. Durumları hakkında henüz bir bilgi alamamışlardı. Elleri kolları bağlı doktorların ameliyattan çıkmalarını beklediler.

Mesut ve Melik’in ameliyatları uzun sürdüğü için kaygıları her geçen dakika artıyordu. Bu endişeden olsa gerek yürekleri ağızlarına gelmişti. Ciddi bir şey olmaması için dua edip durdular. Ameliyathanenin önünde elleri kolları bağlı çaresizlik içinde bekliyorlardı. O kadar tedbirli oldukları halde başlarına gelen bu musibete bir anlam veremiyorlardı. Nasıl olur da böyle bir pusuyu görmediklerini söyleyip kendisine kızan Mesut’un abisine, Melik’in abisi;

–Şimdi bunları düşünmenin zamanı değil. Kardeşlerimiz iyi olsun da gerisini sonra düşünürüz, dedi.

Kısa bir sürede ameliyathanenin önü ana baba günü gibi kalabalık olmuştu. Olayı duyan dava arkadaşları bir şeye ihtiyaç olur diye hastaneye akın etmişti.

Şehid, gelenlerin çıkıp hastane dışında beklemelerini istedi. Bir şeye ihtiyaç olduğu zaman hazır olmalarını söyledi. Hastanedeki kalabalık polisin dikkatini çekmişti. Sürekli gelip hastaların durumunu kontrol ederek onlar hakkında bilgi alıyorlardı. Hastaneye ilk geldiklerinde, “Terör saldırı sonucu yaralanma,” raporu tutulmuştu.

Sabah saatlerinde başlayan ameliyat akşam vaktine kadar sürdü. Doktorların ameliyattan çıktıklarını gören hasta yakınları ameliyatı yürüten doktorun etrafını sarıp bilgi almaya çalıştı. Melik’in durumu iyiydi. Ölümcül bir şeyi yoktu. Çenesinden yediği kurşun diş iskelesini parçalamıştı. Ağzına platinler takılmıştı. Durumu ciddi olan Mesut’tu. Karın bölgesinde yediği kurşunlar midesini delmişti. İç kanama riski olduğu için onu yoğun bakıma aldılar. Şimdilik hastalar için beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu. Beklemek bu tür durumlarda belki de en zor olan şeylerden biriydi. Çaresiz kalmak ve elinden bir şey gelmeden beklemek… Geçmek bilmeyen zaman insanın ömründen ömür tüketiyordu.

Bilal, olayı duyduğu gibi hastaneye gelmişti. Şehid’i orada görünce sevindi. Onun olduğu yerde her şey yolunda olurdu. Şehid’in güven veren kişiliği bu tür ortamlarda kendisini daha iyi gösteriyordu. Arkadaşları, Şehid’i bir yerde gördüler mi bilirlerdi ki her şey kontrol altındadır. Şehid herkes için güvenli bir limandı. Bilal, Şehid’den yaralılar hakkında bilgi aldıktan sonra bir müddet Şehid’le birlikte hastanede bekledi.

Sabahtan beri hastanede olan Şehid, yapması gereken bazı işlerini aksatmak zorunda kalmıştı. Bilal’in gelişiyle Şehid, hastaları ve yakınlarını ona emanet edip bir süreliğine hastaneden ayrıldı. Bilal, hastane bahçesinde bekleyen arkadaşlarının yanına gidip yaşanan olayları bir de onlardan dinledi. Her biri başka bir hikâye anlatıyordu. Anlattıklarının ortak noktası yaralıların tehlikeyi fark edip bir katliama engel olduğuydu. Bilal duydukları karşısında yaralıları daha çok merak etmeye başlamıştı. Böyle kahramanlara her zaman İslami Camiada ihtiyaç vardı. İslam’ı yaşamak isteyenler ancak bu kahramanlar sayesinde rahat edebilirdi. İslam sancağını dalgalandıracak olanların bu kahramanlar olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onların sayesinde İslam’ın izzetine hiçbir zaman halel gelmiyor ve gelmeyecekti de... İslam’ı canları pahasına savunanlar her zaman var olmuş ve var olmaya devam edecekti. Bunlar da onlardan sadece birkaçıydı.

Gece vakti Şehid, mensubu bulunduğu İslam Cemaatine yaralılarla ilgili bilgi verdikten sonra hastaneye geri döndü.  Şehid, yaralıların aileleriyle sohbet edip neler olduğunu bizzat onlardan dinledi. O yaralılarla ilgili son bilgi ve gelişmeleri yakından takip ediyordu. Melik’in durumunun iyi olduğunu öğrenmesi gönlündeki ateşi bir nebze de olsa serinletti. Mesut için ise endişeleniyordu. Gelen tüm kardeşlerinden yaralılar için dua etmelerini istedi. Duanın gücünün farkındaydı.

Ertesi gün yaralıların son durumu hakkında bilgi almak isteyen ailelere doktorların;

–Allah’a şükür yaralılar iyi durumdalar. Bir müddet onları gözlem altında tutacağız, şeklinde açıklamaları herkesin rahat bir nefes almasını sağladı.  Mesut’un durumunda endişelenecek bir şey kalmamıştı. İç kanama riskini atlatmıştı. Her ikisinin de hayati tehlikesi ortadan kalktığı için seviniyorlardı. İkisinin de bir müddet daha hastanede yatmaları gerekiyordu.

Şehid, hastane bahçesinde bekleyen arkadaşlarına yaralıların durumunu anlatıp onların artık evlerine dönmelerini istedi. Şehid, bir şey söyleyince onun sözü üzerine söz söylemeye kimse kalkışmazdı. Arkadaşları dağılıp gittikten sonra Şehid, Bilal’e hastalarla ilgilenme görevini verdi. Evdeki arkadaşlarının da bu görevde yer alıp her gün biri refakatçı kalacak şekilde nöbetleşmelerini istedi.  

Bilal, görevlendirmeyi yaptı. Hasta yakınlarının kalacağı yeri ayarlayan Şehid, onların her gün hastaneye rahat bir şekilde gelip gitmelerini de sağladı ve bundan böyle bir ihtiyaçları olduğu zaman Bilal’e söylemelerini tembihledi.

Bir hafta sonra hastaların durumu daha iyiye gitmiş, yoğun bakımda olan Mesut’u da normal odaya almışlardı. Melik ağzındaki platinler yüzünden konuşamıyor olsa da durumu gayet iyiydi. Mesut her ne kadar konuşabilse de geçirdiği mide ameliyatından dolayı doktorlar bir müddet daha kendisini yormamasını istemişlerdi.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar