41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

İslam Fedaileri-17. Bölüm

İslam Fedaileri-17. Bölüm

ON YEDİNCİ BÖLÜM

Bu yıl, üniversitedeki üçüncü yılımızdı. Bizler artık okul hayatına tam alışmanın yanı sıra okulda ağırlığımızı hissettirir olmuştuk. Öğrencilerin kayıt yaptırdıkları vakitlerde, okul bahçesinde bir stant kurup özellikle dışardan okulumuza kayıt yaptırmak isteyenlere yardımcı olmaya çalışıyorduk. Diğer şehirlerden gelen birçok yeni öğrenci, İslami bir Cemaatin standını görünce ilkin şaşırıyorlardı. Bir üniversitede İslami çalışma, onların hayallerinin çok ötesindeydi. Kaldı ki Diyarbakır gibi bir yerde, adı hep terörle anılır hale gelen bir şehirde böylesine aktif bir İslami grubun oluşunu hazmedemeyenler yok değildi.

Bu yıl da okuldaki İslam düşmanlığı yapan gruplarda değişimler yaşanmış, okulun açılmasının ardından bize ve diğer kardeşlerimize yönelik saldırı ve sataşmalar yine başlamıştı.

Her yıl olduğu gibi okulun ilk açıldığı günlerde yeni gelenlere güçlerini göstermek için, özellikle de İslami gruplara saldırıp, diğer öğrencilere de okuldaki tek gücün kendileri olduklarının imajını verme derdine düşmüş olanlar vardı. Onlardan öncekilerin başına gelenleri bildikleri halde yaptıkları hatada ısrarcı olmaya devam ediyor olmaları, ahmaklıklarının en bariz göstergesiydi.  

Bu seferki okul sorumluları; Kayserili, edebiyat son bölümde okuyan Aslı olmuştu. Aslı, çok arsız bir kızdı. Onu, okula başladığımızdan beri tanırdık. Hayâdan nasibini almamış olan bu kızın, saldırgan tavırlarına daha önce de tanık olmamızı rağmen, kızdır deyip kendisine ilişmemiştik. Bu yıl onu okulun sorumlusu olarak seçmelerinin bir sebebi de bizim kızlara karşı olan tavrımızı çok iyi bilmelerinden kaynaklandığı tahmin etmek hiç de zor değildi.

İslami gruplara yapılan saldırıları ve sataşmaları artık rutin hale gelmişti. Okulda sürekli yaşanan gerginlik, diğer öğrencileri de rahatsız ediyordu.

Okul yönetimi, öğrenciler arasındaki bu sorunlara müdahale etmekten her zaman kaçınıyordu.

Yaşanan tüm sataşmalara ve saldırılara karşı sabrımızı sınayanlara, ne kadar sabırlı olduğumuzu gösterdiğimiz halde, onlar daha aşırıya gitme cüretini gösteriyorlardı.

Unuttukları bir şey vardı ki, oda bizim de sabrımızın bir sınırı olduğuydu. Bunu anlamak çok mu zor bir şeydi? İslam düşmanları bize saldırarak bir yere varamayacaklarını anlayınca, sataşmalarını yönünü İslam’ın kutsallarına yönelttiler. Bizim için kırmızıçizgi olan bu saldırılar karşısında hiçbir zaman sessiz kalamayacağımızı biliyorlardı. Allah Resulüne hakaret eden iki öğrencinin şehir merkezinde öldüresiye dövülmesi üzerine okul karıştı. Okul bahçesine yığılan kalabalık, kendilerinden korkmamız gerekiyormuş gibi sloganlar atmaya başladı. Yirmi kişilik bir grupla karşılarına çıktığımızda, az önce slogan atanlar birden dut yemiş bülbüle dönmüştü. Kısa bir süre karşılarında durup onlara gözdağı verdiğimizi gören kalabalık dağılmak zorunda kaldı.

Ertesi gün sataşmalar hiç hız kesmeden devam etti. Artık kutsallarımıza laf söylenemeyeceğini öğrenmiş olmalarına seviniyorduk. Bize sataşanlar, bizden gerekli cevabı aldıklarından bu durumu pek büyütme gereği duymuyorduk. Okulda yaşanan bu gerilim ve kavganın normal olduğunu artık biz bile kabullenmiştik.

Düşmanlarımızın aptallığına sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Kutsallarımıza laf atanların akıbeti ortadayken, onlar bir başka hassas kutsalımıza, başörtülü bacılarımıza saldırmaya kalktılar. Okuldaki bazı bacılarımız, kendini bilmeyenler tarafından taciz edilmesine sessiz kalmadık.

Okuldaki mücadele artık herkes tarafından bilinir bir şekilde gözler önünde sergilenir olmuştu. Artık saflar belirlenmiş, herkes kimin hangi guruba mensup olduğunu çok iyi biliyordu.

Her ne kadar okuldaki bazı kişiler, arkadaşlarına yönelik saldırılarda bizi sorumlu tutsalar da ellerinde bir delil olmadığı için bunu açıktan dillendirmekten çekiniyorlardı. Bildikleri bir tek hakikat vardı, o da; başlarına her ne geliyorsa bunun, kendi yaptıklarından kaynaklandığıydı.

Bizler; İslam’a düşmanlık edenlerin, yaşadıklarından ders çıkarıp bir daha aynı hataya düşmemelerini umarken onlar, yaptıkları hatalarını tekrar etmeye devam ediyorlardı. Bu seferki aptallıkları, daha önce yaptıklarını geride bırakacak cinstendi.

Okulda, tesettürlü olan birçok bayan kardeşimiz vardı. Onlardan çok azı bizim saflarımızda İslami hizmetlerde bulunuyorlardı. Geri kalanlar kendi hallerinde İslam’ı yaşamaya çalışanlardı. Onları da elimizden geldiği kadar korur ve kollardık. Bayanların hangi İslami grup veya Cemaate mensup olduklarına bakmadan, her zaman korur, hiç kimsenin onları incitmesine müsaade etmezdik.

Kısa bir süre önce bayanları taciz eden birkaç hadsizsin akıbetini okulda duymayan kalmamıştı. Her ne kadar başlarına gelenleri kimin yaptığı ortaya çıkarılmamış olsa da, başlarına gelenleri ve yaptıkları cürmü okuldaki tüm öğrenciler öğrenmişti. Ve hak ettikleri cezayı gördüklerini düşünen çok kişi vardı.

Aynı hatayı tekrarlamaya kalkışan birkaç kişinin arkadaşlarımız tarafından okul bahçesinde öğrencilerin gözleri önünde öldüresiye dövülmesi üzerine, okulda bizimle İslam’a düşmanlık yapan gruplar arasında gerginlik tekrar tırmanmıştı. Bu sefer onları okul bahçesinde döven kardeşlerimiz, okuldaki tüm öğrencilerin gözleri önünde onların bir hiç olduklarını herkese göstermiş oldular. Bunu hazmedemeyenlerin, öfkelerini kusmak için okuldaki tüm İslam düşmanlığı yapan gruplarla bir araya gelerek bize karşı bir kıyıma karar verdiklerini öğrendik.

Hain, her zaman haindir. Hainlik onun kanında varsa, bu durumda yapılacak hiçbir şey yoktur.

Muhammedi yapıya mensup olan Zehra, tesettürlü bir kız arkadaşıyla birlikte kaldıkları yurda doğru giderken bu hainlerle karşılaşırlar. Tesettürlü bayanları görenler, Zehra’nın bizim yapıya mensup olduğunu bildiklerinden ona sataşmamaya gayret edip, Zehra’nın yanında bulunan arkadaşı Filiz’e hakaret ederler.

Filiz “Bana hakaret edenlerin kimler olduğunu ve onlara karşı koyacak gücümün olmadığını bildiğimden, korku ve endişe içinde başımı öne eğip, Zehra’yla birlikte onlardan uzaklaşmaya çalıştık. Biz onlardan uzaklaştıkça onlar ardımızdan gelip, özellikle adımı söyleyip hakaret etmeye devam ediyorlardı. Yaklaşık yirmi kişilik bu grubun içinde sınıf arkadaşım olan bazı bayanlar da vardı. Erkeklerin hakaretlerine onlar da kahkahayla gülüyorlardı.

Biz onlardan uzaklaşmaya çalıştıkça, onlar hakaret ve küfürlerini artırıyorlardı. Dayanamayıp ağlamaya başladım. Zehra o ana kadar bana teselli vermekten başka bir şey yapmıyor, bir an önce oradan uzaklaşmamız için elinden geleni yapıyordu. Zehra gözyaşlarımı görünce birden kolumdan tutup beni durdurdu. O kalabalıktan kaçma yerine, onların üzerine yürüyüp onları tehdit edip azarladı. Grupta bana hakaret eden erkeklerden hiçbirinden ses çıkmıyordu. Zehra’nın onlara karşı duruşu onları durdurmaya yetmişti. Bu duruma çok şaşırmıştım. Erkekler özür dileyip ‘Seni tanıyamadık, özür dileriz’ deyip arkalarını dönüp gittiler. Bu duruma çok şaşırmıştım. Zehra’dan bu kadar çok korktuklarını bilmiyordum. Zehra da benim gibi tesettürlü olduğu halde ondan korktuklarının onda biri kadar bile benden korkmayanlar, Zehra’nın azarlamalarından sonra arkalarını dönüp gittiler.

Biz yurda doğru giderken, bir anda bir el silah sesi duyduk. Dönüp arkama baktığımda, Edebiyat bölümünde okuyan Aslı isimli kızın bize ateş ettiğini gördüm. Tam olarak bana mı yoksa Zehra’ya mı ateş ettiğini anlayamadan Zehra’nın yere düştüğünü gördüm. ‘Zehraaa!’ diye bağırıp, kendisinin yanına çöktüm. Ellerimdeki sıcaklığı hissettim. Elime baktığımda gördüğüm kanla birlikte feryat edip bağırdım. Bağırmamla Aslı kaçıp gitti. Kucağımda ruhunu Allah’a teslim eden Zehra’nın son sözleri ‘Allah dualarımı kabul etti. Ben, Rabbime verdiğim sözümü yerine getirip ahdime sadık kaldım. Rabbim de bana vaat ettiğini verdi. Kardeşlerime söyle, Rabbimin vaadi haktır. Ben şu anda buna şahit oluyorum’ dedikten sonra, gözleri kapanıp kolları her iki yana düştü. ‘Zehraaa!’ diye bağırıp, yardım edilmesi için feryat ediyordum. Ama artık her şey için çok geçti. Zehra şehit olmuştu” diye gözyaşları içinde anlatmıştı yaşadıklarını.

Filiz’in bize anlattığı bu olay karşısında hepimiz şok yaşıyorduk. Erkeklerimizin şehadetine alışkın sayılırdık. Ama bir bacımızın saldırı sonucu şehit edilmesi bizim için bir ilkti. Ve bu durum ciğerimizi parçalıyordu.

Zehra’nın şehadetini duyanlar hastaneye akın etmeye başlamıştı. Muhammedi yapıya mensup bayanlar, Zehra’nın şehadetinin ardından tekbirlerle arkadaşlarına yapılan bu saldırıyı kınarken “Zalimler için yaşasın Cehennem” diye slogan atıyorlardı.

Faruk ve Kasım yanıma gelip “Bir şeyler yapmayacak mıyız? diye sordular.

“Yapacağız, ama bugün değil” dedim.

Zehra’nın ailesi Kastamonu’da oturuyordu. Zehra’nın yurtta birlikte aynı odada kalan arkadaşı Kübra’dan, Zehra’nın ailesine uygun bir şekilde durumu anlatıp onları buraya çağırmasını söyledik. Kübra hiç vakit kaybetmeden dediğimizi yaptı. Zehra’nın ailesini karşılaması için ablamdan ve Yahya eniştemden ricacı oldum. Burada bulundukları sürece bu aileyi misafir etmelerini rica ettim.

Zehra’nın ellili yaşlarda olan anne ve babasını Diyarbakır otogarında karşıladık. Ablam ve Yahya eniştem, Zehra’nın ailesine durumu anlattıkları vakit bu yaşlı çift aldıkları bu hazin haberle otogarda feryat edip kaldırım üzerine yığıldılar. Zehra’nın mümkünse bu canını verdiği bu topraklara defnedilmesi için müsaade aldıktan sonra Yahya onları hastaneye getirip, şehide bacımızın naaşını aldıktan sonra mahşerî bir kalabalıkla omuzlar üzerinde hastane morgundan mezarlığa doğru yola çıktık. Bu onlar için zor bir karardı. Lakin yapacak bir şey yoktu. Kızları kendi isteğiyle gelmişti bu topraklara, şimdi onu alıp götürmek doğru olmaz diye düşünüp Diyarbakır’da defnedilmesine izin vermişlerdi. Gördükleri mahşeri kalabalığa şaşkınlıkla bakan sadece Zehra’nın ailesiydi. Kızlarının arkadaşları olduğunu biliyorlardı ama bu kadar insanın kızları için bir araya gelmiş olabileceğini düşünemiyorlardı. Bir an için, morgdan çıkarılan naaşın kendilerine ait olmadığını düşünen babasının, Yahya’ya enişteme “Bu kalabalık kızımız için mi toplanmışlar?” diye sorması üzerine Yahya “Sizin kızınız, burada bulunan kalabalığında kardeşidir” cevabı üzerine şaşırmıştı babası.

Zehra’nın anne ve babası, yaşadıkları bu şaşkınlığı henüz üzerlerinden atabilmiş değillerdi. Hâlâ akıllarını kurcalayan birçok soruları olduğu her hallerinden belli oluyordu. Zehra’nın naaşı omuzlarda Yeniköy mezarlığına doğru giderken, mahşerî kalabalık “Zalimler için yaşasın cehennem” sloganıyla birlikte salavatlar ve tekbirlerle yeri göğü inletmeye devam ediyordu. Kalabalığın öfkesi dinmek bilmiyordu. Kalabalık, bir öfke seline dönüşmüştü.

İçimizde Zehra’nın şehadetinden dolayı volkanlar kaynıyordu. Ama Ağabeylerimiz şimdilik sessiz kalmamızı istemişti. Faruk ve Kasım, bir an önce bir şeyler yapma konusunda sabırsızlık gösterip, yanıma gelerek “Ağabeylerimiz henüz bir karar vermediler mi?” diye sorup durmaları canımı sıkmaya başlamıştı.

Beklememizin asıl sebebi, bu hainliğin son bulması için en etkili adımı atmak konusunda daha iyi düşünmek içindi. İslam düşmanlarının bundan sonra asla bir bayana saldıramayacaklarını anlayacakları bir ders vermek isteyen Ağabeylerimiz, çok kapsamlı bir şey düşündüklerini tahmin ediyordum. Bu yüzden sabırlı olmamız istenilmişti. Anlaşılan bayanlarımıza kalkan eli keseceğimizi bilmelerine rağmen buna cüret edebilmeleri, bugüne kadar onlara gerekli mesajın tam olarak verilmediğini gösteriyordu.

Zehra’yı ebedi yolculuğuna uğurlarken, mezarı başında onun okuldan en yakın arkadaşı olan Meryem bir konuşma yaptı;

“Bugün bizler buraya kardeşimiz Zehra’yı al kanlar içinde Rabbine yolcu etmeye geldik. Her genç kızın hayalinde beyaz gelinlik varken Zehra’nın hayalinde alkanlar içinde Rabbinin huzura çıkmak vardı. Bugün yas tutma günü değil. Tam aksine, bugün bize bayramdır. Zehra’nın şehadet bayramıdır.

Buradaki birçok arkadaşımın İslam’ı tanımasına vesile olan Zehra’nın, Allah’ın sevdiği bir insanın bundan böyle aramızda olamayacağı için üzgünüz. Bugün feryat edip zalimleri sevindirmeyeceğiz. Zalimler Zehra’yı şehit ederek kendi sonlarını hazırladılar. Medine döneminde bir bayanın tesettürüne saldıran Yahudilere savaş açan Allah Resulü aleyhissalatu vesselam, o hainleri Medine’den rezil bir şekilde çıkarmıştı. Bizler, her birimiz bir Zehra’yız. Zehra gibi İslam’a hizmet etmeye ve onun gibi gerekirse şehit olmak için elimizden geleni yapacağımıza dair bugün burada, Rabbimizin huzurunuzda söz veriyoruz” diyerek duygularını paylaştı.

Mezarlıkta hep bir ağızdan yükselen tekbirler ve salavatlar ve orada bulunan insanların Zehra’yı ne kadar çok sevdiklerini gösteren tablo, Zehra’nın ailesini hayli şaşırtmış ve etkilemişti. Bu kadar insan kızları Zehra’dan söz ediyordu. Zehra gibi olmak için Allah’a söz veriyorlardı.

“Zehra’da olup da, bugüne kadar kendilerinin göremedikleri şey neydi” diye merak ediyorlardı. “Kimdi bu kalabalık? Bu kadar insan Zehra’yı nereden tanıyordu? Okul arkadaşlarının yanı sıra, meydanda bulunan siyah çarşaflı kadınların Zehra’nın okul arkadaşları olmadıkları çok açıktı. Yaşlısı, genci herkes Zehra için buradaydı. Kimdi bunlar? Neden Zehra için bu kadar öfkeliler?” diye merak ediyorlardı. Zehra’nın bu kadar sevilen biri olduğunu neden daha önce hiç görmemişlerdi?

Mezarlıktan ayrılan kalabalık dağıldı. Yahya, Zehra’nın ailesini alıp evlerinde birkaç gün misafir etmek istediğini söyleyince, Zehra’nın ailesi bunu memnuniyetle kabul etti. Çünkü onlar da kızlarının arkadaşlarını merak ediyorlardı. Kızlarına neler olduğunu öğrenmek için kalmayı kabul ettiler.

Taziye evi olarak erkekler için Yahya’nın evi, bayanlar için de Tarık’ın evi kararlaştırılmıştı. Ağabeylerimiz tarafından Kardeşlerimizin, Zehra’nın ailesini ziyaret edip, taziyelerini sunmalarını istenmişti.

Zehra’nın babası “İçinizde bana kızımı anlatacak kimse yok mu? diye sorması üzerine odadakilerin gözleri bana döndü. Zehra’yla ilk tanışan ben olduğumdan belki de babasına kızıyla ilgili merak ettiği şeyleri benim anlatmamı istediler. Bugün öyle bir gündü ki hiç kimseyi kıracak değildim. Özellikle de Zehra’nın babasını.

“Okulun açılmasına az bir zaman kala öğrenciler, kazandıkları bölüme kayıt yaptırıp kalacak yerler bulmaya çalışırlardı. Bunu tüm gruplar bildiğinden, okulun giriş bölümüne kurulan stantlara gelen öğrencilere yardımcı olmak ve onları kendi gruplarına katmak için herkes kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Bizler bu işte yeniydik. Standımızı diğer gruplardan biraz uzakta kurmuştuk. Bazen çok sıkıldığımda stanttan uzaklaşır, okul bahçesinde dolaşmaya çıkardım.

Yine okul bahçesinde dolaşmaya çıktığım bir vakit, sol grupların stantlarının bulunduğu yere uğrayıp onların neler yaptıklarını takip ediyordum. Onların çalışmalarını takip etmek ve neler yaptıklarını öğrenmek, yeni ders yılı için bir ön bilgi veriyordu. Ben o stantları uzaktan seyrederken, elinde valizi, tesettürlü bir bayan o stantlardan birine yaklaşıp “İlahiyat bölümüne kayıt yaptırmam için bana yardımcı olur musunuz?” diye sordu. Standa bakan iki genç, kendilerine böyle bir soru soran bu tesettürlü bayana “Gericiler Mekke’ye” diyerek alay etmeye başlayınca, o anda henüz ismini ve kim olduğunu bilmediğim Zehra, neye uğradığını şaşırmıştı. Gençler kendi aralarında gülüşmeye devam ediyorlardı. Zehra onlardan uzaklaşmaya çalıştığı halde, o iki genç ona hakaret etmeye devam edip onunla alay ediyorlardı. Bu duruma daha fazla seyirci kalamadım. O iki gencin karşısına geçip “Bizler Mekke’ye gidebiliriz. Ama sizler bu okuldan bile çıkamazsınız?” dediğimde, o iki genç beni tanıdıklarından seslerini kesip özür dilediler.

Elinde valizi olan Zehra, kendisine yardımcı olanın kim olduğunu merak ettiğinden dönüp bana baktı. Daha önce hiç birbirimizi görmemiştik. Onu neden koruduğumu merek ettiği her halinden belliydi. Onun, bir başka şehirden gelip, yeni kayıt yaptıracak olan bir öğrenci olduğunu anladığım zaman yanına yaklaşıp “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum.

Bana “İlahiyat bölümüne kayıt yaptırmam lazım. Nerede olduğunu tarif edebilir misiniz?” diye sordu.

Kendisini İlahiyat bölümünün bulunduğu binaya götürdüm. “Bu binada kaydınızı yaptırabilirsiniz. Başka bir sorununuz olursa bizim standımız az ilerde, beni orada bulabilirsiniz” deyip kendisinden ayrıldım.

Kısa bir süre sonra Zehra, elindeki valiziyle bulunduğum standa gelip mahcup bir eda ile “Affedersiniz, sizi rahatsız ediyorum. Rica etsem bana Kızlar Yurdunu tarif edebilir misiniz?” diye sordu.

Yorgun olduğu her halinden belli oluyordu. Kim bilir nereden gelmiştir diye içimden geçiriyordum. Elindeki valizle, bilmediği bir şehre gelmenin ne kadar zor olduğunu bilmediği belli oluyordu.

Az önce uğradığı hakaret de aklıma geldiği için de kendisine Kızlar Yurduna kadar eşlik edebileceğimi söyledim. Her ne kadar buna gerek olmadığını, yerini tarif etmemin yeterli olacağını söylediyse de, onun o mazlum haline dayanamayıp elindeki valizi alıp beni takip etmesini söyledim.

Kızlar Yurduna geldiğimizde valizi kendisine verip oradan ayrıldım. Zehra gibi nice kızın, ailelerinden ayrılıp bilmedikleri bir şehre okumaya gelmiş olduklarını düşününce, bu genç kızların yaşadıkları zorlukların sadece küçük bir kısmını az önceki kızın yaşadığına şahit olmuştum. Kim bilir onun gibi mağdur, bilmediğimiz daha kaç kişi var…

Okulun açılmasının ardından okuldaki diğer İslami gruplarla bir araya gelip, okuldaki yeni dönemle ilgili istişare yapmak istediğimizden “İslami Gençliğin Uyanışı Hareketi” Kulübünde toplandığımız bir sırada, içeriye tesettürlü bir bayan girip selam verince, odadaki tüm arkadaşların bakışları birden bu bayana kaydı. İçeri giren Bayan “Yetkili birisiyle görüşebilir miyim?” diye sorunca, hepimiz bu bayanın kim olduğunu ve ne istediğini merak etmeye başlamıştık. Dernek başkanımız Hakan, bayanı karşılayıp, kendisini Kulübün başkanı olarak tanıttıktan sonra “Size nasıl yardımcı olabilirim” diye sorması üzerine Bayan “Kulübünüze üye olmak istiyorum. İslami hizmetlerde bulunmam için ne görev verirseniz yapmaya hazırım” dediğinde her birimiz bu bayana gıptayla baktık.

Bu bizim çok tuhafımıza gitmişti. Gayet normal olan bu duruma şaşırmamızın sebebi; bundan önce hiç kimse gelip de İslami hizmetlerde bulunmak için böylesine bir girişimde bulunmamıştı. Kaldı ki bunu yapan bir bayan olunca, ben dâhil orada bulunan herkes çok şaşırmıştı.  

 Dernek başkanımız Hakan, ilk kez böyle bir şeyle karşılaştığından olsa gerek, ne yapacağını bilemediğinden bana baktı. O anda bayanın da gözleri bana kaydı. Bu bayanı tanıyordum. Okulun açılmasına yakın kendisine yardımcı olduğum, elindeki valiziyle kendisini Kızlar yurduna bıraktığım bayandı o.

Beni görünce tebessüm etti. Daha önceden tanıdık birini görmenin sevinciydi bu. Bana yönelip “Abi, sizde mi buradasınız” demesiyle odada bulunanlar bizim tanıştığımızı anladılar. Aslında kendisiyle tam olarak tanışmış sayılmazdık. Ama o andaki sıcak davranışı, odada bulunanlara tanıştığımız hissini vermişti.

Kendisine “Hoş geldiniz” dedikten sonra, odada bulunan arkadaşlarımdan müsaade isteyip, Hakan ve bayanla birlikte diğer bir odaya geçtik. Bayandan, kendisine nasıl yardımcı olabileceğimiz sorduk. Bize kendisini tanıtıp, İslami çalışmalarda bulunmak istediğini söyledi. Bu konuda ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Onu Kulübümüzün kadın kollarından sorumlu olan bayana yönlendirmenin iyi olacağını söyleyip, İlahiyat üçüncü sınıfta okuyan Gül kardeşimize yönlendirdik. Okuldaki bayanlardan sorumlu olan Gül kardeşimizin de burada bulunmasını istediğimden, Hakan’dan birileriyle haber gönderip Gül’ü çağırtmasını istedim.

Okuldaki bayanlarla yakından ilgilenen Gül’ün, Zehra’ya da gerekli ilgiyi göstereceği noktasında hiçbir şüphemiz yoktu.  Gül gibi Muhammedi yapıya mensup bayanlar, okuldaki İslami hizmetlerde üzerlerine düşen vazifeleri eksiksiz yerine getiriyorlardı. Gül, Muhammedi yapının değer verdiği bir kardeşimiz olmasının yanı sıra, fedakârlığı ve çalışkanlığıyla da kendisine verilen sorumluluğun hakkını veren gayretli bir şahsiyetti.

Bizler okuldaki bayanların düzenlerine pek fazla karışmazdık. Onların çalışmalarını destekler, bizden yardım istediklerinde ise onlara yardımcı olmak için elimizden geleni yapardık. Gerisi, Ağabeylerimizin uygun gördüğü şekilde, Gül’ün kontrolünde yapılırdı. Bu yüzden Zehra’yı Gül’e emanet etmenin daha uygun olacağını düşündük.  

Gül gelene kadar, Hakan’la birlikte Zehra’ya okuldaki hizmetlerimizden ve çalışmalarımızdan söz ettim. Gül geldikten sonra, Zehra’yı ona emanet edip odadan çıkmak üzereyken, Zehra adımı sordu.  “Adım Muhammed” dedim. Zehra, eğer müsaade ederseniz size “Abi” demek istiyorum deyince, tebessüm edip Hakan’la birlikte odadan çıkıp arkadaşlarımızın bulunduğu odaya geçtik.

Zehra’nın İslam’a olan sevgisi, hizmetlerde kendisini göstermeye başlamıştı. Her fırsatı değerlendirip, arkadaşlarının hidayetine vesile olduğunu duydukça buna çok seviniyorduk.  

Gül’den, ailesi burada bulunmayan ve özellikle de Kız yurdunda veya öğrenci evinde kalan bayanların sıla hasreti çekmemeleri için ayda bir defa da olsa onları aile ortamına götürüp misafir etmelerinin iyi olacağını söylediğimde, bu fikrin güzel olduğunu söyleyip bundan böyle bunu yapacaklarını söylemesi beni memnun etmişti.

Kısa süre sonra Zehra ve onun okulda arkadaşı olan Meryem’le birlikte Birgül ablamın evimde misafir olduklarını duyduğumda buna çok sevinmiştim.”

Zehra’yla ilgili anlattığım bu tanışma olayından sonra Zehra’nın babası “Zehra, her zaman cesur bir kızdı. Kastamonu İmam Hatip Lisesinde okurken bile arkadaşlarıyla, İslam’ı tam olarak yaşamadıkları için tartışırdı. Evde yanlış gördüğü bir şey olduğu zaman bizimle tartışmaktan hiçbir zaman çekinmezdi. Söz konusu İslam olunca, onu tanıyamaz olurduk. O sakin ve efendi Zehra gidiyor, yerine celalli bir Zehra geliyordu” anlatınca buna şaşırmadık.

Zehra hakkında asıl bilmediğimiz ve bizi bile şaşırtan olayı, hemşerisi ve davamızın saflarına Zehra’nın vesilesiyle hidayet bulup, hizmetteki yerini alan Şule’den duyunca hayret etmiştik.

Şule, Zehra’yla olan tanışmasını şöyle anlatmıştı;

“Derslerin başlamasının ardından, Kastamonu’dan benden başka hiç kimsenin buraya gelebileceğini tahmin etmiyordum. Ta ki sınıfımızdaki bir arkadaşım, Zehra isimli bir hemşerimin olduğunu söyleyinceye kadar. Arkadaşım, Zehra’nın okuldaki “İslami Gençliğin Uyanışı Hareketinin” mensubu olduğu söyleyince buna çok şaşırmıştım. Bu işte bir terslik var demiştim. Bizden hiç kimse, okuldaki İslami bir yapının içinde yer almaz diye savunmaya geçmiştim. Okuldaki bu Kulübü sık sık duyardık. Ama hemşerilerimden birinin bu derneğe üye olmasını bir türlü aklım almıyordu. O derneğe üye olanların büyük bir çoğunluğu Kürt’tü. Oysa Zehra Türk’tü. Bunda bir yanlış anlaşılma var diyordum.  

Arkadaşımdan, Zehra’nın nerede kaldığını öğrendikten sonra, en kısa zamanda onu ziyaret etmek ve hemşerimle tanışmak istedim. Asıl merak ettiğim, arkadaşımın bana anlattığı şeylerin doğru olup olmadığını öğrenmekti.

Zehra’nın sınıfına gidip onunla tanışmak istedim. O an sınıfta değildi. Sınıfın etrafında bulunan birkaç tesettürlü kıza Zehra’yı tanıyıp tanımadıklarını sorduğumda bana, kaldığı yurda gittiğini söylemeleri üzerine onu ziyaret etmek için yurda gittim.

Benim İslami bir yaşantım olmasa da, İslam dinine saygım vardı. İbadetlerimi yapmasam da, onları inkâr etmezdim. Tesettürlü olmadığım halde, tesettürlü bayanlara karşı hiçbir ön yargım yoktu. Onların tercihi der, saygı gösterirdim. Geldiğim şehirdeki birçok arkadaşım tesettürlüydü. Bu yüzden Zehra’nın İslami kimliği bana tuhaf gelmiyordu. Asıl merak ettiğim, adını okulda sık sık duyduğum “İslami Gençliğin Uyanışı Hareketi” Kulübünde ne işi olduğuydu.

Zehra’nın kaldığı yurda gelip, kaldığı odayı girişten öğrendikten sonra ikinci katta bulunan 27. odaya yöneldim. Oda kapısını çalmama rağmen içerde hiç ses yoktu. Tam ümidimi yitirmiş gitmek üzereydim ki kapı kolunu tutup aşağı çekince kapının açık olduğunu gördüm. İçeri baktığımda birisinin namaz kıldığını görünce içeri girip kapıyı kapattım. İçeri girmemle şaşkınlığım bir oldu. Namaza duran kişi, sanki nurdan yaratılmış bir Melek’ti. Kıyamda her tarafını saran ışık huzmeleri gözlerimi kamaştırmıştı. Hayatımda namaz kılan birçok kişi görmüştüm, ama böylesi bir manzara ile ilk kez karşılaşıyordum. O anda namazda olanın, bir insan değil de bir Melek olduğuna yemin edebilirdim. Şaşkınlığımdan nutkum tutulmuş, hayranlıkla namaz kılan bu Meleğe bakmaya devam ediyordum. O ise hiçbir şey olmamış gibi namazına devam ediyordu. Ben o Meleği seyrettikçe, içimde tarifi mümkün olmayan şeyler hissetmeye başlamıştım. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Ama az önce kapının ardındaki ben, ben değildim artık, bunu biliyordum.

Beyazlar içinde namaz kılan bu Melek, hayatımda tanık olduğum en güzel şeydi. Rabbimin yeryüzünde böyle kulları olabileceğine hayatta inanmazdım. Bunların, geçmişte kalan menkıbelerde yaşananlarla sınırlı olduğuna inanırdım.

Ben o Meleğe hayranlıkla bakarken, o selamını verip namazını bitirince yüzünü ilk kez görme fırsatım oldu. O, bizim gibi bir insana benzese de aslında insan kılığına girmiş bir Melek olduğuna inanıyordum.

Beni arkasında görünce, yüzündeki sıcak tebessümüyle “Hoş geldin” demesi üzerine kendime geldim. Daha önceden hiçbir Melekle konuşmamıştım. Ama o benimle konuşuyordu. Hem de beni tanıyormuş gibi sıcak davranıyordu.

O anda kim olduğumu ve ne olduğumu bile sormadı. Sadece bana yatağını gösterip oraya oturmamı işaret edince, gayri ihtiyari onun gösterdiği yere geçip oturdum. Ardından onunla çok güzel bir sohbet yaptık. O günden sonra ben de tesettüre bürünüp namaza başladım. Beğenmediğim “İslami Gençliğin Uyanışı Hareketi” nin gönüllü bir ferdi olup, Zehra’yla birlikte İslami hizmetlerde bulunduk. En kısa zamanda kaldığım öğrenci evinden ayrılıp, Zehra’nın kaldığı yurtta onun odasına yerleştim. O günden sonra Zehra, benim en çok sevdiğim kardeşim ve kendime örnek aldığım kişi olmuştu. Şehit olmasıyla birlikte ona daha çok benzeyip, onun yerini almaya ant içtim.”

Zehra’nın ailesi, kızları hakkında ilk kez duydukları bu güzel anılarla seviniyorlardı. Kızlarının İslam’a hizmetlerini duydukça için için seviniyorlardı. Yetiştirmiş oldukları kızları Allah’ın sevdiği biri olmanın yanı sıra, binlerce sevenini gördükleri için de Allah’a, emanetini hayır üzerine aldığı için hamd ettiler.

Taziyenin ardından, ailesi henüz ayrılmadan Filiz, elindeki yerel gazeteyi büyük bir heyecanla getirip Zehra’nın anne ve babasına gösterip, işte kızınızı şehit eden kız buydu, diye gazeteyi gösterdi.

Gazete haberine göre “Aslı isimli bir bayan ve beş erkek, kaldıkları öğrenci evinde darp edilip kızın yüzüne kezzap dökülmüş” diye yazıyordu. Bu habere çok sevinen Zehra’nın ailesi memleketlerine içleri rahat bir şekilde döndüler.

Sonraki günlerde, gerek okulda gerekse de şehir merkezindeki İslam’a düşmanlık yapanların cezalandırılacaklarını duymayan kalmamıştı. Zehra’nın şehadeti ile İslam düşmanlığı yapanlara gerekli dersi Muhammedi yapı en güzel şekilde veriyordu. Bayanlarımıza kalkan eller tek tek kırılıyordu.  

Zehra’nın şehadeti sonrası, okuldaki ve şehir merkezindeki İslam düşmanlığı yapanlar bundan böyle bizim hiçbir ferdimize karışmayacakları gibi, diğer İslami grup ve cemaatlere mensup olanlara da karışmayacaklarına dair bize taahhüt verince, Muhammedi yapı tarafından yapılan saldırılara bir son verip, İslami hizmetlerimize kaldığımız yerden devam ettik.

 

 

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar