41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Diyarbakır Sokakları-7. Bölüm

Diyarbakır Sokakları-7. Bölüm

  7. BÖLÜM

Güneşin yeni yeni tulu ettiği sabahın erken saatleriydi. Şehir en sakin ve sessiz anlarından birini yaşıyordu. Henüz insanlar evlerinden dışarıya çıkmamışlardı. Güneş gökyüzüne yavaş yavaş yükselirken etraf daha bir aydınlanmaya başlıyordu. Günün bu saatlerindeki kuş cıvıltıları ve etrafı saran doğanın huzur verici kokusu insanı ferahlatıyordu. Her şey güzel ve huzur vericiydi. Çünkü her anın böyle yaşanabilmesi için insanların ortalıkta bulunmaması gerekiyordu. Tabiatı bozan ve ortalığı karanlığa boğan tek suçlu insanoğlu muydu?

Güneşin aydınlattığı tarihi şehir daha bir güzel görünüyordu. Heybetli surlar tarihe meydan okurcasına zamana karşı direniyordu. Havada uçuşan kuşlar ve onların insanı mest eden nağmeleri… Ne zaman insanlar işlerine gitmek için evlerinden çıksalar işte o zaman şehrin o güzel manzarası yavaş yavaş kaybolmaya başlıyordu. İnsanların oluşturduğu kalabalık boş gürültüden başka bir şey değildi. Kuş seslerini bastıran araçların motor sesleri kulakları tırmalamaya başlıyordu.

Sabahın bu erken saatlerinde insanlar bir koşuşturma içerisine girerdi. Yeni günün hayırlı ve bereketli geçmesi için gün boyu başlayacak bir koşuşturma başlardı. Ailelerini beslemek ve onların nafakasını temin etmek için çalışmak zorundaydılar. Çalışma; insan yaşamının idamesi için gerekli olan bir uğraştı.

Sabahın mahmurluğunu üzerinden atmış olanlar işlerine dört elle sarılmış çalışıyorlardı. Bağlar Yanık Köşk’te bulunan Bedir camisinin sokağından üzerinde kışlık elbiseleri olan yirmi beş yaşlarında, saçları dağınık, uzun boylu, güneşte yandığı belli olan biri beliriverdi. Giyim ve kuşamıyla, farklı hareket ve tavırlarıyla bu şahsın yabancı olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu. Bu gibi insanlar özellikle sabahın bu saatinde buralarda pek dolaşmazlardı. Onlar daha çok kırsal alanda dolaşır, dağlarda yabani hayata alışmışlardı. Şehir hayatına ise yabancıydılar.

 Kim olduğu, nereden geldiği belli olmayan bu yabancı caddeye çıkıp geri dönüyordu. Belli ki beklediği biri vardı. Yüzündeki somurtmadan olsa gerek çevredeki esnaf bu yabancıyla yüz göz olmak istemediğinden onun davranışlarını süzmekle yetiniyordu. Kısa bir süre sonra caddenin yukarı tarafından iki lise öğrencisi belirdi. Onları gören yabancı, ilerde bekleyen birilerinin kendisine işaret edip bu gelen iki kişiyi gösterdiğini fark etmesiyle heyecana kapıldı. Yaşanacak olanlardan habersiz gençler her zaman ki gibi okula sohbet ederek gidiyorlardı.

Yabancı, kendisine doğru gelen gençlerin biraz daha yakınlaşmasını bekledi. Sinsi ve kurnaz biri olduğu belliydi. Yalnız birazdan yapacağı şeyi kimse bilmiyordu. Gençler tuzağa doğru gelen iki güvercin misali kendilerine kurulan pusu ve avcıdan habersizlerdi. Son zamanlarda yaşanan olaylarda İslami Camiaya yönelik saldırılar arttığı için Cemaat tarafından tüm fertlerine;

–Her kardeşimiz kendisini koruması için ne tür bir tedbir alabiliyorsa alsın, diye talimat verilmişti. Bunun üzerine ailede babasının veya bir yakınının silahını bulanlar onlardan bir müddetliğine emanet alıp kendilerini korumaya çalışıyorlardı.

Yabancı, gençlerin kendisine yeterince yakınlaştığına kanaat getirdiği an harekete geçerek belindeki silahı çekip ateş etmeye başladı. Gençler ilk olarak ne olduğunu anlamadılarsa da silah sesini duydukları gibi gayrı ihtiyari olarak siper almaya çalıştılar. Gençlerden biri, yabancının kendilerine doğru geldiğini fark ettiği anda üzerinde taşıdığı baba silahını çekip yabancıya doğru ateş etmeye başladı. O anda yaşanan karmaşada neyin ne olduğu tam olarak anlaşılmıyordu. Birbirine karışan silah sesleri kesildiğinde ise ortalıkta ne yabancı ne de gençler vardı. Sanki az önce yaşananlar hiç olmamış gibiydi. Silah seslerini duyanlar ne olduğunu anlamaya çalıştılarsa da yaptıkları şey sadece tahminden ibaretti.   

Kurşun sesiyle caddenin yukarısında bekleyen kot pantolonlu, spor ayakkabılı on sekiz yaşlarında henüz bıyıkları yeni yeni çıkmaya başlamış olan bir genç belindeki silahı çekip yabancıyı oradan alıp uzaklaştırmıştı. Onun silah çektiğini gören kalabalık şaşkınlıktan sağa sola kaçıştıklarından nereye gittiklerini görememişlerdi. Gençler ise saldırının kendilerine yapıldığını anlayınca cami sokağına dalıp izlerini kaybettirmişlerdi.

Elinde silah olan genç, arkadaşının arkasında kalıp onu korumaya çalışıyordu. Tehlikenin tam olarak geçmediğini tahmin ediyordu. Az önce yaşadıkları şey sıradan değildi. Bir saldırıdan kurtulmuşlardı. Hedeflerine ulaşamayanların onları takip etmesi mümkündü. Tedbiri elden bırakmadan emniyetli bir yere çekilmenin derdine düşmüşlerdi. Bedir Cami sokağından on metre sonra sola doğru 5. Sokağa saptılar. Arkadaşının hızlı adımlarla ilerlediğini görünce rahat bir nefes aldı. Koşarak ona yetişmeye çalıştı. Az önceki olayın atlatılması onları sevindirmişti. İki genç birbirlerine bakıp iyi olduklarını görünce sevinmiş, bir an önce olay mahallinden uzaklaşmak için adımlarını hızlandırmışlardı.

İki gençten biri kısa bir süre sonra sendelemeye başladı. Arkadaşının ayaklarına bakan diğer genç akan kanları gördü. O an çok endişelendi. Onun vurulduğunu fark edince beline taktığı silahı tekrar çıkardı. Kaygı ve merakla;

–Ne oldu sana; diye sordu.

Arkadaşı;

–Galiba vurulmuşum, dedi.

Arkadaşının yarasını kontrol etmek için yakın bir binaya girip yarasına baktı. Kurşun baldırandan girip çıkmıştı. Kan kaybediyordu. Atletini çıkarıp arkadaşının yarasını sardı. Ardından bir an önce olay yerinden uzaklaşmak için Koşuyolu’na çıktılar. Arkadaşının yürüyecek gücü kalmamıştı. Sıcak olan kurşun yarası soğudukça acıyı daha çok hissettirmeye başlamıştı. Yakında bulunan taksi durağından bir taksiye bindiler. Şehitliğe doğru gitmesini söyledikleri taksici yolcularını alıp şehitliğe bıraktı.

Şehitlik parkına giden iki genç parkın sesiz oluşundan istifade edip bir müddet orada oturarak ne yapacaklarını konuştular. Hastaneye gidemeyeceklerini biliyorlardı. Daha önce hiç böyle bir tecrübeleri olmamıştı. Bu tür durumlarda ne yapılır onu dahi bilmiyorlardı. Yaralının ağrıları ise gittikçe artıyordu. Artık bir çözüm bulmaları gerekiyordu. Arkadaşının acı çektiğini görünce daha hızlı düşünmeye başladı. Aklına gelen en iyi çözümün Cemaat mensubu olduğunu bildikleri sağlık kabinine gitmekten başka seçenekleri yoktu. Yaralı olan kişi ise acı çektiği için ne yapabileceklerini düşünemiyordu. Arkadaşından yardımcı olmasını söyleyip duruyordu. Diğer genç yaralı arkadaşının koluna girip parktan çıktılar. Caddeden geçmekte olan bir taksiye bindiler. Ofis semtinde bulunan sağlık kabinine gitmek için taksiciye yolu tarif ettiler.

Sağlık kabini Menekşe apartmanının altında bulunuyordu. Bodrum katı gibi bir yerdi. Kaldırımdan merdivenle aşağı iniliyordu. Genç, yaralı arkadaşının koluna girip sağlık kabinine geldiklerinde onları bir başka sürpriz bekliyordu. Sağlık kabini kapalıydı. Arkadaşını sağlık kabininin önünde bırakıp yan komşuları olan bakkala;

–Sağlıkçı ne zaman gelecek, diye sordu.

–Onun ne zaman geleceğini Allah bilir, diyen bakkalın sözü ikisinin moralini bozdu. Arkadaşının oturması için bakkaldan bir sandalye aldı. Beklemekten başka çareleri kalmamıştı.  Akıllarına başka bir şey gelmiyordu. Çok çaresiz kalmışlardı. Yaralı, dudağında zikir ile acısını hafifletmeye çalışıyordu. Arkadaşı telaştan yerinde oturamıyordu. Her ikisinin de zihnini kurcalayan o kadar çok şey vardı ki… Zihinlerinde yaşadıkları çatışmadan sağ kurtulmalarına sevinmedikleri gibi bir izlenim vardı. Şehit olmayı çok istedikleri halde ayaklarına kadar gelen şehadet kapılarını çalıp geri dönmüştü. Yaralının zihni kendisine;

–Hastaneye gidip tedavi olmalısın, derken arkadaşının zihninde ise;

–Kardeşin ölecek ve bundan sen mesul olacaksın, diye vesveseler dolaşıyordu. Bu vesveselerden kurtulmak için bir an önce bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı, ama ne? Henüz ne yapacakları hakkında herhangi bir fikirleri yoktu.  

Hastaneye gidemezlerdi. Hastaneye gittiklerinde bunun silah yarası olduğu anlaşıldıktan sonra başları polisle derde girerdi. Asıl felaket işte o zaman başlardı. Polisin eline düşen birinin çok daha büyük sorunlarla boğuşması gerekecekti.

Yaklaşık bir saat bekledikleri halde sağlıkçı gelmemişti. Ara sıra genç, yaralı arkadaşının bacağını ovalayıp rahatlamasını sağlasa da bunun bir çözüm olmadığını ikisi de biliyordu. Sağlıkçının gelişinden umutlarını kesmeye başlamışlardı. Bildikleri bir başka sağlık kabini yoktu. Sanki her şey aleyhlerine işbirliği yapmışçasına ellerini ve kollarını bağlamıştı. Öyle ki tüm riski göze alıp hastaneye dahi gitmeyi ciddi ciddi düşünmeye başlamışlardı; fakat buna bir türlü cesaret edemiyorlardı. Yakalanmaktan korkmuyorlardı. En çok korktukları şey gözaltında polisin işkencesine dayanamayıp her hangi bir kardeşin ismini ağızlarından kaçırmalarıydı.

Hoş olmayan iki seçenek arasında kalmış gibiydiler. Bunlardan hangisinin tercih edilmesi hakkında konuşmaları gerekiyordu. Zira kan kaybından arkadaşını kaybetme riski vardı. Artık daha fazla eli kolu bağlı bir şekilde duramazdı. Şayet arkadaşına bir şey olsa kendisini azla affetmez, vicdan azabı çekerdi.

Umutlarını kaybettikleri bir anda tesadüfen oradan geçmekte olan bir başka arkadaşları ikisini sağlık kabinin önünde görünce merak edip yanlarına gitti. Selam verip neden burada beklediklerini sorması üzerine arkadaşlarını bir an önce göndermek için önemsiz bir şeymiş gibi;

–İğne yaptırmaya geldik, dediyseler de arkadaşları söyledikleri bu bahaneyi yutmadı. Yaralının ayaklarındaki kanı görmüş ve endişelenmişti. Arkadaşlarının kendileriyle görünmesini istemiyorlardı. Başlarına bir şey gelmesi durumunda yanlarında bulunan da onlar gibi muamele görürdü. Bu yüzden onu kendilerinden uzaklaştırmaya çalıştılar.

Arkadaşları çok inatçı çıkmıştı. Kendisini uzaklaştırmaya çalıştıklarını anlamıştı. Ama onlara yardımcı olmak istiyordu. Aklına Bilal geldi. Kendisine;

–Bizim Bilal abi var. Sağlık işlerinden anlıyor Geçen gün onu hastanede yaralı kardeşlerimizin yanında onlarla ilgilenirken gördüm. İsterseniz hastaneye gidelim, o bize yardımcı olabilir, dedi.

Onları hastaneye götürmek için çok ısrar ettiyse de arkadaşlarının hastane fikrine sıcak bakmadıklarını anlayınca jetonu birden düşüverdi. Onların hastaneye gidemeyeceğini anlayınca;

–İsterseniz ben gidip Bilal abiyi buraya getireyim. O zamana kadar sağlıkçı geldiyse zaten sorun yok. Eğer gelmemiş ise o zaman Bilal abi size faydalı olur, ne dersiniz? Diye sordu.

Bu fikir biraz daha mantıklı gelmişti. Başka çareleri yoktu. Arkadaşlarına Bilal’i getirmesini söylediler. Arkadaşları sağlık kabininden ayrılarak hastaneye gidip Bilal’i buldu. Ona durumu anlatıp bir an önce gelmesini rica etti. Bilal yaralının neden hastaneye getirilmediğini sorduğunda;

–Abi bunlar galiba saldırıya uğramışlar. Her ne olmuşsa biri yaralanmış, dedi. Bilal, olayın vahametini anlamıştı. Hastanede şimdilik her şey yolundaydı. Hasta yakınlarından müsaade isteyip gelen kişiyle birlikte sağlık kabinine geldiler. Onlar hâlâ sağlıkçının gelmesini bekliyorlardı. Bilal’i daha önce tanımadıkları için olsa gerek biraz endişelenmişlerdi. Ama çok çaresiz kalmışlardı. Bilal’e güvenmekten başka çareleri yoktu. Bilal yaralının ayağına bakıp eliyle yaranın olduğu yeri hafiften sıktı;

–Ağrın falan var mı? Diye sordu. Yaralı değişik bir ağrı hissetmediğini söyleyince Bilal kendisini getiren arkadaşa teşekkür edip onu gönderdi. Birlikte hastaneye gitmeyi önerdi. Yaralı ve arkadaşı;

–Hastane olmaz; dediler. Bilal fazla üstelemedi;

–Tamam, deyip onlarla birlikte taksiye binerek hastaneye gittiler. Onlarında taksiden inmelerini söyleyince yaralı ve arkadaşı bu duruma çok şaşırmışlardı. Bu adamın başlarını belaya sokacağına inanmaya başladılar. Taksiden indikten sonra Bilal;

–Siz beni burada bekleyin ben şimdi geliyorum, deyip yanlarından ayrıldı.

Bilal hastanede bulunan Yusuf’a;

–Şehid gelirse mutlaka eve gelmesini ve acil bir durum olduğunu söyle, deyip oradan ayrıldı.

Yaralı ve arkadaşı ne olduğunu anlayamamışlardı. Bilal’in neden istemedikleri halde onları hastaneye getirdiğine de bir anlam verememişlerdi. Oysa Bilal’e güvenmişlerdi. Beklemekten başka çareleri yoktu. Her ne olacaksa olsun deyip beklediler.

 

      

 

Kısa bir ardan sonra Bilal tekrar geri gelip bir başka taksiyle onları eve götürdü. Eve giren iki arkadaşın gözüne çarpan ilk şeyin burasının sıradan bir aile evi olmadığıydı. Evde Hamza ve Şehmus vardı. Yusuf hastanede nöbetçiydi. Bilal, yaralıyı kanepeye uzattı. Hamza ve Şehmus’un hiç şaşırmadan ve tepki göstermeden ona yardımcı olmaya çalışmaları yaralı ve arkadaşını hayretler içinde bırakmıştı. Bilal, Hamza’dan yan odadan malzemeleri getirmesini söyleyince iki arkadaş malzemeden neyin kastedildiğini merak ettiler. Hamza elinde sağlık malzemeleriyle birlikte gelince yaralı ve arkadaşının merakları daha bir arttı. Bilal yarılının pantolonunu çıkarıp pıhtılaşan kanı temizledi. Onlara bu olayın nasıl olduğunu hiç sormadı. Yaranın kurşun yarası olduğunu anladıysa da bunu onlara söylemedi. Kurşun bacağını delmiş ancak çıktığı yer biraz fazla açılmıştı. Oraya iki dikiş atmak zorunda kaldı. Yaralının ağrılarını dindirmek için Şehmus’dan ağrı kesici getirmesini istedi. Hamza misafirler için kahvaltı türü bir sofra hazırladı. Yaralı ve arkadaşı kendilerine bu kadar iyi davrananların kim olduklarını merak edip duruyorlardı. Endişe yerini meraka bırakmıştı. “Kimdi bunlar?” Sorusu kafalarını meşgul ediyordu. Kendilerinden olma ihtimali üzerinde düşündülerse de şu ana kadar İslam Cemaatinin böyle bir hizmetlerini duymadıklarından emindiler. Her ne kadar arkadaşları Bilal’i kendilerine tavsiye ettiyse de onu çözememiştiler.

