41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

İslam Fedaileri-5. Bölüm

İslam Fedaileri-5. Bölüm

BEŞİNCİ BÖLÜM

 Mensubu bulunduğum yapı içinde tanıdığım tüm kardeşlerimin ihlasla İslam’a gönülden bağlı olmalarına çok seviniyordum. İhlasla yapılan bu hizmette, Rabbimiz bize her zaman yardım ediyordu. Akraba ziyaretlerinin sonucu olarak da birçok kuzenimiz bizimle birlikte İslami çalışmada yerlerini almışlardı. Onların da İslam davasındaki yerini almalarıyla, haftanın belli günlerinde evlerinde onları ziyaret edip, İslam’ı anlatmamız daha kolay olmuştu.

Babam, Muhammedilerle birlikte olduğumu öğrendiği halde bana hiçbir şey söylemediği gibi, korkularımın çoğunun yersiz olduğunu gördüm. Tam aksine, Ağabeylerimin tavsiyesiyle evdekilerle aram her geçen gün daha iyiye gidiyordu. Evde, Adem abim dışındaki herkesin bana ve İslami çalışmalarıma karşı bir teveccühü oluşmuştu. Ninem ve dedem başta olmak üzere herkes söylediklerimi can kulağıyla dinliyorlardı. Babam pek belli etmese de benimle gurur duyuyordu. Bazen aileme İslami bir konu anlattığımda babam “Bunları nereden öğrendin?” diye hayretini ifade ederdi. Babama “Okuduğum kitaplardan” diye cevap verirdim. Babamın bu duruma şaşırması normaldi. Çünkü evde bana ait bir kitaplık yoktu. Tüm kitaplarımız Farukların evindeydi. İhtiyacımız olan kitabı alıp okuduktan sonra tekrar Faruk’a teslim ediyorduk. Babam, okul kitaplarımın arasında farklı bir kitabı fark edecek kadar dikkatli de değildi.

Annem, namaz kılmamdan dolayı beni sürekli abime örnek gösterip, namaz kılması için onu teşvik etmeye başlamıştı. Ama bu da hiçbir işe yaramıyordu. Tam aksine, abimin bana karşı kıskançlığına sebep oluyordu. Abime karşı saygıda kusur etmemeye çalışsam da evde bulunan herkes abimin üzerine gidip kendisine beni örnek almasını söyleyince abimin tepesi atıyordu. Bunu fark etmeme rağmen elimden bir şey gelmiyordu.

Evde bana destek olan ve İslami çalışmalarımızın içinde bulunan Birgül ablam, kısa zamanda kardeşim Ayşe’yi de kendi ders halkalarına katmayı başarmıştı. Onlarla birlikte olmak ve kardeşlerimle Allah’ın dini için bir şeyler yapmak, gururumu okşamıştı. Onların varlığı bana her zaman güç ve kuvvet vermiştir. Özellikle Birgül ablamla birlikte Faruk’un ablası, ellerinden geldiğince İslami hizmetlerinde canla başla çalışıp, tanıdıkları birçok kişinin hidayetine vesile olan onları da Muhammedi safta yer almalarını sağlamış olmalarına seviniyordum. Yaptıkları çalışmalar ve hizmetleri sayesinde Faruk’un tüm ailesi, Ziya’nın annesi ve Tarık’ın dört ablası, Muhammedi çatı altında İslami çalışmalarda yerlerini alanlardan olmuşlardı. Aralarında belki de en geride kalan bendim. Ayşe kardeşim dışında bizim evde bu yapıya katılan olmamıştı. Sadece bizi sevip, benim ve ablamın yaptığı her türlü hizmete destek vermekle yetiniyorlardı. Bu da şimdilik bizim için yeterliydi.

Babamın, neden bizim Muhammedilere katılmamıza karşı olduğunu ise annem şöyle anlatmıştı.

“Bu ülkede Müslüman olup da İslami bir mücadele verenler, çok büyük sıkıntılar ve işkenceler görmüşler. Şeyh Sait ve Bediüzzaman gibi âlimlerimiz ya idam edildi, ya da sürgün ve cezaevine layık görüldüler. Bu ülkede Müslümanlara yapılan işkencelerin haddi hesabı yoktur. Ezanların Türkçe okutulması ve şapka giyme zorunluluğu yüzünden şehit olan nice âlimlerimiz var. Yapılan zulmü hiçbir zaman unutmadık. İşte babanızın korktuğu şey, sizin ve diğer Müslümanların başına tekrar bu tür şeylerin gelmesidir. Devletin ne kadar zalim olduğunu çok iyi biliyor” diye bize duydukları endişelerini aktarmış oldu.  

Bayanlarla birlikte koordineli çalışmamız nedeniyle mahallemizde neredeyse her evden birileri, İslami çalışma içinde yer almış bulunuyordu. Her evde İslam konuşulmaya başlanmıştı. Yaptığımız hizmetin sadece bizim mahalle ile sınırlı kalmasını istemiyorduk. Bunun için arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde bu konu hakkında konuşurduk. Ziya “Bildiğiniz gibi benim ders yaptığım arkadaşlar okulun biraz yukarısındaki mahallede oturuyorlar. Onlar da kendi mahallelerindeki camilerde Kur’an dersi vermek için bana danıştılar. Onlara bu konuda acele etmemelerini söyledim. Eğer Ağabeylerimizin uygun görürse bence herkes kendi mahallesindeki camide Kur’an dersi versin. Muhammedi yapının en çok üzerinde durduğu ve bize sürekli olarak yaptığı en önemli tavsiyesi ise “Özellikle İslam’a hizmet etmek isteyen kardeşlerimiz başta olmak üzere, Kur’an okumasını bilmeyenler Kur’an dersi alsınlar. Kur’an okumasını bilmeyen hiçbir kardeşimiz kalmamalıdır. Bunun için her camide Kur’an dersleri verilmelidir” sözüydü. Ziya’nın söylediği bu fikri hepimiz destekleyip öneriyi Ağabeylerimize ilettik. Muhammedi yapının henüz her camide ders yapamadığı bir zamanda, hedeflerinin en ücra yerlerdeki dâhil her camide Kur’an derslerinin verilip, İslam’ın anlatılmasını sağlamak olduğunu hepimizi biliyorduk.  

Özellikle okuldaki birçok arkadaşımız Kur’an okumasını bilmiyorlardı. Oysa İslami bir mücadele veren bizlerin Kur’an okumasını bilmesi şarttı. Arkadaşlarımızdan Kur’an okumasını bilmeyenlerin en kısa zamanda Kur’an okumasını öğrenmeleri isteniliyordu. Bunun yanı sıra Kur’an okumasını bilen kardeşlerimizin, mahallelerinde Kur’an dersi verilmeyen camilerde Kur’an dersi vermeyi önermeleri güzel bir gelişmeydi.

Oysa beni endişelendiren bir konu vardı. Arkadaşlarımızın kendi mahallelerinde Kur’an dersi vermeleri güzel bir fikir olsa da, asıl mesele bunu yaparken takınacakları tavırdı. Biz bugüne kadar birçok işimizi gizlilik içinde yapmıştık. Öyle ki İslami derslerimizi bile hala gizli tutuyorduk. Şimdi bu arkadaşlar bizim bu gizliliğimize uyabilecekler miydi? Kur’an dersi verirken gereken hassasiyeti ne kadar yerine getirebileceklerdi?  

Faruk “Neden bu kadar gizli iş yapıyoruz ki? Yaptığımız İslami çalışmadan kim rahatsız olabilir?” diye sordu.

Diğer arkadaşlarım da Faruk’un sözlerine katılırcasına bana bakmaya başladılar. Onlara bu konu hakkında mensubu bulunduğumuzu yapının neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlatma gereği hissetmiştim. Onlara Ağabeylerimiz böyle istiyor diyebilirdim. Bu söz onlara yeterli ve bağlayıcı olurdu. Ama bu yapıda öğrendiklerim sayesinde bu işin böyle olması gerektiğine ben de inanıyordum.

Kardeşlerime “Arkadaşlar bizler İslam’ı anlattığımız zaman bu konuda kimin bize dost kimin bize düşman olduğunu bilemeyiz. Peygamber efendimizin hayatını ve tebliğ metodunu hepimiz birkaç kez okumuşuzdur. Hatırlarsanız eğer tebliğ merhalesini ‘Gizli tebliğ– gizli teşkilatlanma, açık tebliğ– gizli teşkilatlanma…’ diye merhaleleri görüyoruz. Bizim de yaptığımız bundan başka bir şey değil aslında. Bizler de bu hizmete herhangi bir halel gelmesin diye, çalışmalarımızı bugüne kadar gizli yaptık. Allah’ın yardımı ile de bugüne kadar hiçbir sorunla karşılaşmadık. İstediğimiz her yerde İslam’ı tebliğ etmeye çalıştığımız halde, hiçbir engelle karşılaşmadık. Şimdi yaptıklarımızı açık açık yaparsak, kimin bize dost kimin düşman olduğunu bilmediğimizden bize zarar vermek isteyenleri de bilemeyiz. O yüzden elimizden geldiğince bu gizliliğimizi devam ettirmeliyiz. Bizimle birlikte olan arkadaşların da bu gizliliğe riayet edeceğinden emin olmalıyız” diye bir açıklama yaptım. Muhammedi Ağabeylerimden öğrendiğim kardeşlerime aktarsam da çok büyük bir laf ettiğimi daha sonraki yıllarda onlar üzerinde bıraktığım etkiden anlayacaktım. Muhammedi olmak nasıl bir şey olduğunu çok iyi kavramıştı. Tüm benliğimle mensubu bulunduğum yapıya teslim olmuş onların öğretileri ve yol göstericiliği sayesinde İslam’ı anlamakla kalmamış aynı zamanda hizmet ve tebliğ faaliyetlerinde de sünneti esas edinmiştim.

Faruk, peki “Bu ne zamana kadar sürecek” diye sordu. “Bunun ne zamana kadar süreceğini ben de bilmiyorum. Buna karar verecek olan ben değilim. Ağabeylerimiz nasıl ve ne zaman derlerse o zamana kadar” diye cevap verdim. “İslami hizmet ve tebliği faaliyetleri için bile bu gizliliği sonlandırmak için bir zaman sınırı belirlemek çok zordur. Bunu bize zaman gösterecektir. Zamanı geldikçe Muhammedi yapı içindeki Ağabeylerimiz bize nasıl davranacağımız konusunda bilgi verecektir” dediğimde kardeşlerim de benimle aynı düşünceleri paylaşıyor olmalarından dolayı daha fazla soru sormayı bıraktılar.

Arkadaşlarımın bana hak vermelerinin ardından Ziya’nın önerdiği, diğer arkadaşlarımızın bulundukları camilerde ders vermeleri üzerinde konuştuk. Bunun olması için neler yapılması gerektiğini kendi aramızda kararlaştırdık. İlk kez camiye gidip Kur’an dersi aldığımız günleri hatırlayıp, bizi camiye çeken şeyin ne olduğunu anımsamaya çalışarak, arkadaşlarımızın da aynı şekilde hareket etmelerini, camiye gelecek olanlara nasıl davranmaları gerektiği hakkında sohbet ettik.

Faruk “Muhammedi hizmetin gizliliği ve aldığı tedbirler bayanlar içinde geçerli mi?” diye sordu.

Aslında bayanların konumu ve çalışmaları bizimkinden çok farklıydı. Bayanların giydikleri çarşafları bile onların kimliği gibiydi. Onlar bizim gibi kendilerini gizlemek zorunda değillerdi. Bu yüzden Muhammedi yapının bayanlara yönelik uyguladığı şeyler çok farklıydı. Özellikle Muhammedi yapıya mensup bayanların mümkün oldukça çarşaf giymeleri tavsiye ediliyordu. Bu tavsiyeye ablam ve kardeşim Ayşe de uymuş, çarşaf giymeye başlamışlardı.

Bayanların belki de en büyük tebliğleri giydikleri çarşaflarıydı. Bu yüzden onların en büyük kimlikleri çarşaflarıydı. Onlar, giyim kuşamlarıyla da örnek teşkil ediyorlardı. Giyim ve kuşam takvaya orantılı olmalıydı. Giyilen çarşaf bayanları tüm kötülüklerden koruya bilmesi için onu üzerine geçirenin de hal ve hareketleriyle de Allah’tan hakkıyla korkması gerekliydi. Hedef ve gaye bu yöndeydi. Ve bayanların takva ehli olabilmeleri için çaba sarf ediliyordu.

Bayanların nasıl bir çalışma içinde olduklarını ve neler yaptıklarını pek fazla bilmiyor ve anlamıyordum.  Bu nedenle ablama ve kardeşime mümkün olduğunca müdahale etmiyordum.

Onların İslami hizmetleri bizimkinden daha verimli olduğu halde çok sınırlı kalıyordu. Bunun da en büyük sebebi; ailelerin, kızlarını tanımadıkları ve güvenmedikleri yerlere göndermemelerinden kaynaklanıyordu. Bu nedenle bizim mahalle dışında diğer mahallelerde bulunan birkaç genç kız dışında, hiç kimse kızlarının tanımadıkları birileriyle dostluk kurmalarını istemiyordu. Bu nedenle de bayanların diğer mahallelere gidip, oradaki insanlarla tanışmaları ve İslami hizmetlerini orada da icra etmeleri çok uzun zaman alabiliyordu. Zor da olsa diğer mahallelerdeki bayanlarla evlerde yapılan derslerde ve sohbetlerde yine de sorun, sıkıntı ve güvensizlikler yaşanıyordu.

Muhammedi yapı bu güvensizliği ortadan kaldırmak için, tıpkı biz erkeklerin yaptığı gibi, bayanların Kur’an derslerinin de evlerde değil de, mümkün oldukça camilerde verilmesini uygun bulmuştu. Ablamdan neden böyle karar verildiğini sorduğumda ise bana “Bizim mahallede bulunanlar, kızlarını niye camiye gönderiyorlar biliyor musun? Bizi tanıdıkları için. Camide ders veren beni ve Faruk’un ablalarını tanıdıkları için. Bir de en önemlisi, ders yerinin cami olmasıdır bence. Bu yüzden kendi mahallemizde yaptığımız uygulamaların aynısını diğer mahallelerde de yapmalıyız. İnsanlarımızın karakteri aynıdır. Eminim ki endişeleri ve kaygıları da aynıdır. Bunun için başta ben olmak üzere, şayet Faruk’un ablalarından biri de kabul ederlerse, iki bayan diğer camilere gidip orada aynı şekilde Kur’an dersi vermeye başlayacağız. Neticesine göre bu halkanın yayılması için Ağabeylerimiz, diğer bayanların da başka camilerde aynı ders halkalarını oluşturmasını isteyecek. Halkımız Müslüman olduğu için caminin kutsiyetine her zaman hürmet göstermiştir. Caminin, Allah’ın evi olduğu ve orada yanlış ve kötü bir şeyin yapılmayacağına olan inançları onlara güven veriyor. Halkın bilincindeki, ‘Allah, evinde kötü ve yanlış bir şeye asla izin vermez’ inancı takdire şayan bir durumdur. Allah’a bu kadar güven duyanları Allah mahcup etmez ve onların bu zanlarını boşa çıkarmaz. Bu yüzden bizim de camilerde ders yapmaya başlamamız isabetli olur. Bence Ağabeylerimiz çok iyi bir karar almışlar” diye izahatta bulundu. Söyledikleri kafama yatmıştı. İlk kez o zaman ablamın toplumu benden daha iyi tanıdığına şahit oldum. Onunla gurur duysam da benden iyi olduğu için onu galiba biraz kıskanmıştım.

Ablamın söylediklerine ben de katılıyordum. Faruk’un ablasıyla birlikte bu hizmette bulunacak olması ablamı sevindiriyordu. Ablam, Muhammedi yapı tarafından kendisinden istenilen bu hizmeti yerine getirme noktasında ne kadar heyecanlı olsa da asıl sorunu henüz konuşmamıştık. Babamın diğer mahalledeki camiye gidip ders vermesini onaylamayacağını söylediğinde buna şaşırmadım. Ama bence asıl sorun babam değildi. Babamı ikna ederek bu konuda ablama destek olabileceğimi söyledim. Asıl sorun olarak, gidecekleri camide onlara sorun çıkaracak olanlardan çekiniyordum. Kadın başlarına bunun nasıl üstesinden gelebilecekleri beni düşündürüyordu.

Babamı ikna etmek için dedemden bize yardımcı olmasını rica ettim. Dedem ilkin bu fikre sıcak bakmasa da, benim bu konudaki ısrarım ve cami derslerinin sebepleri ve amaçları hususunda yaptığım izahattan sonra kabul etti. Akşam babama bu konuyu açtığımda babam sinirli bir şekilde “Yeni adetler çıkarma” diye beni azarladı. Ama bu işin peşini bırakmadım. Babama, kadınların İslami eğitimlerinin neden bu kadar çok önemli olduğunu, gelecek nesilleri yetiştirecek olan bayanların olduğunu, bu nedenle onların İslami bir eğitimden geçmesinin zorunluluğundan söz ettim. Babam beni dinleyip hak verdiği halde diğer insanlar gibi kendi kızını bir başka mahalleye gönderme fikrine karşı çıkıyordu. Mahallemizdeki cami çalışmalarına devam etmesini istiyordu. Bu durumda dedem devreye girdi. Babamın izin vermesi için ikna etmeye çalışıyordu ki Ninemin de araya girmesiyle babam yumuşamaya başladı. “Fazla uzağa gitmesin” dediğinde istediğimiz izni aldığımızı anladık.

O gece Birgül ablamla uzun uzun konuştuk. Ne yapması gerektiğini ve nasıl davranmaları gerektiği hakkında sohbet ettik. Faruk’un ablasıyla birlikte bundan böyle ellerinden geldiğince götürebildikleri her eve İslam’ı götürmeleri için nasıl bir metot izlemesi gerektiği üzerinde durduk. Birgül ablamın da aklında olan önerilerini de dinledikten sonra, bundan böyle her camide kızlara ve erkeklere Kur’an dersi vermek için elimizden geleni yapmak için birbirimize destek olacak tavsiyelerde bulunduk.

Diyarbakır’ın en küçük camisinden en büyük camisine kadar her camide, okulların tatil olmasını beklemeden, bayanların ve erkeklerin sürekli Kur’an dersi alacakları bir zemin oluşturulması, Muhammedilerin ilk amacıydı. Bunu gerçekleştirmek için de tüm Muhammedi yapı fertlerinin üzerlerine düşeni yapmaları sayesinde, gösterecekleri çaba ve gayretlerini bu yönde yoğunlaştırarak, Allah’ın yardımıyla başarılı olacağımıza olan inancımız tamdı.

Muhammedi çatı altında İslami hizmet ve çalışmalar içinde, elimizden geldiği kadar herkese ulaşmanın yolunu kardeşlerimizle arama içerisinde girmiştik. Fikir ve önerilerimizi Ağabeylerimize bildirip, onların belirlediği şekilde hareket ediyorduk. İnsanlara ulaşma ve cami çalışmaları içinde Ağabeylerimizin bizden istediklerini ve beklentilerini yerine getirebilmek adına üzerimize düşeni İslam’a gönül vermiş bireyler olarak hepimiz yerine getiriyorduk.

Ağabeylerimiz, bazı hizmetlerde karar almayı bize bıraktığında bu durumu kardeşlerimle hiç vakit kaybetmeden istişare ediyordum. Arkadaşlarımızı ve çocukları camiye nasıl alıştırabiliriz? Onlara İslam’ı nasıl anlatabiliriz diye fikirler üretmeye başladık. Okuldaki arkadaşlarımızı ve çocukları camiye alıştırmak için neler yapabileceğimizi düşünürken, bunun için de her zaman ve şartta olduğu gibi Peygamber Efendimizin hayatına bakmamız isabetli oldu.  

“Tüm camilerde Kur’an dersi vermeyi istiyorsak, Peygamber aleyhissalatu vesselamın hayatını ve tebliğ metodunu örnek almalıyız. Allah azze ve celle, O’nu elçisi olarak seçtiğinde, O (sav) tek başınaydı. Ama zamanla O bir kişi, bugün bir ümmet oldu. Tıpkı suya atılan bir taş gibi, küçük halkalar şeklinde yayılacağız. Bunun kolay olacağını söylemiyorum. Ama bizler elimizden geleni yapacağız. Gerisi Rabbimizin takdiridir. Bazı camilerde imamların tepkisiyle karşılaşabiliriz. Hatta bizi camiden kovabilirler de. Ama bizler asla vazgeçmeyeceğiz. Onlar bizi kapıdan kovsalar, bizler pencereden gireceğiz. Caminin kapısına kilit vurup içerde kalmamıza izin vermezlerse, bizler caminin kapısının eşiğinde oturup gelenlere Kur’an dersi vermeye devam edeceğiz” ateşli bir konuşma yaptım. İçimdeki İslam ateşi volkan olup coşmuştu. Bir an önce tüm insanların Allah’a kulluk bilinciyle ibadet etmelerini istiyordum. Bu istekle yanıp tutuşan sadece ben değildim. Kardeşlerimde benden geri kalır bir halleri yoktu.   

Söylediklerim karşısında arkadaşlarım şaşkınlıkla birbirlerine bakmaya başladılar. Şimdiye kadar duymadıkları yeni şeyleri ilk kez duyan birisinin şaşkınlığını yaşadıkları yüzlerinden okunuyordu. Bunu atlatmaları fazla uzun sürmedi.

Tarık “Bunu nasıl gerçekleştireceğiz” diye sorduğunda yüz ifadesi umutluydu.

Faruk “Bakıyorum sen buna dünden hazırsın” diyerek ona takıldı. Tarık bu takılmayı ciddiye aldı. “Bence Muhammed söylediklerinde haklıdır. Bizim mahalledeki insanlar gibi diğer mahalledekilere, hatta ulaşabildiğimiz tüm herkese İslam’ı anlatmalıyız. Her Müslüman’ın Kur’an okumasını bilmesi gerek diyen Ağabeylerimiz doğru söylemiyor mu? İşte bize bir fırsat. Diğer mahalledeki insanların da Kur’an okumalarına vesile olabiliriz. İslami hizmet için her türlü engele hazırlıklı olmalıyız. Hem bak, senin ablan bile Allah rızası için Muhammed’in ablasıyla birlikte diğer mahalledeki camide ders vermeyi kabul etmiş. Onlar bile İslam’a hizmet edebilmek için tüm zorlukları göze alabiliyorlarsa, biz neden İslam’a hizmetten geri kalalım” dedi.

“Gittiğimiz camilerde cami Cemaatiyle daha yakından ilgilenmenin yanı sıra, namazların ardından onlarla sohbet edip bizi tanımalarına fırsat vermenin de iyi olacağını” söyledim. Bizi daha yakından tanıyan cami Cemaati bize güvendikten sonra kendi çocuklarını tereddüt etmeden bize emanet edip, onlara Kur’an ve İslam’ı anlatmamıza razı olurlar.  Mahallemizdeki camide Kur’an dersi verdiğimiz o zamanlar, neden ailelerin hiçbir tereddütleri olmadan çocuklarını Kur’an dersi için bize gönderdiklerini arkadaşlarıma hatırlattım. Bizi tanıyan mahalleli bizim nasıl bir kişiliğe sahip olduğumuzu bildiği için, hiç tereddüt yaşamadan çocuklarını Kur’an dersi için bize emanet etmekten çekinmiyorlardı. Bunu diğer mahallelerde de yapmayı önerdim. Bizi tanımaları için gittiğimiz her yerde bizi tanımaları için onlara fırsat vermeyi önerdim. Tabi bu önerim ablamdan edindiğim bir dersti. Onun sözlerini biraz değiştirip arkadaşlarıma anlatmıştım. İşe yaramıştı.  

Ağabeylerimizin tavsiyesiyle bizim mahalledeki Nurlu camisinde bundan böyle Fırat ismindeki arkadaşımızın ders vermesi, ben ve diğer arkadaşlarımın ise daha değişik camilere gidip oralarda İslami hizmetlerimize devam etmemiz yönündeki tavsiyelerini hiç itiraz etmeden yerine getirdik.

Fırat, bizim mahallede oturduğundan kendisini yakından tanıyorduk. Aynı okula gidiyorduk. Camide Kur’an dersi vermemizin ardından, kısa bir süre sonra bizimle birlikte camiye gelip Kur’an dersi almıştı. Kur’an dersini bitirmesinin ardından, camiye devam edip bizim ardımızdan Muhammedi yapının ilkelerini kabul edip hizmet saflarına katılmakla birlikte bizimle kenetlenmişti. O günden sonrada birlikte hareket etmeye başlamıştık. Bizim yaşımızda olduğu halde mahalledeki en uzun boylumuzdu. Onu tanımayanlar yirmili yaşlarda olduğunu düşünebilirdi. Oysa henüz on beşindeydi. Fırat’ın bizim mahalle camisinde Kur’an derslerine devam etmesi fikrine sevinmiştik. Fırat’ın Muhammedi yapıyı benimseyişi ve onlara itaatinde de çok titiz oluşu nedeniyle Ağabeylerimiz tarafından da takdir ediliyordu.

Fırat, Tarık’ın hafta sonları yapılan özel ders gurubunda olduğu için, Tarık’ın bundan sonra Fırat’ın camideki Kur’an derslerinde yardımcı olmasına, bildiklerini onunla paylaşıp eğitimine yardımcı olması için elinden geleni yapmasıyla birlikte Fırat’ın karşılaşacağı sıkıntı ve sorunlarını Tarık’la paylaşmasına karar veren Ağabeylerimizin bu kararı, Tarık’ı şaşırtmıştı. Ağabeylerimiz tarafından kendisine verilen bu sorumluluğu hak etmediğini düşünüyordu. Fırat gibi ders arkadaşlarına sorumluluk yapmak ağır bir mesuliyet istiyordu. Onu ve Ağabeylerimizi arasındaki bağ olma görevinin hakkını nasıl yerine getirebileceğini düşünüyordu.  

Muhammedi yapı içindeki Ağabeylerimiz tarafından verilen kararları sorgulamayı kendimiz için abes sayardık. Bu nedenle Ağabeylerimizin verdiği tüm görev ve sorumlulukların hakkını olabildiğince yerine getirmeye çalışıyorduk. Bilmediğimiz ve anlamadığımız konularda her zaman onlara danışabiliyorduk. Onlara danıştığımız her işimiz bizim için sonuçta rahmete dönüşüyordu.

Ağabeylerimizin yeni camilere gitme kararı aslında hepimiz için yeni sorumluluklar getiriyordu. Şu ana kadar gittiğimiz camimizi bırakıp, yeni camilerde yeni çalışmalar yapmak ve camilerdeki verimliliği artırmak hiç de düşünüldüğü gibi kolay olmayacağı belliydi. Bizler üzerimize düşenleri yaparak Rabbimizin bizi bu işten de muvaffak etmesini diliyorduk.

Her camideki Muhammedi yapının ders programı neredeyse aynıydı. Kur’an derslerinin yanı sıra camiye gelenlere, Peygamber efendimizin aleyhissalatu vesselamın hayatı ve fıkhın ibadet bölümü anlatılıyordu. Bu zamana kadar arkadaşlarımla birlikte yaptığımız hizmeti, bu saatten sonra başka arkadaşlarla yapacaktık. Bildiklerimizi ve öğrendiklerimizi birbirimizle paylaşmak adına bu güzel bir metottu. Bu değişiklik hepimiz için çok farklı bir tecrübe olacaktı. Hiç birimiz itiraf etmesek de, bizden beklenileni yerine getirememe tereddüdünü ve endişesini yaşıyorduk. Tek dayanağımız ise, Allah azze ve celle idi.  Ağabeylerimizden aldığımız eğitim ve güzel ahlakla edindiğimiz kişilik, bizi çok farklı yapmıştı. Zaman zaman onlar bizi bir araya toplar Muhammedi vizyonu bize anlatmakla birlikte sünnettullah konusunda bizi eğitirlerdi. Onların bize davranışları tıpkı Rabbimizin “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”  diye buyurduğu ayetindeki gibiydi.

Her birimiz okuldaki ders arkadaşlarımızla buluşup Ağabeylerimizin bize söylediklerini ve aldıkları kararları onlarla paylaştık. Okuldan ders yaptığım arkadaşlarıma derslerimizde herhangi bir değişikliğin olmadığını söyleyince buna sevinmişlerdi. Ders arkadaşlarımdan birkaçı benimle birlikte gittiğim camiye gelmek için öneri vermeleri sonucu onların bu isteklerini ancak Ağabeylerimize söyledikten sonra onların oluruyla kabul ettim.

Ağabeylerimizin kararıyla bundan böyle benim için uygun olan cami Semere Camisi olmuştu. Henüz Muhammedi yapıdan hiçbir arkadaşımızın ders vermeye başlamadığı Semere Camisi, Diyarbakır’ın tren garının arka tarafında kalan Yenişehir semt bölgesinde kalıyordu. (O zamanlar Diyarbakır henüz büyük şehir olmamıştı.) Caminin karşısında bulunan İmam hatip okulu ve onunda karşısında bulunan İmam hatip okulunun pansiyonu dışında, caminin etrafında yerleşim alanı yoktu. Cami üç yol kavşağında bulunduğundan her daim gelen giden insanların yol güzergâhları üzerindeydi. Bu nedenle camide sürekli birileri oluyordu. Semere camii, geniş bahçesi içindeki meyve ve türlü türlü çiçeklerle etrafına çok hoş kokular yayıyordu. Şadırvanında abdest almak için oturulduğunda güzel kokularla insan ferahlıyordu. Çeşit çeşit güllerin olduğu cami bahçesi, cenneti hatırlatıyordu. Kırmızı güller, Peygamber aleyhisalatu vesselam efendimizi hatırlatmanın yanı sıra, Allah’ın birliğini ve Samedaniyetine ayinedarlık ediyorlardı.

Caminin geniş avlusunda namazı bekleyenlerin daldıkları sohbet gözden kaçmıyordu. Çok geniş bir alan üzerine kurulmuş olan caminin içine girdikten sonra, sol tarafta üst kata çıkmak için merdivenler vardı. İlkin burasının bayanlara ait olduğunu düşünmüştüm. Cami çok kalabalık olmadığı zamanlar üst katta bayanlara tahsis edilip perdeler çekiliyordu. Özel gün ve geceler ve özellikle de Cuma günlerinde ise bayanlar için caminin alt katı tahsis ediliyordu.

Caminin içindeki süslemeler fazla abartılı olmadığından, namaza duranların zihnini meşgul edecek olumsuz tüm manzaradan uzaktı.

Burada kardeşlerimle Kur’an dersi vereceğimi düşündüğümde, elimden olmadan bir heyecana kapıldım. Burada nasıl verimli olacağımı henüz bilmesem de, bir yerlerden başlamam gerektiğini biliyordum. Deyim yerindeyse “Kuş uçmaz, kervan geçmez” bir yerde birilerini bulup, onlara cami sevgisini aşılamak, Kur'an dersi vermek ve onlara İslam’ı nasıl anlatabileceğim sorusu kafamı kurcalamaya başlamıştı. Bu işin kolay olmayacağını biliyordum. Sadece bu kadar zorlanacağımı hiç tahmin etmemiştim.

Öğle namazının ardından cami Cemaati dağıldıktan sonra camide bulunan Kur’anlardan birini alıp bir köşeye geçip okumaya başladım. Bu camide Kur’an dersi vereceksem eğer, burada ilk Kur'an okuyan ben olmalıyım diye düşünüyordum. Bir cüzden fazla Kur'an okumuştum. Kur'an tilavetine dalıp gitmiştim. Zamanın hiç farkında değildim. Ta ki arkamdan bir ses “Allah kabul etsin” deyinceye kadar. Arkamı döndüğümde kırk yaşlarında, yaklaşık bir yetmiş beş boylarında, hafif kilolu, beyaz tenli, yeni tıraş olmuş, saçlarında yer yer kırlar düşmüş, iyi giyimli birini görünce o an için “Allah razı olsun” dedim. Kim olduğumu ve burada ne yaptığımı sorması üzerine kendisine “Namazdan sonra yapacak işim yoktu. Oturup biraz Kur’an okumak istedim. Bir sakıncası yoktur inşallah” dedim. Bana hayret ifade eden gözlerle bakan bu adamın neden böyle baktığını merak ediyordum. Bana öyle bakması hiç hoşuma gitmemişti. Sanki bir suç işlemişim gibi kendimi suçlu hissetmeme neden oluyordu bakışları. Yanıma oturup “Kur’an’ı Kerim okumasını kimden öğrendin” diye sordu. Onun bu merakını anlayamasam da Kur'an dersi aldığım Hocamın ismini söyleyince gözleri parladı. Hocamı tanıdığını belli eden ifadelerle “O herkese Kur'an dersi vermezdi. Nasıl oldu da sana Kur’an dersi verdi” diye hayretini ifade etti. Gerçekten de Hocam çocuklarla uğraşmayı pek seven biri değildi. Özellikle Kur’an öğrenmeye gelen çocukları bir yaz tatili geldikten sonra ikinci yaz tatili gelmiyorlardı. Onlara sarf ettiği emiğin boşuna gittiğini düşündüğünden kimseyle yakından ilgilenmezdi. Biz farklı çıkmıştı. Beş yaz tatili onun eğitiminden geçmiş, teveccühünü kazanan çalışkan öğrencileri olmayı başarmış nadir kişilerdendik.

 “Eğer sakıncası yoksa biraz sesli oku da seni dinleyeyim” deyince o an için ne yapacağımı şaşırdım. Hiçbir şey demeden okumaya başladım. Yaklaşık yarım sayfayı sesli bir şekilde okumuştum. Okumaya devam ederken “Aferin sana. Güzel okuyorsun. Hocan seni iyi yetiştirmiş”  deyip iltifatlar etti. Ardından okul okuyup okumadığımı sordu. Ona gittiğim okulu ve kaçıncı sınıfta okuduğumu söyledim. Bu meraklı adam kendisini bu caminin İmam’ı olarak tanıtınca çok şaşırdım. Özellikle öğle namazımı arkasında kıldığım bu adamı tanımamış olmam bana tuhaf geldi. Bu zamana kadar arkasında namaz kıldığım İmamların nasıl biri olduklarını hiç merak etmemiştim. Bu yüzden öğle namazının ardından da İmam’ın nasıl biri olduğuna aldırmadan sünnet namazlarımı kılmaya başlamıştım.

Kendisini cami imamı olarak tanıtan bu adamın benimle neden ilgilendiğini merak ediyordum. Bir an için niyetimi bildiğini ve buna izin vermeyeceğini söylemek için yanıma geldiğini düşündüm. O zamanlar camilerde Kur'an dersi ancak cami İmamları tarafından verildiğinden bu duruma hiç şaşırmazdım. Cami İmamları dışında hiç kimse Kur'an dersi bile olsa onlardan izinsiz ders veremezdi. Bu o zamanlar geçerli olan bir şeydi. Ta ki Muhammedi yapıya mensup Müslümanlar bunu değiştirinceye kadar…

Kendisini cami İmam’ı olarak tanıtan bu adam “Maşallah, çok güzel Kur’an kıraatin var. Sabahları Kur'an öğrenmeye gelen öğrencilere ders veriyorum. Eğer senin işin yoksa gelip bana bu konuda yardımcı olursan sevinirim. Hem bunun hayrı çok büyüktür. ‘En hayırlınız Kur'an’ı öğrenen ve öğretenlerdir’ Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimizin hadisini duymuşsundur” diyerek ne kadar istekli olduğu görmemi istedi. Ne diyeceğimi düşünürken cami İmam’ı “Bu konuda Hocandan da gerekirse izin alabilirim. Benim yanımda Kur’an dersi vermene izin verir” dedi sesliğimi endişe ve tereddütte yormuştu.

O an için ne diyeceğimi bilemedim. Çekinmeseydim hemen o esnada secdeye kapanırdım. Allah’ın verdiği bu nimet için şükrümü içimden hamd ederek ifade ettim. İmamın bu teklifine olumlu cevap verdim. Benden daha fazla sevinen İmam, kendisine Kur'an dersi için bir yardımcı bulduğu için mutluydu. Oysa benim içimde sessiz sevinç çığlıkları kopuyordu. İhlasla çıkılmış bir yolda, tek yardımcımız olan Allah azze ve celle bize yine ikramda bulunmuştu. Muhammedilerin ihlaslı çalışmaları ve gayretlerinin sonucu olarak o yapıya mensubiyetimizden dolayı Rabbimizin hikmetini ve yardımını bir kez daha gördüğüm için seviniyordum.

İmamla anlaştıktan sonra ertesi gün sabah 10’da dersin başlayacağını hatırlatıp yanımdan ayrıldı. İçimdeki sevinçle bir müddet daha Kur'an okumaya devam ettim. Yarın başlayacağım ders için çok heyecanlanmıştım. Yeni bir başlangıç için kendimi hazır hissetmesem de, bu işe Allah rızası için girmiştim. Rabbimin beni mahcup etmeyeceğine olan inancım tamdı.

Yaşadıklarımı Ağabeylerime bildirip, Semere Camisinde Kur’an dersi vereceğimi söylediğimde bana Musa isimli kardeşimizin yardımcı olacağını söylediler.

Musa, İslami şuuru ve Muhammediyi ilke ile hareket ettiğinden kendisine imrenirdik. Yapılması gereken bir iş olduğu zaman “Bunu Ağabeylerimiz emrediyor?” deseydik, hiç soru sormadan o işi yapardı. Okulda tanıştığımız günden beri bizimle birlikte hareket eden ilk kardeşlerimizdendi. Ders yaptığım arkadaş grubumdaydı. Çok cesur olmasının yanı sıra biraz asabiydi. Bu asabiyetini bazen kontrol etmekte zorlanıyordu. Tüm bunlara rağmen İslam’a gönülden bağlıydı. Namaz ve ibadetlerinde çok hassastı. Ders arkadaşlarım için de en ihlaslı ve takvalı olanı oydu.

Hafta sonu kardeşlerimle ders için bir araya geldiğimiz zaman, kendilerine bundan böyle Musa’yla birlikte Semere Camisinde cami hocasına yardımcı olup, Kur’an dersi vereceğimizi söylediğimde kardeşlerim buna sevinmişlerdi. Musa “Biz cami hocasından ayrı bir ders halkası yapsak nasıl olur?” diye sordu. Musa’nın bu sorusuna Şerif “Biz de Hocanın ders vermediği vakitlerde ders yapabiliriz” dedi. Hoca’nın ders saatlerinin dışında karşı bir ders açma fikrini beğenmemiştim. Arkadaşlarımın bu konudaki fikirlerini dinlemek için Erdal’a da fikrini sordum. Erdal, içimizdeki en sessiz ve sakin olan arkadaşımızdı. Genelde konuşmayı pek sevmezdi. Konuştuğu zaman da boş konuşmazdı. Erdal, kısa boylu ve çok zayıftı. Küçük kara gözleri yüzünden kendisini şahin bakışlı diye çağırırdık. Fikirleri isabetli ve ileri dönük olurdu. Erdal’ın söyleyecekleri bizim için önemliydi. Erdal “Kur'an dersi vermek için cami Hocasına yardımcı olmak güzel bir şeydir. Ama zamanla kendi ders halkamızı oluşturmalıyız. Bizler, cami imamları gibi Kur’an derslerini sadece tatil günlerinde vermiyoruz. Bizim istediğimiz, her zaman Kur’an dersi alacak olanlara tatil demeden de ders verebilmektir. Bu yüzden zamanla kendi ders halkamızı oluşturmamızda bir sakınca yok. Cami İmamı bize izin vermezse bizlerde Şerif’in dediği gibi ondan ayrılıp ayrı bir ders halkası kurabiliriz. Bunun birçok zorluğunun yanı sıra başta cami İmamı olmak üzere birçok kişinin tepkisini çekeceğini bilmeliyiz. Bu tepkilere karşı durabileceksek bu bizim için kazanç olur. Yapacağımız en küçük bir yanlışımız bile mensubu bulunduğumuz yapıya mal edileceğini unutmamamız gerek. Bizim yüzümüzden İslam’a bir zarar gelmesini istemeyiz. Aksi halde bundan böyle hiçbir camide Kur'an dersi vermemize izin vermezler” dedi. Erdal’ın haklı olduğu birçok nokta vardı. Benim de endişe ettiğim konu cami İmamıyla karşı karşıya gelmekti. Bu konuda da Ağabeylerimizin bize tavsiyeleri vardı.

Camilerde ders veren tüm Muhammedi yapının mensuplarına Ağabeylerimizin tavsiyesine göre camideki İmamlarla iyi geçinip, caminin temizliği ve müezzinlik gibi görevlerde İmamlara elimizden gelen her konuda yardımcı olmaya çalışıyorduk.

O zamanlar camiler istesek de istemesek de İmamların kontrolü altındaydı. Birçok cami İmamı, namaz vakitleri dışında camileri kilitleyip bir diğer vakte kadar açmazdı. Böyle bir şeyle karşılaşmak bizi zor duruma sokardı. Nihat “Cami İmamlarıyla karşı karşıya gelmek aynı zamanda cami Cemaatiyle de karşı karşıya gelmek anlamına gelir. Şayet öyle bir şey olursa cami Cemaati çocuklarını Kur'an okumak için bize göndermezler. Böylesi bir durumda bizim çabamızın hiçbir anlamı olmaz” dedi.

Arkadaşlarımla bu tür sorunları istişare ederken, bir anda diğer camilerde Kur’an dersi vermeye başlayan ve muhtemelen aynı sorunları yaşayan kardeşlerimiz aklıma geldi. Onların neler yaşadığını merak ettim. Karşılaştıkları sorunların üstesinden nasıl geldiklerini öğrenmek için İsa’yı ziyaret etmeye karar verdim.

Muhammedi yapıyla tanışmama vesile olan İsa’yla artık eskisi gibi sık görüşemiyorduk. Ne zaman kendisiyle görüşmek istesem, Ağabeylerimiz aracılığıyla kendisine görüşmek için haber gönderiyordum.  Talebimin ardından uygun gördüğü bir zamanda uygun gördüğü yerde buluşuyorduk.

İsa, İslami hizmette yerimi almama vesile olmakla birlikte aynı zamanda da Muhammedi şuur ve bilinç kazanmamda etkili oldu. Kendisinin ilgi ve alakası sayesinde Muhammedi çatı altında bulunan başta Ağabeylerim olmak üzere kardeşlerimin muhabbet ve güvenini kazanmıştım.

İsa’yla görüşmemizde kendisiyle uzun bir sohbet yaptık. Cami çalışmalarımızın nasıl gittiğini sorması üzerine yaşadığımız sıkıntıları kendisine anlatıp, verdiği çözüm önerilerini dikkatlice dinledim. İlk cami çalışması yapanların, bizim gibi sıkıntılarla karşılaştıklarını ve bu durumda Allah’a güvenip mensubu bulunduğumuz yapının tecrübelerinden istifade etmemizin her zaman hayırlı olacağını belirtikten sonra İsa’yla tekrar ayrılma vaktimiz gelmişti. Kendisiyle özlem içinde ayrılmamızın ardından bir daha ne zaman karşılaşacağımızı bilmediğimizden kendisine sarılarak ayrıldım.  

Eve geldiğimde kafamda hâlâ bu durumu nasıl çözeceğimle ilgili sorularla uğraşıyordum. Bir çıkış yolu olmalı diye düşünüyor ve bu yolu bulmak için başta İsa’nın söylediklerini daha sonra da okuduklarımı hafızamda canlandırmaya çalıştım. O kadar dalgınmışım ki Birgül ablamın bana birkaç kez seslenmesini bile duymamıştım. Ablam “Hayırdır nerelere dalmışsın? Seni bu kadar düşündüren şey nedir? Bugün birkaç kez Faruk gelip seni sordu. Gelirse beni görmeye gelsin” dedi. Faruk’un beni beklediğini duyunca hiç vakit kaybetmeden evden çıktım. Faruklara geldiğimde Tarık ve Ziya’nın da orada bulunmasına sevinmiştim. Onların yanında kendimi çok rahat ve huzurlu hissediyordum. Onlara selam verdikten sonra Ziya’ya “Sizin cami dersleriniz nasıl gitti” diye sordum. Henüz bir şey söylemeden Tarık “İmamın hışmına uğradık. Senin gibi şanslı değiliz” dedi. Tarık’ın bana olan bu güveni biraz gururumu okşamıştı. Ben de sizinle bunu konuşmak istiyordum. İsa’yla görüşmemizden söz edip selamını kendilerine ilettim. Ağabeylerimizin bizim için belirlediği camilerde bir an önce Kur’an derslerinin başlaması için elimizden geleni yapıyorduk. Ama işler hiç de bizim istediğimiz gibi gitmiyordu.

Bizim tam aksimize, bayanlar çok rahat bir şekilde istedikleri camide Kur'an dersi vermeyi başarıyorlardı. Onlar her gittikleri yerde bayanlar için özel olarak caminin alt katında ya da sabah vakitlerinde caminin üst katında ders verebileceklerini söyleyen İmamlar, biz erkeklere ise izin vermiyorlardı. Bunun birçok sebebi vardı. Belki de en önemli sebep, o zamanlar camilerde İmamların dışında Kur’an dersi verilmemesi yönünde emniyet mensuplarının din görevlilerini tehdit etmeleriydi. Birçok İmam emniyet tarafından tehdit edilmişti. Bu yüzden haşin yüzlerini bize göstermekten de çekinmiyorlardı.  

Bundan sonra ne yapacağımızı konuştuk. Ağabeylerimizin bizden istediği, İmamları kırmadan, onlara karşı çıkmadan bu işi güzellikle hal etmekti. Onlar bizi istemese de biz kendimizi onlara kabullendirinceye kadar sabredecektik. Arkadaşlarım da benimle buluşmadan önce kendi ders arkadaşlarının fikirlerini aldıklarından, her birimiz ortaya çıkan fikirlerden en iyi sonucu bulmaya çalıştık. Tarık “Madem amacımız bu işin sürekli olması yönünde, o zaman daha küçük adımlarla hareket etmeliyiz” dedi. Faruk “Peki, ama nasıl?” diye sordu. Tarık’ın cevap vermesini beklerken, anladık ki Tarık’ın henüz bu konu hakkında hiçbir fikri yokmuş. Arkadaşlarım kendi aralarında konuşmaya devam ederken, nasıl olduğunu bilmediğim bir hisle “Sizce camide Kur'an dersi vermek ne kadar önemlidir?” diye sordum. Faruk “Bu nasıl bir soru şimdi. Cami dışında hiçbir yerde Kur'an dersi veremeyiz. Daha önemlisi, şayet insanlara İslam’ı anlatmak istiyorsak bu iş, camiden başka bir mekânda gerçekleşemez. Peygamber efendimiz aleyhissalatu vesselam Medine’ye geldiği zaman yaptığı ilk iş cami yaptırmak olmuş. Cami Müslümanlar arasında en güçlü bağ olmanın yanı sıra, Müslümanların asıl eğitim mekânıdır. İslam’ın yayılmasında Ashabı Suffe[1]nin etkisini hepimiz biliyoruz. Bu yüzden camide ders vermek, İslami hizmet açısından olmazsa olmazlardandır diye düşünüyorum” dedi. Faruk’un bu konuşmasından cesaret alarak “Arkadaşlar, madem konu bu kadar önemlidir, o zaman biz de bunu yapmak için tüm zorlukları göze almalıyız. Mademki İslam’a hizmet, camiden geçiyor o vakit camilerde kendi ders halkalarımızı oluşturmaya çalışmalıyız. Bu durumda karşılaşacağımız ilk ve en önemli zorluk, hepimizin bildiği gibi cami İmamlarıyla olacak. Onlarla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz görünüyor. Her ne kadar Ağabeylerimiz bizden cami İmamlarıyla karşı karşıya gelmemizi istemiyorsa da, bir şekilde cami İmamlarıyla karşı karşıya gelişimiz kaçınılmaz görünüyor. Onları kırmadan, incitmeden bu olacağa benzemiyor. Biz ne kadar iyi olursak olalım onlar bizimde kendileri gibi davranmamızı bekleyecekler. Bunu yaptığımız takdirde onlardan bir farkımız kalmaz. Yaptıklarına sessiz kalamayız” diye içimden geçenleri söyledim.

Konuştuklarımızı ve gittiğimiz camilerde İmamların baskısıyla karşılaşan kardeşlerimizin yaşadıklarını Ağabeylerimizle paylaşıp onların yol göstermelerini istedik. Yaşadıklarımız konusunda elimiz kolumuz bağlanmıştı. Bir taraf incinecekse bu fedakârlığı bizim yapmamız gerekiyordu. İmamlarla karşı karşı gelmemek için gösterdiğimiz çabalar onların daha çok saldırganlıklarını artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. İyi niyet gösterilmesinden anlamayan, Devletin kolluk görevlilerinden korktukları kadar Allah’tan korkmayan bazı İmamlar görevlerini yerine getirseydiler bugün bizler böyle bir şey yapmaya mecbur kalmazdık. Din görevliler olarak yaptıkları tek şey neredeyse camiye gelenlere namaz kıldırmaktan başka bir görevleri olmadığını zanneden korkaklar karşılarında bizim gibi güçsüz ve mazlum birilerini görünce tüm hınç ve kinlerini bizden çıkarırcasına üzerimize gelmelerini anlamaktan zorlanıyordum. Her şeye rağmen yaptığımız İslami hizmette tek dayanağımız ve melcemiz Allah-u Taâlâydı. Allah’ın yardımıyla sabırlı ve hikmetli davrandığımız takdirde inşallah bunun da üstesinden geleceğimize olan inancımız bizi güçlü tutmaya yetiyordu. Yolumuz İlahi yol olduğu gibi bu yolda asıl rehberimiz İlahi ayetlerdi. Tıpkı Rabbimizin de buyurduğu gibi “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir”[2] ayetinde belirtiği şekilde en güzel şekilde mücadele yoluna sarılmıştık.

Madem kendi ders halkamızı oluşturmaya kararlıyız, o zaman bu ayet bizim için yolumuza kandil, zorluklarımız anında ışığımız olsun. Her birimiz bu ayette belirtildiği gibi hikmetle hareket etmek için elimizden geleni yapmaya karar verdik. Rabbimizin buyruğuna uyduğumuz sürece kaybetmeyeceğimizi biliyorduk. Fakat nefsimize uyduğumuz takdirde işte o zaman hüsrana uğrayanlardan olmamız kaçınılmazdı. Her birimiz bu ayeti daha iyi anlamak için birkaç tefsir kitabından bunu araştırıp, bu ayetin manasına vakıf olmaya gayret ettik. Mücadele nasıl verilir, en güzel mücadele şekli nedir, hikmetli ve güzel öğütle çağırmak ne anlama geliyor diye araştırmaya başladık. Bu araştırmaların sonu genelde hep aynı kaynağa bizi yönlendiriyordu. O kaynakta Hz. Muhammed’in hayıtı ve onun mücadelesiydi.

İsa’dan öğrendiğim bilgileri arkadaşlarımla paylaşıp, Ağabeylerimizin tavsiyesi üzerine bundan böyle ikindi namazından sonra da iki arkadaşın camide birbirlerine ders alıp vermelerini istediklerini kendilerine söyledim.

Bu durumda cami İmamı müdahale ederse, en azından iki arkadaş birleşip ona cevap verebilmeleri daha kolay olacaktı. Ağabeylerimizin tavsiyesi “Şayet cami Hocası onları sabah dersine davet ederse sabah müsait olmadıklarını söyleyip, ikindiden sonrası için ısrar etsinler. İkindiden sonra müsait olmasa bile akşam ve yatsı arasında müsait olduklarını söylesinler.”

Bundan böyle her birimiz, gideceğimiz caminin mıntıkasında kendimize arkadaş edinecektik. O arkadaşları ikindi veya akşam ile yatsı arası camide Kur'an dersi almaları için davet edecek ve onlara Kur’an dersi başta olmak üzere, Peygamber efendimizin hayatını ve Fıkıh konusunda dersler yapacaktık. Bundan böyle bizim mahallemiz, gittiğimiz cami ve onun civarı olacaktı. Gittiğimiz caminin müdavimleriyle iyi geçinmek ve onlara sadece Kur'an dersi vermek istediğimizi net olarak anlatmalıydık. Cami Hocasının bizim arkamızda ne söyleyeceğini bilmesek de iyi konuşmayacağı kesindi. Bundan böyle Kur'an dersi almaya gelen kardeşlerimiz zamanla ilgilendikleri arkadaşlarını gittikleri camilere davet edip orada bulunan kardeşlerle tanıştırıp kaynaşmalarını sağlayarak arkadaş çevresi oluşturmakta Ağabeylerimizin bize tavsiyesiydi.

Tarık “Dediklerin hoş güzel de bu iş o kadar kolay olmayacak biliyorsun değil mi?” Tarık’ın taşıdığı endişeleri ben ve diğer arkadaşlar da taşıyorduk. Buna rağmen yapacak başka bir seçeneğimiz yoktu. Ağabeylerimizin tavsiyesi bizim için yeterli sayılırdı. Mensubu bulunduğumuz yapı bizden bir şey yapmamızı istiyorsa bize düşen şey onu yerine getirmekti. Bizden istenilen şeyin zorluk veya sıkıntısını düşünmezdik. İslami çalışma için istenilen hizmeti yerine getirmemizin ne kadar önemli olduğunun farkındaydık. Ya bu hizmetten vazgeçecektik ya da bu hizmet için tüm zorlukları göze alacaktık.  

Arkadaşlarımla birlikte bu hizmete gönül verdiğimiz için, başımıza gelecek olan şeyden korkmuyorduk. Tam aksine içimizde tarifini yapamadığımız bir gurur vardı. Bu gurur; kendimizi büyük görme veya kibirden kaynaklanmıyordu. Gururumuzun kaynağı, Allah’a hizmet için başımıza gelecek olanlardan duyduğumuz sevinçten kaynaklanıyordu. Allah’a hizmet edip de başına her hangi bir musibet gelmeyen yok gibiydi. Gönderilen tüm Peygamberlerin mücadeleleri ve çektikleri sıkıntıları bugüne kadar sadece okumuştuk. Şimdi biz de bir mücadelenin içine girmiştik. Yaşadıklarımızı ve sıkıntılarımızı mensubu bulunduğumuz Muhammedi kardeşlerle paylaşmak ve onlarla birlikte bu kutlu hizmette omuz omuza her türlü zorluğa karşı göğüs gerebilmek için “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever[3] ayetinin belirtiği gibi birbirimize kenetlenmiştik. Allah’ın yardımı her zaman kendi yolunda mücadele edenlerle beraber olduğuna iman eden bir avuç Muhammediydik.

Arkadaşlarımdan ayrılıp eve geldiğimde hâlâ kafamı kurcalayan bazı şeyler vardı. Kur'an dersi için bize sorun olacak olan imamlara içimde bir kızgınlık oluşmuştu. İslam’ı anlatmaları gerekenlerin bu işten neden kaçtıklarını anlamaktan zorlanıyordum. Onlar için, yaptıkları bu hizmetler ailelerinin geçim kapısından başka bir şey değildi. İslam’a hizmet etmek, insanlara hakkı ve hakikati anlatmak onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu artık. Devletin kendilerinden istedikleri gibi, suya sabuna dokunmayan Müslüman bir nesil yetiştiriyorlardı.

Düzenin hesabına göre İslam’ı anlatıyorlardı. İslam’ın; doğa sevgisi, hayvan hakları, sevgi ve şefkatinden başka bir şeyi anlatılmayan Cuma hutbeleri cami Cemaati tarafından bile artık sıkıcı bulunmasına bile aldırmıyorlardı. Sosyal hayatın her alanıyla ilgilenen İslam dini, hayatımızın her karesiyle yakından ilgiliydi. Hutbelerde yeri geldiği zaman hayvan haklarından da söz edilecektir elbette. Doğayı korumak ve gelişmesini sağlamak da Müslümanların görevleri arasındadır. Hz. Peygamberin aleyhissalatu vesselamdan “Eğer Müslüman bir adam bir fidan diker veya ekin eker de, ondan bir yabanî hayvan, kuş yahut başka bir şey yerse, bunda onun İçin mut­laka sevap vardır” Hadisini de okumuştuk. Bunlarla birlikte ümmetin derdi ve sıkıntıları da anlatılmalı. Halkın, Rablerine karşı görev ve sorumluluklarından da söz edilmelidir. İşte birçok cami İmamının ihmal ettiği konu buydu. Sadece yüzeysel bir İslam anlatılıyordu. Bunun doğal bir sonucu olarak da hutbeyi dinleyen cami Cemaatinin manevi dünyasında ve İslami şuurunda herhangi bir değişiklik olmuyordu. Sadece Cuma’nın farzını yerine getirdikleri için rahattılar. Cuma hutbelerinde genellikle Diyanetin belirlediği hutbeler okunurdu. Bu çerçevenin dışına çıkan imamlar ise işlerini kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlardı. Bu yüzden birçok imam, hakkı söyleyecek cesaretlerini kaybetmişlerdi. Bu durumun farkında olsalar da genel anlamda hiç kimse bunu değiştirmek için bir çaba sarf etmiyordu. Buna çok şaşırsam da bu işin arka planında geçmişte yaşanan olayların olduğunu ve İslami hizmetlerin yasaklandığı dönemle ilgili olduğunu bilmeme rağmen bu durumu bir türlü kabullenemiyordum. İslam için başların feda edildiği zamanlar unutulmuş gibime geliyordu. İslam için mücadele vermedikten sonra bu hayatın ne anlamı olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyordum.

Bundan böyle ikişerli olarak camiye gidip, orada Kur'an dersi vermek için hep birlikte bir çalışmanın ve gayretin içine girmiştik. Kur'an dersi esnasında, ders almaya gelenlerle yakınlaşıp onlara İslam’ı anlatmaya çalışıyorduk. Musa’yla birlikte gittiğim Semere cami Hocası, belli ettirmese de bu durumdan hoşlanıyordu. Hoca’nın bu tavrı, İslam’ı anlattığım için mi yoksa öğrencilerle iyi geçindiğim için miydi tam olarak kestiremiyordum. Ama bu durumdan her ikimiz de memnunduk.

Semere camisinde kız çocuklarının da Kur'an dersi almaları için Hoca’yla konuştuğumda bu duruma pek sıcak bakmadı. Özellikle kızların camiye girip namaz kılanların dikkatini dağıtmalarından çekindiğini söyleyince aklıma caminin alt katı geldi. Cuma günleri sadece bayanların namaz kılmaları için açılan bir yerdi. “Hocam alt katta bayanlar ders verebilirler. Hem bu şekilde kimseyi de rahatsız etmemiş olurlar” dedim. Hocam, “Bu ısrarından vazgeçmeyeceksin değil mi?” dedi.

“Hocam, biz erkeklerin ne kadar Kur'an dersine ihtiyaçları varsa, emin olun ki kızların biz erkeklerden daha fazla bu eğitime ihtiyaçları var. Bizleri eğiten ve yetiştiren annelerimiz İslami bir eğitime sahip olsaydı bugün içinde bulunduğumuz bu durumdan daha farklı bir durumda olurduk” dedim. Hocam, dediklerimde haklı olduğumu bilse de “İyi hoş ta kızlara ders verecek kimse yok ki” dedi.

“Hocam siz izin verdikten sonra kızlara Kur'an dersi vermesi için ablamın veya mahalledeki ablaların bu işi severek yapmaya talip olacaklarını umuyorum” deyince Hocam “Peki, bak bakalım eğer kızlara ders verecek birilerini bulursan gelip aşağıda Kur'an dersi versinler” dedi istemeyerek de olsa. Bu duruma çok sevinsem de kendi ablam veya Faruk’un ablaları adına söz verdiğim için yanlış yapıp yapmadığımı düşünmeye başladım.

Gittiğim camide kız çocuklarına Kur’an dersi verilmesi için Ağabeylerimden yardım istediğimde onlar da bu işi en güzel yerine getirebilecek kişiler olarak Birgül ablam olduğunu, onunla konuşup bundan sonra Semere camisinde kız çocuklarına Kur’an dersi vermesini söylediler.

Akşam cami çıkışından sonra eve gelip Birgül ablama durumu anlattığımda buna şaşırmıştı. “Faruk’un ablasıyla daha yeni gittiğimiz camiyi bırakmam ne kadar doğru olur? Hem oradaki kızlar bana alışmışlar. Benim ayrılmamın ardından Kur'an dersini bıraksalar bunun vebalini taşıyamayız” diye itiraz etse de sonuçta kabul etmek zorunda kaldı. Ablama hak versem de, Ağabeylerimizin böyle uygun gördüğünü söylemem üzerine ablam hiç itiraz etmeden “Tamam” demek zorunda kalmıştı. O da en az benim kadar itaat şuuruna sahipti.  Ablama “Senin yaptığın, Kur’an dersini bırakmak olmadığı için inşallah Rabbimiz bizi mahcup etmez. Sen bir hizmet alanından başka bir hizmet alanına geçiyorsun. Senin yerine Faruk’un ablasına, Ayşe yardımcı olur. Yeni hizmet alanları açmak için yapılan bir fedakârlık olarak düşün” dedim.

Canım ablam her zaman fedakâr biri olmuştu. Şimdi Ağabeylerimiz istediği için gittiği camiden, öğrencilerinden ve arkadaşlarından ayrılacaktı.

Ablam, benim için ikinci annem gibiydi. Bazen bana olan sevgisini ve düşkünlüğünü düşündüğümden kendimden utanırdım. Beni sevdiği kadar kendisini sevmediğimi düşünürdüm. Ama bu sefer kendisinden kendim için bir şey istemiyordum. İstediğim şeyler, İslam’a daha iyi hizmet edebilmek adına Muhammedi hizmetin yayılması için alınmış bir karardı.

Ablam ikna olunca bu durumu arkadaşlarıma anlattım. Arkadaşlarım da en az benim kadar sevindiler. Bu duruma kısmen üzülen tek kişi belki de Faruk’un ablası olmuştu. Ders arkadaşından ayrılmanın hüznünü yaşamıştı. Neyse ki ablam, kardeşim Ayşe’nin kendisine yardımcı olacağını söyleyince biraz olsun teselli bulmuş.

 

 

 

[1] Ashabı Suffe: Peygamber efendimizin Mekke'den hicretinden sonra, Medîne-i münevverede yaptırdığı câminin (Mescid-i Nebevî'nin) örtülü bölümünde ilim ve ibadetle meşgul olan fakir ve kimsesiz Müslümanlar.

[2] Nahl Suresi: 125

[3] Saf Suresi: 4

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar