Diyarbakır Sokakları-8. Bölüm
8. BÖLÜM
Yakup’un iyileşmesinin ardından arkadaşıyla birlikte evlerine döndüklerinde arkalarında hayatları boyunca hiç unutamayacakları anılarını bırakmışlardı. Kardeşlerinin yaptıkları bu hizmetten hiç kimsenin haberdar olmayışına üzülüyorlardı. Onlar gibi kim bilir kaç yaralı Cemaat mensubunun buna benzer evlerde tedavi edildiğini düşününce bu hizmetin ne denli önemli olduğunu daha iyi anlıyorlardı. Şehid’in dediği gibi;
–Bu eve herhangi bir halel gelmesin diye burada gördüklerinizi ve yaşadıklarınızı unutun!
Bazı şeyler vardır ki unut denilince unutulmuyordu. Tam aksine o her zaman canlılığını koruyordu. En küçük bir işaretle yaşanılan tarifsiz anılar hafızalarda canlanıveriyordu.
Dışarda çok güzel bir Temmuz ayı havası vardı. Şehrin güzelliğini gösteren ağaçlar yemyeşil olmuş, etrafına dallarını uzatmıştı, öyle ki kendisine el uzatanları sarmak istercesine eğilmiş gibiydi. Yol kenarlarında ve parklarda ise çimenler boy atmaya başlamıştı.
Hastanede yatmakta olan Mesut ve Melik’in durumları her geçen gün biraz daha iyiye gidiyordu. Durumlarının iyileşmeye doğru gittiğini öğrenen emniyet onları sorgulamaları için Terörle Mücadele ekiplerini hastaneye göndermişti. Hastane polisi tarafından hazırlanan hastaların tutanağında;
–Terörle ilişkileri olabilir, diye yazılmış olması başlarına iş açmıştı. Terörle Mücadele ekipleri ziyarete geldikleri Mesut ve Melik’i sorguladıklarında onların PKK’nın baskı ve saldırılarına boyun eğmeyen İslami Cemaate mensup olduklarını anladılar. Onlar hakkında ne yapacaklarına karar veremediler. Bir yandan yaptıklarından dolayı onları tebrik etmek isterken öte yandan devletin silahlı güçlerine rağmen onların da silahlı olmalarını kabullenemiyorlardı. Bu yüzden amirleri kendilerinden yaralıların biraz daha iyileşmeleri halinde emniyette sorgulanmalarını istemişti.
Mesut ve Melik, neredeyse iyileştiklerine hiç sevinemeyeceklerdi. İyileştikten hemen sonra sorguya alınmanın en büyük işkence olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden endişelenmeye başlamışlardı. Şehid, geldiğinde durumu ona anlattılar. Şehid, bununla ilgileneceğini söylediğinde biraz olsun moralleri düzeldi. Şehid, yaralıların durumunu ağabeyleriyle istişare etmiş, onların hiçbir şekilde polisin eline bırakılmaması için ne gerekiyorsa yapılması için izin almıştı.
Şehid, bunu nasıl yapacağını düşündü. Onları hastaneden çıkardıktan sonra bakımlarıyla ilgilenecek birilerini de ayarlaması gerekiyordu. Aklına Bilal ve ekibi geldi. Onların bu işin üstesinden gelebileceklerine inanıyordu. Soluğu Bilallerin evinde aldı. Önce Bilal’le yan odada özel konuştu. Yaralılardan söz edip onları bu eve getirmeyi düşündüğünü söyleyince Bilal ne diyeceğini bilemedi. Onların bakımları çok ağırdı. Hâlâ bu işin üstesinden gelemeyeceğiyle ilgili kaygıları vardı. Kardeşlerinin sürekli yaralılarla ilgilenmesi gerektiğini hatırlattı. Şehid her şeyi düşündüğünü söyleyince Bilal;
–Siz uygun görüyorsanız neden olmasın, demek zorunda kaldı.
Şehid yapacağı şeyi gerçekleştirmek için Mesut ve Melik’ten izin almak için hastaneye geri döndü. Müsait bir vakitte onlara;
–Polisin sizi almasına izin vermeye hiç niyetimiz yok. Cemaat, sizi onların vicdansız ellerine bırakmaya razı değil. Eğer isterseniz sizi hastaneden kaçıracağız. Tedavilerinize Cemaatin uygun bulduğu bir evde devam edeceğiz, dedi.
Yaralılar buna sevinmişlerdi. Onların da beklentileri bu yöndeydi. Her ne kadar hastaneden bir mahkûm gibi kaçma fikri akıllarının ucundan dahi geçmemişse de polisin eline yaralı bir şekilde düşmektense hastaneden kaçmak kulağa daha hoş geliyordu.
Şehid, durumu hasta yakınlarına izah etti;
–Yaralıların gideceği yere sizi götüremeyeceğiz, yaralılar iyileşinceye kadar kardeşlerinin yanında misafir edilip ellerinden geldiğince onlara çok iyi bir şekilde bakılacak, dediğinde hasta yakınları da bu fikre sıcak baktılar.
Yaralıları hastaneden kaçırma görevini Bilal ve onun ekibine verdi. Bilal, buna ne diyeceğini bilemedi. Daha önce böyle şeyler yapmadığı için biraz endişelendi. Şehid’e;
–Abi daha önce böyle bir şey yapmadım. Bu yüzden endişeliyim. Bunu elimize yüzümüze bulaştırmaktan çekiniyorum, dedi.
Şehid;
–Hastaneyi sizden daha iyi bilen kimse yok. Sizler neyin nerde olduğunu, hangi oda ve koridorların nereye açıldığını daha iyi biliyorsunuz. Dikkat ve iyi bir planla bu işin üstesinden rahatça gelebilirsiniz. Onları hastaneden çıkardıktan sonra buraya getireceğimiz için bu işe başkalarının karışmaması daha iyi olur, deyip Bilal’i ikna etti. Bilal;
–Bizden kimler bu işte görev alsın, diye sordu. Şehid;
–Bence hep birlikte olursanız daha iyi olur. Sen de hazırlıklarını yarına göre yap. Arkadaşlarınla bir konuş. İstersen de bu işe üçünü dâhil et istersen bir, ikisini… Nasıl istiyorsan öyle yap, dedi.
Bilal eve geldiğinde yol boyunca aklında bu işi nasıl yapacağıyla ilgili düşünceler vardı. O kadar zor da görünmüyordu. Sonuçta yüksek güvenlikli bir yerden adam kaçırmıyorlardı. Hastaneden hasta taburcu etme gibi bir şeydi. Aralarındaki tek fark biri izinli bir çıkış iken onların yapacakları izinsiz bir çıkış olacaktı.
Bilal eve geldiğinde arkadaşlarına durumu anlatıp onlardan bu konudaki fikirlerini söylemelerini isteyince Yusuf hemen ortaya atılıp;
–Abi onları hastaneden çıkarmak çocuk işi, dedi.
Bilal;
–Nasıl olacak bu iş? Diye sordu.
Yusuf;
–Abi öğle refakatçilerin yoğun olduğu vakitte onları çıkarabiliriz.
–Öyle elimizi kolumuzu sallaya sallaya onları o kadar rahat çıkaramayız. Şayet polis bunu fark edecek olursa hepimizin başı belaya girer, dedi.
Hamza;
–Abi benim aklıma bir fikir geliyor; ama buna nasıl bakarsınız bilmem…
–Ne düşündüğünü bir söyle ondan sonra bizim ne düşündüğümüzü öğrenirsin.
–Abi öğle vaktine doğru bizden iki kişi acil girişin yakınlarında kavga ederler. Orada bulunan polisler onlarla uğraşırlarken diğer iki kişi yaralıları filme götürüyor gibi odalarından çıkarıp giriş kapısına getirir. Buradan da arkadaşlarımız normal ziyaretçiymiş gibi hastaneden çıkarlar, dedi.
Bilal bu fikri beğenmişti. Yusuf ve Hamza da beğenince uygulamaya koymak için planlarını yapmaya başladılar. Acil giriş kapısında Yusuf ve Şehmus’un kavga edecekleri saatleri belirlediler. Mümkün olduğunca kuru gürültü yapıp asla fiziksel bir şeye yeltenmeyeceklerdi. İkisi de akraba olan hasta yakınları olduklarının imajını vereceklerdi.
Ertesi gün yaptıkları planın işe yaraması için dua edip evden çıktılar. Öğle vaktine doğru Bilal ve Hamza yaralıların yanına geldiler. Onları çıkarmak için hazırladılar. Geriye sadece Yusuf ve Şehmus’un performansı kalıyordu. Bilal, Yusuf’un bu işin üstesinden geleceğinden emindi. Zira Yusuf’un kuru gürültü yapmakta üstüne yoktu.
Belirledikleri saat gelince Bilal ve Hamza yaralıların kişisel eşyalarını bir poşete koydular. Bilal iki tane tekerlekli sandalye getirdi. Birisine Mesut’u oturtup çıkış kapısına doğru hareket etti. Hamza diğer arabayla Melik’i alıp onların ardından çıkışa yöneldi. Ortalıkta polis yoktu. “Hastaları nereye götürüyorsunuz?” Diye soran olmadı. Çıkış kapısına gelince Bilal, Mesut’u sandalyeden kaldırıp kendi başına hastanenin dışına kadar yürümesini istedi. Hamza’nın gelişiyle birlikte Melik’i de alıp hastane çıkışında buluştular. Ortalıkta polisler görünmüyordu. Başka bir yere ayrı taksilerle ayrı yollardan gittiler. Bindikleri taksiyi değiştirip bir başka taksiye binip eve doğru yola koyuldular. Eve geldiklerinde rahat bir nefes aldılar. Allah’ın yardımı ile bu işin üstesinden sorunsuz bir şekilde gelmişlerdi. Bundan böyle hastaların tedavileri evde yapılacaktı.
Kısa bir süre sonra Yusuf ve Şehmus da eve gelince Bilal tamamen rahatladı. Ardından hastaların bakımı için görev taksimi yaptı. Hamza onlara her gün sıvı yemekler hazırlayacaktı. Yaralılara katı yemek vermemesi konusunda uyarıda bulundu. Özellikle Mesut’a istese dahi katı yemek verilmemesi konusunda kararlılığını göstermek için;
–Eğer Mesut abi açlıktan öldüğünü söyleyip bir lokma ekmek bile isterse vermeyeceksiniz. Verdiğiniz zaman bilin ki o bundan dolayı ölebilir, dedi. Hamza konunun ciddiyetini anlamıştı. Bilal ardından;
–Bu sözüm hepiniz için geçerlidir, deyip evdekilerin bunu iyice kavramasını istedi.
Hastalar evde kaldıkları müddetçe onları yalnız bırakmamak için Hamza ve Yusuf hep onların yanında bulunmaya gayret ettiler. Mesut ve Melik ile birlikte olmak kendileri için de güzel bir şeydi. Mesut’un anlattığı hikâyelerle adeta kendilerinden geçiyorlardı. Köyde yaşanan hikâyeleri anlatan Mesut’u dinlemek onlara bilmedikleri yeni şeyleri öğretiyordu. İkisi Cemaat mensuplarının kırsalda verdikleri mücadelenin birebir tanıkları olanlarla konuşmaktan zevk alıyorlardı.
Şehid ara sıra uğruyor, Mesut ve Melik’in ailesinden selam getirip onların selamlarını ailelerine ulaştırıyordu. Öte yandan Bilal için gerekli olan malzemeleri tedarik edip her şeyin eksiksiz olması için çabalıyordu. Her an her şey olabilir diye tüm malzemelerin eksiksiz bulunması konusunda çok hassas davranıyordu.
Aradan iki ay geçmişti. Herkesin hayatı monotonlaşmıştı. Mesut ve Melik’in anlatacakları hikâyeler de artık tükenmişti. Bu iki ay zarfında ikisi de kendilerini toparlamışlardı. Uzun süreden beri evde oturmaları Hamza ve Yusuf’un canlarını sıkmaya başlamıştı. Yaralıların bakımından dolayı oluşan yorgunluktan daha çok evden dışarıya çıkmamaları onların canını sıkmıştı.
Yusuf ailesini görmek için izin istediğinde Bilal ziyaretini bir müddet daha ertelemesini kendisinden rica etmişti. Hastalar evdeyken onları yalnız bırakmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Sıkılan sadece kendileri değildi. Köydeki yaralı aileleri de hastalarının durumunu merak edip onları özlüyorlardı. En kısa zamanda çocuklarına kavuşmak için baskı yapmaya başlamışlardı. Her ne kadar Şehid aracılığıyla çocuklarının iyi olduğunun haberini alsalar da bu onları tatmin etmiyordu. Bir an önce hasret gidermek istiyorlardı. Yaralıların anneleri evlat özlemi çektiklerini söyleyip şikâyet etmeye başlamışlardı bile…
Ailelerin baskısı ağır basmıştı. Yaralıların evlerine dönüp dönemeyeceğini Şehid’e sorduklarında O, bu kararı verecek kişinin Bilal olduğunu, ona sormadan bu konuda bir şey diyemeyeceğini söyledi ve bunu öğrenmek için eve geldi. Bilal’le yan odaya geçtiler. Bilal’e:
–Yaralıların aileleri çocuklarına kavuşmak istiyorlar. Ne dersin onlar eve gidebilirler mi? Diye sordu.
–Melik’in durumunda pek bir şey yok. Yalnız Mesut’un durumunu tam olarak bilmiyoruz. Bir müddet daha yanımızda kalsa iyi olur, dedi.
–Bir sıkıntı mı var? Diye sordu Şehid endişeyle;
–Bir sıkıntı yok. Sadece köyde de buradaki gibi sıvı ile beslenmesine devam etmeli. Buna dikkat edilmezse durumu kötü olabilir, dedi.
Şehid;
–Bunun dışında başka bir sıkıntı var mı? Diye sordu.
Bilal;
–Yok! Mesut ve Melik de isterlerse eve dönebilirler, dedi.
Şehid, Bilal’le birlikte yaralıların bulunduğu odaya geçip eve dönmeleri konusunda onların fikirlerini sordu. Buna dünden razı olan yaralılar eve dönmek için can atıyorlardı. Onlar kırsal kesimin adamıydılar. Beton duvarlar arasında yaşamak onlar için zindandan farksızdı. Eşsiz gökyüzüne hasret kalmışlardı. Gece nöbetleri bir yana hayvan seslerini dahi özlemişlerdi. Oysa burada motor gürültüsünden başka bir şey yoktu. Köylerinin havası burunlarında tütüyordu. Orası onların hamurlarının şekillendiği topraklardı. Köylerine adım attıkları anda toprağının, havasının kendilerine şifa olacağından emin gibiydiler...
Şehid yaralıların dönmeye bu kadar hevesli olduklarını görünce onlardan hazır olmalarını, birkaç güne kadar eve dönebileceklerini söyleyince yaralılar bu habere sevindiler.
Birkaç gün sonra Şehid hiç âdeti olmadığı halde gündüz vakti eve gelip Bilal’e;
–Malzemelerini al birlikte çıkalım, dedi. Bu arada yaralılara yarın sabah köy dolmuşuyla evlerine dönebileceklerini söyleyip onlarla vedalaştı. Şehid ve Bilal evden çıkacakları vakit Melik, Şehid’e;
–Abi bu son günümüzde arkadaşlarla birlikte güzel bir yemek yiyebilir miyiz? Diye sorunca Şehid, Bilal’e baktı. Bilal başıyla ‘olur’ işareti verince birlikte evden çıktılar.
Melik cebinden bir miktar para çıkarıp Yusuf’a verdi;
–Bize bir şeyler al. Bu akşam sizinle son defa güzel bir yemek yiyelim, dedi. Yusuf, Melik’ten parayı alıp alış veriş için dışarı çıktı. Aklına gelen en güzel şey piliç olmuştu. Herkese yetecek büyüklükte bir piliç ve sebze alıp eve döndü.
Yusuf tavuğu kızartmaya koyulurken Hamza da yaralılar için tavuk çorbası yapmaya başladı. Akşam olduğunda yemek için her şey hazırdı. Yalnız Bilal henüz dönmemişti. Bilal’in gelmesi için bir müddet daha beklediler. Bekleme uzadıkça herkesin karnı zil çalmaya başladı. Bir müddet sonra yemeklerini Bilal gelmeden yemeğe karar verdiler.
Sofra kuruldu. Kızarmış tavuk parçaları öyle güzel görünüyorlardı ki yaralıların iştahını çekmişti. Yusuf eliyle parçaladığı tavuğun bir parçasını Melik’e uzattı. Mesut’a ise tavuk çorbasıyla yetinmek ağır gelmişti. Canı çok feci şekilde kızarmış tavuk çekiyordu. İçinin gittiğini fark eden Yusuf ona da bir parça tavuk eti vermek istediyse de Hamza buna engel oldu. Bilal’in sözlerini hatırlattı. Yusuf;
–O sözler iki ay önce söylenmişti. Şimdi onlar iyileşmiş eve gitmeye hazır hale gelmişler. Bir parça tavuktan bir şey olmaz, dediyse de Hamza buna razı olmadı. Mesut;
–İyiyim, tavuk yiyebilirim, deyince Hamza;
–Abi tam olarak iyileşmedin, biraz daha sabret. En az bir aya kadar katı şeylerden kaçınman gerek, dedi.
Mesut;
–Bir parça tavuk beni öldürecekse varsın öldürsün, deyince Hamza çaresiz kaldı.
Yusuf, Melik’e yedirdiği gibi Mesut’a da yedirmek istediyse de Mesut;
–Buna gerek yok. Ben ağzımla onu parçalayabilirim. Çenem iyidir, dedi.
Tabaktan bir parça tavuk alıp ağzına attığı vakit lezzetinden kendinden geçti. Sofradaki pirinç pilavının da tadına baktıktan sonra yemeğin tadını çıkarmaya çalıştı.
Yusuf ve Hamza her ne kadar;
–Mesut abi biraz yavaş yesen, diye onu uyardılarsa da Mesut onları dinlemeyip ağzına attığı tavukları zevkle çiğnemeye başladı.
Yemeklerini yiyip sofrayı topladıktan sonra mutfağa geçerek bulaşıkları yıkayan Hamza ve Şehmus, demlenen çayı alıp içeri girdiklerinde Mesut’un karın ağrısı çektiğini görünce endişelendiler. Mesut uzun süreden beri katı yemek yemediği için rahatsız olduğunu, ağrılarının önemli olmadığını söylese de da Hamza endişelenmişti. Ama yapacak hiçbir şey yoktu. Olan olmuştu. Bu tür durumlarda ikisi de ne yapılacağını bilmiyordu.
Vakit ilerledikçe Mesut’un karın ağrıları artmaya başladı. Her geçen dakika sancıdan kıvranır duruma geldi. Evdekiler şaşkındılar. Biran önce Bilal’in gelmesi için dua ettiler. Bilal ne yapacağını biliyordu. Mesut ise acılar içinde yerde kıvranıp yardım istiyordu. Onu oturtuyorlardı olmuyordu. Kollarına girip yürütüyorlardı olmuyordu. Ne yapmaları gerektiğini bilmeyen şaşkınlara dönmüşlerdi. Mesut’un acı feryatları onların yüreklerini dağlıyordu.
Gecenin geç bir vaktinde Bilal eve geldiğinde Mesut’un acılar içinde kıvrandığını görünce neler olduğunu sordu. Hamza akşam yemeğinden sonra kötüleştiğini söyleyince Bilal;
–Akşam ne yedirdiniz, diye sordu. Yusuf;
–Tavuk ve pirinç pilavı, deyince Bilal öfkelendi. Yusuf’a;
–Çabuk gidip bir taksi çağır, dedi.
Yusuf, Bilal’in endişesini gözlerinde görmüştü. Hiçbir şey sormadan gidip taksi çağırdı. Bilal, Mesut’u alıp hastaneye kaldırdı. Mesut acilen ameliyata alındı. Delinen midesindeki dikişler patlamıştı. Her şey sil baştan tekrar yapılıp ameliyata alındı.
Melik, sabah köy dolmuşuyla eve dönerken Mesut hastanede kalmaya devam etti. Bilal yaşananları Şehid’e söylediğinde Şehid;
–Kendi nefsinin kurbanı oldu. İlkin Allah içindi ve biz elimizden geleni yaptık. Ama şimdi nefsine hâkim olamadığı için hastanede yatıyor. Bu durumda bizim yapacağımız bir şey yok, dua edelim inşallah tez zamanda iyileşir, dedi.