41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

İslam Fedaileri-16. Bölüm

İslam Fedaileri-16. Bölüm

ON ALTINCI BÖLÜM

Okulların açılmasına az bir süre kala, Ramazan abinin mezun olmasından dolayı bundan böyle üniversitenin sorumluluğu bana verildi. Ramazan abi okulunu bitirmişti. Kendisiyle bundan böyle okul dışında görüşmeye devam edecektik. Okulla ilgili tüm sıkıntıları yine kendisiyle konuşabileceğimi söylemesine sevinmiştim.

Bu yıl Dicle Üniversitesine kayıt yaptıran yaklaşık dokuzu bayan, otuz üç kardeşimiz vardı.  Bayanların başörtüsüyle Üniversiteye alınmaması gerekir diye basında sürekli olarak propaganda yapılıyordu. Bazı üniversiteler, başörtülü kızları okula almamaya başlamıştı bile. Bu durum henüz yaygın değildi. Dicle Üniversitesi bu uygulamaya henüz sıcak bakmadığından, başörtülü olarak kayıt yaptıran kızlara bir sorun çıkarmıyordu.

Üniversiteyi kazanan kardeşlerimize yardımcı olmak ve onların kayıt işlemleriyle yakından ilgilenmek için kardeşlerimle birlikte bir program yaptık. Yeni gelen kardeşlerimizin rahat bir şekilde kayıt işlemlerini yapabilmelerinin yanı sıra, kalacak yer konusunda da Ağabeylerimizin belirlediği öğrenci evleri vardı. Kalacak yeri olmayan kardeşlerimizi bu öğrenci evlerine yerleştirip, onları rahat ettirmek de bizim sorumluluğumuzdaydı.  

Ziya’nın, yalnız başına okumak zorunda olduğu okulda çektiklerini Ağabeylerimizle paylaşması üzerine alınan karar gereği bundan böyle hiçbir kardeşimizin tek başına yabancı bir şehre gidip okumasına sıcak bakılmadı.

Bu işle ilgilenmesi için Ağabeylerimiz, Ziya’yı görevlendirmişti. İçimizde en tecrübelimiz olan Ziya’nın, öğrencilerle de her zaman arası iyi olmuştu. Öğrenci işleriyle uğraşmak, onlara yardımcı olmaktan her zaman zevk almıştı. Ziya’ya yardımcı olmak için elimden gelen yardımı yapmaya çalıştım. Ziya’dan, yalnız başına okumanın zorluğuyla ilgili çok şey öğrendim. Çektiği sıkıntıların yanı sıra, okulda Müslümanca bir yaşamın zorluğundan da söz etti.  Ziya’yla fazla vakit geçirmem, benim için çok faydalı olmuştu.

Ağabeylerimiz, başka şehirlere gidecek olan kardeşlerimizden bazı kurallara uymalarını istemişti. Ziya’nın hazırladığı ders programının yanı sıra, yurtlarda kalacak arkadaşların dikkat etmesi gereken kurallar belirlenmişti. Özellikle yabancı bir şehirde okuyacak olan kardeşlerimizin uyumasını istedikleri kurallardan bir kaçı:

“Okul veya kaldığınız yurtta İslami şahsiyetinizden hiçbir taviz vermeden, Muhammedi yapının çizgisini en güzel şekilde yaşayıp bunu herkese anlatmalısınız.”

Muhammedi yapının Ağabeylerinin üzerinde durduğu en önemli konulardan bir diğeri “Diğer İslami yapı veya Cemaatlerdeki kardeşlerimizi kesinlikle tenkit etmeyiniz. Onlar hakkında kesinlikle olumsuz bir söz söylemekten kaçınmalısınız. Velev ki söyleyecekleriniz doğru bile olsa. Mümkün mertebe diğer İslami Cemaatlerdeki kardeşlerle birlikte İslami çalışmalarda bulunmaya çalışın. Okulunuzda, kaldığınız yerde veya yurtlarda bir sorunla karşılaştığınız zaman, bunu birbirinizle istişare edin. Bu konuda bizim yapacağımız bir şey olursa da bize bildirin.

Gittiğiniz yerde sorunlarınız için sizinle görüşecek görevli bir kardeşimiz olacaktır. Sizinle irtibata geçecek olan kardeşinizle tüm sorunları rahat bir şekilde konuşabilirsiniz. Birbirinizden habersiz bir iş yapmamaya dikkat edin. Mecbur kaldığınız zaman da İslam’ın genel prensiplerine göre davranın. İstişare sonucu alınan kararlara riayet edin. İstişarede yanlış olmaz.

İslami tebliği hiçbir zaman ihmal etmeyin. Her nerede olursanız olun sizin asli göreviniz, tebliğdir. Bunu unutmayın. İslami hizmetler yüzünden okulunuzu da ihmal etmeyin. Derslerinizdeki başarınız, tebliğ çalışmalarınızı olumlu yönde etkileyecektir.

Kendi aranızda haftada en az bir defa ders yapmalısınız. Dersler, Risale-i Nur’dan olsa iyi olur. Bunun yanı sıra hadis ve tefsir dersleri de yapabilirsiniz. Namazları mümkün olduğu sürece okulun mescidinde, Cemaat halinde kılmaya gayret edin. Sünnet namazları ve nafile orucu tutabilenler bunları ihmal etmesin. Özellikle namazlarınızı, diğer İslami Cemaatlerdeki kardeşlerle birlikte kılmaya gayret gösterin. Kardeşlerinizle birlikte aynı safta namaza durmanız, kalplerinizin birbirine yakınlaşmasına vesile olacaktır.

Yurtlarda kalan kardeşlerimiz, yurt arkadaşlarıyla iyi geçinmenin yanı sıra, onlarla her zaman yakın bir ilişki içinde olmaya gayret etsinler. Gerekirse yurt arkadaşlarını odalarında ağırlayıp, onlara İslam’ı anlatmak için ortamlar oluştursunlar. Kardeşlerimiz, bulundukları şehirde İslami hizmetlerde bulunan dernek ve sivil toplum kuruluşlarını ziyaret edip, onlarla birlikte hareket etmeye gayret etsinler. İslam için ne yapabiliyorsanız yapın. Yalnız her ne yaparsanız, İslami kurallar ve kaideler çerçevesinde olmasına dikkat edin.

İlgilendiğiniz kişilerle ilgili asıl amacınızın, onu Allah’a kulluğa çağırmak olduğunu unutmayın. Sadece Muhammedi yapının saflarına katmak için birisiyle ilgilenmeyin. Tüm çabanız, onun hidayeti için olsun. O, hidayet bulduktan sonra Allah azze ve celle takdir etmişse saflarımızda bizimle birlikte hizmet eder.

Okulunuzdaki İslam karşıtı düşünceye sahip olanlardan mümkün olduğunca uzak durun. Onlarla dostluktan kaçının. Onlar size sataşmadıkları sürece sizlerde onlara sataşmayın. Her işinizde olduğu gibi bu durumda da aşırıya gitmeyin. İslam’ın izzetine halel getirecek hiçbir şeye de seyirci kalmayın. Kardeşlerimizin kavgalardan olabildiğince uzak durmasını tavsiye ediyoruz.

Bulunduğunuz şehirdeki İslami grup ve Cemaatleri ziyaret edip, bizim buradaki hizmetlerimizden haberdar olmalarını sağlayarak, onlarla tanışıp kaynaşmaya gayret edin” diye tavsiyelerine her birimiz uymak adına bunları ezberleyip kulaklarımıza küpe etmiştik.

Bambaşka bir merhale olan üniversite hayatında kardeşlerimizi bekleyen zorlukların yanı sıra, üzerimizdeki sorumluluk da artıyordu. Bu yıl okula kayıt yaptıran kardeşlerimizle yakından ilgilenmek için her bir kardeşimize daha fazla sorumluluk yüklemek zorunda kalmıştık. Kardeşlerimizin gece gündüz demeden, çalışmalarını en güzel şekilde yerine getirmeleri hem bizi sevindiriyordu hem de gelecek için umut veriyordu.

Okulun açılma zamanı, safların belirlendiği an oluyordu. Okula yeni başlayanlar, kendi fikirlerini paylaşanlarla birlikte olmak için onların saflarında yerlerini alıyorlardı. Birçoğumuz henüz okulda yeni sayıldığımız halde, okulun kurallarına çok çabuk adapte olmuştuk. Yeni gelen kardeşlerimizin zorluk çekmemeleri için her türlü hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Bu konuda hiçbir eksikliğimiz yok gibiydi.

Okulların açılmasıyla birlikte yeniden daha yoğun bir çalışmanın içine girmiştik. Bu yıl üniversiteye yeni gelen arkadaşlara okulu gezdirip, onlara okulu tanıtmanın yanı sıra, okuldaki kişileri de tanıtmaya çalışıyorduk. Kardeşlerimize, kiminle dostluk kurup kiminle dostluk kurmamaları gerektiğini anlatıyorduk. Okuldaki İslami grupların durumunun yanı sıra, İslam düşmanlarının faaliyetlerinden de onları haberdar edip, dikkatli olmalarını istiyorduk.

Bu yıl okulda yeni yüzlerle karşılaşmanın yanı sıra, geçen yıl sessiz sakin olan bazı öğrencilere bir haller olduğu da gözümüzden kaçmamıştı. Okuldaki İslami düşünceye sahip olanlara yeniden sataşmaya başlamışlardı. Bu duruma şaşırmıştık. Bunun nedenini öğrenmek için, okulda İslam düşmanlığı yapan grubun sorumlusu olan Ömer’le görüşmek istediğimi bildirmemin ardından ondan olumlu cevap almıştım. Şehir merkezindeki bir kafede bir araya geldiğimizde, okulda yaşanan son durumun sebebini sordum.

Ömer “Okulda ve şehirdeki yapılanmamızda yeni değişikliklere gidildi. Bu yıl okulda benim yerime, Tıpta dördüncü sınıfı okuyan Cenk’i getirmişler. Anladığım kadarıyla da bundan böyle okuldaki ve şehirdeki İslami gruplara göz açtırmayacaklarıyla ilgili söylentiler var. İslami hiçbir faaliyete izin verilmeyeceğini, bunun için gerekirse zor kullanabileceklerini duydum. Bana gelince, bundan böyle onların saflarında değilim. Bunu bilmeni isterim. Yine de elimden gelen bir şey olursa, size seve seve yardımcı olurum” demesine bir yandan sevinmiştim. Onların ne düşündüklerini önceden bilmek işimize yarardı. Ömer’in onlardan neden ayrıldığını sorma gereği sormadan oradan ayrıldım.

Ömer’le yaptığımız konuşmayı Ağabeylerimize bildirdim. Nasıl davranmamız gerektiği noktasında bize yol göstermelerini istedim. Okuldaki ve şehirdeki İslam düşmanlarının bundan sonraki hamlelerinin ne olacağını bilmediğimizden, daha temkinli davranmamızı ve her an bir saldırıya karşı tedbirli olmamızı tavsiye ettiler. İslam düşmanlarının ne yapmak istediklerini tam öğreninceye kadar, kardeşlerimizden çok dikkatli olmalarını istemekten başka elimizden bir şey gelmiyordu.

Liselerden, sürekli kardeşlerimize sataşılıyor diye yine şikâyetler gelmeye başlamıştı. Şehir merkezinde sakallı olanlarla dalga geçilmeye, yer yer başörtülü bayanlara laf atılma hadiseleri çok artmıştı. Her yerde İslami şahsiyetlere yönelik bir saldırı vardı. İslam düşmanlarının bu şekilde davranarak ne yapmak istediklerini bir türlü anlamıyorduk.

Okulda gördüklerimiz,  duyduklarımızın doğruluğunu gösterir cinstendi. Okulda yeniden İslami düşünceye sahip olanlara sataşmalar başlamış, bu sataşmaların dozu ve şekli, eskiyi aratmayacak kadar pervasızcaydı. Bizler her zaman olduğu gibi, okulda ve diğer yerlerde bir sorun istemiyorduk. İstediğimiz tek şey, tebliğimizi ve hizmetimizi yapmaktı. Kavga ve benzeri şeylerin taraftarı değildik, olmak da istemiyorduk.

Bununla birlikte okuldaki sataşmalara, kardeşlerimize yapılan saldırılara da sessiz kalmak bize yakışır bir durum değildi. Bunu bildikleri halde, okuldaki diğer İslami gruplardan özellikle zayıf olanlara karşı sataşmaya devam edenlerin amaç ve gayelerini öğrenmeye çalışıyorduk. Onlarla konuşmaya çalıştıkça, onlar, bu hareketimizi korkaklığa yorup, daha bir saldırgan oluyorlardı. Sabrımızı korkaklığa yormalarına aldırmadan yine de onlarla bir konuşma zemininde buluşmak, okuldaki sataşmalarına bir son vermelerini istiyorduk.

Her şey, bir sabah vakti Faruk ve Tarık’la birlikte okula gelirken başladı. Okulun en kalabalık olduğu bir vakitte, İslami gruplardan birine mensup olan kardeşlerimizden birini aralarına alan on beş yirmi kişilik dinsiz bir grup, onu öldüresiye dövüyorlardı. O dövülürken, etrafta bulunan diğer İslami camiaya mensup olanların bu olaya seyirci kaldıklarını görünce kahrolduk. Herkesin gözü önünde gerçekleşen bu duruma bir son vermek için olaya müdahale ettik. Kardeşimizi ellerinden aldığımız grup, bizi karşılarında görünce neye uğradıklarını şaşırmışlardı.

İçlerinden biri “Muhammed hoca! Bizim sizinle işimiz yok. Siz bu kavgaya karışmayın” diyerek beni uyarmasına aldırmadım.

Hiddetlendiğim her halimden belli oluyordu. Kızmış ve kahrolmuştum. “Bana bak! Bu okulda hangi grupta olursa olsun İslami yapıya mensup olanların her biri kardeşlerimizdir. Onlara yapılan her türlü hakaret ve saldırıyı bize yapmış sayacağımızı bilmeyen yok. Bunu bildiğiniz halde ne diye belanızı arıyorsunuz. Ne derdiniz varsa biz buradayız, buyurun gelin” diye onlara meydan okudum.

Kardeşimize sahip çıkmamız üzerine, grup bizimle kavga etmek yerine dağılmayı tercih etti. Yaralı olan kardeşimizi alıp yurttaki odasına götürdük. Mehmet’e haber gönderip hemen buraya gelmesini istedik. Mehmet gelip kardeşimizin yaralarını pansuman etti. Mehmet, onu hastaneye götürmeyi teklif ettiyse de yaralı kardeşimizin ısrarı ile bundan vazgeçtik. Mehmet ve Selçuk’a, bu kardeşimizin yanından ayrılmamalarını söyleyip derslerimize girdik.

Okulda yaşanan bu olayı, diğer İslami gruptaki kardeşlerimizle bir araya gelip konuşmak istedik. Neden toplandığımızı soran Kimya dördüncü sınıf öğrencisi Cengiz’e, okulda yaşanan son durumu hatırlattım. Okuldaki durumdan herkesin haberi olmasına rağmen kimsenin bu durumu garipsemeyişi tuhafımıza gidiyordu. Kardeşlerimizin böyle sakin olmalarına bir anlam veremiyorduk. Onlara, okulda yaşanan son durumu ve yaralanan kardeşimizi söylediğimde bile tepkilerinde hiçbir değişiklik olmamıştı.

Hukuk üçüncü sınıf öğrencisi Hakan “İslam düşmanlığı yapan grubun sorumlusu Cenk’le birkaç arkadaşı bizi ziyaret edip, okulu terk etmemizi aksi takdirde olacaklardan kendilerinin sorumlu olmayacağını söyleyip bize gözdağı verdi” demesi bardağı taşıran son damlaydı.

Bu duyduklarımız, anlaşılan sadece bizim için yeniydi. Anlaşılan bizim dışımızda kalan İslami gruplardaki kardeşlerimizin hepsini ziyaret etmişlerdi. Görünen o ki istediklerini kısmen de olsa elde etmişlerdi. Kardeşlerimizin birçoğu okul değiştirmek için gerekli işlemlerini yapmaya başlamışlardı bile. Bunu öğrendikten sonra artık onlarla konuşmanın hiçbir anlamı olmadığına karar verip, kardeşlerimizle birlikte kalkıp oradan ayrıldık.

Okullarda yaşanan son olayları kardeşlerimle istişare etmek için Tarık’ın evinde bir araya geldik. Okuldaki diğer İslami yapılara mensup olanların okuldan ayrılacaklarını kardeşlerime söylediğimde, hepsi de buna çok şaşırmışlardı. Bir Müslümana, korkup kaçmanın hiç yakışmadığını söyledilerse de kardeşlerimiz hakkında olumsuz konuşulmamasını söyleyip, asıl sorunumuzun bundan böyle başlayacağını söyleyerek, kardeşlerimin dikkatini bundan sonra yaşanacaklara çevirmeyi başarmıştım.

Halil “Eğer bizim dışımızdaki diğer kardeşlerimiz okulu terk edip giderlerse, bundan sonraki hedefleri kesinlikle biz oluruz. Bize saldırmak için de önlerinde hiçbir engel kalmaz. Bu konuda bizler de hazırlık yapmalıyız. Bunlara güvenilmeyeceğini biliyorsunuz” diyerek söze girdi.

Halil doğru söylüyordu. Şayet diğer kardeşlerimizi okuldan uzaklaştırmayı amaçlıyorlarsa, bu da kesin olarak bir planları olduğunu gösterirdi.

 Bizim elimiz kolumuz şimdilik bağlıydı.  Çünkü Ağabeylerimiz, hiçbir zaman saldıran tarafın olmamamız yönündeki tavsiyesi elimizi ve kolumuzu bağlıyordu. Bize saldırı olmayana kadar, biz asla kimseye saldırmayacaktık. Bu konuda alınacak çok az tedbir vardı. Gelecek için endişelensek de, İlahi takdiratın tecellisinin hayırlı olmasını dilemekten başka çaremiz yoktu.

Aynı durum liselerde de yaşanıyordu. Gün geçmiyordu ki liselerden yeni bir kavga haberi duymayalım. Tüm kışkırtmalara karşılık, kardeşlerimizden sürekli sabırlı olmalarını istiyorduk. Aynı anda başlayan bir planın olduğu çok açıktı. Bunu öğrenmek için biraz zaman ihtiyacımız vardı. Onları niyetlerini tam olarak anlamak ve ona göre bir yol çizmek istiyorduk.

Okula gittiğimizde, diğer kardeşlerimizden bazılarının okuldan ayrılmak için vedalaştığını görünce içimiz parçalandı. Bu konuda elimizden gelenin daha fazlasını yapmamız gerekiyordu. Bugün bu kardeşlerimiz okullarını terk ediyorsa bu, onlara gerekli olan güvenli bir ortamı sağlayamamışız demekti. Bizimle vedalaşan kardeşlerimizden haklarını helal etmelerini istediğimizde, onların da gözlerinin dolduğunu gördük.

Kardeşlerimizle vedalaşmanın ardından, okuldaki İslam düşmanlarının sorumlusu olan Cenk’le buluşup onunla okuldaki durumu ve onlar tarafından yapılan saldırıların durdurulmasını tekrar istedim. Cenk’le konuşmaya çalıştıkça kendisinin tehditlerine maruz kalıyordum. Saldırganca tehditler savurup, bizim de bundan böyle ayaklarımızı denk almamızı söylemesi üzerine konuşmamıza bir son verip yanından ayrıldım. Küstahça konuşmasının ardın gelecek kötü bir şeyi sezmiştim.

Ertesi gün birkaç kişinin daha okulu terk ettiğini duydum. Kafeteryada kardeşlerimizle oturduğumuz bir sırada Cenk ve birkaç arkadaşı masamıza gelip herkesin içinde “Bundan böyle siz de okulda bir faaliyet yapacağınız zaman bizden izin isteyeceksiniz. Bizim iznimiz olmadan hiçbir etkinlik düzenlemeyeceksiniz, aksi takdirde bunun sonucuna katlanırsınız” diyerek tehdit etti.

Cenk’in masamıza gelip bizi tehdit etmesine rağmen kendisine hiçbir şey söylemeden masamızdan ayrılmasına müsaade ettiğimizi gören Halil “Neden kendisine gerekli cevabı vermedin” diye sorduğunda “Onların istedikleri de tam da buydu. Kafeteryada her kesin gözü önünde kendilerine saldırmamızı bekliyorlardı. Onlara saldırsaydık, suçlu biz olurduk. Ve kavgayı başlatan taraf olarak da bizi gösterirlerdi.

Cenk’in tehditlerini, Ağabeylerimize iletim onlardan tekrar tavsiye aldık. Kardeşlerimle bir araya geldiğimizde bunu gündeme getirip bunların amaçları hakkında konuştuk. Bunun ciddi bir sorun olduğunu hepimiz biliyorduk. Bildiğimiz bir diğer şey de, bu seferki kavgamızın diğerlerine benzemeyeceğiydi. Belki de bizim için ölüm kalım mücadelesi olacaktı. Çok çetin günlerin bizi beklediğini tahmin ediyorduk. Hepimiz aynı fikirdeydik. Alınacak tedbirleri artırdık. Ağabeylerimiz gerekli olan tüm tedbirleri almamızı ve hazırlıklı olmamızı istemişlerdi. Durum çok ciddi görünüyordu. Hazırlıklarımızı yapıp, olacak şeyleri beklemeye başladık. Kardeşlerimizi, bundan böyle hiçbir zaman tek başlarına bir yere gitmemeleri konusunda tekrar uyardık.

Okulda yaşanan olayları Ramazan abiyle istişare ediyorduk. Ağabeylerimiz, saldırılara karşı tedbirli olmamızı istediğini ve onlara karşı her zaman uyanık olmamızı istemeleri üzerine, olasılıklar üzerine Ramazan abiyle Tarık’ın evinde konuşurken, kapı zilinin çalınmasıyla tedirgin olduk. Akşam saat 22.00’ye geliyordu ve bu vakitte kimseyi beklemiyorduk. Tarık kalkıp kapıyı açmaya gittiğinde, biz de gelen kişiyi merak ediyorduk. Gelen kişinin Ferit ismindeki üniversite yurdunda kalan kardeşimiz olduğunu görünce daha çok meraklandık. Ferit, bu yıl Konya’dan Diyarbakır Dicle Üniversitesinin İlahiyat bölümünü kazanmış ve bizim saflarımızda yerini almış bir kardeşimizdi. Diyarbakır’da kalacak kimsesi olmadığından üniversitenin yurdundaki diğer kardeşlerimizle birlikte kalıyordu.

Ferit’in yüzündeki endişeyi hepimiz görebiliyorduk. Korkudan daha çok, endişeli bir hali vardı. Heyecandan konuşamıyordu. Onu oturtup sakinleşmesini istedik. Tarık’tan bir bardak su istedik. Ferit suyunu yudumladıktan sonra biraz sakinleşti. Ne olduğunu sorduğumuzda ise “Yatsı namazından sonra odalarımıza çekildiğimiz bir anda, yirmi kişilik bir grup odamıza girip oda arkadaşım Yavuz’u tuttukları gibi pencereden aşağıya attılar. Biz henüz daha ne olduğunu anlayamadan beni tehdit edip memleketime dönmem konusundan gözdağı verip odadan çıktılar. Yavuz’un yanına koşup onu hastaneye kaldırdık. Şu anda yoğun bakımda, başında kardeşlerimizden birkaç kişi var. Bu olayı size bildirmem gerektiğini düşündüğümden buraya geldim.

Ferit’in anlattıkları bizi çok da şaşırtmadı. Beklediğimiz bir şey olsa da, yaptıkları saldırı her zamanki gibi alçakçaydı. Hiç vakit kaybetmeden Tarık ve Ferit’i hastaneye gönderdik. Faruk, Halil ve ben de dışarı çıkıp işimiz bittikten sonra hastaneye geleceğimizi söyledik. Hep birlikte evden çıktık. Ramazan abinin iznini aldıktan sonra, daha önceden tespit ettiğimiz bu işin sorumlularını ziyaret ettik.

Gece vakti hastaneye kardeşimizin yanına geldiğimizde acil koridorunu dolduran imanlı yüreklerin sinirli halleriyle karşılaştık. Hemen yanımıza gelen Ferit “Yavuz şehit oldu. Yavuz şehit oldu” deyip duruyordu. Bizi gören Tarık “Muhammed! Bazı kardeşlerimiz Yavuz’un şehadet haberi üzerine yurttaki İslam düşmanlarına saldırmaya gittiler” deyince buna çok üzülmüştük. Kardeşlerimizin kendi başlarına yaptıkları bu iş canımızı daha çok sıkmıştı. Yavuz kardeşimizin şehadet haberi ve acısı tazeyken bir de kardeşlerimizin kendi başlarına yaptıkları bu iş daha çok canımızın sıkılmasına neden oldu.

Kardeşlerimiz kısa bir süre sonra geldiklerinde kendilerine bu konu hakkında bir şey söyleme gereği bile duymadım. Biliyordum ki hepimizin canı yanmıştı. Art niyeti olmayan kardeşlerimin yaptıkları yanlış bile olsa, bugün bunları konuşmanın ne yeri nede zamanıydı.

Yavuz, Denizli’den geçen yıl Dicle Üniversitesinin Edebiyat bölümünü kazanmış ve bizimle birlikte İslami hizmette yerini almış bir kardeşimizdi. Onunla birlikte yurdun odasında kalanlar; onun gece namazlarını hiç ihmal etmediği gibi, sık sık secdede iken gözyaşlarıyla seccadesini ıslattığına şahit olduklarını söylüyorlardı. Kardeşlerine karşı hep alçak gönüllüydü. Namazlarına ve nafile ibadetlerine olan düşkünlüğüyle örnek bir şahsiyetti. İslami hizmetler söz konusu olduğunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. Birisiyle ilgilendiği zaman onun hidayet bulması için derslerini bile ihmâl eder, ona dua ederdi. Onu tanıyanlar, ahlakını Hz. Osman’ın ahlakına benzetirlerdi. Hayâ ve güzel ahlak sahibi, Muhammedi yapının gözbebeği olan Allah aşığı bir kardeşimiz daha Rabbine kavuşmuş oldu.

Hastanedeki öfkeli kardeşlerimiz bize yönelip “Neden bir şey yapmıyorsunuz?” diye hesap sormaya başladılar. Kardeşlerimizin öfkesini hiçbir sözün yatıştıramayacağını bildiğimizden yönetilen sitemlere karşı ve acı sözlerine sabrediyorduk. Günün aydınlanmasını ve bu konuda yapılanların ortaya çıkması için her şeyi örten karanlığın ortadan kalkması gerekiyordu. Kardeşlerimize her ne kadar sabırlı olmalarını söyledikse de bir türlü sakinleşmiyorlardı. Bu durum, bize henüz tam olarak Cemaat şuur ve bilincine sahip olamayışımızın açık bir göstergesi oldu.

Bir kardeşimizin şehadetiyle bizden hesap soran kardeşlerimizin tavrı hiç de hoş değildi. Henüz Cemaatleşmenin ne demek olduğunu bilmeyen kardeşlerimiz vardı. Hamasi duygularla hareket etmeye kalkışanlar, öfkelerini bastırmanın derdine düşmüşlerdi. Oysa öfke ve kine, Muhammed yapının içinde yer yoktu. Kardeşlerimizin bu noktadaki eksikliklerini görmek, bir açıdan iyi olmuştu aslında. Gerçi bu söylediklerim genel bir şey değildi. Sadece beş on kardeşin yaptıkları yüzünden tüm kardeşlerimin böyle olduğunu söylemem haksızlık olur. Yine de bu durumdan alınacak bir ders vardı.

Faruk ve Halil, Yavuz’un naaşının nakil işlemleriyle ilgilenmeye başlayınca, ben de diğer kardeşlerimden evlerine gidip dinlenmelerini, yarın sabah şehidimizin naaşının memleketine nakil için tekrar buraya gelmelerini isteyince kardeşlerimiz dağıldılar.

Sabah yerel gazetelerde, gece vakti evlerinde saldırıya uğrayan dört kişiden söz ediyorlardı. “Bunlar hangi hesaplaşma yüzünden bu hale geldi?” diye büyük bir başlık atılmıştı. Cenk’i ve onun okuldaki yardımcısı olan Remzi’yi biz ziyaret etmiştik. Geri kalan iki kişinin de Ramazan abi tarafından ziyaret edildiği anlaşılıyordu.

Okulda tam bir sessizlik vardı. Bizler kendi şehidimizin naaşını tekbir ve salavatlarla cenaze nakil aracına yerleştirirken gözlerde ve yüreklerde hüzün vardı. Yavuz’u uğurlamak her birimize zor geliyordu. Muzlumca şehit edilişini düşündükçe yüreğimizde kaynayan volkanı söndürecek bir teselli arıyorduk.

Şehidimizin naaşını nakil aracıyla memleketine gönderdikten sonra kardeşlerimizden daha dikkatli olmalarını söyleyip derslerimize girdik. Bizdeki bu soğukkanlılığa bir anlam veremeyen birçok İslam düşmanının bizden korkmaya başladıklarını gözlerinden okuyabiliyorduk. Durduk yere hiç kimseye karşı sert yüzümüzü göstermediğimiz gibi bize yapılan bir saldırı sonucunda neler olabileceğini artık herkes biliyordu.

Okul çıkışında üniversitenin etrafını saran çevik kuvveti görünce endişelendik. Okulda yaşanan bu olaylara karşı polisin sessiz kalmasını beklemiyorduk. Ellerinde liste olan polis,  on beş kardeşimizi dün okul yurdunda gerçekleştirdikleri saldırı yüzünden gözaltına aldı. Kardeşlerimiz her ne kadar yaptıkları hatalarının bedelini ödeseler de, onların yanlış bir şey yapmadıklarını biliyorduk. Gözaltına alma esnasında kardeşlerimiz polise “Dün kardeşimiz yurdun penceresinden atılırken neredeydiniz?” diye tepkilerini gösteriyorlardı. Bu tepkileri, kardeşlerimizin gözaltına alınmasına engel olmadı.  

Gözaltına alınan kardeşlerimiz, Muhammedi yapının çatısı altında İslami hizmetlerinden dolayı cezaevinde bulunan mensuplarıyla birlikte artık Medrese-i Yusufiye’de mücadelelerine devam edeceklerdi. Bundan böyle göz altıların durmayacağı, mücadele devam ettiği müddetçe her zaman birilerinin yakalanacağını biliyorduk. Bu, beklemediğimiz bir şey olsa da bunun için henüz hazırlık yapma fırsatımız olmamıştı. İşler çok çabuk gelişmişti.

Kardeşlerimizin durumlarıyla ilgilenmeleri için Ağabeylerimiz avukatlar ayarlamışlardı. Avukatlar her ne kadar kardeşlerimizin kısa bir süre sonra bırakılacağını söyleseler de Kemal “Avukatların söylediğine pek inanmayın” diye bizi uyardı.

Kardeşlerimizin otuz günlük gözaltı süreleri dolduktan sonra onları mahkemeye sevk ettiler. Savcılık, beş kardeşimizin tutuklanması için hâkimliğe sevk ettikten sonra geri kalanları serbest bıraktı.

Hem cezaevine gönderilen kardeşlerimizin hem de her hafta onları ziyaret eden ailelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, Muhammedi yapı üstlenmişti. Yapımıza mensup kardeşlerimiz için cezaevi süreci yeni bir süreç olsa da, bu süreçten nasıl istifade edileceğini gösteren seleflerimize, Risale-i Nur gibi eşsiz bir kaynağa ve onun müellifi Üstad Sait Nursi gibi bir zindan pirinin tecrübelerine sahiptik.  

Cezaevi süreci, İslami mücadele veren her Cemaatin karşılaştığı bir süreçti. Her bölgenin cezaevi şartları ve koşulları farklı da olsa, sonunda yaşanılanlar bir süreçti. Bu süreçte kardeşlerimizin kendilerini daha iyi yetiştirmesi için, bulundukları cezaevi koşullarından en iyi şekilde istifade etmeleri için biz de üzerimize düşenleri yapmaya çalışıyorduk. Cezaevindeki kardeşlerimizin ihtiyaçlarının karşılanması için Ağabeylerimiz, iki kardeşimizi görevlendirmişti. Cezaevindeki kardeşlerimiz, Muhammedi yapı için çok kıymetliydiler. Ağabeylerimiz, bunu onlara hissettirmek istiyorlardı. Yalnız olmadıklarını, davalarını sürdüren kardeşlerinin kendilerini hiç unutmadıklarını her fırsatta dile getiriyorlardı. Onların, davalarına ve İslam’a hizmet noktasında sadece bir mekân değişikliği yaşadıklarını hatırlatıyorlardı. Kaderlerine zindan takdir edilmiş olan kardeşlerimiz, dışardaki hizmetlerine şimdilik ara vermiş olsalar da, tebliğ çalışmalarına devam etmeleri gerektiğini bilecek kadar şuurluydular. Sadece hizmet alanları değil, imtihanları da değişmişti. Artık onlar, dışardaki insanlar yerine cezaevindeki insanlara faydalı olmaya çalışacaklardı. Cezaevini gerçek bir Medreseye çevireceklerdi. Bu Medrese, ilim taliminin yapıldığı bir mekân olduğu gibi, maneviyatın geliştirilmesi için de ideal bir yerdi.

Cezaevi süreci; İslami hizmetlerdeki kardeşlerimiz için eksikliklerini görüp telafi etmenin yanı sıra, çıktıklarında da daha ağır ve önemli sorumluluk ve görev alacak şekilde de kendilerini yetiştirmeleri için çok hayati bir süreçti. İslami hizmetlerde hiçbir zaman ara verme gibi bir durum söz konusu değildi. Her İslam tebliğcisinin asli vazifesi olan tebliğin, ortam ve şartlara göre şekli değiştiğini biliyorduk. Değişmeyen tek şey, tebliğ faaliyetleriydi.

Yaklaşık beş ay sonra, tutuklu bulunan kardeşlerimiz için “Devletin Anayasal düzenini yıkmak ve yerine Şer’î hükümlerle idare edilecek bir düzen kurmaya teşebbüsten” Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından dosya hazırlanmış, mahkeme tarihi belirlenmişti.

Kardeşlerimize “Terörist” muamelesi yapmaları bizi üzse de, bu konuda yapacak bir şeyimiz yoktu. Bizi tanıyan insanlar bizim terörist olmadığımızı biliyorlardı. Üzerimize atılan bu iftiraya karşı kendimizi temize çıkarma yerine, tüm çaba ve gayretimizi İslami hizmetlere sarf etmenini daha iyi olacağını düşündüğümüzden kaldığımız yerden devam ediyorduk.

Mahkemelerin başlamasının ardından, “Muhammedi Cemaatin” terörist bir yapılanma olarak nitelendirildiği için olsa gerek, polisler tarafından karşı ciddi bir operasyon başlatılmıştı. Yakalanan kardeşlerimiz gözaltında aylarca kaldıktan sonra kimisi tutuklanıp cezaevine gönderilirken, kimisi de serbest bırakılıyordu.

İki ay boyunca gözaltına alınan kardeşlerimizin sayısı üç yüzü bulmuştu. Bunlardan sadece yirmi beş kişi tutuklanıp cezaevine konuldu.

Cezaevindeki kardeşlerimizin sayısı her geçen gün artarken, kardeşlerimizin cezaevindeki tecrübeleri de artıyordu. Öyle ki cezaevinden gelen haberlerde kardeşlerimizin iyi olduklarını öğrendiğimizde, üzüntümüz yerini sevince ve iftihara bırakıyordu. Yeni yakalanan kardeşlerimizin hiçbir zorluk çekmeden cezaevindeki kardeşlerimizin yanına yerleştirilmeleri ise bambaşka bir nimetti. Cezaevi ortamında kardeşlerimiz kendi düzenlerini kurmuşlardı. Bu düzen sayesinde ilim ve tebliğ çalışmaları daha iyi yürüyordu.

Cezaevi, hayatımızın bir gerçeği ve konuşmalarımızda sürekli bir gündem yapıp üzerine konuştuğumuz bir konu olmuştu. İslami mücadele verenlerin önünde bulunana iki şey vardı “Şehadet vi zindan” bunlardan birinin kapımızı çalmasını bekliyor, bir gün sıranın bize de geleceğini umut ederek kendimizi o güne hazırlamaya çalışıyorduk.

Polisin, bazı kardeşlerimizi gözaltına aldığı halde neden bizi gözaltına almadıklarına bir anlam veremiyorduk. Okuldaki faaliyetlerimizden haberdar olduklarından hiç şüphemiz yoktu. Polisin bir hesabı olmasaydı bizi çoktan gözaltına alırdı. Biz de kendimizi buna hazırlamıştık.

Kardeşlerimizle bir araya geldiğimiz son istişarede bundan böyle okulda birimize bir şey olması durumunda Ağabeylerimiz tarafından kimin hangi sorumlulukları olduğunu konuştuk. Artık hiçbirimiz güvende değildik. Yakalanmamız an meselesiydi. Okuldaki işlerimizin sekteye uğramaması için Ağabeylerimiz tarafından alınan bir tedbiri kardeşlerimizle konuşuyor okulda neler yapabileceğimizi hakkında istişare ediyorduk.

Kardeşlerimizle birlikte çalışmalarımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorduk. Tutuklanmanın veya başımıza gelebilecek olan diğer musibetlerin bizi yıldırmasına asla izin vermiyorduk. Yakalanan her kardeşimizin yerine, onların görev ve sorumluluklarını yerine getirecek başka kardeşlerimiz her zaman hazırdı. Her birinin kabiliyetleri ve özellikleri farklı olsa da kendilerine verilen her görevi yerine getirecek kadar becerikliydiler.

Okuldaki çalışmalarımız, verilen şehit ve tutuklanan kardeşlerimizin ödedikleri bedel sayesinde Allah’ın yardımıyla çok geliştiği gibi, kardeşlerimizin sayısında da gözle görülür bir artış olmuştu. Artık Cemaatleşme şuurunu ve bilincini, tüm kardeşlerimiz benimsemişti. Kardeşlerimiz arasında oluşturulan kardeşlik bağı, bizim en kuvvetli bağımızdı. Bizi ayakta tutan ve çalışma alanlarımızda başarı kazanmamıza vesile olan da bu kardeşlik bağıydı. Kardeşlik bağımız,  Asr-ı saadette sahabeler arasında yaşanan kardeşliğin bir benzeriydi adeta. Kardeşlerimizle aramızdaki bağı, Rabbimizin emir buyurduğu şu ayet çok güzel tanımlıyordu “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”[1]

 

 

 

[1] Al–i İmran Suresi: 103

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar