İslam Fedaileri-8. Bölüm
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Çalışmalarımız yaşıtlarımız üzerinden iyi bir etki gösterse de bizden büyüklere ulaşmakta hala zorluk çekiyorduk. Her ne kadar büyüklerimizin yanında zaman zaman konuştuğumuzda, sözlerimizi ve sohbetlerimizi hoş ve faydalı görseler de onlar üzerinde bundan daha fazla bir etki yapmaktan henüz çok uzaktık. Bu durumda elimizde yaşıtlarımızla ilgilenmekten başka bir seçenek kalmıyordu. Allah’ın inayetiyle kendi yaşıtlarımız arasında sözü dinlenenlerden olduğumuz için kendimizi bu konuda şanslı görüyorduk.
Daha lise birinci sınıfı yeni bitirmiş gençler olduğumuz için, kimsenin bizden bir beklentisinin olmamasına şaşırmıyorduk. Ancak bizler “Hak ve doğru” bu kadar açık ve seçik olduğu halde, insanların haktan nasıl olurda uzaklaştığına bir anlam veremiyorduk. İnsanların ne zaman doğru yola döneceklerini merak edip duruyorduk.
Yaşadığımız toplumdaki insanların büyük bir çoğunluğu Allah’a iman ettikleri halde, Allah’ın emirlerini yerine getirmede, farzları eda etmede gereken hassasiyeti göstermiyorlardı. Bu durumun değişmesi gerektiğini düşünüyor ve bunun için elimizden geleni yapıyorduk. İslam’ı, elimizden geldiğince ulaştırabildiğimiz herkese ulaştırmak istiyorduk. Her birey, yediden yetmişe İslam’ın muhatabıydı. İslam, kişiler ve fertler arasında ayrım yapmazdı. İslami tebliği herkese ulaştırmanın gayreti içindeydik.
Bir hafta sonra tekrar arkadaşlarımla bir araya gelip bu konuyu konuştuk. Geçen süre içinde her bir arkadaşımın bunu kendisine dert ettiği her hallerinden belli oluyordu. Sorunun çözümü için alternatifleri konuşmaya başladığımızda Faruk “Yapabilirsek evde abilerimiz, ablalarımız, anne ve babamızın da dâhil olacağı dersler yapalım. Onlara nasıl bir hizmetin içinde olduğumuzu gösterelim. Gerekirse bu sohbetlere arkadaşlarımızı da çağırıp onlarla birlikte ders yapalım. Bu konuda kimin ihtiyacı olursa ona yardımcı olalım. Peygamber efendimiz “Allah’ım, iki Ömer’den biriyle bu davayı destekle” diye dua ettiği gibi, bizler de dualarımızda davamızı destekleyecek aile bireyleri için ısrarcı olalım. İnşallah Rabbim dualarımızı kabul eder” diye ortaya çok güzel bir fikir attı. Bu işi kendisine dert ettiği her halinden belli oluyordu.
Faruk’un önerisiyle bundan böyle aile bireyleriyle dersler yapma önerisini Ağabeylerimize bildirdik. Ağabeylerimiz tarafından ailelerimizle nasıl bir diyalog kuracağımız hususunda gelen tavsiye, yine Kur’an ve sünnet çerçevesindeydi. Büyüklerimize karşı her zaman saygılı olmamızın yanı sıra onlara gereken hürmeti ve ilgiliyi göstermemiz konusunda tavsiye ile birlikte ders yapma fikrimiz olumlu görülmüştü.
Yaz tatili boyunca, yaptığımız hafta sonu çalışmalarına devam ediyorduk. Bu çalışmalarda esnafla ve diğer çalışanlarla bir bağ kurmaya girişimi iyi sonuçlar veriyordu. İşyerlerinde çalışanlarla aramızda oluşan bağı değerlendiriyorduk. Nuri gibi birkaç arkadaşın saflarımıza katılması, bu işin başarıya ulaştığı anlamına geliyordu.
Bizler, üzerimize düşen şeylerden mesuldük. Gerisi Allah’ın takdiriydi. Allah dilerse eğer dinini “Allah bu dini, fâcir bir adamla da te'yid eder, kuvvetlendirir” bize gerek dahi kalmazdı. Hidayet yalnız O’na aitti. O dilediğini doğru yola iletendir.
Aldığımız karar gereği birkaç gün sonra abim Adem’le daha yakın olmak için onunla ilgilenmeye başladım. Adem abim, vakit namazlarını bazen kılan bazen de kılmayan biriydi. Eminim ki babamın korkusundan olmasaydı hiçbir vakit namazı bile kılmazdı. Buna rağmen yine de iyi birisiydi. Namaz kılmamasının tek nedeni tembellikti.
Küçüklüğünden beri babamdan iş hayatının haram ve helallerini çok iyi öğrenmiş ve bunu iş hayatına uygulamaya çalışıyordu. Bu yüzden abime yakın olmaya çalışırken, kendisine namazla ilgili hiçbir şey söylememeye dikkat ediyordum. Bunun yerine fiili olarak ona yardımcı olmak istiyordum. Bazen sözlü uyarı yerine fiiliyatta bunu göstermenin daha etkili olduğu bir gerçektir. Bunun için akşam vakti camiye gitmek için abdestli olduğum halde tekrar abdest alıyordum. Bunu biraz da göstere göstere yapıyordum. Camiye gideceğim vakit, babam evdeyse akşam namazlarımızı camide kılmak için birlikte camiye gitmeyi öneriyordum. Ve bu konuda ısrarcı oluyordum. Babam yorgun olduğunu bahane etse de, söz konusu cami olduğu için gelmemezlik yapmazdı. Birkaç kez babamı akşam vakti camiye götürmeyi başardım. Babamın yorgun olduğunu anladığım zaman ise dedemden benimle birlikte camiye gelmesini istiyordum.
Dedem, zamanının çoğunu zaten camide geçiriyordu. Sabah evden çıktıktan sonra uğradığı ilk yer cami oluyordu. Bunu bildiğim halde yine de dedemi akşam vakti ders verdiğim camiye götürdüm. Akşam namazının ardından dedemden yatsı namazına kadar kalmasını rica ettim. Biraz naz etse de beni kırmadı. Ne de olsa zaten camiye gelmiş bulunuyordu. Dedem elindeki doksan dokuzluk tespihiyle caminin bir köşesine çekilip tespihatını yaparken, biz de öğrencilerle Kur’an dersi için toplanırdık. Dedem bir yandan tespihatını yaparken aynı zamanda göz ucuyla da bizi süzüyordu.
Benim de istediğim tam da buydu. Ailemin camide neler yaptığımı görmesini istiyordum. Böylece, yaptığımız hizmette bize gerekli desteği verebileceklerini umuyordum. Yatsı namazının ardından eve döndüğümüzde, dedem camide gördüklerini biraz abartarak anlatmaya başlamıştı bile. Dedem bana ve arkadaşlarıma övücü sözler söylerken, ben de abimi süzüyordum. Abimin duygularını anlamaya çalışıyordum.
Dedemden sonra artık babam da, kendisini davet etmediğim halde akşam vakitleri ders verdiğim camiye gelmeye başladı. Beni, ders verirken seyrettiği bir seferinde babamı ders halkasına davet edip onu öğrencilerle ve arkadaşlarımla tanıştırdım. Kur’an dersinin ardından yaptığımız fıkıh dersini babam can kulağıyla dinliyordu. Bu durumun babamın hoşuna gittiğini fark edebiliyordum. Mahcup olmaması için bunu kendisine belli ettirmemeye çalışmıştım.
Dedemin ardından babam da camide gördüklerini evde anlatınca, ev ahalisi içinde bir anda popüler olmuştum. Bu durum beni rahatsız etmeye başdı. Övülmenin nefsime hoş geldiğini fark ettiğim zamanlarda Allah’a sığınıyordum. Yaptıklarım yüzünden nefsime pay çıkarmamaya çalışıyordum. Bunu yapmamın tek amacı, ailemin desteğini kazanmanın yanı sıra onların da İslami hizmette yerlerini almalarını sağlamaktı.
Camideki derslerim evde konuşuldukça abimin ezildiğini fark ediyordum. Akşam namazı vakitlerinde babam artık cami müdavimlerinden olmuştu. Ben de bundan böyle asıl hedefim olan abimle ilgilenmeye başladım. Geçen süre içinde abime daha yakın olmayı başardım.
Bir akşam vakti abimi birlikte camiye gitmeye ikna ettim. Namazın ardından abimle birlikte ders halkasına katıldık. Ben Kur’an dersi verirken, abim sessizce bizi seyrediyordu. Kendisinden yaşça küçüklerin bile Kur’an-ı Kerim’i okuduğunu görünce kim bilir içinden neler geçiriyordu. Bunu bilmeme imkân olmasa da yüzündeki ifade çok şey söylüyordu. Abimin böyle mahzun bir şekilde bizi seyretmesi üzerine öğrencilerimi diğer arkadaşlara devrettikten sonra abimle konuşmak için yanına gittim “Sen benim abimsin, herkesten daha çok üzerimde senin hakkın varken ben bugün senin yerine yabancılara Kur’an öğretiyorum. Keşke sen de Kur’an öğrenmek istesen? Bu konuda sana her türlü yardımı ve desteği vermeye hazır olduğumu bilmeni isterim” diye içimde saklı tuttuğum hisleri ona anlattım.
Abim, küçüklüğünden bu yana çalıştığı için, Kur’an öğrenmek için fırsatı pek olmamıştı. Bu hasretin, içini yaktığını biliyordum. Bugün kendisine böyle bir imkân sunmama rağmen yaşını bahane edeceğini de biliyordum.
Abim “Bu yaştan sonra kafam almaz” dedi. Bu türden bahanelere kendimi dünden hazırlamıştım.
“Abiciğim! İnsanın yaşı ilerledikçe, Kur’an öğrenmesi zor olabilir. Ama imkânsız değildir. Kaldı ki senin daha yaşın nedir ki? Kur’an öğrenmenin yaşı yoktur. İstersen akşam vakitleri bizimle birlikte derslerimize katılabilirsin. Göreceksin ki çok kısa bir süre sonra Kur’an okumasını öğrenmiş olacaksın. Şu gördüğün çocuklar bile kısa bir sürede Kur’an okumasını öğreniyorlar. Sen, yaş itibariyle onlardan daha avantajlı bir konumdasın. Bir ayı bulmaz Kur’an öğreneceğini sana garanti edebilirim” diye üstelemek zorunda kaldım.
Abimin kararsızlığını görünce içimi bir korku kapladı. Daha fazla üzerine gitmek istemiyordum. Bu yüzden sadece içimden dua etmeye başladım. Abim “Her akşam ders var mı?” dediği zaman, içimdeki korkular yerini umuda bıraktı. Abime “Her akşam ders var. Ama senin işin olduğu vakit gelmek istemezsen gelmezsin. Bu sana kalmış bir şeydir. Sadece düzenli geldiğin zaman derslerdeki başarın daha fazla olur. Derslerde devamlılık önemlidir” diye vurgu yaptım.
Abimle birlikte eve dönünce, evdekilerin de bu duruma sevindiği belli oluyordu. Babamın ve dedemin abime takılıp onu soğutmalarından korkuyordum. Allah’a şükür olumsuz bir şey olmadı. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk. Ben sabırsızlığımı gizlemeye çalışıyordum. Abimin yarın derse katılıp katılmayacağını merak ettiğimden gece gözlerime uyku girmedi. Geceyi Rabbime dua ederek geçirdim.
Ertesi gün akşam vakti olduğu halde abim henüz eve gelmemişti. Korktuğum başıma geldi diye düşünmeye, karamsarlığa kapılmaya başladım. Abimin evde olmayışı beni üzmüştü. Abimin, dün aldığı kararından vazgeçtiğini, bu nedenle de her zamanki vakitte evde olmak istemediğini düşündüm.
Abim eve gelir, birlikte camiye gideriz diye camiyi geciktirdiğim kadar geciktirdim. Abimin hâlâ eve gelmediğini görünce camiye daha fazla geç kalmamak için evden çıktım. Kafamda birçok olumsuz şeyler geçiyordu. Nerede hata yaptığımı düşünürken, camiye nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum.
Camiye girdiğimde, akşam namazı için İmamın tekbir getirdiğini duyunca acele edip safta yerimi aldım. Namazın ardından sünnet namazları için caminin değişik yerlerine dağıldığımız esnada abimi saflar arasında gördüm. Abimi gördüğüm an, içimdeki tüm kederler ve üzüntüler yerini tarifi imkânsız bir sevince bıraktı.
Abimin camiye başlamasının ardından, İslami bilgilerini artırması için kendisine okuması için kitap verdim. Kitap okuma alışkanlığı bizim toplumda pek yaygın değildi. Kitap okumayı pek sevmezdik. Cahilliğimizin ana kaynağının, okumayı sevmediğimizden kaynaklandığını biliyordum. Bu yüzden ilgilendiğimiz kişilere kitap okuma alışkanlığını kazandırmak için gayret ediyorduk.
Abimin de birçok insan gibi kitap okumaktan hoşlanmadığını bildiğimden, kendisine verdiğim kitabı özenle seçtim. İlgisini çekeceğini tahmin ettiğim bir romanı kendisine verdiğimde başta bu kitabı almak istemedi. Kendisine verdiğim “Şehadet Yolu” adlı kitabın kahramanlarının, kendisinin yaşıtları olan Müslüman gençlerin verdiği mücadele sonucunda canlarını İslam’a feda edip, şehadetle Rablerine kavuşmayı konu aldığını söyleyince biraz olsun ilgisini çekebilmeyi başarmıştım. Okumaya çalışacağını söyleyince bunun iyiye işaret olduğunu umarak kitabı kendisine verdim.
Abimin kitap okumasından daha çok, camiye düzenli bir şekilde gelmesi benim için şimdilik yeterliydi. Kendisini sıkmak ve soğutmak istemediğim için pek fazla üzerine gitmek de istemiyordum. Zaman birçok şeyin ilacı olduğu gibi, abimin hidayeti için de ilaç olacağını umuyordum. Abimin, camiye devam ettiği müddetçe İslami bilgisini artırabileceğini biliyordum. Çünkü camide yaptığımız dersler kısa olmakla birlikte verimli geçiyordu. Bundan daha da önemlisi ise beş vakit namazlarını düzenli bir şekilde kılmasıydı.
Abimin camiye başlamasının ardından kendisiyle daha yakın olmuştuk. Verdiğim romanı birkaç gün içinde okuyup bitirmiş ve yeni kitap istemişti. Okumanın hazzını alması için kendisine verdiğim kitapları özenle seçmeye devam ettim. Ya daha önceden okuduğum kitaplardan veriyordum ya da ona vermeden önce o kitabı önce ben okuyor, hoşlanacağına inansaydım ona veriyordum.
Abimin camiye başlamasının ardından gerek abim gerekse aile fertlerinde bana karşı farklı bir teveccüh oluşmuştu. Abimdeki değişimi fark eden ailemle şaşkınlık ve sevinci beraber yaşıyorduk. Abimin bana gösterdiği teveccühün sebebi, camide kendisine ve diğer öğrencilere verdiğim Kur’an dersinden kaynaklanıyordu. Kardeşinin Kur’an dersi veren bir hoca olduğunu gördüğünden midir yoksa diğer öğrencilerin bana gösterdikleri saygıdan mı bilmem ama abimdeki bu değişim, sevindirici bir gelişmeydi.
Bir zamanlar evde annem başta olmak üzere ablama ve kardeşime bağırıp çağıran abim, camiye başlamasının ardından sanki eski Adem gitmiş onun yerine Hz. Adem’in ahlakına bürünmüş yeni bir Adem dönüşmüştü. Anneme saygısı ise beni bile şaşırtacak derecede artmıştı. Hele bir zamanlar en küçük bir bahaneyle dövdüğü ablam ve kardeşime gösterdiği şefkat onları korkutacak kadardı. Bu duruma en çok Ninem ve dedem seviniyordu. Abimin değişmesinde benim etkili olduğumu bildiklerinden, benim için besledikleri umutlarının boş olmadığını anlamışçasına gözlerinin parıldadığını görmekten memnundum.
Babam da evdeki gelişmelerden habersiz değildi ama bu durum hakkında hiç konuşmuyordu. Sanki konuşsa, bu işin büyüsünün bozulacağından korkar gibi bir hali vardı. Asabi olan büyük oğlunun beğenmediği tavırlarının değişmesini ve arzuladığı evlat kriterlerine gelişinin nedenini tam anlayamadığından olsa gerek bu halinin bozulmasından korktuğu her halinden belli oluyordu.
Abimle benim evdeki rollerimiz de değişmişti. Abim artık benim sözlerimi dinliyor, bir dediğimi iki etmiyordu. Sanki ben onun abisiymişim gibi bana davranıyordu. Bu durum, istediğim bir şey değildi. Benim de bazen bir abiye ihtiyacımın olduğunu düşünüyordum. Birilerinin korumasına ihtiyaç duyduğum anda abim her zaman yanımda olmuştu. Cesareti ve gözü pek oluşuyla onun gölgesini her zaman üzerimde hissediyordum. Mahalledeki arkadaşlarımın benden biraz çekinmelerinin sebeplerinden biri de abimden korkmalarından kaynaklanıyordu. Abim beni her zaman sevmişti. Sevgisinden hiçbir zaman şüphe etmemiştim. Sadece farklı bir sevgi göstergesi vardı. Korumacı ve emredici bir abinin kardeşi olmak, benim için de zor oluyordu. Abimin sözünü dinlemediğim zamanlar ondan yediğim dayakları hâlâ dün gibi hatırlıyorum. Buna rağmen yine de onu seviyorum.
Abimin bize karşı gösterdiği asabiyet yerini güzel bir yumuşaklığa bırakmıştı. Halim selim bir kişiliğe bürünmüş, herkese iyi davranmaya başlamıştı. Ben bile bu durumun ilk başlarda geçici olduğunu düşünüyordum. Belli bir süre sonra eski Adem’in geri gelmesinden korktuğum için ona sürekli dua ediyordum. Allah’a şükürler olsun ki eski haline hiçbir zaman geri dönmedi. Kazandığı kişiliği, daha güzel bir ahlakla süsleyip imrenilecek köklü bir kişilik sahibi oldu.
Evdekiler her ne kadar abimin bu değişiminden memnun olsalar da bunun asıl nedenini merak ediyorlardı. Abimin camiye başladıktan sonra böyle değiştiğini bilmelerine rağmen, caminin; birisini nasıl olur da bu kadar değiştirebileceğini bir türlü anlamıyorlardı. Bundan olsa gerek babam akşam namazlarını camide kılmayı artırmıştı. Neredeyse her akşam camiye gelip bizim derslerimize katılıyordu artık. Bazen de derslerimize katılma yerine, namazın ardından abimin bizimle ders halkasına oturup Kur’an dersi alışını seyrediyordu. Bizi izlerken babamın gözlerindeki sevinci görebiliyordum. Buna rağmen babam kendisince bize hiçbir şey hissettirmemeye çalışırdı. İçindeki duygusallığın açığa çıkmasından çekiniyordu galiba. Camide gördüklerini ve neler hissettiğini bize anlatmayan babam, bu durumu annemle paylaştığından babamın neler hissettiğini öğrenebiliyorduk.
Camiye sadece babam gelmiyordu. Fırsat buldukça dedem de sık sık akşam vakitleri camiye geliyor, akşam derslerimize iştirak ediyordu. Yatsı namazının ardından kendisiyle eve dönerken yolda bana ettiği nasihatleri dinliyordum. Bu durumdan ikimizde memnunduk. Evdekiler, dedemin bizim hakkımızda anlattıklarının etkisiyle bana ve mensubu bulunduğum Muhammedi yapıya sempati duymaya başlamışlardı.
Evdeki durumum istediğim seviyeye gelmişti. Ailemi yanımda görüyordum. Anneme ve babama karşı gösterdiğim saygıyı Nineme ve dedeme de gösteriyor, onlara her daim dualarımda özel olarak yer veriyordum. Abim ise artık tam anlamıyla “Muhammedi” bir ferd olarak hizmetteki yerini almaya başlamıştı. Edindiği güzel ahlak sayesinde ablama ve kardeşime bir daha bağırmak bir yana, onlardan bir şey istediğinde bile rica ve minnetle istemesi onların gururunu okşuyordu.
Ailemle ilgili olumlu gelişmeleri arkadaşlarımla paylaştıktan sonra, yaşadığım bu durumun, diğer arkadaşların aileleriyle yaşadıklarıyla paralellik arz etmesi beni sevindirdi. Bu duruma hepimiz seviniyorduk. Tarık’ın iki abisi camiye başlamakla kalmamış derslere gösterdikleri ilgi ve alaka onların da saflarımızın birer bireyleri olduklarını gösteriyordu.
Böylelikle camide Kur’an dersi alan ve ders verenler belli bir yaş gurubundan daha çok, herkesin katılabileceğini göstermiş oluyorduk. Abilerimizin derslere katılmalarıyla birlikte yaş gurubunda da bir değişiklik olduğu artık gözle görülebiliyordu. Bu durum tam da Ağabeylerimizin istediği bir şeydi.
Çok kısa bir süre sonra Adem abim ve Tarık’ın iki abisi, bizim gittiğimiz camiden ayrılıp bir başka camiye gitmelerini isteyen Ağabeylerimizin emri gereği başka camilere gidince onlardan ayrılmak zorunda kaldık. Bu durum hem bizim için hem de onlar için daha hayırlı oldu. Sonuçta onlar kendi yaşıtlarıyla daha aktif bir hizmet içine girdiler. Buna en çok ben ve Tarık sevinmiştik. Ailelerimiz ise bu duruma bir anlam veremediklerinden “Keşke böyle bir şey olmasaydı” diye söyleniyorlardı.
Bazen, öğrendiğimiz salt İslami bilgi iş görmüyordu. Önemli olan bu bilgilerle amel etmek ve davetçide olması gereken özelliklere sahip olmaktı. Abilerimiz her ne kadar Kur’an dersi almaya başladıklarından bu yana kendilerini İslam ahlakıyla ahlaklanmak için çaba sarf etmiş olsalar da, hâlâ geçmişin izini taşıyan bazı ufak tefek şeyler yok değildi. Bunun, zaman alacak bir konu olduğunu biliyorduk. Ama bunu bizler değil, onların yaşıtı olan insanlarda gördükleri İslami yaşantı ve kişiliklerini örnek alarak daha kolay ve rahat bir şekilde yapabilecekleri bir gerçekti.
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamdan rivayet edilin bir hadiste “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyle ise her biriniz, dost edindiği kimselere dikkat etsin” diye dost edinme konusunda bu kadar açık bir emir varken buna riayet etmemek olmazdı.
Abilerimizin saflarımıza katılmasıyla birlikte umutlarımız yeşermişti. Dört elle tebliğ çalışmalarına ağırlık vermeye başladık. Başta akraba ziyaretleri olmak üzere, diyaloğumuzun olduğu herkese ulaşmaya daha fazla gayret etmeye çalıştık. Bu da haftada en az üç dört kez ev ziyaretleri anlamına geliyordu. Bu yoğunluğa gönülden katlanıyorduk. Hizmetteki bu yoğunluğun ayrı bir tadı vardı. Ev ziyaretlerinde yapılan sohbetler bazen siyasi konularla bölünüyordu. Söz siyasetten açılınca tebliğ çalışmaları sekteye uğruyordu. Karşıt fikirler yüzünden istenilen hizmet çalışması gerçekleşmiyordu. Bu durumla birkaç ev ziyaretlerinde karşılaşınca durumu Ağabeylerimize açtık. Onların tavsiyesiyle artık siyasetle ilgili konuşmama kararı aldık.
Ziyarette bulunduğumuz ailenin siyasi fikri yerine, onlara İslam’ı anlatmaya, siyasetin çekiciliğine kapılmamaya yönelik yapılan tavsiye, son olarak Ustad Bediüzzaman’ın “Euzu billahi mineş-Şeyatani ve Siyaseti” sözüne göre hareket etmemizi isteyen Ağabeylerimizin ne kadar isabetli bir karar verdiklerini gittiğimiz ev ziyaretlerinde görmeye başladık.
Gerek ev ziyaretlerinde gerekse de ilgilendiğimiz arkadaşlarımızla siyaset konuşmayı, kimimiz bırakırken kimimiz de bu konu hakkında konuşmaya azalttık. Çünkü ne zaman siyaset konuşsak karşımızdakiyle aramızda bir söz düellosu yaşanmasına sebep oluyordu. Siyasete girmeden sadece İslami konular veya sıradan günlük şeyler konuştuğumuzda her şeyin daha güzel olduğunu fark ettik. Özellik de ilgilendiğimiz arkadaşlarımızla aramızda bir soğukluk oluşmasını engellemek için en iyi yaptığımız şeyi, yani tebliğ görevimizi yerine getirmek adına siyasetten olabildiğince kaçınmaya başladık.
İnsanları meşgul eden siyasetin vaat ettiklerinden daha fazlasını İslam kendilerine sunmasına rağmen, insanların, siyasetçilerin peşinden koşmalarının tek bir nedeni vardı. O da İslam’dan bi haber yaşamalarıydı. İslam’ın, insanlar için gönderilmiş en mükemmel din olduğunu unutmuşlardı. Oysa Allah azze ve cellenin insanlar için beğenip seçtiği “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum” ayetinde anlatılan dini ve şeriatı bırakıp, insanların yapımı olan düzenlere razı olmalarının, cahillikten başka bir açıklaması bize göre yoktu.
Özgürlük, hak, adalet, eşitlik gibi kavramlar insanların fıtri istekleriydi. Bu isteklerini, onları yaratan Rabbimiz en iyi bildiğinden, İslam dininde fıtrata uygun her türlü istek ve arzu hakkıyla karşılanmıştı. Allah’ın dini yerine, çok değişik ideolojiler peşinde koşanlar, dünya hayatlarını mahvettikleri gibi ahiret hayatlarını da mahvettiklerinin farkında bile değillerdi.
Toplumumuzun asıl sorunu, İslam’ı nasıl yaşayacaklarını bilmemeleriydi. İslam denince akla sadece namaz ve oruç geliyordu. İslam’ın bir hayat düzeni olduğu unutulmuştu. Oysa zamanımızdaki İslami eserlerin birçoğunda bu durum anlatıldığı halde, kimse okuma zahmetine bile girmiyordu. Camilerde yapılan vaazlar, insanları doğru yola ulaştırmaktan uzak konulardan teşekkül ediyordu.
İslam’ın, Peygamber efendimiz zamanında bedevi bir toplumu değiştirip onları yüce bir topluma nasıl dönüştürdüğü unutulmuş ya da tarihe has bir durum olarak anlatılan bir hikâyeye dönüştürülmüştü. İslam anlatılmadığı ve yaşanılmadığı zaman, halkın durumu gerçekten de içler acısı bir hal alıyordu. Bunda belki de İslam’ı anlatmakla mükellef olan âlimlerin, görevlerini ihmal etmelerindeki payları büyüktür. Âlimin bozulması demek, toplumun bozulması demekti. Âlimler, toplumların yol göstericileridirler. Onlar bozulunca toplumun bozulması içten değildi.
İslam’ı yaşamada en hassas olunması gerekenlerin başında hiç şüphesiz yine âlimler gelmekteydi. Âlimlerin toplum nezdinde örnek ve önder olmaları onların ilimleriyle amel etmeleriyle kıyas edilirdi.
İslam’a hizmet edenlerin gayeleri sırf lillah için olmalı. Allah için olmayan hizmette hiçbir hayır yoktur. Ameller, niyetlere göredir. Her kimin İslam’a hizmetteki amaç ve gayesi neyse, mutlaka onu elde ederdi. Bunu bildiğimiz gibi, dünya ve ahiret hayatımızın kurtuluşu için hizmetimize hiçbir menfaatin karışmaması için başta kendi nefsimiz olmak üzere, her hareket ve davranışımızı kontrol etmemiz gerektiğinin şuurundaydık.