Birlikte kahvaltı sofrasına oturmaktan çekinen iki arkadaş aç olmadıklarını söyleyip bir şeyler yiyip içmek istemediler. Kafaları hâlâ karışıktı. Onlara karşı kalplerinde herhangi bir korku yoktu. Buna rağmen onlara bir türlü güvenemiyorlardı. Karışık duygular içindeydiler. Bir an önce gitmek istiyorlardı. Ama Bilal beklemelerini söyleyip onları tutuyordu. Neden beklemeleri gerektiğini söylemiyordu. Yaralının durumu şimdi daha iyiydi. Ağrı kesici etkisini göstermişti. Ayaklarının kendisini taşıyıp taşımayacağından emin değildi. Uyuşturulan sağ bacağıyla adım atıp ayağa kalka bileceğini düşünüyordu. Gitmek için çok ısrar edince Bilal;

–Dikişler yenidir. Eğer üzerinde yürümeye çalışırsan dikişler atabilir. Bir müddet yaralı bacağının üzerine basmasan daha iyi olur, dedi.

Bilal’in söyledikleri mantıklıydı. Beklemekten başka çare olmayınca tetikte beklemeye başladılar. Öğleden sonraydı. Kapının aralıklarla çalışına dikkat etmişlerdi. Kapıya bakan Hamza, gelenin Şehid olduğunu anlayınca kapıyı açıp onu içeri aldı.

Şehid odaya girip kanepede uzanan yaralıyı ve yanındaki arkadaşını görünce gözlerine inanamadı. Şaşkınlık ve hayret eden sadece Şehid değildi. Yaralı ve arkadaşı da her ne kadar şaşırmış olsalar da Şehid’i gördükleri için mutlu olmuşlardı. Sevinçten gözleri gülmeye başlamıştı. Hiç beklemedikleri bir anda Şehid’i karşılarında görmenin şaşkınlığını yaşıyorlardı. Yaralının arkadaşı kalkıp Şehid’e sarıldı. Tanımadığı bu evde Şehid’i görmek akıllarının ucundan bile geçmezken şimdi yanlarındaydı. Bunun nasıl olduğunu hiç anlayamamışlardı. Her ne olmuşsa çok güzel bir şey olmuştu.

Şehid kanepede uzanan yaralının başucuna gidip onu alnından öptükten sonra kanepenin dibinde oturdu. Bilal ve arkadaşları yaşanan bu duygusal manzarayı hayranlıkla seyrediyorlardı. Şehid’in misafirlerine bu kadar ilgi göstermesinin mutlaka bir hikmeti vardır diye düşünüyorlardı. Şehid yaralıya;

–Ne oldu? Nasıl oldu? Diye sordu.

Yaralı;

–Sabah okula giderken Yanıkköşk de saldırıya uğradık. Allah’tan babamın silahı üzerimdeydi de kendimizi koruyabildik, dedi.

Şehid, yaralının durumunun nasıl olduğunu Bilal’e sordu. Bilal yaralının ciddi bir şeyi olmadığını, kurşunun kaba eti delip geçtiğini, yalnız çok kan kaybetmiş olduğunu söyleyince Şehid yaralının alnından bir kez daha öptü.

Şehid;

–Sabahtan beri her tarafta sizi arıyorduk. Sizin saldırıya uğradığınızı duyduğumuz anda yüreklerimiz ağzımıza geldi. Şu anda kardeşleriniz sizi bulmak için şehrin dört bir yanına dağılmış durumdalar. Size bir şey olmasından endişe eden ağabeyleriniz sizi bulmamız için seferberlik başlattılar, dedikten sonra devamla, “Siz buraya nasıl geldiniz?” Diye sordu.

Yaralının arkadaşı başlarından geçenleri anlattı. Bilal’i ve arkadaşlarını tanımadıkları için biraz endişe ettiklerinden söz edince Hamza;

–Çekincenizin sebebi buymuş demek, dedi.

Yaralının arkadaşı;

–Sizden kimseyi tanımıyorduk. Hatta bir ara sizden şüphelendim. Kim olduğunuzu, bize niçin yardım etmek istediğinizi anlamaya çalıştım. Ama bir türlü aynı davaya inanmış kardeşler olduğumuz aklımın ucundan dahi geçmedi. Daha önce Cemaatin böyle bir hizmetini ne duymuş ne de görmüşlüğümüz vardı. Bu yüzden endişeliydik.

Şehid;

–Bunu hiç kimseye söylemeyin. Aynı şekilde gizli kalması gerek. En yakın arkadaşlarınız dâhil olmak üzere hiç kimse burasıyla ilgili bir şey bilmeyecek, diye tembihte bulundu.

Daha sonra Şehid, Bilal’le yan odaya geçti. Şehid;

–Onları neden buraya getirdin, diye merakla sordu.

Bilal;

–Abi onların kardeşlerimiz olduğunu biliyordum. Nasıl yaralandığını da tahmin etmek zor değildi. Eğer onlar biraz daha sağlık kabininin önünde bekleselerdi hem onların hem de sağlık kabinindeki arkadaşımızın başı belaya girerdi. Bu yüzden size sorma fırsatı bulamadan bir karar vermek zorunda kaldım. Bu evin gizli kalması gerektiğini biliyorum. Yalnız bir kardeşimizin hayatı bu evden daha kıymetlidir, diye düşündüm.

Şehid, Bilal’in bu bakış acısından etkilenmişti. Onun da istediği tüm kardeşlerinin böyle düşünebilmesiydi. Bilal’e takip edilip edilmediklerini sordu.

–Takip edilmediğimizden emin olmak için sağlık kabininden direkt olarak hastaneye gittik. Oradan başka bir taksiyle eve geldik. Dikkat ettiğim kadarıyla takip edilmedik.

Şehid;

–Yaralının durumu nedir?

Bilal:

–Birkaç gün misafirimiz olursa iyi olur. Yine de siz bilirsiniz, dedi.

–Kalıcı herhangi bir şey yok değil mi?

–Yok abi. Sadece dikiş attığımız tarafa vücut ağırlığını vermemesi gerek. Üzerine bir müddet basmasa iyi olur.

Şehid, Bilal’le birlikte yaralı ve arkadaşının bulunduğu odaya geçip onların nasıl olduklarını, bir istek ve ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Yaralı ve arkadaşı eve gitmek istediklerini söylediler. Şehid yaralının arkadaşına;

–Sen istersen eve git. Yakup birkaç gün daha burada misafir kalacak, dedi.

Yaralının arkadaşı;

–Eğer o burada kalıyorsa müsaade ederseniz bende kalayım, dedi.

Şehid, Bilal’e baktı. Bilal, baş hareketiyle, “Olur” deyince Şehid, yaralının arkadaşına da kalması için izin verdi.

Şehid, evden ayrılacağı sırada kapının eşiğinde durup Bilal’e;

–Yaralı kardeş Cemaat için kıymetlidir. Değerli bir kardeşimizdir, dedi.

Normal şartlarda hiçbir zaman kimin ne yaptığı asla konuşulmazdı. Böyle önemli bir şeyi kendi aralarında dahi konuşmazlarken Şehid’in bunu neden açık ettiğini anlayamamışlardı. Belki de Bilal ve arkadaşlarının onlara daha iyi bakmaları için söylemişti bu sözü, ya da başka bir sebep vardı… Her ne ise bu durum yaralı ve arkadaşını mahcup etmişti. Şehid, böyle bir şey söylemeyi uygun görmüşse eğer mutlaka bir bildiği vardır, diye düşündüler.

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar