MURAT'IM-1.BÖLÜM
1.BÖLÜM
“Hiç bir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi, babası Yahudileştirir; Hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.”[1]Diye buyurmuş Peygamber Efendimiz(sav).
Nitekim yaşadığımız Coğrafyada, nüfusun kahir ekseriyeti Müslüman olduğu halde, bu Müslüman çoğunluk, İslam dininin gereklerini yerine getirme hususunda oldukça pasif davranmakta… Müslüman ana-babadan olanların halidir bu! İslam ahlakı ile hiçbir ilgisi olmayan nice Müslümanlar var maalesef!
Bu, oldukça kötü tabloya rağmen, kimi insanlar da, gerçek anlamda Müslüman bir ailede dünyaya açar gözlerini ve İslam ahlakı ile yetişirler. Tıpkı Mehmet amca gibi…
Mehmet amca, ailesinden miras aldığı İslami değerleri güzelce özümsemiş bir insandı. Bu yüzdendir ki, çok küçük yaşlardan beri, başta namaz olmak üzere, Allah’a(cc) kulluğun her alanında gayretliydi. İslami değerlere sıkı sıkıya bağlı yaşardı. Nitekim İslam, onun hayatının sadece bir-iki alanını değil, tümünü kuşatmıştı. İslam’a bu derece gönülden bağlı olmasına rağmen, kendisini ilmi açıdan yetiştirme imkânına sahip olamadığından, hayatı boyunca bunun pişmanlığını yaşadı.
Ailesine maddi açıdan destek olabilmek için, babasına ait olan işyerinde çalışıyordu. Bu yüzden de, İslami çalışma ve faaliyetlere katılma fırsatı olmadı. Bunun yerine maddi olarak fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine elinden geldiğince yardımcı oluyordu. Bunun yeterli olmadığını biliyor ama ailesinin içinde bulunduğu maddi sıkıntıları da görmezden gelemiyordu.
Mehmet amca evin en büyük oğluydu. Kendisinden dört yaş küçük olan kardeşi Mahmut dışında ailenin başka çocuğu yoktu. O zamanlar bir ailenin geçimi için, bir tek kişinin çalışması yeterli gelmediğinden, bu iş Mehmet amcaya kalmıştı. Mecburen babasına yardımcı olup ailesinin geçimine katkı sağlamak zorunda olduğundan, ilkokuldan sonra okul hayatına da son verdi. Bu arada günü gelince askere gitti.
Askerliğini yapıp geldikten sonra, evlenmesi için fedakâr annesi ona uygun bir eş olabileceğini düşündüğü komşu kızı Fatma’yı gözüne kestirmişti. Fatma, mahalle camiinde, kendi imkân ve olanaklarıyla; camiye gelen kızlara, başta Kur’an–ı Kerim olmak üzere Temel İslami ilimlerden olan, İlmihal derslerini vermekteydi. Yaşantısı ve kişiliğiyle, birçok annenin, kendi evladına layık görebileceği örnek bir kişiliği vardı Fatma’nın. Buna karşılık, birçok talibini geri çevirmişti Fatma. İstediği tek şey, Allah rızası için, İslami hizmet vermekti. Evliliği ise bu hizmete büyük bir engel olarak görüyordu. Evlendikten sonra eve kapanmak ve sadece ev işleriyle uğraşmak, hayalini kurduğu İslami hizmetler arasında yoktu. Onun bu tavrına karşın, ailesi, yaşıtlarının evlendiğini ve çoluk çocuğa karıştığını söyleyip bir an önce evlenmesi için baskı yapıyordu kendisine.
Mehmet amca askerliğini bitirip memleketine gelir gelmez, annesi hemen bahsetmişti Fatma’dan. Birkaç gün içinde Fatma hakkında çok şey öğrenmişti. Fatma’nın kendisine talip olanları geri çevirdiğini, birçok iyi kısmeti olduğu halde onların hiçbirisine yüz vermeyip onları reddettiğini biliyordu artık. Şu soruyu soruyordu kendine: ‘Annemin bana uygun gördüğü Fatma, birçok açıdan benden iyi olan kısmetlerini geri çevirdiği halde beni kabul eder mi?’
Mehmet amca annesinin kendisine uygun gördüğü Fatma’yla evlenmeyi kabul etmişti. Annesi oğlunun bu fikre olumlu yanıt vermesinin ardından hiç vakit kaybetmeden ilk fırsatta mahalle camiine gidip Fatma’yla konuşmak için sabırsızlanıyordu. Nihayet, bulduğu ilk fırsatta camiye koşmuştu. Camiye geldiğinde, Fatma’yı, çocuklara Peygamber efendimiz aleyhissalatu vesselamın hayatını anlatıyorken buldu. Fatma’yı böyle bir vaziyette yakalamak sevindirmişti onu. Bu durumu, fırsata çevirebileceğini düşündü.
Annesi ders halkasına katılıp dersi dinlemeye başladı. Dersi dinlerken aklından, Fatma’nın kendi torunlarına nasıl bir anne olacağını geçiriyordu. Başkalarının çocuklarına bu kadar şefkatli ve merhametli olan birisinin kendi öz çocuklarına bundan daha fazla ilgi ve alaka göstereceği muhakkaktı. Fatma, Mehmet amcanın annesi Zeynep’i ders halkasında görünce şaşırmıştı. Çünkü Zeynep teyze gibi evli olan kadınlar, ya soru sormak için gelirlerdi camiye ya da çocuklarına ders versin diye Fatma Hocaya ricada bulunmak için gelirlerdi. Zeynep teyzenin kız çocuğunun olmadığını biliyordu. Geriye tek bir seçenek kalıyordu! Fatma, Peygamber efendimiz aleyhissalatu ve selamın hayatını anlatmaya devam etti. Dersin ardından, öğrenciler dağılınca, Zeynep teyze utangaç bir eda ile yaklaştı Fatma’ya ve:
–“Kızım işin yoksa biraz konuşa bilir miyiz?” Diye sordu. Fatma böyle bir şey beklediğinden:
–“Tabi Zeynep teyze, istersen şuraya geçelim” diyerek gözlerden ırak olan bir köşeyi işaret etti. Zeynep teyze Fatma’nın kendisine işaret ettiği yere geçip oturdu. Zeynep teyze, Fatma’nın yanına gelmesiyle daha bir heyecanlandı. Fatma’ya kendisinin gelini olmasını nasıl teklif edeceğini, camiye gelmeden birkaç kez evde kendi kendine prova yapmıştı ama prova yaparken hiç heyecanlanmamıştı. Şimdi ise heyecanlıydı ve bu heyecanını yenmeye çalışıyordu. Fatma, Zeynep teyzenin neden bu kadar heyecan yaptığına bir anlam veremiyordu. Zeynep teyzenin soracağı sorunun neden kendisini bu kadar heyecanlandırdığına bir anlam veremese de yine de saygısından, Zeynep teyzenin söze başlamasını bekledi. Zeynep teyze heyecanını yenmek için Fatma’ya annesinin nasıl olduğunu sorarak söze girdi. Fatma’nın cevabıyla oluşan sohbet havası, Zeynep teyzeyi rahatlattı. Böylece evde provasını yaptığı söyleyiverdi:
–“Kızım, eğer sen de uygun görürsen, seni oğlum Mehmet’e istiyorum!”
Fatma hiç beklemediği bu teklif karşısında neye uğradığını şaşırmış ve çok heyecanlanmıştı. Çünkü daha önce birçok evlilik teklifini hep ailesi aracılığıyla öğrenmişti. Şimdi heyecanlanan Fatma’ydı. Bu teklif, önceki teklifler gibi olsaydı kesinlikle reddederdi. Ama şimdi bu teklife nasıl bir cevap vereceğini bilemiyordu. Zeynep teyzeyi tanıyordu. Aynı mahallede oturdukları için, oğlu Mehmet’i de tanıyor ve onun iyi bir insan olduğunu biliyordu. Ancak Fatma için sorun bunlar değildi. Evliliği neden istemediğini nasıl anlatabilirdi ki Zeynep teyzeye. Bir kadının toplum içindeki görevinin, evlenip kendi yuvasını kurmak ve kendi ailesini oluşturmak olduğunu defalarca annesinden dinlemişti. Bunlar doğruydu, ama eksikti. Çünkü kadınların da, İslami hizmetlerde yerini almasının gerektiğine inanıyordu. Ve bu uğurda çabalıyordu.
Zeynep teyze, Fatma’nın düşüncelere daldığını görünce karamsarlığa kapıldı. Bir an için pişmanlık duyar gibi oldu. Fatma’nın kendi oğluyla evlenmesinin hiçbir cazip tarafı yoktu. Oğlu babası gibi esnaftı. Babasıyla birlikte çalıştıkları halde kıt kanaat geçinebiliyorlardı. Fatma’nın daha iyi kimselere layık olduğunu biliyordu. Ama oğlu için en iyisini istediğindendir ki, o da birçokları gibi Fatma’yı oğluna layık görmüştü. Küçük bir olasılık olsa bile bunu denemişti. İşte Zeynep teyzeyi, Fatma’nın yanına getiren bu küçük ihtimaldi.
Fatma, Zeynep teyzenin bu teklifini hemen reddetmeyip, düşünmek için kendisinden birkaç gün mühlet istedi. Zeynep teyze bunu, “Hayır” demenin başka bir şekli olarak yorumladığından, kalkarken: “ Kızım, eğer gerçekten de düşüneceksen, o halde benim sana gelmeme vesile olan Peygamber efendimiz aleyhissalatu ve selamın şu hadisini hatırında tut; Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular ki:
“Kadın dört hasleti için nikâhlanır: Malı için, hasep ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul.”[2]”Zeynep teyze bu hadisi şerifi söylediğinde Fatma’nın yüreğinde anlamını bilmediği bir his oluştu. Zeynep teyzenin kendisini neden seçtiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Zeynep teyzenin okuduğu hadis-i şerif, düşüncelerini meşgul etmeye yetmişti. Öylesine dalmıştı ki, Zeynep teyzenin yanından vedalaşıp ayrıldığının bile farkına varmamıştı.
Fatma eve geldiğinde Zeynep teyzenin teklifini düşünüyordu. Daha önce kendisine yapılan tüm evlilik teklifleri için istihare yapmıştı. Bu defa da öyle yaptı. Gece abdestini alıp İstihare namazını kıldı. Dualarını okuduktan sonra, Rabbinden, kendisinin ahireti için hayırlı olanı isteyerek uykuya daldı.
Sabah uyandığında, gördüğü istihare rüyasının olumlu oluşundan memnunluk duyar gibi bir hali vardı. Yatağından sevinçle kalkmıştı. Kahvaltıyı hazırlamak için mutfakta annesine yardımcı olurken de yüzünden tebessüm eksik olmamıştı. Sabahın erken saatinde kızının bu kadar neşeli olmasına alışkın olmayan Hatice teyze:
–“Hayırdır inşallah kızım, bu sabah seni bu kadar sevindiren şeyin ne olduğunu söyle de bizde sevinelim!” diyerek, şaşkınlığını dile getirinceye kadar da, Fatma, kendisinin neşeli olduğunun farkında bile değildi. Annesinin, bu halini fark etmesinden utandığı için yüzü kızardı. Hızlı hareketlerle eline aldığı bardaklarla annesinin yanından uzaklaştı.
Fatma Hoca camiye gitmek için evden çıktığında kafasında Zeynep teyze ve de gördüğü istihare rüyası vardı. İstihare rüyasında:
Zeynep teyze, eşi Hüseyin amca ve de oğlu Mehmet, kendisini istemek için evlerine gelmişlerdi. Hüseyin amca, Fatma’yı babasından istemiş, Fatma’nın babası Salih amca da tam ona cevap verecekken, onun yerine, gaybtan: “İzdivacınız hayırlı ve mübarek olsun” diye bir ses duymuştu. Bu o kadar sıra dışı, o kadar muhteşem bir şeydi ki, buna adeta inanamıyor ama bu olayı gerçekten yaşamış gibi de, büyük bir haz duyuyordu Fatma. Zira evliliği için yaptığı istiharenin olumlu çıktığının açık bir alametiydi bu rüya. Fatma’nın şüphesi yoktu bundan. Böyle bir evliliğin hayırlı olacağını düşündüğü içindir ki; Zeynep teyzenin, oğlu Mehmet için yaptığı teklife olumlu cevap vermesi gerektiğine inanıyordu. Yüreğini istila eden tatlı heyecanın sebebi buydu zaten. Uykudan uyandığından beri hissettiği bu heyecanını, istemeden de olsa etrafındakilere de fark ettirmişti.
Şimdi Zeynep teyzeye nasıl haber göndereceğini düşünüyordu. Ne de olsa, dün, Zeynep teyzeden düşünmek için süre isteyen kendisiydi. Bu heyecan ve düşünce yoğunluğu içinde camiye gitmişti Fatma. camiye geldiğinde öğrencilerini görünce bütün düşüncelerinden bir anda sıyrıldı. Öğrencileri, Fatma Hoca’nın her şeyiydi. Kendi hayatından daha çok onları düşünürdü. Bu zamana kadar evlenmemesinin sebebi de öğrencilerine olan bu düşkünlüğüydü zaten. Camide öğrencileriyle birlikteyken huzurluydu. Kendisini en iyi hissettiği yerdi cami.
Dersten sonra eve doğru giderken, pazardan eve dönmekte olan Zeynep teyzeyle karşılaştı. Ne yapacağını şaşırdı. Başka bir zaman olsa, hiç düşünmeden Zeynep teyzeye yardıma koşardı. Ama şimdi olduğu yerde kala kalmıştı. Zeynep teyze henüz kendisini görmediğinden yolunu değiştire bilirdi aslında, ama bunu yapmadı. Bir anda Zeynep Teyze’nin yanında buldu kendini. “Yardım edeyim!” Diyerek, elindeki poşetleri aldı. Zeynep teyze, Fatma’nın bu istekli yardımına pek sevindi. Nede olsa güngörmüş biriydi, leb demeden leblebiyi anlamak zor olmuyordu onun için. Hele de bu tip konularda. Bu Fatma’nın ilk yardımı değildi elbette. Ancak bu seferki yardım çabasında bir başkalık olduğu açıktı. Fatma, Zeynep teyzenin evine kadar kendisine eşlik etti. Zeynep teyzenin eşi ve oğlu Mehmet, sabah erkenden işe gitmişlerdi. Mehmet’in kardeşi Mahmut’ta okuldaydı. Yani evde kimse yoktu. Zeynep teyze bu durumu söyleyip Fatma’yı eve davet etti. Fatma bu teklife sıcak bakmasa da, Zeynep teyzenin ısrarlarına daha fazla dayanamadı. Eve girdiğinde bir tuhaf oldu. Daha önce de geldiği bu eve şimdi başka duygularla girmişti. Onun bu tuhaf duyguları yaşamasına sebep olan şey, gördüğü rüya ve aldığı karardı kuşkusuz.
Zeynep teyze, Fatma’ya dün yaptığı evlilik teklifini unutmuş gibi davranıyordu. Anlaşılan Fatma’yı utandırmak istemiyordu. Fatma teklifi düşüneceğini söylemişti ve zaten sözüne güvenilir biriydi. Eğer düşüneceğim demişse kesinlikle düşünecekti. Aslında Zeynep teyze, Fatma’nın ne düşündüğünü sormak için sabırsızlanıyordu. Bir an önce oğlunun mürüvvetini görmek istiyordu. Şayet Fatma, oğlunu da reddederse, vakit kaybetmeden başka kısmetler bulmaya çalışacaktı. Bu yüzden Fatma’nın teklifini merak ediyordu. Zeynep teyze, misafirine çay hazırlamak için mutfağa gitti. Bu boşluktan faydalanan Fatma Hoca, evin iç duvarlarından, eşyalarına varıncaya kadar göz önünde olan her şeyi bir güzel süzdü. Maddi olarak pek de bir şeyleri olmadıkları her hallerinde belli oluyordu. Fatma Hocanın derdi hiçbir zaman maddi olmadığından bunu dert etmezdi. Ama yine de yüreğine birazcık vesvese düştü. Bu eve gelin gelip burada zor şartlar altında yaşayacağını ve maddi imkânsızlıklarla karşılaşacağını fısıldıyordu yüreğindeki ses. Derhal sıyrıldı bu düşünceden. Bu vesvesenin şeytandan olduğunu düşündü ve Allah’a sığındı.
