İslam Fedaileri-2. Bölüm
İKİNCİ BÖLÜM
Köyümüz Diyarbakır merkeze bağlı, yirmi–yirmi beş haneden oluşan, yeşilliğiyle meşhur bir köydü. Düz bir alan üzerinde bulunan köyümüzün hemen yanında akan Dicle nehri, köyün yeşil hale gelmesini sağlıyordu. Bol olan suyun bereketiyle her evin kendisine ait bağ ve bahçeleri vardı. Etraftaki ayva ve elma ağaçlarının kokusu tüm köyü kaplıyordu. Meyve ağaçlarından yayılan koku ile etraftaki yabani çiçeklerin kokusu çok güzel bir havanın oluşmasına vesile oluyordu. Rengârenk çiçeklerden yayılan kokular insanı ferahlatıyordu. O havayı teneffüs ettikçe huzur bulduğumu hissedebiliyordum. Hayvanlar köydeki bol yeşillik nedeniyle çevre köylerdeki hayvanlardan daha semizdi. Köy hayatı her ne kadar zor olsa da her kesin kendisine ait tarlası olduğundan, kimse köyünü bırakıp da büyük şehirlere çalışmaya gitmeyi düşünmüyordu. Ninem “Köyümüz Cennet köşesinden bir köşedir,” derken hiç de abartmıyormuş.
İlkokulu bitirdiğim yılın yaz ayında ziyaret etme fırsatı bulduğum köyümüzün, Ninemin anlattığı kadar güzel olduğunu görünce hiç de şaşırmadım.
Köyde birçok iş imece usulü ile yapılıyordu. Yarım kalan işler el birliğiyle yapılırdı. Her evin mahsulü sırasıyla kaldırılır bu esnada köyde o yıl mahsulleri iyi olmayanlar için de bir pay ayrılırdı. Yapılan hasattan öşürler çıkarılır Allah’a azze ve celleye verdiği nimetler için şükredilirdi.
Ninemden her zaman dinlemekten büyük bir zevk aldığım köyümüzle ilgili hikâyelerinde anlattıkları yerleri görünce, bu yerlere hiç de yabancı olmadığımı hissettim. Kerpiç evlerin arasında dolaşıp köyümü tanımaya çalıştığım anda gördüğüm akan kirli sular dahi bana tanıdık geliyordu. Toprak bana, ben bu toprağa aitmişim gibi bir duyguya kapıldım. Sanki yaşadığım topraklara tekrardan ayak basmışım gibi bir heyecan tüm benliğimi sarmıştı.
Aklıma Dedem ve Ninemin bu güzel köyü neden terk ettikleri gelince gözyaşlarıma hâkim olamadım.
Dedem köyden ayrılma hikâyesini çok ısrar etmem üzerine geçen yıl şöyle anlatmıştı;
“O zamanlar askerliğimi yeni bitirip köyüme döndüğümde sıra evliliğe geldiğinden, beni babaannenle evlendirdiler. O zamana kadar kiminle evleneceğimi bilmiyordum. Anne ve babamın bana uygun görecekleri kişinin benim için hayırlı olacağına inanıyordum” diye sözlerine başlamıştı.
Ninem ise, dedem için kendisini istemeye geldikleri zaman durumdan haberdar olduğunu anlatırdı. O zamanlar evlenecek olan kızlara fikirleri pek sorulmazdı. Köyde birçok şeyin İslam’ın istediği gibi yapıldığını anlatan Ninem, söz konusu “Evlilik” ve “Kadın hakları” olduğunda ise İslam’ın bu konuda ne dediğinden daha çok, gelenekler ve örflerle hareket edildiğini söylerdi. Bunun da tek sebebinin erkeklerin işine böyle geldiği için olduğunu anlatır ve sitem ederdi.
Dedemle Ninem evlendikten sonra köydekiler el birliğiyle onlara bir ev yapmışlar. Dedeme, ailesini geçindirmesi için babası bir miktar toprak vermiş. Bundan böyle kendi toprağını sürmesini ve kendi rızkını kazanmasını istemiş. Dedem de böylelikle kendi geçimini sağlamaya başlamış.
Ninem tam olarak tarihini hatırlamasa da babama hamile olduğu zamana denk gelen o korkunç olay vuku bulmuş.
Her zamanki gibi Dedem sabah namazı kılıp kahvaltısını yaptıktan sonra evden çıkmış. Yolda karşılaştığı bir arkadaşıyla nasıl olmuşsa aralarında bir münakaşa olmuş. Aralarındaki münakaşa gittikçe sertleşmiş, iş birbirlerine hakaret etmeye kadar varmış. Dedem hiç tereddüt etmeden silahını çektiği gibi münakaşa ettiği arkadaşının kışkırtmasıyla birkaç el ateş ederek onu vurmuş. O zamanlar silah taşımak her erkeğin gücünü gösteren bir aksesuar gibi olduğundan neredeyse köyün tüm yetişkin erkeklerinde silah bulunurmuş.
Sabah sessizliğini bozan silah sesi köydekileri meraklandırdığı için köyün erkekleri evlerinden çıkıp silah seslerinin geldiği yere doğru koşmuşlar. Dedemin kucağında tuttuğu ve kanlar için de olan gence müdahale edip onu traktörle hastaneye kaldırmışlar.
Dedem kendisine geldiği zaman artık iş işten geçmiş, pişmanlık için çok geç kalmıştı. Yaralanan gencin hastaneye kaldırılmasının ardından köye baskın yapan jandarma yaralanan genci kimin vurduğunu soruşturmaya başlamış.
Köyde bulunanların hepsi bir şekilde birbiriyle akraba olan kişilerden oluştuğundan bu durumu Jandarmadan önce kendi aralarında hal etmeye karar verip, bir çözüm yolu bulmanın daha iyi olacağına karar vermişler. Köyde yaşanan olumsuz olaylarda hep başvurdukları bir yöntemle bu durumu da kendi aralarında çözüme kavuşturmaya karar vermişler. Köyün önde gelen hatırı sayılır büyüklerinden seçilmiş kişiler bu işlerin çözümü için bir araya gelmişler.
Köydeki tüm işler bu büyüklerin aldıkları kararlara göre yapılırmış. Köydeki evliliklerden tutun da tarlalarda çıkan problemlere kadar son söz köyün bu büyüklerine ait olurmuş. Dedemin vurduğu gençle aralarında henüz neden kavga çıktığını bilmediklerinden bu işe jandarmayı karıştırmak istemiyorlarmış. Devletin yasalarına güvenmedikleri gibi, verdiği cezaların da çok yüksek ve haksız olduğunu biliyorlardı.
Köyün büyükleri kararlarını ve sorunlarını Şeriatın verdiği hükümler ve yasalar çerçevesinde veriyorlarmış. Aralarındaki sorunları Şeriata götürüp, İslam’ın ön gördüğü gibi çözdüklerinden herkesin verilen karara karşı saygısı varmış. Şeriatta hiç kimseye zülüm edilmediğini bildiklerinden gönül rahatlığıyla aleyhlerine bile olsa alınan karara uyarlarmış. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” dedikleri bu olsa gerek.
Köyün büyükleri, Dedemin işlediği bu suçu da yine İslam’a göre ele almışlar. Dedem kendisi için verilecek olan kararı beklerken ne kadar sıkıntı çektiğini anlatıp dururdu. Bir öfkenin nelere mal olduğunu bizzat yaşayarak tecrübe ettiğini ve hayatındaki en büyük pişmanlığının bu olduğunu söylerdi.
Dedemin vurduğu genci hastaneye götüren yakınlarına köyün büyükleri “Hastanede bu olayın nasıl olduğunu sorarlarsa silahını temizlerken yanlışlıkla kendisini vurdu” deyin, demişler.
Vurulan genç için köyde soruşturmaya gelen askerlere de köylüler tarafından aynı ifade verilmiş. Askerler köylülerin sorunlarını kendi içlerinde İslam’a göre çözdüklerini biliyorlarmış. Bunu yıkmak için ellerinden geleni yapmalarına rağmen köylüler İslam’ın belirlediği konularda asla devlete başvurmazlarmış. İslam’ın kuralları onlar için devletin belirlediği yasalardan daha iyi ve üstünmüş.
Askerler köyde gencin vurulduğu ihbarını her ne kadar araştırmaya çalıştılarsa da sorguladıkları herkes ağız birliği etmişçesine yaralanan gencin silahını temizlerken kendisini yanlışlıkla yaraladığını söylemişler.
Askerler yaptıkları tüm soruşturmada gencin kendisini vurduğuna inanmasa da sorguladığı insanların ifadelerine dayanarak tutanağında “Yaralanan şahıs silahını temizlerken silahında unuttuğu merminin patlaması sonucu yaralandığı tespit edilmiştir” deyip köyden ayrılmışlar.
Askerin köyden ayrılmasının ardından köyün önde gelenleri bir araya gelip dedem ve yaralanan şahsın durumunu görüşmeye başlamışlar. İslam’a göre bu durumda nasıl davranacaklarını görüştükten sonra bir karara varabilmişler. Alınan karara göre; yaralanan şahsın sağlık durumu belli olana kadar hastane masrafları dedem tarafından karşılanacak, şahsın iyileşmesi durumunda bir mahkeme yapılıp dedemle şahsın arasında nelerin geçtiğini dinledikten sonra bir karar verilecek denip, konuyu yaralı şahsın iyileşeceği güne kadar ertelemişler.
Köy büyüklerinin aldıkları kararlara köyde hiç kimse itiraz etmezmiş. Köyün büyükleri Şeriata göre davrandıkları, adil oldukları müddetçe köy halkı da onların aldıkları kararlara gönül rızasıyla uyarlarmış.
Dedem yaptığı hatanın pişmanlığını yaşamaya başlamış. Henüz hiç kimse bilmese de dedem kendisinin hatalı olduğunu biliyormuş. Şahısla aralarında geçenlerin basit bir sürtüşme yüzünden sinirlerine hâkim olamayan Dedem şeytana uyup silahını çektiği gibi arkadaşına sıkıp onu yaralamış. Bir anlık öfkenin neden olduğu bu elim olaydan dolayı Dedem ne kadar pişman olsa da artık iş işten geçmiş geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Dedem “Bu yaşadığım üzücü olayda tek tesellim arkadaşımın ölmemiş olmasıdır. Bir insanın ölümüne vesile olma bu dünyada yaşanabilecek en elim acıdır. Bir insanı yaraladım diye çektiklerimi düşününce bile vicdan azabından perişan oluyorum. Allah’tan arkadaşım ölmedi yoksa bende onun ardından bu dünyada yaşamak istemezdim” diye anlatmıştı.
Dedem;
“Allah’ın arkadaşımı bana ve ailesine bağışladığı aklıma geldiği zaman mutlaka bir sadaka vererek Allah’a şükrediyorum. Basit bir tartışma yüzünden arkadaşımın hayatına kastetmeye kalkışmaktan daha büyük bir günah olabilir mi? diye pişmanlığını itiraf ettiğinde yüzünde o zamana kadar hiç görmediğim bir çaresizlik ve zayıflık görmüştüm.
O gün olayı duyan Ninem “Bu silah senin başına bela olacak diye kaç defa söyledim” diye dedemin üzerine gitmesi üzerine dedem tüm kızgınlığını Ninemden çıkarmış.
Hastanede yatan şahsın karnından aldığı kurşun sırtından çıkmıştı. Omuriliği zedelenmişti, yarası ağırdı. Buna rağmen girdiği ameliyatı başarılı geçmiş ölüm tehlikesini atlatmıştı. Yalnız bundan sonraki hayatına kısmı felç olarak devam edecek olması herkesi üzmüştü. Bu duruma en çok üzülen de dedem olmasına rağmen elinden hiçbir şey gelmemiş.
Yaralanan şahıs kendisini biraz toparladıktan sonra hastaneden taburcu olmuş. Köye döndükten sonra köyün büyükleri dedemle yaralı şahsı bir araya getirip aralarındaki kavganın nasıl olduğu hakkında her ikisini de dinlemek istemiş. Yaralı olan şahıs;
“Sabah evden çıkıp tarlaya gidiyordum. Tarlaya yakın bir yerde Selim’i gördüm. Kendisine seslendim ama beni duymadı. Adımlarımı hızlandırıp kendisine yetiştim. Selam verdikten sonra ‘Sana o kadar seslendim beni duymadın mı? Sağır mı oldun yoksa? dedim. Selim birden öfkelendi. Bana sert sözlerle ‘Bana sağır mı diyorsun? diye benimle tartışmaya başladı. Ben bunda sinirlenecek ne var dedikçe Selim daha bir öfkelendi. Ardında öfkesinden silahını çekince bende üzerine gittim. Onun erkekliğine laf edip ‘Erkeksen sıkarsın’ dedim. Silahın patladığını duydum ardından gözlerimi hastanede açtım.
Köyün büyükleri yaralı şahsı dinledikten sonra dedemden daha önce birkaç kez dinledikleri olayı bir kez daha anlatmasını istediler. Dedem;
“Benim anlatacak hiçbir şeyim yok. Olay yaralı şahsın anlattığı gibi oldu” deyip haklarındaki karar için köyün büyüklerinin vereceği kararı beklemiş.
Köyün büyükleri meydana gelen olay için bir karar vermek amacıyla dedemin babasını ve yaralı şahsın babasını bir araya getirmişler. Bu tür durumlarda olayın kan davasına dönüşmemesi için aileler arasında bir sulh yapmaya çalışıyorlardı. Kan davasının bir defa köye girmesi demek köy için büyük bir felaket olacağını bildiklerinden buna engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Çevre köylerde meydana gelen kan davalarında insanların nasılda birbirlerini hiç acımadan öldürdüklerini iyi biliyorlardı. Aşiret ve akrabaları yiyip tüketen kan davası illetinin kendi köylerine girmemesi için bu güne kadar ellerinden geleni yapmışlardı. Bundan sonra da yapmaya kararlıydılar.
Kan davasının önüne geçmenin tek yolu adaletli olmaktı. Adalet denilince de İslam dininden daha adil bir dinde yoktu. Taraflar arasında tarafsız davranmaları için kendi fikir ve görüşlerini bir kenara bırakıp İslam şeriatında bu konudaki çözüm yolu dikkate alınırdı.
Şeriata göre öfkesine kapılan dedem suçlu görünüyordu. Dedemin işlediği bu cürmün cezası kısastı. Sonuçta suçsuz yere bir insanın hayatını karartmıştı. Bundan sonra bu şahsın normal bir insan gibi davranmasının söz konusu olmayacağı doktor raporlarıyla da belirlenmişti. Dedemin de aynı cezayla cezalandırılması gerekiyordu. Dedemin babası bu durum karşısında yaralanan şahsın babasından merhamet dileyip “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür olana hür, köleye köle ve kadına kadın (kısas edilir). Ancak o (öldürenin) lehin de, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir şey affedilirse, artık (tarafların) hakkaniyete/örfe tabi olması ve (öldürenin) ona (öldürülenin tarafına diyeti) güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbinizden bir tahfif/kolaylık ve bir rahmettir. Artık kim bundan (diyet ödendikten) sonra haddi aşarsa, onun için elem verici bir azap vardır.”[1] ayetini hatırlatmış. Dedemin babası yaralı şahsın babasına diyet ödeme teklifinde bulunmuş. Köyün büyüklerinin de araya girmesiyle yaralı şahsın babasının diyeti kabul etmesi için onu ikna etmeye çalışmışlar. Köyün büyüklerinin araya girmesiyle yaralı şahsın babası diyete razı olmuş. Ama bu durumu bir de oğluyla konuşması gerektiğini söyleyip müsaade istemiş.
Yaralı şahsın babası durumu oğluna anlatıp diyete razı olmasının daha hayırlı olacağını, yapılan bir hatanın karşılığı olarak başka bir hatayla cevaplamanın akıl kârı olmadığını anlatmış. Oğlunu ikna eden baba oğlunun öne sürdüğü şartını da makul bulmuş ve durumu görüşmek için köyün büyükleriyle tekrar bir araya gelmişler.
Yaralı şahsın babası diyeti tek şartla kabul edeceğini belirtince odada bulunanların yüzünde gayri ihtiyari bir tebessüm yayılmış. Yaralı şahsın babası;
“Oğlumun sağlık durumunu hepiniz biliyorsunuz. Bundan böyle ailesinin nafakası için çalışamayacağından diyetin belirlenmesinde ailesinin durumunu da göz önünde bulundurun. Oğlum, ‘Selim’in bu köyde kalmamasını istiyor. Bir daha asla köye gelmeyecek ailemle karşılaşmayacak’ şartıyla diyeti kabul edeceğini söylüyor” diye diyet şartının köyün büyüklerine anlatmış.
İlerde çocukları büyüyünce babalarını bu hale getiren adama ve ailesine karşı bir düşmanlık yapmalarından korktuğu için bu şartın yerine getirilmesini aksi takdirde diyeti kabul etmeyeceğini söylemiş.
Yaralı şahsın babası oğlunun şartını söylediğinde dedemin babası korktuğunun başına geldiğini anladığından suratı asılmış, ama yaralı şahsın koştuğu şartı da makul bulmuştu. Köyün büyükleri dedemin babasına bakıp ne karar verecek diye beklerken dedemin babası;
“Selim’in şehre gitmesi için onunla konuşacağım. Ama bu konuda aceleci olmayın” derken oğlunu kaybetmenin acısını yüreğinde hissetmiş.
Köyün büyükleri bu sorunu çözdükleri için seviniyorlardı. Sıra diyetin belirlenmesine gelmişti. Diyetin belirlenmesinde ölçü köyde bir ailenin geçimini sağlayacak bir miktar belirlendi. Hastane masrafları, ilaçlar için harcanacak miktar da hesaba katılınca çok yüksek bir meblağ olmuş. Dedemin babası bu kadar çok parayı bulmalarının zor olduğunu belirtip daha makul bir meblağ istemelerini rica etmek zorunda kalmış.
Köyde herkes kimin ne kadar mal varlığı olduğunu bildiğinden dedemin bu kadar yüksek meblağı veremeyeceğini biliyorlarmış. Dedemin babasının bile istenilen bu meblağı temin etmesi imkânsızmış. Bu konuyu dile getiren dedemin babasına hak veren köyün büyükleri bu konuda dedemin babasına yardımcı olmak için köydeki ailelerinde yardımcı olmaları için onlarla konuşulacağını elbirliği ile bu meblağı temin etmeye çalışacaklarını söyleyince dedemin babası bunu kabul edip başı eğik bir şekilde dedemin evine gitmiş. Dedeme alınan kararı söyleyince dedem bir öfkenin yol açtığı bu felaket karşısında babası gibi boynu bükük tüm şartları kabul etmiş.
Dedem, istenilen diyeti bulmak için tarlasını bir an önce satışa çıkarmış. Babasının ve akrabalarının yardımıyla diyetin neredeyse tamamını temin edebilmiş. Şehre yerleşmek için de bir miktar borca girdikten sonra köydekilerle helalleşip son kez yaraladığı şahsın evine gidip kendisinden özür dileyip helallik aldıktan sonra eşini alıp şehirde tanıdık bir köylülerinin evine misafir olmuş.
Şehirde evine misafir olduğu köylüleri durumu bildiğinden ilk olarak dedeme yardımcı olmak istememiş. Dedeme yardım ettiğini karşı tarafın öğrenmesinden ve kendilerine karşı bir düşmanlık güdülmesinden korkmuş. Köyün büyükleri ve yaralı şahısın babasının da aracı olmasıyla köylü dedemi misafir etmeyi kabul etmiş.
Dedem şehre geldikten kısa bir süre sonra iki odalı bir virane ev bulup köylülerinin evinden ayrılmış. Ninem o günleri anlatırken çektikleri sıkıntılardan olsa gerek gözleri dolardı. O günlerin ne kadar zor günler olduğunu hiçbir zaman unutmayacağını söyleyip duruyordu.
Yeni taşındıkları ev çok bakımsızmış. Güneş görmediğinden evin içi rutubet kokuyormuş. Kirası çok ucuz olduğu için başka çareleri olmadığından bu evi tutmak zorunda kalmışlar. Köyden getirdikleri birkaç parça eşya dışında hiçbir eşyaları olmadığı için taşınma işi çok kolay olmuş. Birkaç kap kacak ve birkaç yatak dışında eşyaları yokmuş.
Dedem şehre yerleştiğinden beri hamallık yaparak evin geçimini sağlamaya çalışırken Ninem de çok iktisatlı olmak için elinden geleni yapıyormuş. Ninem babama hamile olduğu halde kendi ihtiyaçlarından daha çok dedemin bir an önce borçlarından kurtulması için elinden geleni yapıyormuş. Çok az yedikleri yemek dışında masraf yapmamaya çalışmışlar. Bu durum uzun süre sürmüş olsa da sonunda dedem borçlarından kurtulmuş. Babamın doğmasının ardından masrafları artığı gibi rızıkları da bu çocukla genişlemiş.
Dedem borçlarından kurtulduktan sonra ancak rahat nefes alabilmişler. Bundan sonra yavaş yavaş evin ihtiyaçları ve çocuğu ile hanımının ihtiyaçlarını karşılamak için elinden gelini yapmış. Taşındıkları evin rutubetli olmasından sürekli şikâyetçi olan Ninem babamın hastalanmasından korktuğu için dedemden bugüne kadar hiçbir şey istemediği halde babamın sağlığı için daha iyi bir eve taşınmak istemiş. Dedem Ninemin yaptığı fedakârlığa karşı bu isteğini kabul edip daha iyi bir eve taşınmışlar. Zamanla eksik olan ev eşyaları da alınınca evleri bir şeye benzemeye başlamış.
Her geçen gün maddi durumları biraz daha iyiye gitmeye başlamış. Köye gidemedikleri için zaman zaman köydeki akrabaları onları ziyaret ediyorlarmış. Dedem her ne kadar köyünü ve akrabalarını özlese de bu özlemini içine atıp köyünü unutmaya çalışıyormuş. Dedem ve Ninemin tek tesellileri babam olmuş. Çok istemelerine rağmen başka çocukları olmamış. Dedem bunun kendisine ilahi bir ceza olduğunu düşünüp durmuş. Her ne kadar Ninem Allah’ın takdiri bu şekildedir diyerek dedeme moral vermeye çalışmışsa da bu pek etkili olmuyormuş.
Babam ilkokul çağına gelip okula başlamasının ardından kendisini yaz tatilinde Kur’an okuması için Hocanın yanına vermişler. Babam ilkokulu bitirdikten sonra okulu bırakıp aile bütçesine katkı sağlamak için çalışmaya karar verdiğinde Ninem buna karşı çıkmış. Okul okumasa da en azından bir Hocanın yanında dinini öğrenmesi için dedeme ısrarcı olmuş. Ama babam çalışmakta kararlı olunca dedemin oluruyla okulunu bırakıp çalışmaya başlamış. Dedem, babamın çalışma hayatına atıldığı zaman hayatın ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu anladığı zaman bazı şeylerin kıymetini daha iyi anlayacağını düşündüğü için babama izin vermiş. Ama dedem yanılmıştı. Babam çalışıp kendi parasını kazanınca hayata karşı daha bir hırslı olmuş. Daha çok para kazanmak için çok çalışmaya başlamış. Babamın bu hırsı en çok Ninemi korkutmuş. Dünyayı kazanayım derken ahiretini kaybetmesinden korkuyormuş. Babamın zaman zaman vakit namazlarını aksattığını gördüğü zaman korktuğunun başına geldiğini anlamış.
Ninem bir gün babamla konuşma imkânı bulduğu bir anda ona;
“Oğlum! Çalışıp para kazanmak güzel bir şeydir. İnsanın kendi rızkının peşinden koşması da bir ibadettir. Ama dünyayı kazanayım derken ahiretini ihmal edersen işte bu kazancın belki bu dünyada sana fayda verir ama ahirette hüsrana uğrayanlardan olursun. O yüzden dünyaya karşı gösterdiğin hırs kadar ahiret hayatına karşı da hırslı ol. Allah’ın bize farz kıldığı namazlar ve ibadetlere daha bir özen ve dikkat göster. İşlerinde haram ve helale dikkat et. Kazancından mutlaka fakir fukaraya sadaka olarak bir şeyler ver. “Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölü mü bertaraf eder” diye nasihat etmiş.
Babam, Ninemin konuşmalarının ardından kendi yaşantısına bir düzen getirip ibadetlerine daha bir özen göstermeye gayret etmeye başlamış.
Babam askerliğini bitirip döndükten sonra Ninem mahalledeki komşu kızı olan annemi ona uygun bulduğunu babama söylemiş. Babam Ninemin uygun bulduğu annemle kısa süre içinde evlenmiş. Babam evlendikten sonra annemle birlikte kendi anne ve babasıyla birlikte oturmaya başlamışlar. Annem Adem abime gebe kalınca evde büyük bir bayram sevinci yaşanmış. Yıllardır çocuk özlemi çeken Ninem ve dedem torunlarının olacağına çok sevinmişler kötü günleri geride bıraktıkları için de Allah’a şükretmişler.
Her şey çok güzel gitmeye başlamışken dedemin geçirdiği bir kaza sonucu artık çalışamaması aileyi üzmüş. Dedem bu kazanın da bir zamanlar yaptığı hataya karşı bir cezalandırma olduğunu düşünmüş. Ninem yaptığı hatadan dolayı yaptığı tövbelerin İnşallah kabul olduğunu söyleyip dedeme teselli vermeye çalışıyormuş. Dedem yaşadığı tüm olumsuzlukları yaptığı hataya bir şekilde bağlasa da hiçbir zaman Allah’a şikâyet etmeden başına gelen bu musibetleri büyük bir olgunlukla karşılıyormuş. Her namazın ardından yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyup tövbe ediyormuş. Ama yine de içinde kendisini rahatsız eden bir şeyler hep oluyormuş.
Abimin ardından Birgül ablamın doğumu dedemin sevincine sevinç katmış. Bir kız çocuğunun özlemini çeken dedem ve ninem bu torunlarıyla istediklerine ulaşmanın sevincini yaşıyorlarmış. Yeniden hayat bulmuş gibi yaşama dört elle sarılmışlar. Yaşanılan tüm olumsuzlukların yanı sıra böylesine güzel şeyleri kendilerine yaşattığı için her daim Allah’a şükredip duruyorlarmış.
Ailenin nüfusu artıkça masrafları da artıyormuş. Ninem ve dedem babama ve anneme sürekli manevi olarak destek olup Allah’a güvenmelerini tavsiye edip onlara moral veriyorlarmış.
Ninemin bizimle oturduğu için annem çocukların bakımı için hiç zorluk çekmediğini söylerdi. Özellikle çocuklarla ilgilenme işini Ninem üzerine aldığı için annem ev işlerini hiç zorlanmadan yapabiliyormuş.
Ailenin nüfusu artığından oturdukları ev kendilerine dar gelmeye başlamış. Babam, dedeme danışarak daha büyük bir eve taşınmak istediğini söylediğinde dedem bunun güzel bir fikir olduğunu söyleyip babama izin vermiş.
Şimdi içinde oturduğumuz eve taşınmamızın ardından benim doğumumla evde tekrar bir bayram havası yaşanmış. Doğumumdan önce Ninemin gördüğü bir rüyayla adım belli olmuş. Ninem rüyasında Peygamber efendimizi görmüş efendimiz aleyhissalatu vesselam “Allah, sizin için kendi nefislerinizden eşler kıldı, eşlerinizden de sizin için çocuklar ve torunlar yarattı ve sizi tertemiz şeylerden rızıklandırdı.”[2] Ayetini okuduğunu söylediğinde evdekiler benim adımın Muhammed olmasına karar vermişler. Ninem doğumumdan sonra bile gördüğü rüyayı zaman zaman bana anlatarak Peygamber ahlakıyla yetişmem konusunda özel bir ihtimam gösterirdi. Ninem dini eğitim almam için her ne kadar çabalamışsa da ne dedem ne de babam buna sıcak bakmamışlar. Okul çağına geldiğim zaman Kur’an okumasını öğrenmem için bir Hocanın yanına verileceğimi söyleyen babama itiraz eden olmamış.
Benim doğumumun ardından kız kardeşim Ayşe’nin doğumu ile ailemizin yüzü gülüyordu. Her şey istedikleri gibi gitmese de Allah’ın verdiği çocuklar ailenin tüm dertlerini unutmalarına vesile oluyormuş. Her bir çocuğun ardından babam daha sıkı çalışmaya başlamış.
[1] Bakara Suresi: 178
[2] Nahl Suresi: 72