MURAT'IM-17.BÖLÜM
17.BÖLÜM
Yolculukları iyi geçmişti. Yol boyunca Murat hep uyumuştu. Diyarbakır’a sabahın ilk ışıklarıyla varmışlardı. Diyarbakır otogarına girmeden, Murat’ın babasının evine yakın bir yerde indiler. Caddelerde tek tük arabalar dışında hiç kimse yoktu. Henüz hayatın koşuşturması başlamamıştı. Caddelerde henüz kimselerin olmamasına sevinmişlerdi. Mümkün olduğunca, kimseye görünmeden babasının evine gitmek için adımlarını hızlandırdılar. Murat rahatsız olsa da, Diyarbakır’da kaldırımda oturmanın ne kadar riskli olduğunu bildiğinden, kendisini yürümek için zorladı. Babasının evinin bulunduğu binaya geldiklerinde, nefes nefese kalmıştı. Ailesinin kendisini böyle görmemesi için, binanın girişindeki merdivenlerin üzerinde bir müddet oturup dinlendi. Rahatladığını hissettiğinde kalktılar.
Dairenin kapısını çaldıklarında, ailesi sabahın bu saatinde kapının çalmasını hayra yormamışlardı. Kapı zili, evdekilerin uykularını bozmuştu. Evdekilerin hepsi kalkmıştı. Kapıya bakmak için babalarının giyinmesini bekliyorlardı. Mehmet amca giyinip ısrarla çalan kapıya doğru geldiğinde, bayanlara odalarına girmeleri söyledi. Bayanlar odalarına girince, evin koridorunda sadece Mehmet amca, oğlu Zülküf ve Murat’ın oğlu, yani torunu Hüseyin kalmıştı. Kapı zili hala ısrarla çalıyordu.
Mehmet amca kapı merceğinden gördüklerine inanamadı. Aceleyle kapıyı açtı. Karşısında oğlunu görünce, gözyaşlarına hâkim olamadı. Murat ile Ali içeri girdikten sonra, Murat’ın oğlu Hüseyin “Baba” diye bağırıp, kendisini Murat’ın kucağına attı. Hüseyin’in “Baba” diye bağırması, odalarında bulunan bayanların şaşırmasına neden olmuştu. Çünkü Murat’ın buraya gelmesi onlar için ancak bir hayaldi. Murat’ın annesi ve kız kardeşleri ile eşi odada merak içinde bekliyorlardı. Gelenin kim olduğunu, sabahın bu saatinde neden kapılarının çalındığını merak edip duruyorlardı.
Mehmet amca, oğlunu ve arkadaşı Ali’yi boş olan bir odaya aldıktan sonra Murat, babası ile Ali’yi odada bırakıp, çıktı. Bayanların kaldığı odaya girdiğinde, odadakiler adeta şok oldular. Karşılarında duranın Murat olduğunu gördüklerinde heyecanlanmışlardı. Murat her biri için ayrı bir anlam taşıyordu. Hepsinin ortak özelliği gözyaşlarıydı. Annesi oğlunu gördüğü için gözyaşı dökerken, eşi hasret ve özlem gözyaşları döküyordu. Kız kardeşleri abilerine olan özlem ve hasretle birlikte, onun iyi olduğunu gördüklerinden dolayı gözyaşı döküyorlardı.
Murat, annesinin elini öptükten sonra, kız kardeşlerine sarılıp onları bağrına bastı. Sema’ya sarıldığında, Sema kendisini abisinin göğsüne bastırıp hıçkırıklar içinde ağladı. Herkes durmuş bu manzarayı seyrediyordu. Abisinin teselli sözlerine rağmen gözyaşlarına hâkim olamıyordu Sema. Daha fazla dayanamayıp odasına kaçıp orada ağlamaya devam ederken, Murat, ablasının yanına gitmek isteyen diğer kız kardeşine: “Onu yalnız bırakın!” dedi. Bunun üzerine kız kardeşi, ablasının yanına gitmekten vazgeçti.
Murat, ailesiyle oturup onların her biriyle hasret gidermeye başladı. Yan odada Murat’ın babası Mehmet amca, oğlunun durduk yere buraya gelmesinin hayra alamet olmadığını düşünüyordu. Cemaat mensuplarına yapılan baskınların, her gün haberlerin ilk konusu olarak verildiği bir zamanda oğlunun Diyarbakır’a gelmesinin büyük bir risk olduğunu da düşünüyordu doğal olarak. Bu yüzden de oğlunun neden Diyarbakır’a geldiğini merak ediyordu. Bu merakını gidermesi için Ali’ye:
–“Hayırdır oğlum, Sizi buraya getiren şey nedir?” diye sordu.
Ali, Mehmet amcanın bu soruyu sormasını bekliyordu. Ama buna cevap vermenin ne kadar zor olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Şimdi ne diyebilirdi. Birden bire: “Senin oğlun çok hasta” diyemezdi ki! Ama Mehmet amcanın bir cevap bekleyen bakışları altında eziliyor ve bu durumdan kurtulmanın yolunu düşünüyordu. Mehmet amca, sonunda, gerçeği öğrenecekti. Bunu geciktirmenin hiçbir anlamı yoktu. Ali daha fazla Mehmet amcanın bakışlarına dayanamayıp:
–“Murat gelsin, onunla beraber sizinle konuşursak daha iyi olur.” dedi.
Ali’nin bu cevabı Mehmet amcayı daha bir endişelendirip, meraklandırmıştı. Mehmet amca güngörmüş biriydi. Oğlunun bir sıkıntısının olduğunu biliyordu. Ali’nin kendisine bir şey söylemeyeceğini de anlamıştı. Ali’yi tanıyordu. Ketum biri olduğunu biliyordu. Ama bildiği bir şey daha vardı ki; o da, Ali’nin, oğlunun en yakın arkadaşı, hatta kardeşi gibi olduğuydu. Ali’ye güveniyordu. Eğer söylemek istemiyorsa onu zorlamanın bir anlamı olmadığını da biliyordu. Oğlunun neden geldiğini öğrenmesinin tek yolu, kendilerinin anlatmasıydı. Bu yüzden Murat’ın gelmesini beklediler.
Murat, annesi ve kardeşlerinin yanından ayrılmak istemiyordu. Babası ile Ali’yi yalnız bıraktığını hatırladığında, annesinden müsaade isteyip, babası ve Ali’nin bulunduğu odaya girdi. Babası onunla biraz konuşup hal hatırını sorduktan sonra:
–“Ali’ye ne olduğunu sordum bana bir şey demedi. Senin gelip ne olduğunu açıklayacağını söyledi. Ne oluyor oğlum?” Dedi.
Murat, babasının sorularına kendisini hazırlamıştı. Ama ailesinin sevgisini gördükten sonra, onların bu sevinçlerini hüzne çevirmek istemiyordu. Önemsiz bir şeymiş gibi: “Ali anlatsın” dedi. Ali bu işin kendisine kalmasına pek sevinmemişti. Hoşnutsuzluğunu ifade eden bakışlarla arkadaşının yüzüne baktı. Murat sadece ona tebessüm edip, kendisini bu işten kurtarmasına minnettar kalacağını ifade eder bakışlarla bakıyordu. Bu iki kardeş, birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki, bazen konuşmak için sözler yerine bakışlarla bir birleriyle anlaşabilecek kadar iyi bir dostluğa sahiplerdi. Murat’ın babası sabırsızlanmıştı. Neler olduğunu kimin anlatacağının, onun için hiçbir önemi yoktu artık. Bir an önce neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Bir oğluna bakıyor, bir karşısında oturan Ali’ye. Ali, Murat’ın babasının merakını görebiliyordu. Murat’ın konuyu anlatmaya hiç niyeti yoktu. Bu işi daha fazla uzatmamak adına söze girmek isteyen Ali, nereden başlayacağını bilemiyordu. Daha doğrusu, bir babaya oğlunun ciddi bir hastalığı olduğunu nasıl anlatabilirdi. Mehmet amcanın beklemekten sinirlenmiş bir hali vardı. Neler olduğunu birisinin anlatmasını beklemekten canı sıkılmış ama yine de sabrediyordu. Ali daha fazla Mehmet amcayı bekletmemek adına söze girdi:
–“Hacı amca, bizim buraya geldiğimizi mümkün olduğunca ne kadar az kişi bilirse, bizim için o kadar iyi olur. Buraya geliş sebebimiz Murat’tır. Dün Mersin’de bir sağlık kabinine gittik. Murat’ı muayene eden Doktor, Murat’ın kalbinde bir sorun olabileceğini ve bir an önce muayene edilmesi için hastaneye yatması gerektiğini söyleyince bizde buraya geldik. Sizin fakültede tanıdıklarınız var, onların yardımıyla Murat’ın araştırma hastanesinde tam bir muayeneden geçip, hastalığının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için buradayız. Yalnız Murat’ı muayene eden doktor, hiç vakit kaybedilmemesini istedi. Eğer mümkünse bugün hastaneye gidebilsek iyi olur. Bizim durumumuzu biliyorsunuz. Bu konuda da çok dikkatli olmamız gerektiğini size hatırlatmama gerek yok sanırım.” Dedi.
Ali, Mehmet amcadan, korktuğu gibi bir tepkiyle karşılaşmadığı için seviniyordu. Mehmet amca durumu ya tam olarak kavrayamadı ya da gerçekten de soğukkanlı birisiydi. Oğlunun hastalığına verdiği hiçbir tepki yoktu. Sanki normal bir hastalıkmış gibi, normal karşılamıştı.
Murat ile Ali, Mehmet amcaya bakıyorlardı. Mehmet amca duydukları karşısında hiçbir şey dememiş, öylece bekliyordu. Aklından neler geçtiğini kimse bilmiyordu. Bu defa meraklanma sırası Murat ile Ali’ye gelmişti. Mehmet amca:
–“Murat’ın hasta olduğunu ne zaman öğrendiniz?” Ali:
–“Dün öğrendik. Doktor, hastalığının ciddi olduğunu söyleyince, biz de endişelendik ve hiç vakit kaybetmeden buraya geldik.”
Mehmet amca, oğlunun daha önce hastalanmış olduğunu ve bunu kendilerinden sakladıklarını düşünüyordu. Bunu açıkça soramamış olsa da, sözlerinden bunu kastettiği gayet iyi anlaşılmıştı. Mehmet amca:
–“Kahvaltı yaptıktan sonra Fakülteye gideriz.” dedi.
Ali, beklediği cevabı almanın rahatlığıyla:
–“Benim uğramam gereken birkaç yer var. Eğer müsaadeniz olursa ben kalkayım.” dedi.
Ali’ye, kapıya kadar eşlik etti Murat. Ali, dikkatli olmasını isteyip, ailesini ziyaret ettikten sonra, görebilirse Cemaatten birilerini görüp kendi durumlarını haber vermeye çalışacaktı. Öğle vakti tekrar görüşmek için sözleşip ayrıldılar.
Ali’nin ayrılışının ardından Murat, ailesiyle birlikte hasret giderdi. Onlar da Murat’ın neden geldiğini öğrendikleri için, sevinçleri buruklaşmıştı. Sevincinden hiçbir şey kaybetmeyen tek kişi, Murat’ın oğlu Hüseyin’di. Babasının kucağına oturmuş, kendisiyle oyun oynamasına kahkahalarıyla karşılık veriyordu. Ailesinin endişe ettiği gibi bir endişe yoktu Murat’ta. Ya da endişesini belli etmemeye çalışıyordu. Eğer gerçekten onları endişelendirmemek için bunu yapıyorsa, bunu çok iyi başarıyordu.
Kahvaltı hazırlanmış, Murat’ın sevdiği şekilde yumurtalar pişirilmiş ve yine onun sevdiği şeylerle sofra donatılmıştı. Murat, Sanki bu dünya hayatına veda edecek biriymiş gibi davranıyordu, ama bunun farkında değildi. Hiç kimse bunun farkında değildi aslında. Yürümedikçe, Murat’ın hastalığının ciddiyeti ortaya çıkmıyordu. Bazen hafif bir öksürükten başka görünürde hiçbir şeyi yoktu.
Murat, ailesiyle birlikte kahvaltının tadını çıkardıktan sonra, babasıyla birlikte araştırma hastanesine gitmek için hazırlandı. Mehmet amca evden çıkmadan önce birkaç yere telefon edip, araştırma hastanesinde çalışan tanıdıklarına ulaştı. Onlardan, kendisine yardımcı olmalarını istedi. Tanıdıkları bu talebi seve seve kabul etti. Mehmet amca, işini sağlam yapmanın sevinciyle, oğluyla birlikte evden çıkıp hastaneye gittiler.
Murat’a pek belli etmek istemeseler de, evde kalan eşi, annesi ve kardeşleri onun iyileşmesi için dua etmeye, kötü bir şey olmaması için Allah’a yalvarıp yakarmaya başlamışlardı bile.
Mehmet amca ve Murat, araştırma hastanesine geldiklerinde; Mehmet amca, tanıdığı olan Mustafa’yı bulmak için onun çalıştığı röntgen çekme bölümüne gitti. Mustafa, Mehmet amcayı karşılayıp ona hürmetle misafir etti.
Mustafa, Mehmet amcanın yeğeni sayılırdı. Mehmet amca her zaman Mustafa’ya yardımcı olmuş, okul okuduğu zaman elinden geldiğince ona maddi olarak destek olup, ihtiyaçlarını karşılamıştı. Mustafa, Mehmet amcanın iyiliğini çok görmüş ve her zaman ona ve ailesine hayır dualarda bulunan biriydi. Bugün Mehmet amcanın sıkıntılı gününde, ona yardımcı olmaktan büyük bir zevk duyuyordu.
Mehmet amca, oğlunun durumunu özetledikten sonra, Murat’ın başının polisle dertte olduğunu hatırlatıp, bu konuda dikkatli olunmasını istedi. Mustafa, Murat’ın durumunu biliyordu. Akrabaları arasında Murat’ın durumunu bilmeyen yok gibiydi zaten. Murat’ı tanıyan herkes, ailesinin dini konulardaki hassasiyetlerini bildiklerinden, onlara saygı duyup, bu konuda onları takdir ediyorlardı. Mustafa, Murat’a rahatsızlığını sorup ondan da tam bir cevap aldıktan sonra, çaylarını içip kalktılar. Mustafa, hastanedeki arkadaşlarından Kardiyoloji bölümünde Uzman doktor olan İbrahim’i ziyaret edip, yanındakilerle içeri girdi. İbrahim, Mustafa ve yanındakileri görünce, onları karşılayıp oturmaları için yer gösterdi.
Hastanede, tanıdıkların işi bu şekilde bekletilmeden daha çabuk görülüyordu. Bu, her doktor için geçerliydi. Mustafa’nın İbrahim’i tercih etmesinin asıl nedeni, hem yakın arkadaş olmaları, hem de İbrahim’in sahip olduğu İslami şuur ve bilinciydi. İbrahim, doktorluğu, Allah’a daha iyi hizmet etmek için tercih etmişti. Müslümanlara en iyi bu şekilde hizmet etmekten başka derdi yoktu. Fakir fukaraya daha fazla bir ilgi ve alaka gösterip, onlarla bizzat kendisi ilgilenirdi. Mustafa bunu bildiği için İbrahim’i tercih etmişti. Yanındakileri doktorla tanıştıran Mustafa, ardından konuya girdi. Doktor, Murat’ın rahatsızlığının ilk ne zaman başladığını sorunca, Mehmet amca dönüp oğluna bakmıştı. Murat:
–“Yaklaşık bir ay önce soğuk aldığımı zannedip, soğuk algınlığı ilaçları kulandım. Fayda vermeyince sağlık kabinine gittim. Orada sorunumun kalp olduğunu tahmin ettiklerini söylediler. Biz de buraya geldik.”
Doktor, Murat’ın rahatsızlığını sorup öğrendikten sonra, Murat’ı muayene etmek için arka tarafa geçtiler. Murat’ın sırt ve göğsünü dinledikten sonra, kalbinin durumunu öğrenmek için “Efor” çekti. Koşu bandında Murat’ı biraz koşturunca, Murat nefes nefese kalmış bir halde kendisini zorla sandalyeye attı. Doktorun muayenesinin ardından, Murat’ın hastalığına kesin teşhis konulmuş sayılıyordu. Murat’ın kalp kapakçığının aşındığı teşhisi konuldu. Çok ciddi bir hastalık olmamakla birlikte, Diyarbakır Fakülte hastanesinde bu hastalığı tedavi eden bölüm yoktu. Bunun için Ankara’ya gitmeleri gerekiyordu.
Ankara’da “Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi” bu iş için kurulmuş ve Türkiye genelindeki tüm hastaların tedavi edildiği yerdi.
Mehmet amca, oğlunun hastalığının kalbinden olmaması için dua ediyordu. Bunu kabullenemiyordu. Doktorun dediğine inanmak istemiyordu. Oğlunun, genç yaşında, kalp rahatsızlığını kaç baba kabul edebilirdi ki? Mehmet amca, oğlunu muayene eden doktora teşekkür edip oradan ayrıldılar. Mustafa her ne kadar Doktor İbrahim’in kendi alanında uzman olduğunu söylediyse de, Mehmet amca bir türlü oğlunun kalp rahatsızlığını kabul etmek istemiyordu. Mustafa’nın tüm çabalarına rağmen Mehmet amca eve dönmeye karar verdi. Oğlunu tanıdığı, bildiği birkaç iyi doktora daha gösterecekti. Aslında Mehmet amcanın istediği, kendisinin istediği bir haberi kendisine verebilecek bir doktordu. Bu yüzden de oğlunu kaç tane doktora götürmesi gerekirse, götürmekten çekinmeyecekti.
Murat, babasının neden böyle yaptığını bildiği halde sadece babasının gönlü hoş olsun diye sesini çıkarmıyor, babası ne derse onu yapıyordu. Eve döndüklerinde Mehmet amcanın yüzünden düşen bin parçaydı. Bunu evdekilere nasıl anlatacaktı. Kapıdan içeri girer girmez etrafını saran eşi Mehmet amcayı soru yağmuruna tuttu. Evdekiler, Mehmet amcanın söyleyeceği sözlere kendilerini adapte etmişlerdi. Ama Mehmet amcanın hiç konuşmaya niyeti yoktu. Babasının durumunu fark eden Murat, babasının yardımına yetişti:
–“Önemli bir şey yok. Doktor bazı testler yaptı. O kadar.”
Evdekiler işin bu kadar basit olmadığını biliyorlardı. Annesi durumu anlamış ama çocuklarının yanında bunu konuşmak istemediği için, konuyu değiştirip odaya geçtiler. Mehmet amca, işe gitmek için ayakkabılarını bile çıkarmadan evdekilerle vedalaşıp evden çıktı.
Murat, ailesiyle birlikte güzel vakitler geçirmeye çalışıyordu. Ancak Murat’ın hastalığı herkesi endişelendiriyordu. Murat’ın durgunluğu görülmüş şey değildi. Evdekilerle bile sohbet ettiğinde gülümsemesinin altında yatan durgunluk ve zoraki gülüşlerini fark etmeyen yoktu.
Ali, ailesini ayaküstü görüp anne ve babasından helallik alıp birkaç yere uğramış ve Murat’la birlikte burada bulunduklarını Cemaate iletmeleri için haber bırakmıştı. Diyarbakır’daki polis baskınlarından dolayı istediği şahısları görememişti. Herkes bu polis baskınlarının geçmesini bekliyordu. Diyarbakır, polis baskınlarının sık yaşandığı bir yerdi. Bu yüzden çok tedbirli davranmaları gerekiyordu. Ne kadar az kişi onları görürse o kadar iyi olacaktı. Daha önce de Murat yüzünden basılan evde kaldıklarını polis öğrenirse, hiç vakit kaybetmeden baskın yapardı. Bunun için ellerinden geldiğince bunu gizli tutmak zorundaydılar.
Ali, öğle vakti Murat’la buluşmak için evlerine gitti. Murat, Ali’yi gördüğüne çok sevindi. Nedense Ali’ye farklı davranıyordu. Ali, Murat’ın ne yapmak istediğini hissetse de bunu dillendirmiyordu. Çünkü bazı şeyleri konuşmaktan ve gerçekleri dile getirmekten her ikisi de korkuyordu. Ama Allah’ın takdirinin ne olduğunu bilmediklerinden, ellerinden geleni sonuna kadar yapacaklardı. Asla pes etmeyeceklerdi. Murat, Ali’yi içeri alıp boş olan odaya geçtiler. Ali, Murat’a hastanede ne olduğunu sordu. Murat, doktorun teşhisini söylediğinde her ikisinin de Mersin’deki doktorun teşhisinde haklı olduğu akıllarına gelmişti. Bundan sonra ne yapacaklarını ve nasıl hareket edeceklerini konuştular.
Murat, Ali’ye, babasının durumu kabullenmek istemediğini anlattı. Bunu babasına nasıl kabullendirecekleri konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Bu yüzden bir süre Mehmet amcanın istediği gibi hareket etmesine karışmayıp, ne yapmak istiyorsa onun istediği gibi hareket etmeye karar verdiler. Bundan böyle birlikte kalacaklar ve Mehmet amcanın bir yanlış yapmaması için, ona dikkat edeceklerdi.
Mehmet amca akşam eve geldiğinde yemekte Murat’a bir doktordan randevu aldığını, saat 10,da doktorun muayenehanesinde olmaları gerektiğini söyledi. Murat, Ali’ye bakıp birlikte gitmek için yemekten sonra hazırlandılar. Mehmet amca çok güvendiği bu doktorun, işinin ehli olduğunu ve halk arasındaki şöhretini duymuştu. Oğlu için bugüne randevu almıştı. Murat, babasını kırmayıp onunla birlikte doktorun özel muayenesine gittiler. Artık alışık olduğu muayeneden sonra, bu doktor da diğer meslektaşları gibi teşhisi koydu. Fakat onu daha iyi incelemek için hastaneye çağırdı. Mehmet amca ne olduğunu anlamıyordu. Oğlunun bugüne kadar hiçbir rahatsızlığı olmadığı halde bu hastalığının nereden çıktığına anlam veremiyordu. Doktordan çıkıp eve geldiler. Mehmet amca evdekilere yine hiçbir şey dememiş, onları telaşlandırmak istememişti.
Eve geldiklerinde Murat, babasıyla konuşup, bu durumun İlahi bir takdir olduğunu, hastalığı için endişelenmemesini ve kabullenmesini istedi. Bu şekilde işlerin daha rahat olacağını anlattı. Mehmet amca, oğlunu dinlerken kendi kaderine teslimiyeti ve hastalığı konusunda endişe etmemesi hoşuna gitmişti. Yarın sabah devlet hastanesine gidip son bir kez daha tüm tetkiklerin yapılmasını isteyen babasını kırmayıp bunu kabul etti. Sabah erkenden henüz hastanede fazla yoğunluğun olmadığı bir vakitte, sıra almak ve muayene işlemlerini Ali yerine getiriyordu. Bir yandan herhangi bir takibin olup olmadığına dikkat ediyor, bir yandan da tanıdık birilerinin olmaması için gözlerini dört açmış etrafına bakıyordu.
Hastanede aldığı sıra fişiyle Murat ve babasının yanına dönen Ali, Murat’ın durumunun iyi olmadığını fark etti. Babası, oğlunu ilk kez böyle hasta görüyordu. Murat, nefes almakta zorlanıyordu. Her geçen dakika Murat’ın durumu daha da ağırlaşıyordu. Ali, Murat’ın koltuklarının altına girip onu hastaneye taşımaya çalışıyordu. Murat’ın nefes alış verişi hırıltılı çıkmaya başlamıştı. Babası şaşkındı. Ne yapabileceğini bilmiyordu. Oğlunu bu şekilde görmenin verdiği acıyla şok olmuştu adeta. Ali’nin gayretleri sonucu Murat, hastanenin acil bölümüne yatırıldı. Acildeki hemşireler Murat’ı alıp acil müdahale ettiler. Nefes alıp vermekte zorlandığı için ilk olarak ona oksijen verip rahatlamasını sağladılar. Kısa bir süre sonra Murat kendine gelmişti. Hala oksijene bağlı olarak nefes alıp veriyordu.
Sabah, acildeki hastalarını kontrole gelen doktor, yeni bir hastasının olduğunu gördü. Hastanın baş uçunda bulunması gereken hasta raporunu göremeyince, hemşireyi çağırıp, hastası hakkında bilgi istedi. Gelen hemşire, doktora, hasta hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra, doktor yeni hastası Murat’ın durumunu sorup nasıl bu hale geldiğini anlamaya çalıştı. Murat, kendi durumunu anlatıp, bu sabah nasıl birden bire rahatsızlandığını anlattı. Doktor, bir şeyler hissetmiş olacak ki Murat’ı muayene ettikten sonra, acil olarak hastaneye yatırılmasını ve yoğun bakıma alınmasını istedi. Doktorun talimatlarını yerine getirmek için harekete geçen hemşireler, Murat’ı sedyeye yerleştirmek için çağırdıkları hasta bakıcıların yardımıyla, Murat’ı yoğun bakıma aldılar.
Mehmet amca bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Oğlunun hastalığını kendi gözleriyle görmüş ve durumunun ne kadar ciddi olduğuna şahitlik etmişti. Tedavi olması için daha fazla zaman kaybı yaşanmaması için bundan böyle ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı.
Ali için durum biraz farklıydı. Murat’ın hastaneye yatırılması riskliydi. Kayıt işlemleriyle bire bir ilgileniyordu. Durumun ne kadar riskli olduğunu bildiği halde elinde olmadan Murat’ın hastaneye yatırılmasını İlahi bir işaret gibi görüyordu. Rablerinin kendilerine bir çıkış kapısı açacağını umuyorlardı. Ama bunun nasıl olacağı hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Kendi iradeleri dışında gelişen olaylar zincirinde her zaman bir hikmet olduğunu biliyorlardı. Daha öncede defalarca İlahi yardımı görmüşlerdi. Ve ne zaman kendilerini kadere teslim etmişlerse, işlerinin yoluna girdiğine de şahit olmuşlardı. Şimdi de aynı şeylerin yaşanıyor olduğunu hissetti. Murat artık emin ellerdeydi. Rablerinin korumasında ve muhafazasında olduğunu bilmek Ali’yi rahatlatmıştı. Ali yine kendisince, tedbirleri elden bırakmayarak, Murat’ın bulunduğu kardiyoloji bölümündeki katta herhangi anormal bir durum olup olmadığını kontrol etmek için, sürekli, gelen gidenleri süzüp onlarda şüpheli bir durum olup olmadığına bakıyordu.
Murat’ın durumu ağırlaşmış olduğundan, bir gün yoğun bakımda kaldı. Ailesi Murat’ın hastaneye yatırıldığını öğrenince, durumun ciddiyetini daha iyi anlamışlardı. Murat’ın annesi, ablası ve eşi onu ziyaret etmek için hastaneye geldiklerinde, Murat, yoğun bakımdaydı hala. Gece boyunca yoğun bakımda kalacağı için, hiç kimseyle görüşmesi ve konuşması mümkün değildi. Ali’yi gördüklerinde refakatçi kalmak istediklerini söylediler. Ancak Ali, bunu kendisinin yapacağını söyleyerek, Fatma hocanın ve ailesinin şimdilik gitmesini rica etti. Murat’ın durumunu kimsenin bilmemesi gerektiğini hatırlattı.
Fatma hoca çaresizce, yanındakilerle eve dönmek zorunda kaldı. Yaşadıkları karşında bir anne olarak daha olgun davranıyordu. Allah’ın takdirine asla karşı çıkmayacak biriydi. Üzüntüsünü ve gözyaşlarını içine akıtıyordu. Özelliklede Murat’ın eşinin yanında kendisine daha bir hâkim olup, gelininin yıpranmaması için çaba sarf ediyordu. Gelini ve torunu için bile olsa, gözyaşlarını asla onların yanında akıtmadı. Ama her gece namaza kalktığında gözyaşlarını secde esnasında seccadesine akıtıyordu. İçindekilerini Rabbine söyleyip, oğlu için hayır duasında bulunuyordu. Geceleri ile gündüzleri Fatma hocanın hali çok farklıydı. Sanki iki farklı insan gibiydi. Geceleri için için ağlayan bir anneyken, gündüzleri metanetini muhafaza eden, dik durup, ailesinin yıpranmasına izin vermeyen bir anneydi. Fatma hocanın karamsar olduğunu bugüne kadar gören olmamıştı. Her durum karşısında teslimiyet ve tevekkülle yanındakilere örnek bir şahsiyetti.
Murat, yoğun bakımdan çıkarıldıktan sonra, birkaç gün daha tedaviye ihtiyacı olduğu için taburcu edilmedi. Ailesi onu ziyaret edip durumunun iyi olduğunu görünce buna sevindiler. Murat’ın tam olarak eski haline gelmesi için biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyleyen doktorun bu sözü, ziyaretçilerini rahatlatmıştı.
Mehmet amca hastaneye geldiği zaman, Ali dışında kimseyi göremedi. Ziyaretçileri, doktor tavsiyesiyle ziyaretlerini kısa kesip ayrılmışlardı. Mehmet amca, oğlunun durumunu sormak için doktorla görüştü. Doktor, Mehmet amcaya durumu anlatıp Murat’ın tedavisi için hiç vakit kaybedilmemesini istedi. Murat’ın tedavisi için onları Ankara’ya sevk edeceğini söylediğinde, Mehmet amca buna hiç itiraz etmeden doktoru dinleyip, bir an önce oğlunun sağlığına kavuşmasını istiyordu. Oğlunu ziyaret eden Mehmet amca, ona biraz moral verdikten sonra, evden bir şey isteyip istemediğini sorduktan sonra ziyaretini bitirmek zorunda kaldı. Mehmet amca, Ali’nin yerine refakatçı kalmak istediyse de Ali buna gerek olmadığını söyleyip, Mehmet amcayı eve dönmeye ikna etti. Mehmet amca, oğlunun böyle arkadaşları olduğu için Allah’a şükretti.
Murat, biraz kendisini toparlayınca, taburcu olmaya hazırdı. Murat’ı muayene eden Doktor, Murat’ın durumunu Mehmet amcaya anlatıp tedavisinin ihmale gelmeyeceği konusunda onu uyarmıştı. Murat’ı taburcu edip onu Ankara’ya sevk etti. Murat’ın tedavisinin en iyi, Ankara’da yapıldığını, işin uzmanlarının orada bulunduğunu, Ankara’nın durumunu ve hastane şartlarını anlattı. Mehmet amca, doktorun tavsiyelerinden sonra ona teşekkür edip Murat’ın taburcu işlemlerinin bittiğini söyleyen Ali’yle birlikte eve döndüler.
Murat’ın eve gelişiyle adeta bayram havası oluşmuştu. Bu sevincin gölgelenmemesi için Murat yürüyüşlerine daha dikkat ediyordu. Ani hareketlerden kaçınıyordu. Neyse ki korkulan olmadan kendisi için hazırlanan yere geçip, orada istirahat etmeye başladı. Artık hastalığının ciddiyeti bilenen bir şeydi. Herkes onun etrafında pervane oluyordu. Bu durum canını sıksa da, kimseyi kırıp incitmemek için onların yaptıklarına karışmıyordu. Her fırsatta kendisini kontrol etmek için yanına gelen ablası Sema’yı, en son gelişinde yanına çağırdı. Sema, abisinin yanına oturup bir şey söylemesini bekledi. Murat belki de rahatça durumunu söyleyebileceği biri olarak gördüğü ablasının kendi sözlerine nasıl bir tepki vereceğini bilmediğinden, önce normal olarak onunla ailesi hakkında konuştu. Sema, üzülmemesi için herkesin iyi olduğunu söylese de, Murat, olanların farkındaydı. Eşinin her fırsatta ağladığını biliyor ve bazen görüyordu. Eşi her ne kadar ona belli ettirmek istemese de elinde değildi. Murat bunları biliyordu. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu yüzden ablasına içindekileri anlatmaya karar verdi:
–“Belki bundan sonra seninle konuşma imkânı bulamam. O yüzden seninle konuştuklarımız aramızda kalsın. Bana öyle geliyor ki bu hastalık benim ölümüme vesile olacak. Hep şehid olmayı isterdim. Ama Rabbimin takdiri işte… Bugüne kadar ne size abilik yapabildim, ne de anne ve babama hayırlı bir evlat oldum. Ama en büyük endişem, yengen ve yeğenini bu zor şartlar altında bırakmaktır. Senden ricam onlara destek olmandır. Benden sonra dik durması gereken birilerinin olması gerek. Bence senden başka kimse bunu başaramaz. Aileye teselli verecek, onları bir arada tutacaksın. Birbirinize destek olursanız bu sizin için daha kolay olur.”
Sema, Murat’ın kendisine vasiyet gibi konuşması karşısında gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Sanki gerçekten de ölüm anının yakın olduğunu hissetti. Ayrılığın ne kadar can yakıcı olduğunu daha önce abisini bırakıp Mersin’e yerleştiklerinde hissetmişti. Ama bu sefer ki ayrılık, geçici değildi. Sema konuşacak durumda değildi. Gözyaşlarına hâkim olamayınca, ağlayarak Murat’ın yanından çıktı.
Mehmet amca bir an önce Ankara’ya gitmek için işlerini düzenlemekle meşguldü. Ankara’da ne kadar kalacaklarını bilmediğinden, işlerini bir düzene koyup oğlu Zülküf’e ve babasına emanet etti.
Murat evdekilerle güzel vakit geçirdiği için halinden şikâyetçi değildi. Belki kendisine kalsa ailesiyle daha fazla vakit geçirmek için Ankara’ya bile gitmezdi. Ama böyle bir alternatifinin olmadığını biliyordu. Babası, tedavisi için elinden geleni yapmaya çalışıyorken ve herkes onun için bu kadar endişeleniyorken, kendisinin her şeyden vazgeçmiş gibi davranmasının haksızlık olacağını düşündüğü için ailesi neyi uygun görüyorsa kendisi de onlara tabi olup onların gönüllerini hoş tutmaya çalışıyordu. O yüzden kendisinin ne düşündüğünü bir kenara bırakmıştı.