41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

İslam Fedaileri-9. Bölüm

İslam Fedaileri-9. Bölüm

DOKUZUNCU BÖLÜM

Bizim çalışmalarımız gibi bayanların da hizmet alanlarında yaptıkları çalışmaları vardı. Bayanların çalışmalarıyla birlikte İslami hizmet bereketlenip hız kazanıyordu. Neredeyse erkeklerin bulunduğu tüm camilerde bayanlar da Kur’an dersi vermeye başlamışlardı. Bayanların sorumluluğu biz erkeklerin sorumluluğundan daha çok ve ağırdı. Birçok bayan, camideki Kur’an derslerinin yanı sıra evlerindeki günlük işleri de yapmak zorundaydılar. Bir yandan ev işi, bir yandan da İslami hizmetlerde bulunmanın ne denli zor olduğunu ablamdan ve kardeşimden biliyordum. Bazen camide fazla oyalandıklarında annemden azar işittiklerine şahit olmuştum. Oysa biz erkekler onlardan çok daha rahattık. Hizmet alanında önümüzde onların ki kadar engel çıkmıyordu.

Bazı aileler ise kızlarını camiye göndermek istemiyorlardı. Yalnız kızlar değil, evli olan bayanlar bile camiye gidebilmek için eşlerinden kimi zaman izin almakta zorlanıyorlardı. Bu durumda davetçi bayanlar, bu tür sorunlar yaşayan bayanlara yardımcı olabilmek için cami çalışmalarının yanı sıra evlerde de ayrıca Kur’an dersi veriyorlardı. Her mahallede en az birkaç evde ayrı ayrı Kur’an dersi vermek de bayanların hizmet alanıydı. Bazen bu derslerin yoğunluğundan, sabah erken evden çıkan bayanlarımız akşam ancak evlerine gelebiliyorlardı. Bunca sıkıntı yetmezmiş gibi, bir de evdeki işlerini yetiştirebilmek için durmaksızın çalışmaya devam ediyorlardı. Dinlenmek, bazen onlar için lüks oluyordu. Tüm bu sıkıntılara rağmen Kur’an derslerini aksatmadan devam edebilmek için her türlü fedakârlığı yapan bayanların, Rablerinin rızasına nail olmayı fazlasıyla hak ettiklerini söylesem her halde abartmış olmam diye düşünüyorum.

Özellikle evli ve çocuklu olan bayanlar camiye gitmekten ya utanıyorlardı ya da eşleri izin vermediğinden camiye gidemiyorlardı. Bu bayanlara ve çocuklarına ise bir başka ilgi ve alaka gerekiyordu. Bu bayanları evlerinde ziyaret edip, onlarla dersler yapmak ise bir başka sorumluluktu. İslam’ı en iyi şekilde öğrenip kendi çocuklarını en iyi şekilde yetiştirebilmeleri için bu tür bayanlara her zaman daha fazla bir çaba ve zaman harcanması gerekiyordu. Gelecek nesillerin eğitimcisi olan bu bayanların, çocuklarını İslam ahlakı ile yetiştirmelerini sağlamak için herkes kendi üzerine düşeni yerini getirmeye çalışıyordu.

Muhammedi yapıya mensubu bayanlar, yediden yetmişe herkese ulaşabilmek için her yaş gurubuna göre ders halkaları oluşturmuşlardı. Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimizin örnek hayatı ise, her birimizden uyulması istenilen tek şeydi.  Evli olan kişilerle yapılan derslerde, temel olarak aile hayatının nasıl olması gerektiği hadislerle işleniyordu. Bununla birlikte çocuk yetiştirmede ebeveynlere İslami metotlar öğretilip, gelecek nesillerin pak ve temiz yetiştirilmesi için eğitim veriliyordu.

Gerek bayanların gerekse bizim tek isteğimiz ise, Allah azze ve cellenin rızasına ulaşmaktı. Bunun için İslam’ı önce biz yaşayacak, sonra da diğer insanları davet edecektik. Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamın hayatını öğrenip, O’nu kendimize örnek almaya çalıştığımız gibi, diğer insanlara da Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamın hayatını anlatıp, Allah’ın insanlara gönderdiği bu örnek şahsiyeti onların da tanımalarını arzuluyorduk.

Bayanların İslam’a yaptıkları hizmetler, biz erkeklerin hizmetlerinden daha iyi olduğunu söylemek zorundayım. Erkeklerden daha fazla bir çaba sarf ettikleri inkâr edilemez. Temiz olan fıtratlarıyla İslam’a gönülden bağlanıp, Allah’a en güzel şekliyle kulluk ve ihlasta biz erkeklerden daha önde olmaları beni şaşırtmıyordu.

Bayanların en çok merak edip öğrenmek istedikleri konu, fıkıhtı. İslam’ın ibadi ve ameli yönünü ela alan bu ilme gösterdikleri ilgi takdire şayandı. Onların bu ihtiyaçlarını karşılamak için, ders veren bayanların her alanda olduğu gibi fıkıh alanında da kendilerini çok iyi yetiştirmek zorundaydılar. Bayanlardaki, helal ve haramlara karşı ilgi ve endişeleri, onlardaki takvaya işaret ediyordu. Yaptıkları şeyin helal veya haram olduğunu bilmedikleri zaman kalplerinde bir huzursuzluk hissediyorlardı. Hayatlarını helal dairesi içinde yaşamak arzusu taşıyan bu bayanlar, İslam’ı en güzel şekilde temsil ediyorlardı. Gittikleri her yerde yaşamlarıyla ve İslam’dan aldıkları hayâ duygusuyla insanları etkilemeyi başarıyorlardı.

Bayanların derdi ve sıkıntısı bir değil, belki bindi. İslami hizmete katılan bayanların ilk karşılaştıkları sorun, her dönemde olduğu gibi bu zamanda da aileleriydi. Aile içinde yaşanan sorunlara da yardımcı olmak yine bayan hocalara düşüyordu.

Aile ortamında pek fazla söz sahibi olmayan bir genç kızın, babasından, abisinden, annesinden izin alıp camiye gitmesi veya bir başka evde ders yapmasına pek izin verilmiyordu. Yetiştiğimiz toplumda bayanların evden çıkmasına pek sıcak bakılmadığı için, dışarı çıkmak için izin istediklerinde genellikle izin verilmezdi. Bu da büyük bir sorundu. Neredeyse İslami hizmete katılan tüm bayanlar benzer sorunlarla karşı karşıya kalıyorlardı. Çok azının ailesi, hizmetlerinde onlara destek olup hizmette bulunmaları için teşvikte bulunuyordu. Bu durumu çözüme kavuşturmanın bir çaresi yok gibiydi. Bu sorunla karşılaşan bayanların bir yandan evdekileri idare edip ailesini karşısına almadan, onları incitmeden, baskılarına göğüs gerip, bir yandan da İslami hizmetlerini kusursuz sürdürmeye çalışmaları büyük bir maharet isterdi. Bu, herkesin üstesinden gelebileceği bir durum değildi. Neredeyse her gün bu yüzden baba ve abilerinden azar işitmelerine rağmen, hizmetten geri kalmamaya gayret eden bayanların sıkıntılarına çözüm arayan ablamı gördükçe durumuna üzülür, belli ettirmemek için de “En azından senin böyle bir sorunun yok” deyip, moral bulmasını sağlardım. Aile sorunlarıyla uğraşmanın yanı sıra bir de ilgilendikleri bayanların kişisel sorunlarıyla da ilgilenmeleri, onların dertleriyle dertlenmeleri gerçek bir fedakârlık örneğiydi.

Bayanlarla erkekler arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini yine Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam efendimizin hayatını okuduğumuz kitaplardan öğreniyorduk:

 “Hz. Muhammed, aleyhissalatu vesselam kadın ve erkeğin insani ilişkilerine yeni boyutlar getirdi. Onlara yeni bir hayat anlayışı, aileyi sevgi ile zenginleştirme, mutluluk, refah, rahmet ve eminlik vererek her iki cinse de bu münasebetler sırasında ahlaki güzellik ve ruhi üstünlük kazandırdı. Hz. Muhammed’in getirdiği din ile kadın, kaybolan vakar, şeref ve sosyal statüsünü kazandı. Kendi faaliyet sahasındaki tabii kabiliyet ve meziyet­leri doğrultusunda insan toplumunun ve onun kültür ve medeniyetinin inşasında erkeklerle eşit biçimde rol almaya çağrıldı.

Kadının medeni, sosyal, iktisadi ve hukuki hak­ları garanti altına alındı.

Kadın ve erkek, her ikisi de kendilerinde bulu­nan kabiliyetleri gerçekleştirmek ve insanlık medeniyetinin ilk ve temel esası olan aileyi kur­mak ve devam ettirmek suretiyle birbirlerine bağımlı olup, böyle bir görevi yerine getirmek için yaratılmışlardır. Her biri, diğerinden ayrı olarak saadet ve sükûnet içinde tam bir hayat süremez.

Resulullah'ın aile hayatında, gerçek ve ebedi huzur saadetini araştırma konusunda evli insan­lar için değerli tecrübe ve ibretler bulunmaktadır. Kadının narin ve hassas tabiatına dikkat çekerek ona karşı şefkatli ve sevgiyle muamele edilmesinin lüzumunu O öğretti. O, hanımları­na karşı davranışları, mükemmel ve yüce karak­teri sebebiyle bir hayat örneğidir.”[1]

Oysa batı kültüründe eski zamanlarda kadının bir insan olup olmadığı dahi tartışılmıştır. Feminist hareket noktalarının çıkış noktasının temelinde yine kadınlara yapılan zulümler yer almaktır. “Kapitalist Batı’nın bugünkü ilâhı, mabudu, her şeyi paradır, menfaattir. Aslında geçmişte de pek farklı değildi. Batı’da menfaat her şeyin üzerindedir. Para kutsaldır onların gözünde...

Menfaatin dışındaki bütün kavramların hiçbir değeri yoktur. Başta, dillerinden hiç düşürmedikleri demokrasi olmak üzere, insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları, çevrecilik, velhâsıl aklınıza ne geliyorsa hepsi göstermeliktir. Bunları gayelerine ulaşmada birer paravan olarak kullanırlar. İstismarda üzerlerine yoktur.

En çok istismar ettikleri de kadın konusudur... Aslında, kadın hakları savunuculuğu altında, kadınlara en büyük zulmü kendileri yapıyorlar. Fakat bunu öyle bir kılıfa sokuyorlar ki, zulüm altında inim inim inleyen kadınlar bile bunun farkına varamıyorlar. Az da olsa bunun farkına varan kültürlü kadınlar çıkmış Batı’da... Fakat bunlar istisna kabilinden olduğu için neticeyi değiştirememişler...

Batılı kadınların acınacak hâllerini yine Batılı olan bir kadından dinleyelim. Fransa’nın meşhur şairi Madam Mardirous, Müslüman kadınlara bakınız nasıl sesleniyor:

“İçinde bulunduğunuz nimetin kıymetini biliniz! Burada kadına hürriyet adı altında yapılan işkenceleri bilemezsiniz siz. Ah, şu omuzumda hıçkırarak ağlamış kızların adedini bir bilseniz... Kulaklarım, kızların çok feci, kalpleri yakan bağırışları ile dolu... Evet, ışıklar ve çiçeklerle dolu bir baloya girebilmek, çok tatlı gibi görünür. Kadınlara verilen bir hak gibi sunulur. Aslında buralar, kadınların sömürüldüğü, erkeklere sunulduğu, şehvetlerin tatmin edildiği yerler... Türk erkeklerine sesleniyorum: Kadınlarınıza, kızlarınıza bunları anlatın! Sakın bu yapılanların kadınlara iyilik olarak yapıldığını zannetmesinler! Bunların sadece ve sadece kadını istismar için yapıldığını bilsinler, sakın bunlara özenmesinler!”[2]

Bayanların sorunlarından biri de örtü meselesiydi. Örtünmenin İslam’ın bir emri mi yoksa bir teferruat mı olduğu konuşulduğu bir zamanda İslam düşmanları, bayanların hayâ nişanesi olan örtülerinden onları uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Zaman zaman örtülü olanlara sokaklarda laf atılıyor, onları rencide edenlerin yaptıkları ise yanlarında kar kalıyordu. Bayanların örtülü bir şekilde okullara alınmaması ve özellikle de üniversitelerde okumalarının önüne geçilmeye çalışılması sadece bunlardan biriydi.

Adeta basında ve görsel medyada örtüye karşı başlatılan bir savaş vardı. Bayanların başlarındaki örtülerini aldıklarında onların imanlarını da alacaklarını zannedenler, ne kadar da büyük bir yanılgı için de olduklarını bilmiyorlardı. Yaratılışta temiz bir fıtrata sahip olan şefkat kahramanları bayanların başlarındaki örtülerini alsalar bile onların kalplerindeki imanı söküp alamayacaklarını öğrenememişlerdi.

Başörtüsü, Allah’ın bayanlara bir emriydi. Bu emri yerine getirme gayreti içinde olanlar her ne pahasına olursa olsun azimete sarılıp Allah’ın emrine sımsıkı bir şekilde sarılırken bazı bayanlar taviz vermek zorunda kaldılar. Onların başlarındaki örtüyü çekip alabilirler, Allah’ın emrine karşı gelmelerini sağlamış da olabilirler, ama bilmeliler ki imanın yeri kalptir. Ve orada iman bulunduğu sürece inşallah Allah’ın yardımın göreceklerdir.

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tövbe edin ey müminler, umulur ki felah bulursunuz.”[3] diye buyuran Rabbimizin bu emri kurtuluşun hep birlikte tövbe de olduğunu söylüyor. Biz erkekler başlarını açmak zorunda kalan bayanlarımızı koruyamadığımız için, onlarda Allah’ın emrine tutunmadıkları için suçluyduk. Hep birlikte Allah’a tövbe edip bizi bağışlamasını dilerken bir bayanın daha başörtüsünü açmak zorunda kalmaması için mücadele veriyorduk.

Bayanları örtüden ve İslam’dan uzaklaştırmak isteyenler olduğu gibi, onların İslam çatısı altında iffetli bir yaşam sürdürmeleri için çalışan fedakâr bayanlar da vardı. Örtülerine gerektiği gibi önemi veren bayanların her hareketleri, toplum nezdinde daha çok dikkat edilir olmuştu. Örtülü bir bayandan, diğer bayanlara nazaran daha farklı bir kişiliğe bürünmesi bekleniliyordu. Edep ve hayânın yanı sıra laubali olmamaları gerekiyordu. Laubalilik, bayanların kıymet ve değerini düşüren bir hareketti.

Örtünmek, İslam’la eşit bir durum sayıldığından, örtü İslam’ın bir simgesi olmuştu. Bir bayanın örtüsü, onun İslami kimliğini yansıtmaya yetiyordu. Örtünmenin, sadece bedeni değil aynı zamanda manevi bir koruma yönü de vardı. Ruhu da kötülüklere karşı koruyan bir yöndü bu.  Başı ve bedeni örten cilbab, aynı zamanda bir bayanın günahlara bulaşmasını engelleyen bir perde görevi görüyordu. Buna riayet etmeyen bayanlar toplum nezdinde kınandığından yaptıkları hatalar İslam mal ediliyordu.

Oysa birçok örtülü bayan, örtülerini sadece aileden gördükleri bir gelenek olarak takıyorlardı. İslami bir kimlik ve şahsiyetten uzak olsalar da bu durum, İslam düşmanları için değerlendirilecek bir fırsata dönüştürülüyordu.

Bayanların yaşadıkları problemler yüzünden depresyon ve stres gibi hastalıklara daha çok müptela olmaları, çektikleri sıkıntı ve yaşadıkları problemler yüzündendir. Bayanlar içinde en çok problem yaşayanlar ise hiç şüphesiz evlilik cağına gelmiş olan genç kızlardı. Her bir genç kızın rüyasını süsleyen beyaz atlı bir prens vardır.

Evlenip yuva kurmak sünnetullah gereğidir. Evlilik çağına gelen her bir genç kız, büyüdüğü yuvayı terk edip kendi yuvasını kuracaktır. Kuracağı bu yuvada kendisine eş olacak kişiyi seçmesi büyük bir önem taşıyor. Genç bir kız, hayat boyu birlikte yaşayacağı erkeği seçme hakkına sahiptir. Büyüklerimiz, “Evlilik bir oyun değildir” derlerdi. Evlenecek kişi, boşanmak için evlenmezdi.

 Şimdi evlilikle ilgili bir problemle de bizim evde yaşanıyordu. Babam, ablamı evlendirmek istiyordu. Hem de İslami bir yaşantısı bulunmayan bir arkadaşının oğluyla. Annem bunu ablama söylediği zaman ablam sinir krizleri geçirmişti. Gözyaşları içinde bu evliliği kabul etmeyeceğini söyleyip duruyordu. Annem, ablamı ikna etmek için “Çocuk çok iyi biridir. Kötü denilebilecek hiçbir alışkanlığı yok. Babasının kuyumcu dükkânında çalışıyor” diye ablama talip olan şahsı övüp duruyordu. Ablam her ne kadar yok dese de, annem ve ninem ablamı ikna etmenin yollarını arıyorlardı. Çünkü babam bir defa bu işin olacağını söylemişti. Artık ablamın bu konuda söz hakkı yok gibiydi. Annem de işlerin daha kötüye gitmemesi için ablamı ikna etmekten başka bir yolu olmadığını biliyordu.

Yaşadığımız toplumda, geleneklerine bağlı birçok aile kızlarını evlendirecekleri zaman onların fikrini almazdı. Kızlarını, kendilerinin uygun gördüğü bir taliplisiyle evlendirirdi. Bu konuda kızlara söz hakkı tanınmadığı gibi onların, taliplisini isteyip istemediği bile çoğu zaman sorulmazdı.

İslam uleması tarafından da bu konu hakkında değişik görüşler vardır. Özellikle de hiç evlenmemiş olan kızların, velileri tarafından zorla evlendirilip evlendirilmeyeceği konusunda değişik görüşler olsa da, bizim yaşadığımız bir toplumda namaz kılmayan birisiyle, dindar genç bir bayanın zorla evlendirilmesi konusunda çok fark var. Bu yüzden ablamın bu konuda babama bile karşı çıkacak derecede bu evliliği reddetmesine destek verdim. Ablamla konuşup bu konuyu tatlılıkla hal etmeye çalışacağımı söylediğimde bile ablam “Namaz kılmayan birisiyle hayatta evlenmem” diyerek, aslında ne istediğini tam olarak anlatabilmişti.

Ablamla evlenmek isteyen genci, biraz olsun onu tanıyanlardan sorup soruşturdum. Namazla hiçbir şekilde alakası olmayan biri olduğunu öğrendiğim zaman, bu işin olmaması için devreye girip babamla konuşmaya karar verdim.

Evimizde her zaman son söz babamın olmuştu. Babam bir konu hakkında karar verdi mi artık bize düşen,  babamın verdiği karara uymaktı. Dedem bile bazen babamın aldığı karardan onu vazgeçirmekte aciz kalıyordu.

Babamla konuşması için önce dedeme gidip durumu ona anlattım. Babamla konuşup bu kararından vazgeçirmesini istedim. Ablamın istemediği bir evlik yapmasının önüne geçmesini istediğimde dedem “Oğlum! Ablan şimdilik istemese de evlendikten sonra bunu kabullenecektir. Sen bu işe fazla karışma” dedi. Dedemin böyle gelenekçi bir tavır sergilemesine şaşırmadım.

Ablamın evlilikle ilgili yaşadığı problem, şimdilik sadece ablamı ilgilendiren bir sorun olarak görülse de aslında tüm Müslüman bayanların problemiydi. Kim bilir ablam gibi nice genç kız bu şekilde evlendirilmiştir.

Ablamın evlilik meselesi, ailede konuşulan en önemli konu haline gelmişti. Babam gibi annem de müstakbel damat adayından razıydı. Bu işin olmasını çok istiyordu. Evde bu konu o kadar çok konuşulur olmuştu ki ablam ve benim dışımda herkes bu durumu kabullenmişe benziyordu. Özellikle de babam sanki bu aday kesin damadı olacakmış gibi davranıyor ve onu zaman zaman yanımızda övüp duruyordu. Her şeye rağmen bu durumu kabul etmeyeceğimi söylüyordum. Bununla birlikte ablam için elimden de hiçbir şey gelmediğini gördükçe kahroluyordum. Ablamın göz göre göre istemediği bir evlilik yapmasına izin veremezdim. Aile içinde ablamı en iyi ben anlıyordum. Ablamın endişesini ve neden bu evliliğe karşı çıktığını yine en iyi ben biliyordum. Tüm bunlara rağmen bunların hiçbiri ablama yardımcı olmama yetmiyordu.

Durumu Ağabeylerimize bildirdiğim de ilkin bu konu hakkında sessiz kalmayı tercih ettiler. Onların aile içi meseleler de hassas olduklarını biliyorduk. Ama şu anda onların yol göstermelerine ihtiyacımız vardı. Hangi Ağabeyimizi gördümse ondan bu konu hakkında yardım istedim. Çaresiz kalmıştık ve bu işi en kısa süre içinde çözemediğimizi takdirde kaçınılmaz son ablamın felaketi olabilirdi. Bu endişeyi taşımam normal olsa da sorunu çözmekte acizdim. Ablamın durumunu defalarca Ağabeylerimizle konuşmama rağmen bir cevap alamayınca, bunda da bir hayır vardır deyip Allah’a tevekkül ettim.

Ertesi gün çaresizlikten, ablamın durumuyla ilgili olarak arkadaşlarımla bir araya gelip bu konuda bana yardımcı olmalarını istedim. Durumu arkadaşlarıma anlattığımda onlar da benim gibi bu evliliğin olmaması gerektiğini söylediler. Konu hakkında bir çıkış yolu aradığımı kendilerine söyleyince, onlar da bu konu hakkında ne yapacaklarını bilmez haldeydiler. Hepimiz bu konuda acizdik. Ablamın, İslami hizmetlerdeki gayretini ve azmini arkadaşlarım da bildikleri için, ablamın İslami yaşantıya sahip olmayan birisiyle evlenmesinin sonuçları üzerinde konuşmaya başlamıştık. Söz konusu çözüm olunca, hepimiz tıkanıyorduk. Bu işin başka bir çözümü yok gibi görünüyordu.

Sanki kaderde olması gereken buymuş ve biz de durumu kabullenmek zorundaymışız gibi geliyordu. Ama bu işte bir terslik olduğunu görebiliyorduk. Kesin olarak bu işe engel olmam gerektiğine olan inancıma zıt olan çaresizliğim ve eli kolu bağlı oluşuma inat içimde hala bir umut parıltısı taşıyordum.

Aslında en çok korktuğum şey ablamın da evlendikten sonra İslami hizmetlerine kocası tarafından bir kısıtlama getirebilir endişesiydi. Onun İslami faaliyetlerden uzak kalarak sıradan ve normal bir yaşantıya kapılıp gitmesine gönlüm razı değildi. Evleneceği kişiyle denk değillerdi. Birinin gönlünde İslam’a hizmet aşkı varken bir diğerinin gönlünde dünya sevgisi vardı. Dünya ve ahiret birbirlerinin zıttı oldukları gibi onlarda birbirlerine zıt iki kişiydiler.

Müstakbel damat adayının beklentileri ve ablama talip olmasına sebep olan ablamın hasletleri gibi ablamın da müstakbel damat adayında görmek istediği bazı özelliklerin olması gayet normaldi. Ne var ki bizim toplumumuzda evlilik çağını gelmiş genç kızlarımız bunu ne dile getirebiliyorlardı ne de anlatabiliyorlardı.

Oysa erkek gibi, bir kadının da evleneceği erkekten beklentileri gayet doğal ve tabiiydi. Peygamber efendimizin, “Kadın dört hasleti için nikâhlanır: Malı için, haseb ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul” diye buyurduğu bu hadis, sadece erkekler için geçerli değildi.

Bir bayan da, evlenmek istediği bir erkekte dindarlığı seçmelidir. Hadiste geçtiği üzere dindarlık dışında kalan tüm haslet ve özellikler geçicidir. Ahiret hayatının ve dünya hayatının huzuru ve saadeti dinde ve dindarlıktadır.

Ablamın taşıdığı İslami hassasiyetini, eşinin de taşımasını istemesi kadar daha doğal ne olabilir ki? Ancak toplumumuzda kadınlara böyle bir hak verilmediği gibi, İslami hassasiyetlere de pek bakılmıyordu.

Arkadaşlarımla konuşmalarımız saatlerce sürmesine rağmen hep aynı sözcükler etrafından dönüp dolaştığımızın farkına vardım. Bu, bizim çaresizliğimizin bir göstergesiydi aslında.

Ablamın evlilik meselesi uzadığı her gün zaman bizim aleyhimize işliyordu. Babamın, müstakbel damat adayını her an çağırma ihtimali beni korkuttuğu kadar ablamı da korkutuyordu. Babamı bir şekilde verdiği karardan vazgeçirmem gerektiğinin farkında olsam da bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Ablamın evlenmesine karşı olduğumu evde bilmeyen yoktu. Rahatsızlığımı her fırsatta dile getirmem babamı kızdırmaya başlamıştı. Ablamın üzerindeki etkimi de bildiğinden olsa gerek, babamın bu evliliğe olumlu bakmamı istediğini biliyordum. Ama bunu kabul edemezdim. Babam, direk olarak bana söylemese de ablamın evliliğiyle ilgili olarak dolaylı yollardan “Her baba gibi ben de isterim ki kızım dindar ve iyi biriyle evlensin. Kızımın her iki dünyada da mutlu olmasını her şeyden ve herkesten daha çok isterim. Bu zamanda dindar bir damat bulmak imkânsız gibi bir şeydir. Dindar olanlar da genelde kendi Cemaatleri veya mensubu bulundukları tarikatlardaki bayanların dışında kimseyle evlenmediklerinden dindar bir damat bulmak zor oluyor. Damadın namaz kılmadığını biliyorum. Buna ben de üzülüyorum. İnşallah evlendikten sonra kızımın yardımıyla eşi de namaza başlar ve o da onun gibi dindar biri olur diye umut ediyorum” diyerek aldığı kararın sebeplerini sıralarken pek de haksız gibi görünmüyordu.

Babamın bu iyi niyetinden zerre kadar şüphem yoktu. Ama yine de işimi ihtimale ve şansa bırakmak istemiyordum. Henüz vakit varken ablam için en iyisini istiyordum. Gaybi bilen Allah azze ve celle’dir. Bizler zahiri sebeplere bakar ona göre karar verirdik. Bu yüzden ablama talip olan gencin iyi biri olması ablam için ve benim için yeterli değildi. İyi bir damat adayının en hayırlısı namazını kılan ve Rabbine karşı sorumluluğunu bilen kişidir.  

Ablamla konuştuğum zaman ablamın yüzündeki endişeyi görebiliyordum. Gözleriyle bana baktığında bakışlarındaki o farklılığı, hüznü ve endişe içi yakıyordu. Gözlerinin feri sönmüştü adeta. Beni de çaresizlik içinde fark etmiş olmalıydı ki daha bir mahzun olmuştu. Ablama evlenme diyebilirdim. Ama bu çözüm değildi. Çünkü bu karar babama aitti. Ablamın benim dediğimi yapacağından şüphe etmesem de, aile içinde bir huzursuzluğun kapısını aralamak istemiyordum. Özellikle de dedem ve babamın bize daha yakın olduğu bu anda onları küstürmemeye çalışıyordum.

Ablamın durumu için, her gece namaza kalktığımda alnımı secdeye bırakıp Rabbimden bu konuda bana ve ablama hayırlı bir kapı açması için dua edip yalvarıyordum. Ablamın yapacağı evliliğin, Rabbimizin istediği gibi bir yuvaya dönüşmesinden başka bir niyetim yoktu.

Gün içinde zihnimi hep ablamın evliliği meşgul edip duruyordu. Ne yapacağımı bilememenin çaresizliği yüzümden de anlaşılır olmuştu. Camideki arkadaşlarım bendeki bu durumu fark etmiş olmalılar ki birkaç kez bana neyimin olduğunu sordukları halde, kendilerine herhangi bir sıkıntımın olmadığını söyleyip durumu geçiştirmeye çalıştım. Sıkıntımı içime atmak yerine dertleşecek birine ihtiyacım olduğundan, yatsı namazından önce Faruk’un bulunduğu camiye gittim. İsa’yı orada görmek beni çok sevindirmişti. Ne zamandan beridir İsa’yı göremiyordum. Faruk’la ne konuştuklarını bilmesem de benden söz ettiklerini, beni karşılarında görünce gösterdikleri şaşkınlıktan anlamıştım. Yatsı namazının ardından İsa’yla birlikte camiden çıkıp rastgele yürümeye başladık. Nereye gittiğimizin hiçbir önemi yoktu. Sadece konuşmak, biraz olsun rahatlamak istiyordum. İsa’yla gelişi güzel bir sohbet havasına girmiştik. Bazen ben bazen de o konuşarak yürümeye devam ediyorduk. Konuştuğumuz herhangi bir konumuz yoktu. Camideki arkadaşların durumu hakkında başladığımız konuşmamızda geldiğimiz nokta, ablamın evlilik konusu olmuştu. Bu konuya ne zaman nasıl geldiğimizi bile anlayamamıştım.

Ablamın evlilik meselesi sıradan bir evlilik meselesi değildi. Bu olaya daha çok Müslüman bir bayanın evlilik meselesi olarak baktığımız için durumu daha iyi kavrıyorduk. Müslüman bir bayanın karşılaştığı sorunların belki de en önemlisi evlilik meselesiydi. Ablamın evlilik meselesi, diğer bayanlar için de bir örnek teşkil edecekti. Bu yüzden benim gidi diğer arkadaşlarım da bu konu hakkında bir şeyler yapma çabası içerisindeydiler.

İsa “Ağabeylerimiz senin ablanın evlilik meselesiyle yakından ilgileniyor. Bu kondu bazı araştırmalar yapıyorlar” dediği duyduğum an içime hissettiğim şey huzur olmuştu. Onların neden sessiz kaldıklarını anlayamamıştım. “Ablan için en uygun adayın bizim yapımıza mensup birisinin daha uygun olacağını düşünüyorlar. Birkaç aday içinde en uygun kişiyi bulmaya çalışıyorlar. Bu yüzden senin bildirdiğin talebine cevap vermemeleri yaptıkları araştırmamın bitmemiş olmasından kaynaklanıyor. Sen de bilirsin ki bir işi araştırmadan, onun hakkında gerekli bilgi elde etmeden atılacak adımın sonu hüsran olarak neticelenebilir.

Ablanın evliliğinin, diğer bayanlara da örnek olacağını biliyorsun. Bu yüzden ablanın sıradan birisiyle evlenmesi demek, diğer bayanların da gelecekle ilgili umutlarını söndüreceğini düşünüyor Ağabeylerimiz. Ablan kendini İslam ahlakı ile çok güzel yetiştirmiş, bu da yetmemiş birçok bayanın da hidayetine vesile olmuş. Bayanlar arasında takva ve ahlakıyla örnek alınan birisi olmuş. Bayanların birçoğu onu kendilerine örnek alıyorlar. Bu yüzden ablanın evlilik meselesi, bana göre Muhammedi yapı için daha da önemli hale geliyor.

Ablanın sıradan birisiyle evlenmesinde Şer’i olarak hiçbir sakınca yok. Ağabeylerimiz de bunu biliyor. Onları endişelendiren; ablanın, evlendikten sonra eşi tarafından İslami hizmet ve çalışmalarında alıkonulması bir yana, İslami yaşantısına bir halel gelmesinin mesuliyetinden de kurtulamayacağını düşünmeleridir. Bu yüzden Ağabeylerimiz, şimdilik senin ablan, ilerde de evlenecek olan diğer bayanlar için, kendilerine uygun adaylar bulmak için bir alt yapı ve çalışma yapıyorlar.”

  “Bu söylediklerinde haklısın ama asıl sorunumuz da bu değil mi? Evlenecek olan bayanlara uygun adayları nasıl bulacağımızı bilmiyoruz.”

 “Aslında bayanlara uygun adayları bulmak zor değil. Sadece bunu uzaklarda aradığımız için göremiyoruz. Yakınımıza bir göz attığımızda bayanlar için o kadar çok uygun adayın olduğunu görebiliriz bence.”

“Mesela!”

“Mesela senin ablan için Ağabeylerimizin uygun gördüğü kişi Tarık’ın abisi Yahya’dır. Her ne kadar kendisi kısa bir süre önce saflarımıza katılmış olsa da, İslami hizmetlerdeki ihlası, samimiyeti ve fedakârlığıyla ablana uygun bir eş olacağını düşünüyorlar. Hem böylece her ikisi için de İslami hizmetlerinden dolayı endişe etmelerine gerek kalmadan birbirlerine bu konuda destek olacaklarını da unutmamak gerek.”

“Aslında bu söylediklerinde haklısın. Peki, Tarık’ın abisi evlenmek istiyor mu?” diye sordum sevinçle. Aradığım çözümün bu kadar yakınımda olmasını beklemeyerek.

“Artık bu işi hal etmek te Tarık’a kalıyor. Şayet olur da abisi evlenmek istemese bile abisini ikna etmeli.”

“Bu işi sana bırakıyorum o zaman. Tarık’la konuşursan sevinirim, abisinin evlilikle ilgili fikrini öğrensin. Eğer evlenmeyi kabul ederse, ablamla evlenmeyi isteyip istemediğini sorsun. Bu konuda fazla ısrarcı olmasın. Allah muhafaza, olur da ilerde bir sorun olursa o zaman bu işe bizim zorlamamız sonucunda kabul ettiğini söylerse bu hiç hoş olmaz” diye taşıdığım endişeyi özetledim.

İsa’yla bu konuda hemfikir olduğumuza sevindim. Bu işi elinden geldiğince çabuk bir şekilde hal etmesini, aksi takdirde babamın daha fazla sabrı kalmadığını söyleyince, İsa hiç vakit kaybetmeden benden müsaade isteyip Tarık’la buluşmaya gitti.

İsa, hemen Tarıkların evlerine gitmişti. Hiç beklemediği bir vakitte İsa’yı kapı da gören Tarık, ters bir şey olduğunu düşünmüş ilk etapta. Ama İsa’da hiç de endişeli bir durum yokmuş. Çok sakin görünüyormuş. Hatta her zamankinden daha iyi göründüğünü bile düşünmüş. Tarık, İsa’yı içeri davet ettiyse de İsa içeri girmeyip, kendisinin giyinip gelmesini istemiş. Tarık hiç vakit kaybetmeden hazırlanıp dışarı çıkmış.

İsa “Gecenin bu vaktinde seni rahatsız ettiğim için hakkını helal et. Seninle konuşmam gereken bir konu vardı. Sabahı bekleyemedim” diyerek söze girmiş.

İsa’nın konuşmalarındaki heyecanı anlayan Tarık, konuyu daha bir merak etmeye başlamış.

İsa “Muhammed’in ablasının evlilik meselesini biliyorsun. Bu konu hakkında Ağabeylerimizin bir çözümü var. Onu seninle konuşmak için geldim. Ağabeylerimizin fikrini seninle paylaşmak ve bu konuda fikrini öğrenmek istiyorum” diye söze girince Tarık şaşırmış.

“Beni daha fazla merakta bırakmayıp bir an önce Ağabeylerimizin fikrini söylesen nasıl olur?” diye sabırsızlıkla İsa’nın laf uzatmadan anlatmasını rica etmiş.

Tarık oldu olası arkadaşlarının bir şey söyleyeceği zaman konuyu uzatmasından hiç hoşlanmazdı. Herkesin kendisi gibi konuyu olduğu gibi hiç dolandırmadan anlatmasını isterdi. Tıpkı İsa’dan istediği gibi.

“Ağabeylerimiz, Muhammed’in ablası için en uygun adayın, abin Yahya olduğunu düşünüyor” dediğinde Tarık duyduklarına inanamayıp yanlış duymadığından emin olmak için İsa’dan söylediklerini tekrar etmesini istemiş. İsa aynı sözleri söylediğinde hissettiği şey mutluluk olmuş.

“Yahya, Muhammed’in ablası için bence çok iyi bir aday olur. Bence de her ikisi birbirlerine çok yakışırlar. Muhammed’in ablasının takva ve ihlasını bilmeyen yok. Yahya abim dersen her ne kadar kısa bir süre önce saflarımıza katılmış olsa da, onun da ihlasına ve samimiyetine şahidiz. Peki, Muhammed’in bu durumdan haberi var mı?” diye endişeyle sormak gelmiş aklına. Ne de olsa bizler arkadaştan öte kardeşleriz. Birbirimizin arkasından iş çevirmeyecek kadar saygı ve sevgi dolu olduğumuzu düşündüğünden böyle bir soru sorma gereği hissetmiş.

Bunu bilen ve anlayan İsa “Buraya gelmeden bu durumu Muhammed’le konuştum. O da bu öneriye sevindi. Yalnız Yahya’nın ne diyeceğini bilmiyor. Bu konuda Ağabeylerimiz de bir cevap almak istiyor. Şayet olur da abin kabul etmezse bu konu hiç konuşulmamış farz et. Çünkü o zaman Ağabeylerimiz başka bir aday bulacak. Muhammed’in ablasının rencide olmaması için de bu teklif gizli kalmalı.

Fazla vaktimiz yok. Muhammed’in babası kızını evlendirmek için acele ediyor. Bu yüzden senden ricamız, Yahya abinle bu konuyu bu akşam konuşup, evlilikle ilgili düşüncelerini öğrenmeni istiyoruz. Yarın sabah seninle tekrar bir araya gelip, Yahya abinin kararın öğrenip Ağabeylerimize bildiririm” diyerek ayrıldı.

Tarık, İsa’nın söylediklerinden sonra gece bir fırsatını bulup Yahya abisine durumu açmış. Yahya, ilkin evlilik için çok erken olduğunu söyleyip evlenmek istemediğini söylemiş. Tarık, evleneceği kişinin kim olduğunu söyleyince Yahya ne yapacağını bilemez olmuş. Karşısına çıkan böyle hayırlı bir adayı kaçırmaktan korkmuş. Bu durumu gece geç saatlere kadar Tarık’la oturup konuşmuşlar. Evliliğin artı ve eksi yönlerinin ne olabileceğini, iki kardeş gece yarısına kadar konuşup durmuşlar. Sonunda Tarık’ın “Böyle bir eş adayını bir daha bulamayabilirsin” telkinleriyle Yahya abisi evlenmeyi kabul etmiş.

Sabah erkenden Tarık, İsa’yla anlaştıkları gibi İsa’nın evinde buluşmuşlar. Tarık’ın yüzündeki tebessümden hayırlı bir haber olduğu anlaşılıyormuş. İsa, onu içeri alıp oturma odasına geçmişler. Daha önce defalarca İsa’ya misafir olduğu için oturma odasının yolunu bilen Tarık, direk oturama odasına geçmiş. Her ne kadar adı oturma odası olsa da aslında gayet sade bir odadan başka bir şey değildi.

İsa’yla birlikte ders yaptığımız zaman hep bu odaya gelirdik. Her iki duvar diplerine kurulmuş olan somyaların üzerine oturulduğu zaman yayların çıkardığı sesler, kulakları rahatsız etmeye yetiyordu. Somyaların eskiliğini üzerlerine örttükleri örtülerle kapatmaya çalışmışlardı. Oturma odasının boyası, evin diğer odalarıyla aynı kaderi paylaşıyordu. Yer yer dökülmüş olan boyalar ve solmuş rengiyle adeta beni yenileyin diyordu. Bu evde yaşayanların bunu yapacak maddi durumları olmadığından, daha önemli gördükleri ihtiyaçları dışında masraf yapmaktan kaçınıyorlardı. Belki de mahalledeki diğer tüm evlerin kaderi de aynı olduğundan mıdır bilinmez ama bu durum kimsenin pek tuhafına gitmiyordu. Tam aksine, birisi evini yenilediği zaman, bu durum aylarca mahalledeki diğer kadınların sohbet konusu oluyordu.

Tarık odaya girdiği zaman aslında odanın nasıl göründüğüyle hiçbir zaman ilgilenmemişti. Onlar için sanki olması gereken buymuş gibi, yaşadıkları evlerini, gördüklerinden daha farklı bir şekilde düşünemiyorlardı.

İsa, elinde çaylarla içeri girince “Kahvaltı yaptın mı?” diye sordu. Tarık kahvaltı yaptığını söyleyip, İsa’nın getirdiği çaylardan birini aldı. Karşılıklı oturup dün gece Yahya abisiyle konuştuklarını ayrıntılı bir şekilde İsa’ya anlatmaya başlamış. İsa, Yahya’nın evlenmeyi kabul etmesine en az Tarık kadar sevinmiş. Bu durumu bana söyleme işi yine İsa’ya kalmıştı. İsa, her ne kadar bu güzel haberi birlikte vermeyi teklif etmişse de Tarık utandığından gelmek istememiş.

“Bu işin resmiyete binmesinden sonra Muhammed’le konuşacağım” deyip benimle karşılaşmaktan hayâ etmiş.

İki arkadaş çaylarını bitirdikten sonra birlikte evden çıkmışlar. Tarık işin yolunu tutarken, İsa hızlı adımlarla bana doğru gelmek için acele ediyormuş. Kapıyı çaldığı zaman ki heyecanına o da çok şaşırıyormuş. Sanki evlenecek olan kendi kardeşleriymiş gibi bir heyecanla haberi ulaştırmak için sabırsızlanıyormuş. Sonuçta bizler de kardeştik. Benim derdim, aynı zaman da kardeşlerimin de derdiydi. Bu, tüm kardeşler arasında geçerliydi. Her birimiz bu özelliği Peygamber efendimizin “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” diye bildirdiği hadisteki uzuvlara benziyorduk. Bu durumda bu kadar heyecanlanması normaldi.

İsa’nın yüzündeki heyecanı görebiliyordum. Bir an önce hazırlanıp dışarı çıkmamı isteyince hiç vakit kaybetmeden hazırlanıp dışarı çıktım.

Sabah’ın erken saatlerinde sokaklarda insanlar işlerine gitmek için hızlı adımlarla yürüyorlardı. Gözlerinde uykunun mahmurluğu olan bu insanların bizi fark etmeleri çok zayıf bir ihtimaldi bence. Biz ise tam aksine daha sakin adımlarla yürüyorduk. Hiç acele etmeden kısa adımlarla yürüyüşümüzle, yanımızdan hızlı adımlarla geçenlerin “Bu ne rahatlık” der gibi kızgın bakışlarına takılıyorduk. Buna hiç aldırmadan,  tempomuzu da bozmadan yürümeye devam ediyorduk. İsa’nın bir an önce konuya girmesini bekliyordum.

“Dün, senden ayrıldıktan sonra gidip Tarık’la konuştum. Abisi Yahya ile senin ablan hakkındaki Ağabeylerimizin fikrini kendisine söyledim. Tarık da gece abisiyle konuşmuş. Abisi başta evlenmeyi düşünmediğini söylemiş, ardından adayın, senin ablan olduğunu öğrendiğinde evlenmeyi kabul etmiş” diye anlatınca sevinci yüzene ve sözlerinde belli oluyordu.

“Bu durumda zorlama olmamasını rica etmiştim” diye bir anda ağzımdan böylesini bir söz çıkı verdi.

“Zorlama yok. Tarık, sadece abisinin nasıl bir fırsat kaçırdığını anlatmış o kadar. Bence bu bir zorlama değil” diye beni ikna etti.

“Bundan sonrası için ne yapalım dersin?” diye İsa’ya sorma gereği hissettim. Malum baba gibi kararından kolay kolay dönmeyen bir vardı karşımızda.

İsa, gayet sakin bir şekilde “Buraya gelmeden Ağabeylerimizi uğrayıp Yahya’nın, evlilik işine tamam dediğini haber verdim. Şimdi sıra sende, istersen bu işi ya bizzat kendin gidip Yahya’yla konuşursun ya da Tarık aracılığıyla Yahya’dan bu evlilikten neler beklediğini sorarsın. Bana sorarsan en iyisi bizzat senin gidip Yahya’yla yüz yüze konuşman. Hem ablanın durumunu ve evlilikten beklentisini ilk ağızdan anlatman daha isabetli olur. Yahya’nın da bu evlilikten ne beklediğini sorup öğrenirsin. Her şeyi ilk günden konuşmak daha hayırlı olur” diye düşüncelerini bu kadar açık paylaştığı için ona minnettarım.

İsa’nın tavsiyesiyle Yahya’yla buluşmak için çalıştığı işyerine gittim. Yahya beni görünce birden heyecanlandı. Bizim adetlerde bu durum hiç de hoş karşılanmıyordu. Özellikle evlenecek olan kızın kardeşinin gidip müstakbel damat adayını ziyaret etmesi ya kavga için olurdu ya da ablasından vazgeçmesini söyleyip tehdit etmek için olurdu. Oysa ben, ablam için her şeyin en güzelini istediğim için Yahya’nın bu evlilikten ne beklediğini bizzat kendisinden öğrenmek istediğim için onunla konuşmak istiyordum.

Yahya’dan, bir saatliğine izin alıp benimle gelmesini söylediğimde hiç itiraz etmeden ustasından izin alıp geldi. Çalıştığı iş yerinden yaklaşık yüz metre uzaklıkta bulunan çay ocağına gittik. Çay ocağı, çalışma saatleri için de çok sessiz olurdu. Sessiz ve sakin bir ortamda konuşmayı tercih etmemin sebebi, konuştuklarımızı ve buluştuğumuzu kimsenin bilmemesi içindi. Yahya’yla ne konuşacağımı kendisinin yanına gelene kadar kafamda planlamama rağmen, bir türlü söze nereden başlayacağımı bilemedim. Söze girmek istediğim her seferinde utandığımdan konuyu başka şeylere çeviriyordum. Yahya, mahcup bir şekilde benim söylediklerimi dinliyor, ne zaman asıl konuya geleceğim diye merak içinde bekliyordu. Sözü daha fazla uzatmanın bir anlamı olmadığının farkındaydım.

Bir an önce konuya girmek adına “Merak ettiğim bir konu vardı, bunu seninle konuşmak istedim. Tarık’ın dediğine göre evlenmeye niyetin yokmuş. Daha sonra benim ablam olduğunu öğrenince bunu kabul etmişsin” dediğimde Yahya’nın yüzü renk değiştirdi. “Merak ettim evlilikten ne bekliyorsun?” diye can alıcı soruyu sordum.

Konunun evliliğe gelmesi Yahya’yı rahatsız etmişe benziyordu. Buna rağmen yine da bana cevap vermek zorunda olduğunun farkındaydı.

“Evlenmeyi düşünmediğim doğrudur. Bugüne kadar evlenmeyle ilgili hiçbir düşüncem olmadı. Yalnız evleneceğim kişinin dindar biri olması için Rabbime dua ediyordum. Tarık bana evlenmek isteyip istemediğimi sorunca istemediğimi söyledim. Ama söz konusu evleneceğim kişinin senin ablan olduğunu öğrenince Rabbime ettiğim dualar aklıma geldi. Ablanın dindarlığından ve İslami çalışmalarından haberdardım. Bu yüzden bunu, Rabbimin bir lütfu olarak gördüğümden kabul ettim” diye açıklama yaptığında ses tellerindeki dalgalanmalar heyecanının işaretiydi.

“Senin düşündüklerinin aynısını ben de ablam için düşünüyorum. Aynı zamanda ablamın da tek isteği, dindar biriyle evlenmektir. Ama babamın öyle bir endişesi olmadığı için, kendisini isteyen bir arkadaşının oğluna vermeyi düşündüğünü biliyorsun değil mi?”

“Tarık bundan söz etmişti.”

“Ablam adına merak ettiğim birkaç şeyi sana sormak istiyorum. Evlendikten sonra, ablamın yaptığı İslami hizmetlerine devam etmesinin senin için bir sakıncası olup olmadığını merak ediyorum” diye sorduğum soru saçma gibi gelebilir ama sormak ve cevabını bizzat kendisinden almak istiyordum.

“Tam aksine, İslami hizmetlerde bulunması için gerekirse ben bile onu zorlarım. Tek istediğim, evleneceğim bayanla Rabbimizin razı olacağı bir yuva kurmaktır. Bunun için de elimden geleni yapacağım inşallah” dediğinde içimdeki endişe ateşine serpilmiş su beni rahatlattı.

“Peki, senin her hangi bir şartın veya evleneceğin kişiden bir beklentin var mı?” diye de sorma gereği hissettim.

“Beklentilerim, İslami bir yuva kurmaktır. Bu şartımın da şayet olursa ablanla bu isteğim yerine gelecek diye düşünüyorum” dediğinde başını yere doğru eğip gözlerini benden kaçırması hoşuma gitmişti.  

“Tamam, ben ablamla konuştuktan sonra tekrar seninle konuşuruz. Ablamın henüz senden haberi yok. Onun da bu konudaki fikirlerini öğrendikten sonar seninle tekrar buluşuruz” diyerek çay ocağından ayrıldım.

Yahya’yla konuşmam bana iyi gelmişti. Ablam için en iyisinin bu olduğunu düşünmeye başlamıştım. Rabbim, Yahya’nın duasını kabul ettiği gibi bizim de dualarımızı kabul etmişti. Durumu ablamla konuşmak için evin yolunu tuttum. Eve geldiğim zaman ablamın evde olmadığını görünce hiç şaşırmadım.

Ablamın sabah kahvaltısından sonra evden çıkıp, bazen ikindi vaktine kadar dönmediği bile olurdu. Bu durum annemi ve Ninemi rahatsız etse de, ablama destek olmam yüzünden kimse ablama bir şey söylemezdi. Böylelikle ablam, İslami çalışmalarına rahat bir şekilde devam edebiliyordu. Bazen annem “Kızım, sen evlenince kocana yemek niyetine ders yaparsın” diyerek takılsa da, ablam buna gülüp geçiyordu. Annem haksız değildi. Evlilik yaşına gelen her genç kızın bilmesi gereken yemek,  ev işi ve benzeri şeyleri ablam pek bilmezdi. O, daha çok vaktini İslami hizmetlerle geçirdiği için bunlara pek vakit ayıramıyordu.

Annem hiç âdetim olmayan bir vakitte eve gelişimin sebebini sorduysa da kendisine hiçbir şey demeden sorduğu soruyu geçiştirdim. Ablamın gelmesi umuduyla biraz evde vakit geçirdim. Ablamın geleceği yoktu. Mecburen ablamla konuşma işini akşama bırakacaktım. Benim de yapmam gereken İslami hizmetlerim vardı.

Odamda biraz kitap okuduktan sonra öğle namazına az bir zaman kaldığını görünce abdestimi alıp çıkmaya karar verdim. Abdestten sonra Ninem beni konuşmaya tuttu. Kadıncağızın canı sıkıldığı için konuşacak birilerini özlediğini bildiğimden Ninemin dizlerinin dibine oturdum. Elleriyle saçlarımı okşarken bir yandan da dudaklarından benim için dualar ediyordu. Ninemi mutlu görmekten her zaman zevk alıyordum. Anlaşılan son zamanlarda ninemi çok ihmal etmiş olmalıyım ki onun bu kadar sıkıldığını fark etmemişim.  Ninemi konuşturmak için bir konu bulmak benim için zor değildi. Bu sefer de hiç zorlanmadan ninenim gençliğinde evlilikten ne beklediğini sordum.

Ninem sorduğum bu soruya önce bir iç geçirip ardından “Bizim zamanımızda evlikten tek beklentimiz vardı. O da sadece evleneceğimiz erkeğin dindar olmasıydı. Bundan başka bir beklentimiz yoktu. Şimdiki kızlar gibi çok seçici değildik. Zaten köyde herkesin maddi durumu belliydi. Yine de genç kızların tek hayali dindar birisiyle evlenmekti. Gerçi bizler her ne kadar hayal kursak da sonunda bizim yerimize karar verecek olan babamızdı. Babamız bizi kiminle evlendirmek isterse biz de mecburen bunu kabul etmek zorunda kalıyorduk. Böylelikle kurduğumuz tüm hayallerimiz yıkılıyordu. Artık kısmetimizde ne varsa ona razı oluyorduk” diye anlatmaya başladı.

Ninem, gençliğini hep gözyaşları içinde anlatırdı. Hüzün gözyaşlarını silmek de bana kalıyordu. Her ne kadar gençliğinde istediği gibi bir evlilik yapmamış olsa da, dedemle evlendiği için kendisini şanslı görüyordu. En azından kendisine değer veren birisiyle evlendiği için evlilik hayatının birçok arkadaşına nazaran daha iyi olduğunu söylerdi. Köyde başlarına gelen musibeti de Allah’ın bir takdiri olarak görüp, kaderlerine rıza gösteriyordu.

Ninemin konuşarak biraz rahatlamasına sevinmiştim. Dışardan öğle ezanının okunmasıyla ninemin dizleri üzerindeki başımı kaldırınca ninem yine hüzünlendi. Bunu belli ettirmemeye çalıştıysa da gözlerindeki hüzün her şeyi ifade etmeye yetiyordu.

Namaz için evden çıkmak üzereyken ablam kapıdan içeri girmişti. Ablamın nereden geldiğini soracak değildim. Bu yüzden kendisini güler bir yüzle karşılayıp, öğleden sonra bir işi olup olmadığını sorduğumda, bana gitmesi gereken birkaç evin olduğunu söyledi. “Bugünlük derslerini bir başkasına bırakman mümkün mü?” diye sorduğumda, ters giden bir şeylerin olduğunu sandı. O da biliyordu ki çok önemli bir mesele olmazsa kendisinden derslerini ertelemesini istemezdim.

Ablam “Bugünlük derse katılamayacağımı arkadaşıma haber verip geleyim” deyip eve girmeden geri döndü.

Öğle namazını camide kılmak için evden çıktım. Namazın ardından eve geldiğimde ablamın beni beklediğini gördüğüm için sevinmiştim. Ablamın evlilik işini bir an önce hal etmek istiyordum. Ablamla gündüzleri evde aynı anda bulunduğumuz anlar çok nadir oluyordu. Sabah kahvaltısından sonra ikimiz de evden çıkar, akşama doğru ablam, yatsıdan sonra da ben eve geliyordum. Akşam vaktinde ev halkının hepsi evde bulunduğu için de ablamla rahat konuşmamız imkânsızdı. Bu yüzden evin daha sessiz olduğu öğle vaktini seçmiştim.

Ablam aç olup olmadığımı sorup, bana bir şeyler hazırlayabileceğini söylediğinde, kendisinden bize çay hazırlamasını rica ettim. “Seninle biraz konuşmak istiyorum” dediğimde, ablam tamam deyip mutfağa gidip çayı ocağın üzerine koyup geldi. Annemden müsaade isteyip “Ablamla biraz konuşacağım mümkünse bizi rahatsız etmeyin” dediğimde annem tamam dedi.

Annem, ablamla bu türden konuşmalarımıza alışkındı. Bir sıkıntım olduğunda, ablamla odaya kapanıp kendisiyle dertleştiğimi biliyordu.  Ablamla konuşmak beni rahatlatıyordu. İslami bilgisi sayesinde, bana nasıl sabredeceğimi öğretiyordu. İslami hizmet alanında zorluk çeken sahabe ve Allah dostlarının hayatlarını anlatıp, bana moral veren tek kişiydi desem her halde abartmış olmam.

Bu seferki konu farklı olduğu için annemin bizi rahatsız etmemesini istiyordum. Ablamla odasına gidip yatakların üzerine oturduk. Her ne kadar odalarındaki eşya, genç kızların hayalindeki kadar konforlu olmasa da, burası kız kardeşimle ablam için huzur buldukları tek yerdi. Gece yatmadan önce saatlerce kız kardeşimle konuşup dertleştiklerini biliyordum. Ablam, evde dertlerimizi dinleyen tek kişiydi. Kendisinin de dertlerini dinleyen birilerinin olmasını istediğim için de Faruk’un ablasından ara sıra kendisinin dertlerini dinlemesini rica etmiştim.

Ablamla biraz havadan sudan konuştuktan sonra, çaylarımızı hazırlamak için mutfağa gidip geldikten sonra asıl konuşmam gereken konuya girdim.

“Bizim Tarık’ın abisi Yahya’yı tanıyor musun?” diye sorduğumda ablam ona böyle bir soru sorduğum için şaşırmıştı.

“Hayırdır ona bir şey mi oldu?” diye endişeyle sordu.

“Yoo, hayır. Sadece onun hakkında ne bildiğini merak ettiğimden soruyorum.”

“Kısa süre önce namaza başlayıp camiye gittiğini biliyorum. Yanlış değilsem o da bizim saflarımızda İslami hizmetlerde bulunmaya başlamış.”

“Doğru biliyorsun. Ama benim asıl merak ettiğim şey bu değildi. Geçenlerde Ağabeylerimiz, senin evlilik meselen için bir arkadaşı benimle görüşmek için görevlendirmişler. Arkadaşla görüştüm Ağabeylerimizin senin için uygun bulduğu adayları araştırdıklarını söyledi. Bu konu hakkında arkadaşımla beraber senden habersiz bir şey yaptım.

Senin evlilik meselenle ilgili olarak bir çözüm bulmaya çalışacağımı sana söylemiştim. Babamın bulduğu adayla evlenmene razı olmadığımı da biliyorsun. Bir çözüm bulmak adına Ağabeylerimizle senin evlilik mevzunu konuşup bize bir yol göstermelerini rica ettim. Aslında onlar da babamın bulduğu adayla evlenmene karşıymışlar. Bu yüzden senin için uygun olduğunu düşündükleri birkaç kişinin evlilikle ilgili fikrini sorması için birilerini görevlendirmişler. Bu arkadaş adaylarla ilgili bana bilgi verdi. Eğer sen de uygun bulursan senin için en uygun adayın, Tarık’ın abisi Yahya olabileceğini düşünüyoruz” diye gelişmeleri olduğu gibi anlattım.

Ablamın yüzü utancından kıpkırmızı olmuştu. Onu daha fazla utandırmak istemiyordum. Ama bu durum ertelenecek bir durum değildi.

“Senin adına karar vermek bana düşmez biliyorsun. Ben sadece senin mutluluğunu düşünüyorum” diyerek konuşmasını sağlamaya çalıştım.

“Biliyorum, bu konudaki çabalarının da farkındayım. Şayet senden olmasaydı babam beni çoktan evlendirmişti.”

“Bu yüzden senin adına gidip Yahya’yla konuştum. Evlilikte neler beklediğini öğrendim. Yahya’nın da senin gibi İslami endişeleri olduğunu gördüm. Her ne kadar Yahya, İslami hizmet saflarına yeni girmiş olsa da gerçekten de ihlaslı ve takvalı olduğuna şahidim” diyerek Yahya’dan edindiğim izlenimlerimi ablama söyledim.

“Tarık aracılığıyla kendisine evlenmek isteyip istemediği sorulduğunda, önce evlenmek istemediğini söylemiş. Tarık, evleneceği kişinin sen olduğunu söyleyince bunu kabul etmiş. Bunun üzerine kendim gidip Yahya’yla konuştum. Evliliği neden istediğini sorduğumda ise bana, ‘Rabbime dindar biriyle evlenmek için hep dua ediyordum. Ablanın, dualarımın karşılığı olduğunu düşündüğüm için bunu kabul ettim’ dedi. Sen ne dersin? Yahya sence de sana uygun mu?” diye sordum.

“Sen uygun görüyorsan benim için de uygundur” diyen ablamın bu karardan memnun olduğunu gözlerinden anlamıştım. Babamın bulduğu adaydan daha hayırlı olduğu kesindi.

“Peki, o zaman ben bu durumu Ağabeylerimize bildirip onların bu konuda ne yapmamızı öğrendikten sonra babamla konuşup bu durumdan kendisini haberdar ederim” diyerek ablamdan sabırlı olmasını umutlarını yitirmemesini istedim. Önümüzde duran baba engelini de aşacağımızı söylediğimde ablam biraz olsun rahat bir nefes aldı.

Ağabeylerimize, ablamın Yahya’yla evlenmeyi kabul ettiğini bildirmemin ardından, bu konu hakkında Muhammedi yapının önde gelen mollalarından Molla Zeki ile konuşmam tavsiyesi edildi. Molla Zeki’nin evinde olmam için akşam vaktinde bir randevu verilmişti. Bu randevuya gittim.

Molla Zeki, elli yaşlarında, bir yetmiş beş boylarında, kır saçlı, nur yüzlü bir büyüğümüzdü. Kendisinin sözü, hepimiz tarafından dinlenirdi. Sözleri ve tavsiyeleri bizim için emir gibiydi. Ablamın evlilik konusunu kendisiyle konuşmaktan herhangi bir sakınca görmediğim gibi, onun tavsiyelerini can kulağıyla dinlemeye hazırdım. Akşam randevuma gittim. Molla Zeki, beni kapıda güler yüzle karşılayıp boş olan bir odaya aldı. Bu ev, şehrin en güzel yerleşim yeri olan Yenişehir semtinde olsa da, evin içi hiç de dışına göre değildi. Odada, yere serilmiş kilimlerin üzerindeki minderler dışında bir de bir çalışma masası vardı. Masanın üzerinde duran lamba ve kâğıtlar, burasının Molla Zeki’nin çalışma odası olduğu fikrini veriyordu. Odaya geçtikten sonra kendisiyle musafaha ettikten sonra minderlerden birine geçip oturdum. Molla Zeki’yle, ilk olarak arkadaşlarımızla ayda bir yaptığımız derslere katıldığı zaman tanışmıştık. Bir sorun veya sıkıntımız olduğu zaman bizimle ilgilenmesi için, görevlendirilmiş olduğunu daha sonraları duyacaktık. Çok nadir de olsa bazen acil durumlarda kendisiyle görüşmek istediğimizde bizi kabul eder, dert ve sıkıntımızı dinlerdi.  Bize verdiği öneriler ve çözümler sayesinde müşkülümüz hal olurdu.

Bu sefer de ablamın evlilik meselesiyle ilgili konuşmak için buradaydım. Hal hatır sorup, arkadaşlarımın ve çalışmalarımızın durumundan kısaca söz ettikten sonra asıl konu olan ablamın evlilik meselesine geldik. Daha önce de bu durum hakkında Ağabeylerimizle birkaç kez konuştuğumuz için olan bitenden haberdardı. Buna rağmen Ağabeylerimizin yaşadığım soruna bir cevap vermek ve yol göstermekte ağır davrandıklarıyla ilgili şikâyetimi dile getirdim.

Molla Zeki, beni dinledikten sonra babacan bir ses tonuyla “Senin pencerenden bakınca, haklısın. Ağabeylerimize, ablanın evliliğiyle ilgili söylediklerinden haberdarım. Sana niye cevap verilmediğine gelince, bunun birçok sebebi var. Benim bildiğimi kadar senin ailen tam olarak bizim yapının mensubu olmadığı için, Ağabeylerimiz bu işe fazla müdahale etmek istememiş olabilir. Aile içi sorunlara dışardan birisi olarak müdahale edildiği zaman, daha büyük sorunlarla karşılaşabiliyoruz. Muhammedi yapının evliliklere bakış acısı bellidir. Kız ve erkek kardeşlerimizin, dindar olanlarla evlenmeleri her zaman teşvik edilmiştir. Ne var ki Ağabeylerimizin müdahil olduğu bazı evlilikler istenildiği gibi gitmedi. Bu yüzden Muhammedi yapı töhmet ve zan altında kaldı. Bundan böyle Ağabeylerimiz, evlilik konusunda müdahil olmak yerine sadece tavsiye vermeyi daha uygun gördü. Sana ve ablana neden tavsiye edilmediği, ablan için uygun bir aday bulunmayışından olabilir. Ya da mensubu bulunduğun yapımız yüzünden ailenle karşı karşıya gelmemeni istemedikleri için de olabilir. Baban, abin ve dedenin Muhammedi yapıya karşı bir tavır almalarını istemediklerinden de olabilir. Sonuçta senin ablan da bizim bir kardeşimizdir. Sen bilmesen de Ağabeylerimiz onun için uygun bir aday bulmaya çalıştıklarını sana söyleye bilirim. Bildiğim kadarıyla da birkaç kardeşimize bu yönden teklif dahi yapılmış, onların cevabı bekleniyordu. Onların cevabından önce, sana cevap vermeleri doğru olmazdı. Gecikmenin birçok neden var. O yüzden alınganlık yapmadan önce biraz daha geniş bir pencereden bakmaya çalış. Yahya’yla ilgili olumlu bir cevap gelmemiş olsaydı bu iş belki de biraz daha uzayabilirdi.

Bana sorarsan Yahya, bizce de uygun bir adaydır. Eğer ablan ve Yahya tarafında bir sorun yoksa biz de buna seviniriz. Elimizden gelen bir şey olursa yapmaya hazır olduğumuzu söylemek için seni çağırdım. Babanla konuşmamız gerekiyorsa bu konuda da elimizden geleni yaparız.”

“Babam, aile işlerine Muhammedi yapı dahi olsa bir yabancının müdahale etmesinden hoşlanmaz. Birisi babamla konuşursa korkarım ki babam bu konuda inat eder. O yüzden eğer uygun görürseniz bunu dedemin yardımıyla aile içinde hal etmek istiyorum.”

“Bence de bu daha iyi olur. Bize ihtiyacın olursa, bildir. Şunu aklından asla çıkarma Ağabeylerimizin nazarında her bir fert çok değerlidir. Onlara verilen değer, maddi olarak ölçülemez. Ağabeylerimizin siz gençlere olan düşkünlüğü, bir babanın evladına olan düşkünlüğünden az değildir.”

Molla Zeki ile biraz daha sohbet ettikten sonra eve geldim. Ablamın evlilik işini bir an önce babamla konuşmam gerekiyordu. Geçen her gün bizim aleyhimize işliyordu. Bunu daha fazla geciktirmek istemedim. Bu nedenle evde babamla konuşmak için akşamın geç saatlerine kadar beklemek zorunda kaldım. Herkes yatmak için hazırlık yaptığı zaman, babam ve dedemden kendileriyle biraz konuşmak istediğimi söyleyince babam anlayış gösterip beni dinledi. Kendisine, ablamla evlenmek isteyen Yahya’dan söz ettim. Arkadaşının oğlundan vazgeçmesini rica ettim. Bu evliliği ablamın istemediğini ve namaz kılmayan birisiyle yapılan evliğin temellerinin başta çürük olduğunu hatırlattım. Daha önce de evde buna benzer konuşmalar geçtiği için babam ve dedem benim bu evlilik hakkındaki fikirlerimi biliyorlardı. Babamın hoşuna gitmese de sonuçta bizim haklı olduğumuzu bildiğinden Yahya’yı tanımaya yönelik birkaç soru sorup onu hakkında bilgi edindi.

Aslında babam, Yahya’nın babasını mahalleden tanırdı. Rıza amca, iyi bir esnaf olmanın yanı sıra dürüstlüğüyle de tanınırdı. Yahya ve diğer çocuklarını da kendisi gibi dürüst ve güzel ahlakla yetiştirmişti. Yani Yahya, ablam için uygun biri olabilirdi.

Buna rağmen babam “Yahya senin arkadaşın mı?” diye sordu.

“Yahya, abimin arkadaşıdır. Namazında niyazında olan biridir” dedim. Kendimden emin konuşmaya gayret ederek. Sesimin titremesi veya tereddüt gösterme vakti değildi. En küçük bir şüphe babamın düşünce dünyasında soru işaretleri bırakabilirdi.

Dedem “Yani Yahya sizinle birlikte camiye geliyor mu?” diye babamın sorduğu soruyu biraz daha açtı.

“Evet dede. Kısa bir süre önce camiye gelmeye başladı. Allah’a çok şükür eski huylarını ve alışkanlıklarını değiştirip İslami bir ahlakına büründü. Namaza başladıktan sonra Yahya çok değişti. Eski hayatından çok farklı bir hayata başladı. Tıpkı abim gibi…”

Babam, Yahya’dan iyi söz etmemden memnun olmuştu. Arkadaşının oğlundan daha iyi bir kısmet olduğunu kabul etmişti. Yine de “Kız evi, naz evidir” deyip “Bir de Yahya’yı biraz da ben araştırayım. Ondan sonra kararımı veririm” dediğinde bunun bir umut olduğunu anladım. Babamın yumuşamasına sevinmiştim.

Babamın bu sözünden sonra işlerin nasıl olacağını tahmin etmem zor olmadı. Bir hafta sonra babam, benimle Yahya’nın ailesine haber gönderip, ablamı istemeye gelmelerini söyleyince her şey bir anda değişmişti. Ablamın yüzündeki hüzün ve evdeki negatif atmosfer, yerini pozitif havaya bırakmıştı.

Çok kısa bir süre içinde ablamın evlilik işi hayırlı bir şekilde sona erdi. Ablam, Yahya’yla evlendikten sonra, birlikte kendi kurdukları evlerine yerleştiler. Bizim için de bundan böyle derslerimizi yapacağımız yeni bir evimiz olmuş oluyordu.

 

 

 

[1] Siret Ansiklopedisi: 2. Cilt: Birinci Bölüm: Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve seleme Mükemmel Bir Eş.

[2] Hakikat Yayınevi: Batının İkiyüzlülüğü

[3] Nur Suresi: 31

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar