MURAT'IM-21.BÖLÜM
21.Bölüm
İlahi takdir karşısında insanoğlu çok acizdir. Kader tamamlandığı zaman yapılacak hiçbir şey olmadığı gibi, onu engelleyecek hiçbir kuvvet de yoktur. Kader tecelli edeceği zaman, alınan tedbirlerin hiçbir önemi kalmıyordu. Her şeyin yoluna girdiğini zannettikleri bir sırada yakalanmalarını, beklenen son olarak görüyorlardı. O kadar kaçış ve kovalamacanın ardından, dönüp dolaşıp, kendi memleketlerinde yakalanmışlardı. Üstelik tam da ayrılmak üzereyken; Bunun da takdir-i İlahi olduğunu biliyorlardı.
Murat ve Ali, ayrı ayrı bindirildikleri minibüste, gözleri siyah bir bandajla bağlanmış, başları, dizleri arasına sıkıştırılmıştı. Bindirildikleri minibüs onları dolaştırıyor, nereye gittikleri hakkında kafalarını karıştırmaya çalışıyorlardı. Bu konuda oldukça başarılıydılar. Murat ve Ali’nin, nereye götürüldükleri hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Uzun bir dolaşmanın ardından geldikleri bir villanın önünde durduktan sonra, gözleri bağlı olan Murat ve Ali’yi arabadan indirip, ayrı ayrı odalara aldılar.
Murat, üst aramasında, cebinden çıkan ilaçların, ne için olduğunu soran polise:
–“Kalp hastasıyım. Bu ilaçları düzenli kullanmak zorundayım.” dedi.
Ne yapacağın bilmeyen polis, amirine giderek, Murat’ın kalp hastası olduğunu söyledi. Amiri:
–“Ne zamandan beri kalp rahatsızlığın Var.” diye sordu. Murat:
–“Yaklaşık bir yıl önce kalp kapakçıklarımdan ameliyat oldum.”
Polis amiri:
–“Göğsünü açın!” diye, adamlarına talimat verdi.
Amirlerinden aldıkları talimatla Murat’ın gömleğinin düğmelerini açınca, doğru söylediğini anladılar. Amirleri:
–“Nerede ameliyat oldun?” diye sordu. Murat:
–“Ankara’da” dedi. Amirleri:
–“Bizim neden haberimiz olmadı?” diye, adamlarına kızıyordu.
Amirlerinin öfkesine maruz kalmamak için, kimseden ses çıkmıyordu. Amirleri, Murat’ın ilaçlarının düzenli olarak kendisine verilmesini emrettikten sonra:
–“Ona bir şey olmasına izin vermeyin. O bize canlı lazım. Eğer ona bir şey olursa, size neler yapabileceğimi biliyorsunuz” dedi.
Amirleri bu uyarıyı yapmak zorundaydı. Adamlarının ne kadar vahşi olduklarını, kendi gözleriyle, defalarca görmüştü. Ellerinde can verenlerin sayısını bile unutmuştu. Kaçırdıkları nice kişiler, sorgu esnasında öldürülüp, cesetleri, şehrin herhangi bir köşesine atılıyordu.
Amirlerinin talimatıyla, Murat’ın ilaçlarını hangi saatlerde kullandığını sorduktan sonra, vakti gelince ilaçlarını alması için ilaçlarını başında bekleyen polise verdiler.
Murat’ın kalp rahatsızlığı nedeniyle, ona işkence ve sorgu yapamayacaklarına üzülmüşlerdi. Ama ellerinde Ali vardı. İşkence yapmak, artık onlar için bir eğlence olmuştu. Bu eğlencelerinden mahrum kalmayacakları için rahatlamışlardı.
Ali’nin tutulduğu odaya geldiklerinde, başına diktikleri arkadaşlarının, Ali’nin gözlerini bağlayıp, ellerini de arkadan kalorifer peteğine zincirlemiş olduğunu gördüler. Bu manzarayı gördüklerinde sevinmişlerdi. Amirleri:
–“Nasılsın Ali?” diye sordu.
Ali, kendisini ismen tanımalarına şaşırmıştı. Zira üzerindeki kimlik başka bir isimle düzenlenmişti. Polisin bu kadar çabuk kendisini tanımasını beklemiyordu. Bir an için, bunun bir tesadüf olduğunu varsaydı. Ve kendisine seslenen polise cevap vermedi. Amirleri:
–“Ne o Ali? Kullanmaya kullanmaya ismini mi unuttun?”
Ali bunun tesadüf olmadığına inandı. Polislerin, kendisini tanıdığından artık emindi. Ama bunu nasıl başardıkları sorusu hala kafasını kurcalıyordu. Kendisine seslenen polise hiçbir cevap vermiyordu. Amirleri:
–“Bugün seninle işimiz yok. Bugün Murat’la başlayacağız. Eğer elimizde kalmazsa tabi. Kalbi, belki de yaşayacağı şeyleri kaldıramaz ne dersin?”
Ali ne diyeceğini bilemiyordu. Murat’ı düşündü ama bu aşamada kendisine bile yardımı yokken, Murat’a nasıl yardım edebilirdi ki? Ali, odadakilerin, hiçbir şey demeden çıktıklarını fark etti. Artık kendisiyle baş başaydı. Kafasının içinde, kendilerini bu kadar iyi tanımalarının sebebiyle ilgili teoriler geçiyordu. Aklına birkaç şık gelse de, düşüncelerinde yanılmış olmayı diledi. Her ne kadar düşünmek istemese de, elinden olmadan düşünüyordu. Düşüncelerini daha çok, bundan sonra olacaklara odaklayıp, bu süreci alınlarının akıyla atlatmak için Allah’a dua edip durdu.
Kılamadığı namazlarını, hayalinde kıldı. Tekrar onları kaza edecekti. Ama hiç kılmamaktan daha iyidir dedi. Kendisini, Rabbinin huzurunda tüm acziyetiyle hissederek kıldığı namaz sayesinde kalbi rahatlamıştı. Kendileri için takdir edilenden başka hiçbir şeyin başlarına gelmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden gönlü rahattı. Bu imtihanı atlatmak için Rabbinden kendisine yardımcı olmasını dileyip durdu. Daha sonra Murat’ı hatırladı. Murat için dua etmeye başladı. Murat’ın durumu onun durumundan daha kötüydü. Ve şu anda Murat’a işkence yaptıklarını düşündüğünden, Murat için dua etmeyi sürdürdü.
Artık vakti bilmiyordu. Gözleri ve elleri bağlıydı. Odasında ara sıra duyduğu sandalye gıcırtılarından, yalnız olmadığını anlamıştı. Dudakları, Allah’ın zikriyle meşguldü. Zaman geçmişti ve dünkü ses kendisine seslenince, Ali bu sesi tanımıştı. Amirleri:
–“Söyle bakalım Ali, Cemaat içindeki konumun nedir?” Ali:
–“Neden söz ettiğinizi anlamıyorum.” dedi. Amirleri:
–“Bizimle oyun oynama, dün Murat bize her şeyi anlattı. Birlikte yaptıklarınızı ve Cemaat içindeki konumunuzu artık biliyoruz. Bunları bir de senden duymak istiyoruz.” dedi.
Ali, bunların birer oyun olabileceğini tahmin ediyordu. Konuşmamaya karar verdi. Amirleri:
–“Bize inanmıyor musun? Sen ve Murat’ın, birlikte, Cemaat içinde hangi faaliyetlerde bulunduğunuzu Murat anlattı bize.” Diyerek, elindeki dosyadan, Ali ile Murat’ın birlikte hizmet ettikleri Cemaat faaliyetlerini okumaya başladı.
Ali, polisin okuduğu dosyayı Beykoz operasyonundan elde etmiş olabileceklerini düşündüğü için, bunları kabul etmedi. Ali’nin davranışına kızan amirleri:
–Malzemeleri hazırlayın, bunun güzellikle konuşacağı yok!” dedikten sonra, adamları hemen orada bulunan elektrik kablosunun bir ucunu Ali’nin serçe parmağına bağladı. Diğer uçunu da, ters olacak şekilde ayak parmağının uçuna bağladılar.
Ali, bu hazırlığın işkence için olduğunu biliyordu. Ve Allah’tan yardım diliyordu. Amirlerinin talimatıyla Ali’ye işkence yapılmaya başlandığında, oradakilerin yüzü gülüyordu. Elektriğin, vücuduna girmesiyle yerinden fırlıyordu Ali. Eğer kalorifer peteğine bağlı olmasaydı belki biraz daha rahat ederdi. Elektriğin vücuduna her girişinde, elleri kopacakmış gibi hissediyordu. İşkencelerine devam ettikçe zevk almalarına rağmen; Ali’den, ellerindeki dosyada yazılanları doğrulamasını istemekten de geri durmuyorlardı. Ali bunları asla Murat’ın söylemiş olabileceğine inanmadığı gibi, yazılanların hiç birini kabul de etmiyordu. İşkence uzadıkça Amirlerinin tahammülü kalmıyordu. Bu işi bir an önce sonlandırmak için, elindeki dosyalarla, Murat’ın bulunduğu odaya gitti.
Murat’ın elleri ve gözleri kapalıydı. Sadece kalorifere bağlı değildi. Amirleri:
–“Nasılsın Murat? Sana ilaçlarını zamanında veriyorlar mı?” Murat:
–“Veriyorlar!” dedi. Amirleri:
–“Dünden beri Ali’yle konuşuyoruz. Bize Cemaat içinde, birlikte yaptıklarınızı anlattı. Biz de bunların doğru olup olmadığını sana sormak istedik. Bakalım, Ali bize yalan mı söylemiş yoksa doğru mu söylemiş!” diyerek, elindeki dosyanın bir bölümünü Murat’a okudu.
Murat, polisin okuduğu şeyleri Ali’nin söylemiş olabileceğine inanmamıştı. Polisin her türlü hile ve aldatmayla kendilerini kandırmak için her türlü yola başvurabileceklerini biliyordu. Polisin okuduğu şeyleri sadece dinledi. Amirleri okumasını bitirdikten sonra:
–“Ne dersin Murat? Bunların hepsi doğrumu? Yoksa Ali bizi kandırıyor mu? Eğer Ali bizi kandırıyorsa, bizim elimizden kesinlikle çekeceği var.” dedi.
Murat, bunların doğru olmadığını bildiği halde, hiçbir şey deme gereği bile duymadı. Söylenenlerin doğru olmadığını onlar da biliyorlardı. Buna rağmen ‘Belki yeni bir şey öğreniriz.’ amacıyla yapılan bir oyundu bu. Bu oyuna gelmemenin tek yolunun, onları kendi oyunlarıyla baş başa bırakmak olduğunu düşündü.
Murat’ın sessizliği, polisleri çıldırtmaya yetiyordu. Ama onlar Murat’ın rahatsızlığı yüzünden ona karışamıyorlardı. Murat’ın hastalığı yüzünden bu kadar pervasız olduğunu düşünüyorlardı. Oysa Murat hastalığına aldırmıyordu. Onların, kendisine hastalığı yüzünden karışmamalarını kendisi için bir eksiklik olarak görüyordu. Polislerin kendisine işkence etmelerinden asla korkmuyordu. Tam aksine onlara acıyordu. Amirleri:
–“Sen bize yardımcı olmazsan, biz de Ali’nin üzerine daha çok gitmek zorunda kalacağız. Bu yüzden, bize yardımcı olman, Ali’nin iyiliği için olacak, unutma!” dedi.
Murat, bir an tereddüt etti. Gerçekten de Ali’ye zarar verebilirler mi? diye bir iç hesaplaşmaya girişti. Ali’ye herhangi bir zararın gelmesine razı olamazdı. Ama bunların dedikleri şeylerin doğru olduğunu kabul edeceği takdirde, Ali’nin daha zor durumda kalabileceğini düşündü. Polislerin oyununa gelmemeliydi. Ali için her ne kadar endişe etse de, onun, bir şekilde kendi başının çaresine bakabileceğini düşündüğünden:
–“Eğer dediğiniz şeyleri Ali söylemişse, gidip ona sorun. Ben, sizin söylediğiniz şeyleri bilmiyorum.” dedi.
Amirleri, Murat’ın üzerine biraz daha gidip, onun zayıf yönlerini bulmaya çalıştılar. Murat için Ali, en iyi dost ve arkadaştı. Bir yerde kardeşi gibiydi. Amirlerinin bu kozu işe yaramamıştı. Murat’ı korkutmak için ailesini koz olarak kullanmaya çalıştı. Amirleri:
–“Sen bize yardımcı olmazsan biz de mecburen senin aileni buraya getirir, onları sorgularız. Bizi buna mecbur etme!” dedi.
Murat için artık her şey daha zor bir duruma gelmişti. Bu polislerin merhametinin olmadığını biliyordu. Daha önce de nice aileleri gözaltına almışlardı. Onlar ne ilk, ne de son olacaklardı. Bir an için ailesinin buraya getirildiğini düşününce, tüyleri diken diken oldu. Bunu düşünmek bile onu ürpertmişti. Allah’a sığınıp yardım diledi. “Rabbim! Taşıyamayacağımız yükü bize yükleme. Bizi ağır ve zor şartlarla imtihan etme!” diye dua edip durdu. Daha sonra bulduğu bir güçle:
–“Biz Müslümanlar için ailelerimiz, namusumuzdur. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, bir Müslüman bayanın başörtüsü için Yahudilerle savaşmıştır. Şayet ailelerimizi bu işe karıştırırsanız, bizler de sizin ailelerinize acımayız. Varın gerisini siz düşünün!” dedi.
Murat’ın meydan okuyuşu, amirlerinin ve yanındaki polislerin hoşuna gitmese de, Murat’ın doğru söylediğini biliyorlardı. Cemaatin hassas olduğu konulardan biri, bayanların gözaltına alınması meselesiydi. Birkaç defa bunu denemişlerdi. Cemaatin onları tehdit etmesinden sonra, artık, bayanları gözaltına almaktan vazgeçmişlerdi. Söz konusu kendi aileleriydi. Cemaatin bu konudaki kararlılığı ve kendi namuslarına ve ailelerine ne kadar düşkün olduklarını onlarda biliyorlardı. Bu yüzden Murat’ın bu meydan okuyuşunu duymazlıktan gelerek konuyu değiştirdiler. Amirleri:
–“Senin hastalığın ne zamandan beri vardı?” diye sordu.
Murat, konunun değişmiş olmasına sevindi. Bunu olumlu yönden değerlendirip, onlara hastalığını anlattı. Her ne kadar Murat’ın hastalığıyla ilgilenmeseler de, nasıl ameliyat olduğunu öğrenmek, bu konuda Cemaatin neler yapabileceği hakkında bilgi sahibi olmak istiyorlardı. Bu hastalık ve tedavi süresince Murat’ın neler yaptığını sorup, kayda değer bir şeyler elde etmeyi umuyorlardı. Ama bu istekleri kursaklarında kaldı. Sonuçta Murat, hastalığı için, sıradan işlemleri olan bir tedavi sürecinden geçmişti. Bu konuşma onlara hiçbir faydalı bilgi vermiyordu. Konuşmayı kesip, şanslarını Ali’nin yanında devam ettirmek için, Murat’ın yanından ayrıldılar.
Ali’nin yanına geldiler. Ali’nin gözleri ve elleri hala bağlıydı. Amirleri:
–“Bak oğlum! Murat bize her şeyi anlattı. Yalnız Murat’ın, işkenceden korktuğu için bize yalan söylemiş olabileceğini düşünüyoruz. O yüzden, bunları ya doğrularsın ya da bize doğruları sen anlatırsın. Böylece biz de, Murat’a işkence etmekten vazgeçeriz.” dedi.
Murat’ı, Ali kadar tanıyan kim olabilirdi ki? Murat’ın korktuğunu söyleyenlerin, onu tanımadıkları her sözlerinden kendini belli ediyordu. Murat korkacak biri değildi. İşkenceden korkmak bir yana, onlara karşı tavizsiz biri olduğunu da çok iyi biliyordu. Bu da polislerin yalan söylediklerini ortaya çıkarıyordu. Ali bu oyuna gelmemek için Allah’a dua edip, kendisine yardımcı olmasını diledi. Ali:
–“Sizin neden söz ettiğinizi bilmiyorum. Murat’ın anlattığını söylediğiniz şeyler hakkın da hiçbir bilgim yok. Eğer Murat söylemişse gidip ondan sorun!” dedi.
Ali’nin bu sözleri üzerine işkence yeniden başladı. Ali’den istedikleri şey, Cemaate ait bilgilerdi. Ali bu bilgileri canı pahasına korumaya kararlıydı. Murat’tan elde edemedikleri bilgileri, Ali’den elde etmek istiyorlardı. Ama tüm işkenceleri boşunaydı. Çünkü sordukları her soruya aldıkları cevap hep aynıydı.
İşkence devam ediyordu. Ali’nin artık dayanacak gücü kalmamıştı. Son kez kendisine elektrik verildiğinde ‘Allah!’ diye bir nida attı. O kadar şiddetli elektrik verilmişti ki, Ali’nin öldüğünü düşündükleri için endişelenmişlerdi. Amirleri elektrik kutusunun başında bulunanı azarlayıp, işkenceye ara verdiler.
Murat’ın sorgusu ile Ali’nin sorgusu aynı anda yapılıp Ali’ye, “Murat böyle dedi” diyorlardı. Murat’a da aynı şekilde “Ali böyle diyor” diyerek bilgi almaya çalışıyorlardı. Bu şekilde yapılan sorgu, onlarda bir tereddüt meydana getirse de, yine de söylenilenleri kabul etmiyorlardı. Ali: “Eğer bunu Murat söylüyorsa gelsin benim yüzüme karşı söylesin” diye meydan okuyordu. Murat da aynı şekilde “Eğer bunları Ali söylüyorsa, gelsin benim yüzüme karşı söylesin” diyordu. Bu şekilde söylenenleri kabul etmiyorlardı. Bu çapraz sorgu, en zor sorgulardan biriydi. Birçok kişiden bu şekilde, istedikleri bilgileri elde etmeyi başarmışlardı. Ama bu sefer ki farklıydı. Çünkü karşılarında, birbirlerini çok iyi tanıyan iki kişi vardı. Bunlar birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki, sorgu esnasında bile ne konuşacaklarını tahmin edebiliyorlardı.
Günler, her ikisi için sorgulama ve işkence ile geçiyordu. Üç günleri bitmişti. Geçen süre içinde polisler, kayda değer hiçbir bilgi edinememişlerdi. Son bir oyunları kalmıştı. Bu oyunlarını gerçekleştirmek için, sabah erkenden, her ikisinin gözlerini hiçbir şey görmeyecekleri şekilde sıkıca kapatıp, ayrı ayrı minibüslere bindirdiler.
Aşağıda bekleyen minibüse bindirildikten sonra, kimse kimseyle konuşmuyordu. Herkeste bir sessizlik hali hâkimdi. Polisler sanki birazdan olacak olan felaketin habercisi gibi, sadece endişelerini etrafa saçıyor, birbirlerine kızıp: “Daha dikkatli ol! Daha sessiz ol!” gibi sözlerle minibüsteki, gözleri bağlı olanları endişelendirmeye çalışıyorlardı. Polislerin bu davranışları, gözleri bağlı olan Murat ile Ali’de bir endişeye sebep olsa da, bu endişeleri kendilerine bir şey olacağından değildi. Sadece bilinmezliğin verdiği bir endişeydi. İçinde bulundukları şartlar altında bu endişeleri normaldi.
O anda polislerden biri: “Amirim! Bunları öldürdükten sonra nereye gömelim?” dedi. Amirleri, kendisine sorulan soruya cevap verme yerine, tekrardan Murat’a: “Bak sana son bir şans! Ya adam gibi konuşursun, ya da seni öldürüp bildiklerinle birlikte gömeriz!” dediyse de Murat’tan ses çıkmıyordu. Murat’tan istedikleri, kendilerinin sorduklarına, onların istediği cevapları vermesiydi. Murat’ın Cemaat hakkında bildiklerini anlatıp, Cemaat mensuplarının yakalanabilmesi için yardımcı olmasını istiyorlardı. Ama Murat bunu yapacağına, kendisinin ölmesini yeğlerdi.
Ancak polisler, canın tatlı olduğunu düşündüklerinden, bu şekilde onları konuşturabileceklerine inanıyorlardı besbelli.
Oysa böyle bir şey yapmaktansa, ölüm daha sevimliydi her ikisi için de. Kendilerinin yerine bir başka kardeşlerinin olmasındansa, kendileri için reva görülen tüm sıkıntılara katlanmak onlara onur ve gurur verirdi. Asıl zor olanın kendileri yüzünden bir başka kardeşlerinin yakalanmasıydı. Kendileri yerine, onlara işkence edilmesiydi. Allah’tan, kendilerini böyle bir duruma düşürmemesini diliyorlardı.
Amirlerinin son tehdidi de fayda vermemişti. Minibüsleri hareket etti. Belli bir süre yol aldıktan sonra, minibüsleri, şose bir yola girdi. Minibüs, taşların üzerinde yavaş ilerlemesine rağmen, bir sağa bir sola doğru yalpalıyordu. Kısa bir süre sonra minibüs durdu. Minibüsten inen polisler, tekrar bir koşuşturmanın içine girdiler. Minibüsten inen son iki kişi, Murat’ın kollarına girip, onu minibüslerden uzaklaştırdılar. Aynı şekilde Ali’nin de koluna giren iki kişi, onu, minibüsten indirip öldüreceklerinin havasını vermeye çalışıyorlardı. Bunu o kadar ustalıkla yapıyorlardı ki; Murat ile Ali, kendilerini ölüme hazırlamışlardı. Bu şekilde yapılan nice infazlar vardı. Bunu bilmeyen yoktu. Şimdi sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlardı. Amirleri, Murat’ın yanına giderek:
–“Sana son kez soruyorum, konuşacak mısınız?” diye sordu. Murat yine susmayı tercih etti. Lakin ölümünü bekleyen kurbanlar gibiydi. O anda Rabbinden yaptığı hatalarını af etmesini, kendisini bağışlamasını diliyordu. Murat ölümü beklerken, birden bir silah sesiyle irkildi. Kendisi hayatta olduğuna göre, “Yok, hayır olamaz, yoksa Ali’yi mi vurdular?” diye endişe etti. Amirleri Murat’a: “Ali gitti. Şimdi sıra sende; Ya konuşursun ya da ölürsün!” dediyse de Murat kendisini zaten ölüme hazırlamıştı. Ali’nin şehadetinden sonra bu dünya yaşanılmazdı onun için. Ali, en çok sevdiği kardeşiydi. En zor zamanlarında bile birbirlerine destek olmuş, asla yılgınlık göstermemişlerdi. Şimdi Ali’nin olmadığı bir dünya, çok boş geliyordu. Amirin sorduğu soruya cevap bile vermedi bu yüzden.
Suskunluğuna kızan amirleri birilerine: “Alın bunu!” diyerek, Murat’ı daha uzak bir yere götürdüler. Dizlerinin üzerine çöktürüp, başına silah dayadılar. Dalga geçercesine: “Son duanı etmen için sana biraz zaman verelim. Sende tövbe et!” diyerek, kendi aralarında gülüşüyorlardı.
Amirleri, Murat’tan elde edemediği şansını denemek için Ali’nin yanına gelmişti. Ali’nin gözleri bağlıydı. Ama gözyaşları yanaklarından süzülmüştü. Az önce duyduğu silah sesiyle Murat’ın şehid edildiğini düşünmüştü. Kollarından sıkıca tutan polisler de, Murat’ın öldüğünü onu gömdükten sonra sıranın kendisine geleceğini söylemişlerdi.
Ali, buna inanmıştı. Murat’ın şehid edilmesinin ardından kendisinin hala yaşadığına üzülmüştü. Her zaman olduğu gibi şehid olma yarışında da Murat’ın kendisini geçtiğini düşündü. Ve Allah’a dua edip, onun ve kendi günahları için istiğfar diledi. Ali’nin yanına gelen amirleri, Ali’nin yanaklarındaki gözyaşlarını görünce umutlanmıştı. Bu sefer istediğini elde edeceğini düşünerek:
–“Murat gitti. Şimdi sıra sende; Ya bize istediğimiz şeyleri söylersin ya da seni de onun yanına göndeririz.” dedi.
Bu, Ali’nin istediği tek şeydi. Murat’ın olmadığı bir hayat zaten kendisi için zindandı. Murat onun için bir abi ve görebileceği en iyi dosttu. Bu dostunun ardından dünyada kayda değer ne kalırdı? Yaşamanın ne anlamı olurdu? Birlikte mücadele ettiği abisi gibi şehid olmaktan daha büyük mükâfat olamazdı. Bir an önce Murat’a yetişip birlikte Rablerinin huzuruna varmayı istiyordu. İçinden polislerin ve amirlerinin yüzüne tükürmek geliyordu. Ama bunu gözleri kapalı yapamazdı. Onları âlemlerin Rabbine havale edip:
–“Sizler bizi ölümle mi korkutuyorsunuz? Ölüm bizim için en çok arzu ettiğimiz şeydir. Sizleri ve yaptıklarınızı Allah’a havale ediyoruz.” dedi.
Amirleri bir hayal kırıklığı daha yaşamıştı. Ali’nin gözyaşlarından umduğunu bulamamıştı. Etrafa dağılan adamlarından, tekrar minibüse binmelerini isteyince, bunların bir oyundan ibaret olduğunu, yeni anlıyorlardı. Murat ile Ali, bu oyundan başarılı çıkmışlardı. Çok istedikleri şehadete kavuşamadıkları için üzülmüşlerdi. Ama her biri, diğerinin yaşadığına seviniyordu.
Onları tekrar kaldıkları yere getirip, bundan sonra onlar için ne yapılacağını kendi arlarında konuşmaya başladılar. Ölüm ve benzeri yöntemlerin, bunlarda işe yaramadığını, tam ters bir etki yaptığını görmüşlerdi. Bunun yerine daha farklı bir şey bulmaları gerekiyordu. Zira bu mesele onlar için artık bir onur meselesiydi. Kaçırdıkları insanları konuşturma hususunda, kendilerinden daha iyisini tanımıyorlardı. O halde ‘konuşturamamak’ ya da ‘ Başarısızlık’ onlar için kabul edilebilir bir seçenek olamazdı. Bu yüzden, onları konuşturmanın bir yolunu bulmak için adamlarını toplamıştı amirleri. Amirlerinin çok çaresiz kaldıkları zaman bu şekilde toplandıklarını biliyorlardı. Amirleri, Murat ile Ali’yi konuşturmak için, adamlarının bu konudaki fikirlerini duymak istediğini söyleyince, uzun bir süredir Müslümanların işkencelerine katılan ve bu konuda oldukça tecrübe sahibi olan iri yarı, kirli sakallı ve dudaklarına kadar uzanan bıyıklarıyla bir ayyaşa benzeyen adamı:
–“Amirim bunları konuşturmak yerine, bence sadece elimizdeki dosyayı imzalamalarını istesek daha iyi olur. Bunu, birbirlerini korumak adına olsa da yaparlar diye düşünüyorum.” Şeklinde bir fikir beyan etti.
Amirleri bu fikri beğenmişti. Bunun nasıl olacağını sordu. Adamı:
–“Amirim, bunlar kendi canlarından daha çok ‘Kardeşim’ dedikleri Cemaat mensuplarının canlarını önemserler. Elimizdeki iki kişiye bunu yaptırmak çok zor değil.” dedi.
Amirleri bu adamının tecrübesine güveniyordu. Onun tecrübelerinden, çok istifade etmişti. Bu fikrini de beğenmişti. Amirleri:
–“Tamam, o zaman bu işi sen üzerine al. Bu ikisinin (elindeki dosyayı işaret ederek) bu dosyayı imzalamasını sağla.” dedi.
Amirinden aldığı talimat üzerine, elindeki dosyayla, Ali’nin bulunduğu odaya girdi.
–“Nasılsın Ali?” dedi.
Ali duyduğu sesin, farklı bir ses olduğunu anlamıştı. Hiçbir şey demedi.
–“Bak oğlum eğer biraz olsun Murat’a değer veriyorsan, sadece sana vereceğim dosyaya imza atarsın, hepsi bu kadar. Ancak bu şekilde ikiniz buradan sağ salim çıkabilirsiniz.” Dedi. Ali:
–“İmza attığımız takdirde ne olacak?” diye sordu. Polis:
–“İmza attıktan sonra sizi büyük bir ihtimalle çevik kuvvete teslim ederiz. Oradan da sizi mahkemeye çıkarırlar.” dedi.
Ali bu fikre pek sıcak bakmasa da, Murat’ı düşününce bunun, kötünün iyisi olduğuna karar verdi. Ama polislerin sözlerine güvenemezdi. Başka çarelerinin olmadığını da biliyordu. Polisin kendisine teklif ettiği dosya, tam anlamıyla kendi hayatı için bir son anlamına geliyordu. Bundan daha kötüsü vardı; o da, bir başkasının kendisi yüzünden zarar görmesiydi. Kendi hayatından endişe etmiyordu. Kendisi yüzünden bir başka kardeşinin zarar görmesinden endişe ediyordu. Kendi hayatından vazgeçip, polisin kendisine teklif ettiği dosyayı imzaladı.
Polis, Ali’den aldığı bu imzayla başarı elde ettiği için, sevincine diyecek yoktu. Cemaat mensuplarının zayıf noktası kardeşleri ve Cemaatleriydi. Bu tecrübesi sayesinde Ali’den, hiç zorlanmadan, istediği imzayı almıştı. “Şimdi sıra Murat’ta!” diyerek, Murat’ın odasına gitti. Polis:
–“Nasılsın Murat? Hastalığın nasıl?” diye sordu. Murat:
–“İyiyim.”
–“Buna sevindim, herhangi bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Murat:
–“Yok!” dedi. Polis:
–“Az önce Ali’nin yanındaydım. Kendisiyle biraz konuştuk. Ali akıllı çıktı. Ona verdiğim dosyayı imzaladı. Senin de imzalamanı istiyorum. İnan bu sizin için en iyisi. Sizden Cemaat bilgilerini istemiyorum, sadece bu dosyayı imzalamanı istiyorum.”
Murat’ın gözlerini açarak, Ali’nin imzaladığı dosyayı ona gösterip: “Bak, bu Ali’nin imzaladığı dosya. Sen de imzalarsan, sizinle işimiz biter.” dedi.
Murat, Ali’nin imzasını tanımıştı. Ali’nin neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalıştı. Ali’ye kızmak geliyordu içinden. Ama Ali’nin bu imzayı kendisi için attığı aklına gelince, kendisinin de Ali’nin yerinde olsa aynı şeyi yapacağını düşünerek, uzatılan dosyayı o da imzaladı.
Amirleri, adamının yaptığı işi tebrik edip, onlarla artık işlerinin bittiğini söyleyerek, onları çevik kuvvete teslim etmek için hazırlamalarını istedi.
Murat ile Ali’yi, bindirdikleri minibüsle biraz dolaştırdıktan sonra, Diyarbakır Çevik Kuvvet binasına girdiler. Onları minibüsten indirip, çevik kuvvetin içinden merdivenlerden çıkardılar. Bir koridorda, masa başında bekleyen polise onları teslim edip, gözlerini açtıklarında, birbirlerini sağ salim gördükleri için yüzleri gülüyordu. Sadece Murat hastalığından ve yaşadıklarından oldukça etkilenmiş bir haldeydi. Birkaç gün içinde çok zayıflamıştı. Gözleri çukurlaşmıştı. Yüzünde renk kalmamıştı. Ali, Murat’ın bu durumunu görünce, onun haline üzüldü. Murat’ı bu kadar yıpranmış görmek onu yeterince üzmüştü. Ali’nin durumu Murat’a kıyasla daha iyiydi.
Masa başındaki polis, kendisine teslim edilen bu iki kişiyi teslim alırken, teslim tutanağına “Sabah 6.30’da şüphe üzerine gözaltına alındılar” diye yazdı. Bunun doğru olmadığını bilseler de, umursamadılar. Her şey kâğıt üzerinde, kurallara uygun şekilde düzenleniyordu. Murat ile Ali’nin üç gün önce yakalandıklarını ispatlayacak imkânları yoktu. Olsa bile bunun hiçbir önemi yoktu.
Murat ve Ali’nin yakalanma tutanağı düzenledikten sonra, ceplerini boşaltıp, ne var ne yok, masanın üzerine koymalarını istedi masa başındaki polis. Ardından, kemer ve ayakkabı bağlarını da onlardan aldıktan sonra, aldıklarını bir deftere kaydetti. Kayıt defterine gerçek isimleri yazıldıktan sonra, artık resmiyette yakalandıkları onaylanmış oldu. Bu saatten sonra onları yeni bir süreç bekliyordu.
Kayıt işlemlerinin ardından, onları ayrı ayrı hücrelere koydular. Yalnız oldukları hücrede kendilerini yeni bir sorgunun beklediğini biliyorlardı. Bu sorguyu da, bir an evvel ve dava arkadaşlarına zarar vermeden atlatmak için Allah’a dua edip durdular. Her ikisi de günlerce kılamadıkları namazlarını kaza etmek için hücrede teyemmüm alıp namaza durdular. Hasret kaldıkları namaz, onları rahatlatmıştı.
Murat ile Ali’nin evden çıktıktan sonra geri gelmemeleri, evde tedirginlik yaratmıştı. Murat’ın ailesi, Murat’ın hiç beklenmedik zamanlarda çıkıp gelmelerine alışmışlardı. Ama evden ayrılırken mutlaka onlarla vedalaşırdı. Murat onlara haber vermeden evden ayrılmazdı. Mehmet amca, oğlundan haber alabilmesi için Murat’ın kardeşini gönderip, birkaç arkadaşından sormasını istedi. Murat’ın kardeşi, tanıdığı Cemaat mensuplarından kime uğradıysa, onlar, Murat’ın Diyarbakır’da olmasına bile şaşırmışlardı. Kardeşi, abisinden hiçbir haber alamadan eve geri döndü. Abisi hakkında olumlu veya olumsuz hiçbir haber yoktu. Ailesi buna sevinsinler mi yoksa üzülsünler mi bilemediler.
Geceyi Murat’ın dönmesi ve ona herhangi bir şey olmaması için dua ederek geçirdiler. Birkaç gün sonra Murat’ın kardeşi, Cemaat mensubu arkadaşlarından, “İstasyon garında” iki kişinin yakalandığını öğrendi. Bunu babasına söylediğinde Mehmet amcanın dizlerinin bağı çözüldü. Annesinin öğrenmemesi için elinden geleni yaptıysa da; Murat’ın ablası Sema da, abisinin durumunu merak ettiğinden, tanıdığı Cemaatten bayanlara abisini eşlerine ve kardeşlerine sormalarını istemişti. Onlardan da “İstasyon garında” iki kişinin yakalandığını söylediklerinde, yüreğinde hissettiği acı onlardan birinin abisi diğerinin abisinin arkadaşı Ali olduğuna kanaat getirdi. Durumu annesine söyleyip söylememekte kararsızdı. Ama onlara polis tarafından bir zarar gelebilir endişesiyle, duyduklarını annesine anlattı. Annesi, duydukları nedeniyle baygınlık geçirip fenalaştı. Sema, meseleyi annesine anlattığına pişman olup, annesine, her ne kadar yakalananların kimliği hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını söylediyse de; Ana yüreği, oğlunun başına kötü bir şey geldiğini çoktan hissetmişti. Sadece ne olduğunu bilmiyordu. Duyduğu habere verdiği tepki, yüreğindeki hislerden kaynaklanıyordu.
Mehmet amca eve geldiğinde eşinin fenalaşmış halini görünce, korktuğu şeyin başına geldiğini anladı. Eşini teselli etmeye çalıştıysa da, pek başarılı olamadı. Mehmet amca çaresizdi. Yarın sabah ilk işi, çevik kuvvete giderek, oğlunun yakalanıp yakalanmadığını öğrenmek olacaktı. Sabah, işe gitmek yerine çevik kuvvete gitti. Neredeyse yakalandığından eminmiş gibi oğlunu sordu. Şube Müdürü duruma el koyup, neler olduğunu sordu. Mehmet amca, oğlunun yakalandığını ve burada olduğunu onu görmeye geldiğini söylediyse de, kayıtları kontrol eden şube Müdürü kayıtlarda “Murat Kaya” diye birinin olmadığını söyledi. Mehmet amca buna inanmadı. Şube Müdürünün kendisine doğru söylemediğini düşünerek, Savcılığa gidip oğlunun yakalandığını, onu kaydetmeyip öldürmelerinden duyduğu endişeyi anlattı.
Savcı, çevik kuvveti arayıp “Murat Kaya” diye birinin olup olmadığını sordu. Savcıya da Mehmet amcaya dediklerini söyleyip öyle birinin olmadığını söylediler.
Mehmet amca “İstasyon garında” yaka paça yakalananları sordu. Savcı, öyle bir yakalanmanın olmadığını söylese de Mehmet amca, olaya tanıklık edecek yüzlerce insan bulunduğunu söyleyince, Savcı tekrar çevik kuvveti arayıp “İstasyon garında” gözaltına alınanların kimliklerini sordu. Şube Müdürü kayıtlarda böyle bir yakalanmanın olmadığını söylediyse de Savcı:
–“Sayın Müdür! Sizden, en kısa zaman da “İstasyon garında” yakalanan şahısları istiyorum.” dedi.
Savcı, Mehmet amcadan ev adresini alıp, bir gelişme durumunda kendisine haber vereceklerini söyleyerek Mehmet amcayı gönderdi.
Şube Müdürü, savcılıktan aldığı talimat üzerine; bu işin kimin yaptığını da bildiği için hemen telefonuna sarılıp, Murat ile Ali’yi yakalayan polis amirini aradı. Onları bir an önce çevik kuvvete teslim etmesini, aksi takdirde başlarının savcılıkla derde gireceğini söyledi.
Polis amiri, istediğini tam olarak elde edemediği halde onlardan sadece bir imza almış olmanın rahatlığıyla onları çevik kuvvette teslim etmişti.
Şube müdürü kendilerine teslim edilenler hakkında savcılığı arayarak: “Bu sabah ekiplerimiz yolda kimlik kontrolü yaparken şüpheli olan Murat ile Ali isminde iki kişiyi getirdiler” dedi.
Savcılık buna inanmasa da, yapacak hiçbir şeyi yoktu. Polisler her şeyi usulüne göre yapıyorlardı. Savcılık, Mehmet amcayı arayıp oğlunun çevik kuvvette olduğunu bildirdi.
Mehmet amca, oğluyla görüşmek istediyse de, onların sorguda olduklarını, sorguları bitmeden onlarla görüşmesinin mümkün olmadığını söylediler. Oğlunun iyi olduğunu hastalığından haberlerinin olduğunu, ilaçlarının verildiğini söyleyince Mehmet amca buruk bir sevinçle eve döndü.
Murat ve Ali hücrelerinde yalnızdılar. Akşam vardiya değişikliğinde onları sorgulamak için yeni bir ekip gelmişti. Murat ve Ali’yi ayrı ayrı sorgu odasına alan ekip, onlara, ellerindeki dosyayı kabulden başka bir tek soru bile sormayacaklarını ve onlardan Cemaat hakkında bilgi de istemeyeceklerini söylediler. Bunu düşünmeleri için onları tekrar hücrelerine geri gönderdiler.
Murat’ın kaldığı hücre ile Ali’nin kaldığı hücre arasında birkaç hücre vardı. Bu yüzden seslerini birbirlerine ulaştıramıyorlardı. Ali’nin hücresinin önünden hızlı adımlarla geçenler, Murat’ın kaldığı hücrenin kapısını açıp telaşla Murat’ı oradan çıkarmışlardı.
Murat’ı kontrole gelen ‘gardiyan polis’, Murat’ı yerde baygın görmüş ve durumu hemen amirine bildirmişti. Murat’ın kalp hastası olduğunu bildiklerinden, büyük bir endişeyle ve derhal revire kaldırmışlardı. Son anda yapılan müdahale ile Murat kurtarılmıştı. Doktorun tavsiyesi, her ne kadar Murat’ın durumunun ciddi olduğu ve hücrede kalmasının sakıncalı olduğu yönünde olduysa da polisler, ondan istediklerini almadan, onu cezaevine göndermeye pek niyetli değillerdi.
Murat’ı hücresine getirdiklerinde Ali, ayak seslerinden, bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Murat’ın hücre kapısı tekrar açılıp onu hücresine bıraktıktan sonra Ali’nin kapısının önünden geçerken, Ali hücre kapısının mazgalını çaldı. Mazgalı açan gardiyan polis:
–“Ne var lan! Ne istiyorsun?” diye sordu. Ali:
–“Murat Kaya’ya bir şey mi oldu?” diye sordu. Polis:
–“Senin arkadaşın neredeyse nalları dikiyordu. Elimizde kalacak, sonra polis adam öldürüyor diyecekler.” diyerek mazgalı kapattı.
Ali, duyduğu habere üzülmüştü. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Murat için yapacağı tek şey, onun için dua etmekti. İçinde bulundukları durumdan onları kurması için Allah’a dua edip durdu.
Murat ve Ali’yi sorgulayan ekip, akşam tekrar onları sorgulayarak, onlardan, imzaladıkları dosyalarını kabul etmelerini istedi yine.
Murat ve Ali ne olduğunu bilmedikleri ama içinde kendilerine bir bölüm okunan dosyaya tekrar imza attılar.
İfadeleri tekrar alınıp bilgisayara kaydedildikten sonra, onları hücrelerine götürdüler.
Gözaltında gerçek kimliklerini kabul ettikten sonra bazı akşamlar sorgu için bilgisayar başında onların ifadelerini alıyorlardı. Onlar ne diyorsa, polis onların dediklerini kendileri tekrar çevirip öyle yazdırıyorlardı.
Gözaltında on günleri geride kalmıştı. Bu sabah Murat ve Ali’nin hücre kapıları açılıp, kendilerine çeki düzen vermeleri için lavaboya götürüldüler. Lavaboda kendilerine çeki düzen verip ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra, onları tekrar hücrelerine almışlardı. Onlara, savcılığa çıkacaklarını söylemişti gardiyan polis.
Hücrelerine girdikten kısa bir süre sonra, onları hücrelerinden çıkardılar. Girişte el koymuş oldukları özel eşyaları kendilerine teslim edildikten sonra, ayrı ayrı minibüslere bindirilip savcılığa çıkarıldılar.
İlk olarak Murat’ı savcılığa çıkardılar. Önüne konulan dosyaya göz atan Savcı, dosyaya öyle üsten bir baktıktan sonra Murat’a dönerek:
–“Bu dosyadaki imza sana mı ait?” diye sordu. Murat dosyadaki imzaya bakıp:
–“Bana aittir, ama dosyada neler yazdığını bilmiyorum. Okumadan, sadece imzalamamı istediler bende imzaladım.” dedi. Savcı:
–“Okumadığın şeye ne diye imza atıyorsun?” diye Murat’a kızdı. Murat:
–“Gözaltında olan siz değilsiniz. Sizin için demesi kolay ama bizim için hiç de öyle değildi. Ya buraya imza atacaktık ya da ölümü göze alacaktık!” dedi.
Aslında Savcı bu işlerin nasıl döndüğünü Murat’tan daha iyi biliyordu. Ama görevi gereği bunu yapması, sorması gereken standart soruları sorması gerekiyordu. Son olarak Murat’a:
–“Bu dosyada yazılanları kabul ediyor musun?” diye sordu. Murat:
–“Dosyadakilerini kabul etmiyorum. Susma hakkımı kullanmak istiyorum.” dedi.
Savcı, dışarıda, kapının önünde bekleyen polisleri çağırıp:
–“Alın bunu hâkimliğe götürün!” diyerek, onlara, hazırladığı yakalanma tutanağını verdi.
Polisler savcıdan aldıkları yakalanma tutanağıyla birlikte Murat’ı nöbetçi hâkimliğe götürdüler. Ardından Ali’yi savcılığa çıkardılar. Ali de aynı şekilde sorgulamaya muhatap olduktan sonra, o da tutuklama kararıyla hâkimliğe gönderildi.
Hâkimlik onların, “Yasadışı Hizbullah terör örgütünün silahlı militanı olmak” suçundan o zamanki yasalara göre 146\1 idam cezası ile yargılanmalarına ve tutuklanmalarına karar verdi.