Elinde Çay tepsisiyle solana giren Zeynep teyze, Fatma’nın yanına oturdu. Fatma’nın halini-hatırını sordu. Fatma utangaç ve de biraz mahcup bir eda ile cevaplıyordu Zeynep Teyze’nin sorularını. Sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyordu kendisini. Zeynep teyze, Fatma’nın bu utangaçlığının sebebini bilmiyormuş gibi, onu rahatlatmak için, sıradan şeyler konuşarak Fatma’nın rahatlamasını sağladı. Sonra konu nasıl olduysa dönüp dolaşıp, oğlu Mehmet’e geldi. Oğlunun özelliklerini anlatmaya, onun ne kadar iyi biri olduğundan söz etmeye başlamıştı Zeynep Teyze. Fakat bunu yaptığının farkında bile değildi. Kendisini o kadar kaptırmıştı ki, Fatma’nın utandığını ve yüzünün kızardığını bile fark edemiyordu.
Zeynep Teyze’nin, konuşmasına ara verdiği bir anda Fatma:
–“Zeynep teyze! Ben de sizinle bu konu hakkında konuşmak istordum. Bildiğiniz gibi, ben Cami’de, öğrencilere ders veriyorum. Ve onların İslami bir hayat yaşamaları için elimden geleni yapmak benim en büyük arzum. Bu güne kadar evlenmek istemeyişimin sebebi de budur zaten. Evlendikten sonra, eve kapanıp camiden ve öğrencilerimden uzak kalmaktan korktuğum için taliplerimi hep geri çevirdim. Benim istediğim tek şey, evlensem bile, camiye gitmeme izin verecek ve bana bu hizmette destek olacak bir eş.”
–“Kızım, oğlum Mehmet, tam da senin istediğin gibi biridir. Senin, Camiye gitmene izin vermek bir yana; bu onu, çok da sevindirir. Mehmet’in belki İslami bilgisi senin kadar yoktur, ama Allah(cc) rızası için yapılan her işe, severek ‘evet’ diyen biridir. Yeter ki sen bir ‘evet’ de.” Dedi, Zeynep teyze. Duyduğu bu sözlere pek sevinen Fatma:
–“Eğer bu şartımı kabul ederseniz, gelip annemle konuşun” diyerek, Utançtan kızarmış bir yüzle, alelacele kalktı. Zeynep Teyze’den izin isteyerek ayrıldı evden.
Fatma’nın, oğluyla evlenme hususundaki istekliliğine sevindiğinden olsa gerek, kalması için ısrarcı olmamıştı. Ne de olsa, amacına ulaşmıştı sonuçta.
Zeynep teyze, akşam işten dönen oğluna, Fatma Hoca’yla aralarında geçen diyaloğu ayrıntılarıyla anlattı. Fatma Hoca’nın, evlendikten sonra da camiye gitmek istediğini ve tek şartının bu olduğunu söyledi. Oğlu (Mehmet amca), Fatma’nın bu şartının kendisi için sevindirici olduğunu, müstakbel eşinin İslami hizmetlere böylesine gönülden bağlı olmasının kendisini ayrıca mutlu edeceğini söyledi.
Oğlundan bu cevabı alan Zeynep teyze, hiç vakit kaybetmeden, Fatma’nın annesiyle konuşup kızına talip olduklarını söyledi. Fatma’nın annesi bu habere sevinse de, kızının bu teklifi de geri çevireceğinden neredeyse emin gibiydi. Ama adet olduğu üzere; kızlarına talip olanları geri çevirmeden önce, bunu düşünüp kızına ve eşine bildirdikten sonra, kendilerine bu konu hakkında düşüncelerini bildireceğini söyledi.
Zeynep teyze bunların adetten şeyler olduğunu bildiği için, pek de üstelemeden, biraz sohbet ettikten sonra evine döndü.
Fatma’nın annesi bu haberi ilk önce kızına verdi. Zeynep teyzenin, oğlu Mehmet için, kendisine talip olduğunu söyledi. Fatma bunu bekliyordu. Annesinin kendisine sorması üzerine:
“Siz nasıl uygun görürseniz” dediğinden, annesi şaşkınlık ve sevinci birlikte yaşıyordu. Zira kızının bu teklifi de reddedeceğinden emindi. Ama kızının “Siz nasıl uygun görürseniz” sözü olumlu bir cevaptı. Durumu eşine açıp, onun da olurunu aldıktan sonra, Zeynep teyzeyi uygun bir vakitte misafirleri olmaları için davet etti.
Fatma, Mehmet amcadan iki yaş küçük olmasını rağmen, ailesinin desteği ile küçük yaşlardan itibaren mahalledeki Kur’an kursuna gidip, orada İslami eğitiminin temelini atmıştı. Geçen zaman içinde kendisini daha iyi yetiştirerek, hocalarından sonra camideki öğrencilere kendisi ders vermeye başlamıştı. Fatma Hoca olacak kadar bilgi ve birikiminin yanı sıra, güzel ahlakı ile de tanınan biri olmuştu.
Mehmet amca kendisinin sahip olamadığı İslami ilimlere müstakbel eşinin sahip olmasını büyük bir nimet olarak görüyordu. İlerde çocuklarının eğitimi açısından Fatma’nın mükemmel bir eş olacağını düşündüğünden, annesinin kendisine uygun bulduğu Fatma ile evlenmeyi kabul etmişti.
Böylece, hiç bekletmeden evlendiler. Eşinin, Cami hocalığına hiç engel olmadığı gibi, hep desteklemişti de Mehmet amca. Yani Fatma’nın evlilik için koştuğu tek şarta asla karşı durmamıştı. Bu durum Fatma’yı pek mutlu etmiş ve Rabbine sürekli şükrettirmişti tabi.
İlk çocukları bir kız olmuştu. Ona Remziye adını verdiler. Çocuklarının olması eve canlılık getirmişti. Evde çocuk sesinden daha güzel bir şey olamazdı herhalde. Zeynep teyzenin yardımı ve desteğiyle, Fatma Hoca hizmetlerinden geri kalmıyordu. Hayatı zor ve yükümlülükleri daha fazla olmuştu, ama bunların hiçbirini umursamıyordu. Mutluydu çünkü. Hayalini kurduğu bir evliliği vardı. Camiye gidemediği zamanlar, öğrencilerini evine davet edip derslerine evde devam etmesi, onun için en büyük mutluluk ve nimetti.
Remziye annesinin eğitimi altında narin ve nazik bir gonca gibi büyürken, ikinci çocukları oldu. Ona Sema adını verdiler. Zeynep teyze iki oğlunun ardından, iki de kız torununun olmasına sevinse de, eşi Hüseyin amca erkek torunlarının olmasını daha çok istiyordu. Bir yandan çocukları, diğer yandan da ev işleri arasında, cami çalışmalarını aksatmayan Fatma Hoca, eşine gereken ilgi ve alakayı göstermeyi de ihmal etmiyordu. Bildiklerini eşiyle paylaşıyor, onun da İslami bilgilere sahip olması için çabalıyordu. Ama eşi, sabah erkenden işe gittiğinden, İslami ilimleri öğrenmeye pek fırsatı olmadığını görüyordu. Açıkçası, Fatma Hoca da, eşini bazen bir öğrencisi yerine koyup, ona İslam’ı anlatıyor olmaktan da ayrı bir zevk alıyordu.
Üçüncü çocukları erkek olmuştu. Bu çocukla birlikte, ailede herkesin keyfi yerindeydi. Hüseyin amca beklediği erkek torununa Murat adını verdi. Buna kimse itiraz etmedi ve zaten edemezlerdi de. Bu arada, ailenin nüfusu artıkça, Mehmet amca daha fazla çalışmak zorunda kalıyordu. Üç çocukları ile birlikte babası ile aynı evi paylaşıyorlardı. Böylece ailenin giderleri daha ekonomik olduğundan, daha rahat ediyorlardı.
Murat’la birlikte Mehmet ve Fatma hocanın beş kız iki erkek çocukları olmuş oldu.
[1] Kutub-u Sitte Kader: 2658
[2] Kutub–i Sitte: Buharî, Nikah 15; Müslim, Rada 53, (1466); Ebu Davud, Nikah 2, (2047); Nesâî, Nikah 13, (6, 68).][2][47]