İslam Fedaileri-15. Bölüm
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Hastanedeki arkadaşlarımızın durumu gün geçtikçe daha iyiye gidiyordu. Her gün hastaneye uğrayıp, Tarık ve Halil’in sağlık durumu hakkında bilgi alıyorduk. Bize ihtiyaç hissettikleri her anda onların yanlarında bulunuyorduk. Son ziyaretimizde artık kardeşlerimizin sağlık durumlarının iyi olduğunu duyduğumuzda sevinmiştik. Doktorların “Taburcu olabilirler” demesi, sevincimize sevinç katmıştı. Kardeşlerimizin taburcu işlemlerini başlatıp, onları eve götürmek için sabırsızlanıyorduk. Doktor, evde istirahat etmeleri gerektiğini ve kendilerini daha çabuk toparlayabilmeleri için çok iyi bir bakıma ihtiyaçları olduğunu söyleyince, bu sorumluluğu severek üstlenmek için gönüllü oldum.
Halil’in durumu Tarık’tan daha iyiydi. Kısa süre içinde eski sağlığına kavuşması için bir müddet dinlenmesi ve aldığı yaralarının iyileşmesi gerekiyordu. Tarık’ın ise, ayağından aldığı bir kurşun kaval kemiğini parçalanmıştı. Ameliyatla ayağına platin takılmıştı. Hiçbir zaman tam olarak iyileşemeyecekti. Yürümede bir sorun yaşamayacak olsa da biraz aksayacaktı. Bu duruma dahi şükrediyorduk.
Kardeşlerimizin evlerinde rahat etmeleri için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdık. Yeter ki onlar bir an önce sağlıklarına kavuşsun diye çabalıyorduk. Onlar da bir an önce iyileşip, hizmetteki yerlerini almak istiyorlardı. Kardeşlerimizin sağlık durumlarıyla ilgilenmek için, bu yıl tıbbın birinci sınıfını başarıyla bitiren Mehmet Ağabeylerimiz tarafından bana yardımcı olması için gönderilmişti. Ben onlara moral verirken, Mehmet de onların sağlık durumlarıyla ilgilenecekti. Pansuman ve ilaçlarla ilgili tüm konular, Mehmet’in sorumluluğundaydı.
Tarık ve Halil’in durumu her ne kadar iyiye doğru gitse de, hepimiz şunu çok iyi biliyorduk ki, Tarık hiçbir zaman eski haline gelemeyecekti. Bu durumu hepimiz kabullenmiştik. Onların varlıkları bile bize yeterdi. Bundan böyle onlar, bizim davamız için kendilerine feda eden gazilerimizdi. Onlar gösterdikleri fedakârlıklarının karşılıklarını Rablerinden umarken, bizler de onlara her türlü yardımı yaparak onlara karşı vefa borcumuzu yerine getirmeye gayret edecektik. Onların verdikleri kanlarına karşı bizim yapacağımız her şey, fedakârlıkları karşısında çok basit kalırdı. Rabbimizin katında gazi olan bu kardeşlerimize hizmet etmek ise bizim için bir şerefti. Yine de Rabbimizden umut kesmeyip bu kardeşlerimize şifa vermesini diliyorduk.
Faruk’la birlikte dolaştığımız bir gün “Tarık’ı evlendirsek nasıl olur?” diye sordu.
Birden bire ortaya çıkan bu soruya nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim. Faruk’un bu konuda ciddi olduğunu gördüm. Sorduğu sorunun cevabını bekliyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir an düşündükten sonra “Neden olmasın, aklında biri var mı?” diye sordum.
Faruk “Aklımda biri var da, bu konuda Tarık’ı ikna etmemiz gerekebilir. Biliyorsun, gazi olduktan sonra çok hassaslaştı. Kendisini artık işe yaramaz görüyor. Küçük bir aksamayı çok büyütüyor. Oysa sosyal yaşantısına hiç etki etmeyecek kadar önemsiz bir yarası olmasına rağmen bunu o kadar büyütmesini anlayamıyorum. Onu evlendirmeye çalışmamızı bile bu yüzden yanlış anlayabilir. Bana kalırsa evlenirse en azından kendisini daha çabuk toparlar diye umuyorum” dedi.
“Haklısın. Tarık’ı ikna etmeyi bana bırak. Ona uygun birisi var mı aklında sen onu söyle” diyerek aklında olanı öğrenmeye çalıştım.
“Aklımda biri var, ama bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Senin yanlış anlamandan çekiniyorum” dediğinde çekindiği her halinden belliydi. En yakın arkadaşımın benden çekinmesi hoşuma gitmese de bunun neden kaynaklandığını anlamak adına “Neden yanlış anlayacakmışım ki?” diye sordum.
“Benim aklıma kız kardeşin Ayşe veya benim kız kardeşim Zehra geliyor. Zehra ve Ayşe’nin hizmetlerdeki fedakârlığını hepimiz biliyoruz. Tarık içinde bunlardan birisinin hayırlı olacağını düşünüyorum” diye söylediğinde aslında çok mutlu olmuştu.
“Çok güzel düşünmüşsün. Bu muydu bana söylemekten çekindiğin konu. Şayet kardeşim Ayşe kabul ederse, ben bundan şeref duyarım. Tarık gibi birisini nereden bulacağız. Sen Zehra için ne düşünüyorsun?”
“Aslına bakarsan kardeşim olduğu için değil, Zehra, gerçekten de çok takvalı ve ihlaslıdır. Bizim evde anneme en çok o benziyor. Ama Tarık’ın Zehra’yı değil de kardeşin Ayşe’yi tercih edeceğini bildiğimi söylesem…”
“Tamam anladım. Ancak sen de biliyorsun ki bu durumu önce Ağabeylerimizle, daha sonra kardeşim Ayşe’yle konuşmam gerek. Ağabeylerimiz ve kardeşim bunu kabul ederse, aileyi ikna etmem pek zor olmayacaktır. Bu konu şimdilik aramızda kalsın, ben durumu Ağabeylerimize bildirip bir cevap alıncaya kadar kimse bilmese iyi olur” diyerek şimdilik konuşmalarımızın gizli kalmasını istedim.
Tarık ve kardeşim Ayşe’yi evlendirme düşüncemizi Ağabeylerimize bildirdikten sonra “Hayırlı bir işe vesile olursunuz” diye cevap gelmesi üzerine bu işin bir an önce gerçekleşmesi için harekete geçtim.
Evlilik meselesiyle, Tarık’ın kendisini daha erken toparlayacağını ben de düşündüğümden bu konuyu konuşmak için akşamüzeri eve gitmeden Tarık’a uğrayıp hal hatırını sordum. Artık her akşamüzeri evime gitmeden önce Halil ve Tarık’a uğrayıp, bir istekleri olup olmadığını sormayı kendime adet edinmiştim.
Ailesi beni Tarık’la baş başa bırakınca Tarık’a “Evlilikle ilgili ne düşünüyorsun?” diye sordum. Bu konunun nereye varacağını hemen anladığından “Beni bir an önce evlendirip başınızdan atmayı mı düşünüyorsunuz yoksa” diye sorması yüreğimi incitmişti.
Tarık, son zamanlarda bunu sık sık yapıyordu. Ama bu seferki çok fena canımı yakmıştı. Tarık’ı tanımasam, kalbindeki saflığı ve temizliği bilmesem ona çok güzel cevap verecektim. Ama biliyordum ki Tarık’ın bu söylemleri, hizmetten uzak kalacağının endişeden ileri geliyordu. Kendisinin, bundan böyle başkalarına yük olacağını düşünüyordu. Bu yüzden onu anlamaya ve söyledikleri sözlere karşı daha yumuşak ve anlayışlı olmaya çalışıyordum. Bu konuda ne kadar başarılı olduğumu bilmesem de elimden geldiğini yapıyordum. Ramazan abi, Faruk, Mehmet ve diğer kardeşlerimizin sözleri artık Tarık’ı teselli etmeye yetmiyordu. Sözlerden daha etkili bir şeye ihtiyacımız vardı. Bunu yapsa yapsa, ancak bir eş yapabilirdi düşüncesi hepimizin neredeyse ortak fikriydi.
“Seni başımızdan atmaya çalışıyoruz, gel gör ki seni alacak birini bulamıyoruz. Senin gibi huysuz ve geçimsiz birini kim ne yapsın” diye söylediğimde onun kalbini gerçekten de incitmişti. Sanki beklediği ve ondan sakladığımız buymuş gibi sözlerimi ciddiye aldı. Duymak istediği sözleri söylemişim gibi davranmaya başladı.
Amacım onu incitmek değildi. Tarık’la birlikte geçirdiğimiz onca yıldan sonra birbirimizi öz kardeşlerimizden daha çok sever olmuştuk. Birbirimizin sözlerinden alınacak ve kırılacak da değildik. Bizim kardeşliğimiz köklüydü. Bu yüzden ona karşı çok rahat konuşabiliyordum. Amacım, onu kızdırmak ve biraz da içinde bulunduğu durumun geçici olduğunu bir kez daha hatırlatmaktı.
“Ağabeylerimizle konuştuk, seni evlendirmeye karar verdiler. Bu konuda sana düşen şey itiraz etmeden Ağabeylerimizin kararına uymandır.”
“Kim benim gibi sakat birini alır ki?”
“Senin ayağın sakat olabilir ama yüreğin değil. İmanın değil. Bir ayağın sakat diye seni almayacak olan bir eşten zaten sana hayır gelmez. Seni alacak olan kişi, seni imanın için almalı. İslami hizmetlerinden dolayı seni tercih etmeli. Senin gibi, Allah için gazi olmuş birisinin eşi olmayı tercih edeceği için seni seçmeli. Sen ki, Allah’ın nazarında inşallah O’nun sevdiği bir kulsun. Hepimiz, sahip olduğun gazilik makamından dolayı sana gıpta ediyoruz. İslam için yaptığın hizmetleri herkes takdir ediyor. Bizler; senin gibi olmaya çalışırken, sen de bizim gibi işe yaramaz olmak mı istiyorsun?”
“Bana baksana! Bu ayakla bundan sonra ne yapabilirim ki?”
“Küçük bir aksamayı bu kadar büyüttüğüne inanamıyorum. Allah korusun daha kötüsü de olabilirdi. Filistin’de Hamas lideri Şeyh Ahmet Yasin’i biliyor musun? Kendisi, on iki yaşında spor yaparken geçirdiği bir kaza sonucu boyundan aşağısı felç olmasına rağmen Hamas’ı kurup, İslami mücadele vermeye başlamış.
Kaldı ki, senin felç gibi bir durumun da yok çok şükür. Bir ayağının biraz sendeleyecek olmasını çok büyütüyorsun. Kendini toparlaman için bundan böyle sana her konuda yardımcı olacak bir hayat arkadaşının olması hayırlı olur kanaatindeyim. Bizim sözümüzü dinlemiyorsun, en azından müstakbel eşinin sözlerini dinlersin de bir an önce ayağı kalkıp kaldığın yerden hizmetlerine devam edersin” dediğimde yüzünde oluşan tebessüm bunu kabule hazır olduğunun işaretiydi.
“Aklınızda biri mi var yoksa arayıp bulacak mısınız?” diye sorduğunda bu işe bu kadar hevesli olmasına şaşırmıştım.
“Faruk’un aklında birisi var. Yalnız şimdilik sana söylemeye niyetli değil. Evliliği kabul etmeyeceğini düşündüğünden bunu söylemekten çekiniyor. Şimdi sana uygun birini bulursak evlenmeyi kabul edecek misin sen onu söyle.”
“Ağabeylerimiz evlenmemi istiyorlarsa bundan böyle bana söyleyecek bir söz kalmaz. Nasıl uygun görürlerse öyle olsun.”
“Senin evlenmeni gerçekten istiyorlar. Bu konuda hiç vakit kaybetmeden çalışmalara başlayıp, en kısa zamanda sana uygun olduğunu düşündüğümüz kızın da fikrini almaya çalışacağız.”
“Sen kızın kim olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum! Ama hiç ısrar etme sana söyleme gibi bir niyetim yok.”
“En azından bana kim olduğunu söyle de ben de bileyim. Şimdi gidip benim gibi sakat ve çirkin birini bulursunuz?”
“Merak etme en az senin gibi çirkin olduğunu garanti edebilirim. Ama tek eksikliği, sakatlık değil.”
Tarık’ı evlenmeye ikna etmek kolay olmadıysa da, sonunda evlenmeye razı olmuştu. Geriye, kardeşimle konuşmak ve onun da düşüncelerini öğrenmek kalmıştı.
Kardeşim Ayşe, ablamın çalışmalarında onun en büyük yardımcısıydı. İslami hizmetlerinden hiçbir zaman geri kalmıyordu. Annemin bazen kendisine kızıp, evde oturmadığını söyleyip şikâyet etmesine bile aldırmıyordu.
Ablamın evlenmesinden sonra, kardeşimin yükü biraz daha ağırlaşmıştı. Ablamın yetişemediği işlerinde de yine o yardımcı oluyordu. Şimdi Tarık’la evlenmesini rica etsem, sırf ben istiyorum diye hiç itiraz etmeden, “Evet” diyeceğini de biliyorum. Bugüne kadar ona ne dediysem hiçbir zaman sözüme itiraz etmeden dediklerimi yerine getirdiği gibi, bu konuda da itiraz etmeden hemen kabul edecekti. Ama bu sefer ki durum farklıydı. Buna, benim etkim olmadan kendisinin karar vermesi gerekiyordu. Ağabeylerimizin kararı olarak değil de, bir eş olarak, evleneceği kişiye karar vermesi için onunla konuşmak için akşam odasına gittim.
Odaya girdiğimde fark ettim ki ablam evlenip gittikten sonra bu odaya konuşmak için ilk defa geliyordum. Oysaki ablamla konuşmak için sürekli bu odaya gelir, onunla konuşur dertleşirdim. Ablamın evlenip gitmesinin ardından bir kez dahi olsun kardeşimle konuşmak için bu odaya girmemiştim. Bunu fark ettiğimde kendimden utandım. İhmal ettiğim kardeşimin yüzüne nasıl bakacağımı düşünmem gerekirken, evlilik konusunu konuşmak için gelmişimden dolayı ona karşı mahcuptum.
Kardeşim, beni kapının eşiğinde görünce “Abi, hayırdır bir sorun mu var?” diye sorması, yüzümün daha çok kızarmasına neden olmuştu. Bugüne kadar kapısını çalmadığım kardeşimin kapısını bir akşam vakti çat diye çalıyorsam elbette ki bir sorun olduğunu düşünmekte haklıdır.
“Yoo! Bir sorun yok. Sadece seninle konuşmak istedim müsait misin?”
“Tabi ne demek, buyur gel otur.”
Bazen, kardeşimin bana karşı olan saygısını hak etmediğimi düşünmüştüm. Şimdi bu düşüncemde ne kadar haklı olduğum bir kez daha ortaya çıkmıştı. Kardeşimin gösterdiği yere oturduktan sonra karşıma geçip oturan kardeşimin yüzüne bakınca öylesine bir derinlik gördüm ki, o küçük kızın bu kadar büyüdüğünü ve olgunlaştığını hiç fark etmeyişime hayret ettim. Gözlerindeki derinliğin, İslam’ı kendisine dert etmesinden kaynaklandığını biliyordum. İslam’a daha iyi hizmet edebilmek için çok çalışmasından kaynaklı yorgunluğunu gözlerinde görebiliyordum. Daha önce de aynı bakışları ve derinliği ablamın gözlerinde de görmüştüm. Kardeşimin hal ve hatırını sorduktan sonra, bu güne kadar onu ihmal ettiğimden dolayı özür diledim.
“Ne demek abi, senin işin başından aşkındır. Senin iyi olman bana yeter. Hem görüyorsun ben gayet iyiyim” demesi beni nedense rahatlatmadı.
Kardeşimle uzun bir sohbet yaptık. Çalışmalarının nasıl gittiğinden, evdeki sorunlara kadar her şeyi konuşmuştuk. Söz ablamdan açılınca, onun bu evdeki eksikliğini her ikimiz de hissettiğimizi söyleyince ortamın biraz duygusallaştığını fark ettim. Kardeşimin yanında ablama duyduğum özlemi dile getirmek gibi bir hata yapmaktan çekindiğim için konuyu değiştirip, kendisinin evlilikle ilgili düşüncelerini sordum.
Bu konuyu benimle konuşmaya henüz hazır değildi. Belki de bu konuşmayı yapması için ablamdan ricacı olmam daha iyi olurdu diye düşünüp, evlilik meselesini açmadan kapattım. Bu durumu ablama havale etmenin daha iyi olacağına karar verdim. Ablamla bu konuyu daha rahat konuşabileceklerinden şüphem yoktu.
Ertesi gün ablamı ziyaret edip, kardeşimiz Ayşe ve ablamın kayını olan en yakın arkadaşım Tarık’ın birbirlerine yakıştıklarını, onları evlendirme gibi bir düşüncemizin olduğunu söyleyince, ablam en az benim kadar sevinmişti. Hiç vakit kaybetmeden Ayşe’yle konuşmasını rica ettikten sonra, bu mesele kesinlik kazanana kadar kimsenin bilmesini istemediğimi de hatırlattım.
Ablamdan ayrıldıktan sonra, ablam hiç vakit kaybetmeden kardeşimle konuşmak için onu eve çağırmış. Kardeşim, ablam çağırdığı zaman mutlaka ona uğrardı. Bu sefer de ablamın çağırmasının ardından soluğu ablamın evinde almıştı. Ablam, biraz İslami hizmetlerinden konuşup cami çalışmalarından söz ettikten sonra konuyu evliliğe getirmiş “Sen ne zaman evleneceksin?” diye sormuş.
“Şimdilik öyle bir düşüncem yok” diyen kardeşimin bu sözünün ne manaya geldiğini anlamak için bu işi deşmeye başlamış.
“Evliliği düşünmene engel olan bir mesele mi var?”
“O kadar çok meselem var ki. Evliliği düşünecek vaktim bile yok.”
“Herkes zamanı gelince evlenmek ve yuva kurmak ister. Bu fıtri bir duygudur. Hem Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam “Evlenin çoğalın, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim” diye buyurmaktadır. Allah’ın izniyle bir gün sen de kendi yuvanı kuracaksın.”
“İnşallah o gün geldiğinde bunu düşünürüz” diye konu kesip atma niyetindeyken ablam söylemeyi beklediği anın geldiğine karar verip “O gün belki de gelmiştir nerden bilebilirsin ki?”
“Abla sanki aklında bir şey var” diye kardeşim ablamızın bir şeyler söylemek için onu çağırdığını anlamıştı.
“Aslında var ama bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Kayınım olan Tarık’ı tanırsın. Onu evlendirmeyi düşünüyorlar. Onun için hayırlı bir eş aradıklarından bana da sordular. Bu konuda aklıma gelen ilk kişi sen oldun. Yalnız bunu sana bir abla olarak soruyorum. Tarık’la evlenmeyi düşünür müsün?”
Kardeşim, hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırmış, kendisine sorulan soru yüzünden yanakları al al olmuş ve utancından bir müddet konuşamamış.
Ablam bunu fırsata çevirmek adına “Bak, seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. Belki şu anda seninle yaptığımız bu konuşma sana biraz tuhaf gelebilir ama inan ki bu konuşmayı seninle eninde sonunda yapacaktık. İslami hizmetlere kendini bu kadar adamışken seninle evlilik meselesini konuşmak benim için de kolay değil. Hayırlı bir iş olmasaydı seninle bu konuşmayı yapmazdım. Gider abime veya Ağabeylerimize söyler, onların bir şekilde seninle konuşmalarını isterdim. Bu yüzden bizzat bu soruyu sana ben sormak istedim. Evlenmek istemezsen, bu kararına saygı göstereceğimi de bil. Benim için önemli olan şey yalnız sensin ve mutluluğundur. Bu yüzden her ne karar verirsen ver bu değişmeyecektir.”
“Aslında uzun bir süre evlenmeyi düşünmüyorum. Dualarım da Rabbimden dileğim, evleneceğim kişinin kendisini İslam’a ve Allah’a adayan biri olması yönündedir. Evleneceğim kişiyle, hayatlarımızı İslam’a vakfetmek ve hizmete adamak gibi bir düşüncem vardı.”
“Hayatını İslam’a vakfetmen güzel bir düşüncedir. İşte tam da bu noktada sana Tarık’ı yakıştırıyorum. O da senin gibi hayatını İslam’a vakfetmiş ve bu uğurda gazi olmuş. Şimdi bana desen ki ben şimdi evlenmek istemiyorum seni anlarım. Ama evlenecek salih birini bekliyorsan, o kişi bugün senin kapına gelmiş. Dualarında isteyip durduğun Allah’ın salih kulunun adı, Tarık’tır.
Aslında Tarık ta senin gibi düşünüyor. Evleneceği kişiyle birlikte Allah için hizmette fena olmak istiyor. Bence sizler birbiriniz için en uygun adaylarsınız. Hem madem İslami hizmetlerine devam etmek istiyorsun, o halde bu konuda sana her türlü desteği verecek hayırlı bir eş senin için de ideal olur. Hizmetlerinde sana her zaman destek olacağı konusunda ben Tarık’a kefil olurum.”
“Abimin bu durumdan haberi var mı?” diye soran kardeşime karşı ablam açık davranmış.
“Var, seninle konuşmamı o istedi. Ama ben de bu işe çok sevindiğim için seninle konuşmaya razı oldum.”
“Peki o zaman, siz de öyle uygun görüyorsanız benim için de bir sorun yok.”
“Bizim uygun görüp görmememiz önemli değil. Asıl senin ne istediğin önemlidir. Bu evliliği istemezsen eğer seni anlarım. Olur ya Tarık’ı beğenmeyebilirsin. Tarık’ın geçenlerde gazi olduğu ve şu anda evde yattığını da biliyorsun. Bu senin için bir sorun olabilir, bunu da anlarım. Ya da ne bileyim, onda beğenmediğin bazı huy ve davranışları olabilir. Bu tür şeyler normaldir. Ömrünün geri kalanını paylaşacağın birisi olduğu için bu konuyu istersen biraz daha düşün, öyle karar ver.”
“Düşünecek bir şey yok abla. Tarık’ı tanıyorum zaten. İslam için neler yaptığından da haberim var. Gazi olması, onun Allah katındaki değerini gösteriyor İnşallah. Eğer sen de abim de bu işin olmasını istiyorsanız benim açımdan bir sorun yok. Sizin olur dediğiniz kişiye ben de olur derim.”
“Yani Tarık’la evlenmeyi kabul ediyor musun?”
“Evet”
“Verdiğin kararı, Rabbim senin için ve Tarık için İnşallah hayırlı kılar. Yalnız şimdilik bu konu aramızda kalsın. Ailenin haberi olmasın. Muhammed, Tarık’la konuştuktan sonra aileye söyleriz.”
“Tamam, nasıl isterseniz.”
Kardeşimin rızasını aldıktan sonra, bunu Tarık’a haber vermesi için bir an önce Faruk’la bir araya gelmek istiyordum. İçimde hissettiğim şey mutluluktu. Tarık’ı seviyordum ve şimdi bu sevgimi evlilik bağıyla güçlendirdiğimi düşününce yüzümde gayri ihtiyari bir tebessüm oluyordu. Aynı duyguları kardeşimi için de yaşıyordum. Tarık gibi İslami bir kişiliği sahip birisiyle evleneceği için onun adına mutlu oluyorum. Tarık’la birlikte İslami hizmetlerinde çalışıp Allah’ın rızasını kazanacak oluşlarını düşündükçe bundan memnun oluyordum.
Faruk’u ziyaret edip, kardeşimin olumlu kararını bildirdikten sonra gidip Tarık’la konuşmasını ve bu evlilik konusunda baskı olmadan fikrini almasını rica ettim. Faruk’la birlikte Tarık’ın bir an önce ayağa kalkmasını ve eskisi gibi gülüp neşelenmesini, tez zamanda ayaklanıp aramıza katılmasını arzuluyorduk.
Faruk benden ayrıldıktan sonra, Tarık’ı ziyarete gitmiş. Tarık’ın odasına girdiğinde moralinin bozuk olduğunu görmüş “Neyin var senin?” diye sormuş.
“Yok bir şey” diyen Tarık’ın yüzünden düşen bin parçaymış.
Faruk buna aldırmadan “Sana güzel bir haberim var. Senin için bulduğumuz kız, seninle evlenmeyi kabul etmiş.”
Tarık morali bozuk, isteksiz bir halde “Kim bu kız?” diye sormuş.
“Muhammed’in kız kardeşi Ayşe. Aynı zamanda senin abinin de baldızı.”
“Bizim Muhammed’in kardeşi Ayşe mi?”
“Ne oldu beğenmedin mi yoksa?”
“Ne demek beğenmemek, bana öyle birini layık göreceksiniz ve ben beğenmeyeceğim öyle mi?” dediğinde az önceki halinden eser kalmamış bir halde sevinmiş.
“Ne bileyim, beğenmeyebilirsin. Gönül işleri karışık işlerdir.”
“Sen çok biliyorsun ya?”
“Şüphen mi var?”
“Var tabi, sen ne anlarsın gönül işlerinden. Şayet anlasaydın şimdiye kadar sen de hayırlı birisini bulup evlenmiş olurdun.”
“Konuyu bana getirme. Hayırlısı seni bir evlendirelim, gerisi Allah Kerim’dir.”
“Muhammed ne diyor bu işe? Kardeşi, benim durumumu bildiği halde kabul etti değil mi?”
“Muhammed ne diyecek, benim kadar o da sevindi. Dün gece kardeşiyle konuşmuş. Seninle evlenmeyi kabul etmiş. Yalnız bir şartı var. Düğüne kadar iyileşip, kendi düğününde oynamanı istiyor.”
“Sen ciddi misin?”
“Tabi ciddiyim. Ayşe’nin bir sakatla evleneceğini düşünmüyorsun her halde.”
Tarık’ın morali bir anda bozulmuş. Faruk, onu daha fazla üzmemek için kardeşimin kendisiyle evlenmek için hiçbir şart koşmadığını söylemiş. Tarık bu habere çok sevinmiş. Sevinç ve şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememiş.
Tarık’la bir müddet daha sohbet eden Faruk “Bu evlilik meseleni ailenle konuş, onların da fikirlerini al. Akşam uğrayıp kararınızı öğrenirim” deyip oradan ayrılmış.
Tarık, evlenmek istediğini ailesine söyleyince özellikle annesi bu duruma öyle bir sevinmiş ki kadıncağız, aklında gelen tüm bekâr kızları saymaya başlamış. Tarık evlenmek isteği kişinin “Yahya abisinin baldızı” olduğunu söyleyince, annesinin yüzü bir anda değişmiş. Annesindeki bu değişikliği fark etmesi üzerine Tarık, ne olduğunu sormuş.
Annesi “Oğlum! Bu kız nereden çıktı. Sana bir başkasını bulalım” diye ısrarcı olmuş.
Tarık annesinin verdiği tepkiye karşılık “Niye anne, bu kızın nesi var?” diye sormuş.
“Kızın bir şeyi yok. Yalnız benim bazı endişelerim var.”
“Ne gibi?”
“Şimdi gidip kızı senin için istersek ve onlar kızlarını sana vermezlerse korkarım ki abinle yengenin arası açılır. Evliliklerinde sorunlar başlar. Eşler arasındaki en büyük sorunların başında; eşlerin akrabalarından birisinin kız istemesi gelir. Eşinin akrabası tarafından reddedilen akraba yüzünden eşlerin arasının açılması en çok rastlanan bir hadisedir. Kız isteme işi, bu tür sorunların ortaya çıkmasının ana kaynağını teşkil ediyor.
Şayet kızı bize vermek istemezlerse biz de artık dünürlerimizin yüzlerine bundan sonra bakamayız. O yüzden istersen sana bir başkasını bulalım” diyerek endişesini dile getirmiş.
“Yok anne, şimdilik kalsın. Sen söylediklerinde haklısın. Bu yüzden bu işin garanti olduğunu bilirsem size söylerim, gidip isteriz. Aksi halde ben de istemem” diyerek annesinin söylediklerini ciddiye almış.
Aslında pek haksız sayılmazdı annesi. Kaş yapayım derken göz çıkarma buna derlerdi. Oğlunu evlendirmek isterken bir diğer oğlunu ve gelininin arasını açmaya hakkı yoktu. Onların mutluluklarını bozmak istemediğinden temkinli davranıyordu.
Akşam Tarık’a uğrayan Faruk, Tarık’ın moralinin yine bozuk olduğunu görünce “Neyin var yine?” diye sormuş.
Tarık, Faruk’a, annesiyle aralarında geçenleri anlatınca Faruk da kendisine hak vermiş. Bu durumu bir an önce bana anlatıp, ailemin düşüncelerini öğrenmemi isteyince bende onları haklı buldum. Hiç vakit kaybetmeden evdekilerle konuşacağımı ve onların düşüncelerini öğrendikten sonra bu konuyu tekrar konuşacağımızı söyledim.
Babama, akşam namazında Kur’an dersi verdiğim camiye gelmesini rica ettim. Babam beni kırmayıp akşamüzeri camiye gelmişti. Kendisiyle birlikte akşam namazını kıldıktan sonra, ders verdiğim öğrencilerimi bir başka arkadaşıma emanet ederek babamla caminin bir köşesine çekildik. Babam, bu durumun normal olmadığını biliyordu. Ama yine de beni kırmayıp dediğim yere geçip oturdu.
Babamın yanına gidip oturduğumda babam, kendisiyle bu şekilde konuşmak istemem üzerine “Hayırdır bir sorun yoktur inşallah” diye sorunca, aramızda şu konuşma geçti:
“Aslına bakarsan bir sorun yok. Sadece seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum. Yalnız bu konunun, şimdilik aramızda kalması gerektiği için evdekilerin bilmesini istemiyorum. Bu yüzden seninle burada konuşmak istedim.”
“Mesele nedir?”
“Mesele, kız kardeşim Ayşe’dir. Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Bu yüzden söyleyeceklerim seni üzecek olursa şimdiden hakkını helal et. Sana sormadan bir iş yaptım. Arkadaşım Tarık’ı tanıyorsun. Yahya eniştemin kardeşi, onunla kardeşim Ayşe’nin evlenmeleri için aracı oldum. Her ikisi de birbirlerini beğendiler. Yalnız Tarık’ın ailesi oğullarının yaralanmasından sonra, kardeşimi istemekten çekiniyorlar. Daha doğrusu sizin olumsuz cevap vermenizden çekindikleri için kardeşimi istemekten korkuyorlar. Şayet olur da hayır derseniz, başta dünürlük ilişkileriniz olmak üzere, ablam ve Yahya eniştemin aile hayatlarının da bozulmasından duydukları endişelerini dile getirmişler. Bu yüzden kardeşimi isteme konusunda tereddütleri var. Durum böyle olunca seninle özel konuşmak istedim. Senin bu konudaki kararını öğrendikten sonra ne yapacağıma karar vereceğim. Sen de Tarık’ın ailesi gibi düşünürsen bu işe hiç girişmeden sonlandırmaya niyetim var” diyerek yaptığım şey yüzünden babamın kızacağını düşündüğümden biraz endişeliydim.
“Tarık’ı severiz biliyorsun. Ama kardeşin için uygun mu sence?” diye sorduğunda babamın kızmadığını fark edince kendime olan güvenimi tekrar kazanmıştım.
“Bence uygundur ama yine de karar senindir. Ben kardeşimle konuştum. Seninle konuşmadan önce onunla konuşup, kararını öğrendim. Bu durumu senden habersiz yaptığım için hakkını helal et. Kardeşim ve Tarık evlenmeyi kabul ediyorlar. Geriye sizin izniniz kalmış.”
“Madem siz kendi aranızda her şeyi halletmişsiniz, bize başka söz söylemek düşmez. Söyle Tarık’a, ailesi gelip kardeşini istesinler” dediğinde sevincimden babamın eline sarılıp öptüm.
Babama her şey için teşekkür ettikten sonra, bu haberi bir an önce Tarık’a vermek için yatsı namazının ardından Faruk’u, Tarık’ı ziyarete gönderdim. Faruk’un verdiği bu güzel haber onu o kadar çok sevindirmiş ki Faruk “O anı keşke görebilseydin” diye özetledi.
O gün gece geç vakitte eve dönmüştüm. Evdekilerin tavırlarından, babamla konuşmalarımızdan haberdar olduklarını annemin “Seni ne zaman evlendireceğiz?” diye sormasından anlamıştım.
“Abim varken benim evlenmem hiç hoş bir durum olmaz. İlk önce abimi evlendirin siz” diyerek annemi abime yönlendirmişti. Adı konulmamış bir düzen vardı. Evde büyük abi varken küçüğü, büyük abla varken kız kardeş evlendirilmezdi. Bu mutlak bir kural değildi istisnaları vardı elbette. O an sadece bunu anneme hatırlatmakla ondan kurtulmuştum.
Evlilik işi çok masraflı bir işti. Bu yüzden aileler, çocuklarını büyükten küçüğe doğru sırasıyla evlendirmeye çalışıyorlardı. Bu güzel bir gelenekti. Çocuklar arasında ebeveynlerin yaptıkları bu muamele, adaleti sağlamak içindi. Evlilik hakkı her zaman evdeki büyük erkek veya ablanın hakkıydı. Kızlarda dahi bir sıra vardı. Büyük abla dururken, ondan küçük kız evlendirilmezdi. Bu durum bizim evde de aynıydı. Benden büyük abim vardı. Ondan önce evlenmek hem abime karşı bir saygısızlık olurdu, hem de onun hakkını çiğnememiş olurdum.
Aslında bunların hepsi benim için birer bahaneden ibaretti. Evlilik gibi bir düşüncem şimdilik yoktu. Kendi akıbetimle ilgili son günlerde gördüğüm rüyaların hiçbirinde evli değildim. Gördüğüm rüyaların boş ve sıradan olmadığını hissediyordum. Bu yüzden evlilikle ilgili şimdilik hiçbir düşüncenin içine girmiyordum.
Bu arada abim askerliğini bitirip geldikten sonra, tam bir dönüş yapıp Muhammedi yapının saflarında yerini almıştı. Artık ibadetlerinde daha hassas davranıyordu. Geçmişinde yaptığı hatalar için tövbe edip İslami hizmetler için elinden geleni yapıyordu. Abim, Yahya eniştemle birlikte İslami hizmetler için açılan derneklerde aktif olarak görev almaya başlamıştı. Henüz kendi işini kuracak maddi imkânı olmadığı için bir mağazada iş bulup çalışmaya başlamıştı. Çok kısa bir sürede dürüstlüğüyle herkesin takdirini kazanan biri olmuştu.
Annem, abimi evlendirmek için ona uygun bir eş aramaya başlamıştı bile. Annemin abim için buldukları eş adayını ya abim beğenmiyordu ya da ablam. Sonunda annem ona bir eş bulmaktan bıkmıştı.
Annem hiç beklemediğim bir anda “Oğlum! Senin arkadaşlarından, ablası olan biri yok mu onu abinle evlendirelim? diye sorduğunda şaşırmıştım. Kız kardeşlerim için duyduğum endişeyi nedense abim için duymuyordum. Sanki kızlar için uygun bir eş bulmak bir abi veya kardeş olarak önemserken abim için öyle bir endişemin olmadığını ilk kez annemin bu sözünün ardından fark ettim.
Annemin çok çaresiz olduğunu görebiliyordum. Aslında hiç de fena bir fikir değildi. Bizim camiadan birisiyle abimin evlenmesi bizim için de iyi bir şeydi. Anneme “Tamam, bakarım” dedim.
Anneme verdiğim bu sözün ardından aklıma ilk gelen kişi, Faruk oldu. Faruk’un ablaları, İslami hizmette her zaman aktif olmuşlardı. Küçüklüklerinden beri aileleri tarafından İslami bir eğitim ve ahlakla büyütülmüşlerdi. Ahlakları ve kişilikleri, onları tanıyan herkes tarafından her zaman takdir ediliyordu. Abim için mükemmel bir eş olacağına inandığımdan, bu durumu ilkin Faruk’la konuştum. Bu duruma Faruk’un da sıcak bakması üzerine, ablası Zeynep’le konuşup onun da abim Adem’le evlenmeye rızasının olduğunu söyleyince, durumu bizimkilere anlattım. Bizimkiler bu habere çok sevindiler. Mahallenin en edepli kızını gelin alacakları için annem ayrıca çok mutlu olmuştu. Hiç vakit kaybetmeden Zeynep’i istediler. Abimle kardeşim Ayşe’nin düğünlerinin aynı günde yapılmasını kararlaştırdılar. Böylece bizimkilerin daha fazla masrafa girmeleri de önlenmiş olacaktı.
Abimin ve kardeşimin evlilikleri, Ağabeylerimizin bilgisi dâhilinde yapılıyordu. Zeynep, abimle evlenmeyi kabul etmeden önce onlara danışmış, olumlu cevap aldıktan sonra kararını bize bildirmişlerdi. Aynı şeyi ben de yapmıştım. Abim için düşündüğün Faruk’un ablası Zeynep’i abime yakıştırdıktan sonra bunu Ağabeylerimize söyleyip onların düşüncelerini öğrendikten sonra Faruk’la konuşmuştum. Ağabeylerimizden habersiz hiçbir şey yapmıyorduk desem abartmış olmam her halde.
Muhammedi yapının fertleri olan hizmet âşıklarının düğünü onlara yakışır bir şeklide olması için bu işi Ağabeylerimiz üstlendiler. Düğün için ne yapılması gerekiyorsa onlara bırakılmıştı.
Abim ve kardeşimin düğününü bizim mahallenin biraz yukarısında bulunan boş arazide yapmaya karar vermişlerdi. İslami usullere göre yapılacak olan bu açık hava düğününe aslında insanlar kısmen yabancı sayılmazlardı. Yabancı oldukları nokta, İslami bir düğün olmasıydı. Bu konuda, Ağabeylerimizin belirlediği arkadaşlarla birlikte hazırlıklara başlamıştık.
Düğün nedeniyle evde tam bir telaş havası hâkimdi. Annem, alınan düğün tarihinin çok erken olduğunu söyleyip, bu zamana kadar hazırlıkları tamamlayamamaktan korkuyordu. Ablam her ne kadar “Sana yardım edip el birliğiyle bu işin üstesinden geliriz” deyip durduysa da, annemin telaşı bir türlü dinmiyordu.
Düğün hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, bizler de Ağabeylerimizin bizi vazifelendirdiği üzere görevlerimizi yerine getirmek için hazırlık yapıyorduk.
Düğün yeri ve düğün yemeği görevini bizzat ben üstlenmiştim. Sevdiğim insanların evleniyor olmasından duyduğum mutluluğu anlatamam. Bu yüzden onlara bu konuda yardımcı olmak için bu göreve kendim talip olmuştum.
Düğün için kardeşlerimizden Fuat’la birlikte, düğünün yapılacağı boş arazi sahibinden izin istemeye gittik.
Arsanın sahibiyle konuşup, İslami bir düğün için bu arsayı kullanmak istediğimizi söyleyince, arsa sahibi ilkin bunun bir şaka olduğunu zannetse de ciddi olduğumuzu anladığında bu teklifimizi kabul etti. Bizi camide defalarca gördüğünü söyleyip, kimin oğlu olduğumuzu sorması üzerine kendimi tanıttım. Ardından aldığımız arsa izni için kendisine teşekkür ettim.
Düğün yeri tamamdı. Geriye, bu düğün için verilecek yemek kalmıştı. Düğün yemeği için lahmacun ve ayran düşünüyordum. Bunun için de bir fırınla anlaşıp, düğün günü binlerce lahmacun siparişi verdikten sonra, üzerime düşün görevleri yerine getirmenin sevinciyle düğün gününün gelmesini bekliyordum. Düğün için bize yardımcı olmaya gelen kardeşlerimiz, boş araziye yerleştirilecek olan amfiler ve ışıklandırma için gerekli hazırlıkları yapmaya başlamışlardı.
Kardeşlerimizden bu işle ilgilenenler de tüm hazırlıklarını yaptıktan sonra, geriye düğün gününün gelmesi kalmıştı. Düğünde okunacak ilahiler için en uygun kişi, Deniz’di. Deniz’in, davudi bir sesi vardı. İlahileri çok güzel okuyordu. Onu bazen ilahi mırıldanırken görmüştüm. İnsanı etkiyen bir sesi vardı.
Ağabeylerimiz bu düğüne, Muhammedi yapının mensubu olan kardeşlerin katılmasını istemişti. Böylelikle bu düğün, aynı zamanda Muhammedi yapı tarafından bir boy gösterisi de olacaktı. İslam’ın ihtişamına yakışır bir şenlik ve eğlencenin yanı sıra, Muhammedilerin heybetini de gösterecekti. İslami bir düğünün nasıl olacağını göstermek adına, okuldan tanıdığımız diğer İslami guruplardaki arkadaşlarımızı da davet ettik.
Evdeki hazırlıklar da neredeyse bitmişti. Erkekler için boş arsayı kullanılacaktı. Bayanlar için de bizim evi uygun bulmuşlardı. Bayanların nasıl eğlenecekleri konusu ablama bırakılmıştı. Bayanlardan o sorumluydu. Düğün tarihi gelip çatmıştı. Boş arsa tıklım tıklım dolmuştu. Mahalleliler, daha önce bir düğün için böylesine bir kalabalık görmemişlerdi.
Meydanın ortasına konulan bir masa üzerindeki elektronik müzik aletleri ve meydanın dört bir yanına yerleştirilen amfilerle ve ışıklandırma işi müthişti. Düğün saati gelip çatmıştı. Deniz ve Ali, ellerindeki mikrofonla ses kontrollerini yapmak için salavatlar okumaya başlayınca, meydandaki herkes bu salavatlara eşlik etti. Okunan salavatların ardından Kur’an’ı Kerim’den bir bölüm okuyan Deniz İlahi nağmeyle meydanda bulunanların gönüllerini bir kez daha fethetmiş oldu. Kur’an tilavetinin ardından, salavatlar ile halka oluşturulup, yöresel bir halay eşliğinde ilahiler söylenmeye başlanınca, amfilerden yükselen sesler tüm mahalleye ulaşacak kadar gür çıkıyordu. Öyle ki arka mahallelerde bile duyulan bu ilahiler, duyanların meraklarını celp etmeye yetmişti.
Sesin ulaştığı yerlerdeki insanların meraklanmalarına vesile olduğundan, çok kısa bir sürü sonra meydanın etrafında meraklı gözlerin çoğalmasına hiç şaşırmadık. Deniz ve Ali, birlikte söyledikleri ilahilerle meydandakileri coşturdukları gibi, ziyarete gelenlerin de kalplerini fethediyorlardı. Her şey çok güzel geçiyordu. Düğün sahipleri bile böylesine bir düğün beklemediklerinden çok şaşkınlardı. Her şeyin güzel gitmesinden en çok memnunluk duyan, babamdı. Babam, yaptığım işleri her zaman takdir ettiği gibi, bu sefer de kendisini hayal kırıklığına uğratmadığım için memnun olmuştu. Yaşadığı bu güzel anı ona gösteren Allah’a hamd minnettardı.
Düğünümüz dilden dile dolaşmaya başlamıştı bile. Her geçen vakit düğünü merak edenlerin sayılarında artış oluyordu. Öğle vakti geldiği zaman düğünü sonlandıran Deniz, o güzel sesiyle Davudi bir ezan okuyunca, İslami bir düğünün nasıl olduğunu herkese göstermiş Ağabeylerimiz de bu durumdan memnunlardı. İslam’ın eğlence anlayışını tekrar diriltmek adına aldıkları bu karar işe yaramışa benziyordu. İslami edep ve kaidelere bağlı kalınarak da eğlencenin mümkün olduğunu topluma hatırlatma gibi bir görevleri vardı. Bunu anlatmak içinde düğünler bulunmaz bir fırsattı. Bu düğün bana Ustad Bediuzzaman’ın “Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur” sözünü anımsattı.
Okunan ezanın ardından abdest alanların, düğün meydanında saf tutup cemaatle namaz kılmaları görülmeye değerdi. Mahşerî bir tabloyu andıran bu görüntü; Allah’a kulluk edenlerin, Rablerinin huzurunda, O’na kulluklarını sunuşuna ait etkileyici bir manzaraydı. Bu manzara bir düğün manzarası değildi. Az önce halaylar eşliğinde ilahiler söyleyenler, şimdi Rablerinin huzurunda secdeye kapanmışlardı. Meleklerin bile gıpta ettiği bir manzaraya biz insanlar nasıl hayran kalmazdık?
Düğünün sona ermesinden aylarca sonra bile bu düğün; mahalleli, akraba ve dostlar arasında konuşulmaya devam ediyordu. Öyle ki çocuklarını evlendirmek isteyen bazı aileler, kendileri için de böylesi bir düğün organize edilmesi için Muhammedi yapı müracaat etmişti. Ağabeylerimiz de kendilerinden yardım isteyenlerin bu isteklerini memnuniyetle kabul etmişlerdi.