41.84
  
48.67
  
114314.00
  
97.47

MURAT'IM-4.BÖLÜM

MURAT'IM-4.BÖLÜM

  4. BÖLÜM

Murat, Cemaate katıldıktan sonra, Tarsus’taki kız arkadaşını aramayı bırakmıştı. Her sene okul tatillerinde buluşup konuştuğu, döndüğü zaman da, her özlediğinde aradığı Esma’yla konuşmayı kesmişti. Bunun yerine, teyzesini arayıp, Esma’ya selamlarını iletmesini istiyordu. Teyzesi bu değişikliğin sebebini sorduğunda ise, “Bu tatilde oraya geldiğimde sana daha iyi anlatırım. Ama şimdilik bilmen gereken şey, Esma’yla bundan böyle konuşmam, İslami acıdan uygun değil. Bunu kendisine de söylersin. Herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın” diye izah ettiyse de, teyzesi buna bir anlam veremedi. Ama yeğeninin bu isteğini yerine getirmemezlik de edemezdi.

Bu sene okulların tatile girmesiyle, Cemaatten izin alıp, tekrar Tarsus’a, dedesini ziyarete ailecek gittiler. Murat’taki değişikliği fark eden teyzeleri ve dayıları, buna neyin sebep olduğunu sorduklarında Murat’ın verdiği tek cevap, “İslam’ı yaşamak istiyorsak, Allah’ın bizden isteği gibi hareket etmeliyiz” sözü olmuştu. Bu söz hepsi için yeterliydi. Yeğenlerinin neden değiştiğini, yanlarında kaldığı süre içinde daha iyi anlamışlardı. Murat’ın daha önceki yıllara nazaran namaz ve ibadetlerine daha bir önem vermesinin yanı sıra, konuşmalarında da bilgelik sezinliyorlardı.

Murat, teyzesine, neden Esma’yla konuşamadığını anlattığında teyzesi ona hayran kaldı. İslam’ın emrine bu kadar bağlı olması hoşuna gitmişti. Ayrıca Esma’ya durumu izah ettiği zaman, Esma, bu durumu anlayışla karşılamış, “Murat’a yakışan da budur!” diyerek, memnuniyetini bildirmişti.

Tarsus’ta geçen bir ayın ardından dönmüşlerdi. Murat, camiye gittiği zaman, onu karşılayan, Ali olmuştu. Ali’nin yanında oturan Abdullah ve Yılmaz da, Murat’ı güler yüzle karşılayıp, yanlarına gelmesini beklemişlerdi. Murat, gördüğü bu manzara karşısında duygusallaşsa da, bunu belli etmemek için kendini sıktı. Ders halkasına oturmuştu ki, Şahin’in işaretiyle dersten ayrılıp, öğrencilerden uzak bir köşeye geçip, konuşmaya başladılar. Şahin, birisiyle böyle köşeye çekilse, kesinlikle önemli bir konu olduğu anlaşılırdı. Diğer öğrencilerin gözünden kaçmasa da, Şahin, onların derslerine başlamasını işaret edip, beklememelerini istedi. Ardından, Murat’ın hal hatırını sorduktan sonra, asıl meseleye geldi. Konuşmasına şöyle devam etti:

–“Biliyorsun, Cemaatin amacı, herkese İslam’ı anlatmak ve onların hidayetlerine vesile olacak her türlü mubah yolla kendilerine ulaşmaktır. Bu amaç doğrultusunda camiler, İslam’ın ilk gününden beri bu hizmet için kullanılmıştır. Cemaat, sünnetin gereği olarak, camilerden başlayarak, bu irşad görevini yerine getirmek için elinden geleni yapıyor. Şu anda Diyarbakır’da neredeyse tüm camilerde çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların semeresini Rabbim bizlere gösterdi. Allah(cc) için yapılan hiçbir hizmet boşa gitmediğine göre; bizim yaptığımız bu hizmetler de boşa gitmiyor inşallah.

Bildiğin gibi, ofis semtinde yeni bir cami açılmış. Cemaat, senin oraya gidip, cami çalışmalarını başlatmanı istiyor. Yalnız bu işin kolay olmayacağını bil. Biliyorsun ki camiler şu anda Diyanet İşlerine aitler. Ve onların görevlendirdikleri İmam ve müezzinler tarafından namazlar kıldırılıyor. Her zaman İslami hizmetlere engel olmak için ellerinden geleni artlarına koymayan bir zümre de olacaktır. Bizler ise bunlara karşı yılmayıp, Allah için tebliğ çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bugünden itibaren gidip yeni açılan camide derslere başla.

–“Ama hiçbir öğrenci yokken, nasıl olurda ders yapabilirim?”

–“Merak etme, seninle birlikte gelecek bazı arkadaşlar olacak; birlikte ders yapıp, zamanla caminin çevresinde ikamet edenlerle ilgilenip, onlara İslam’ı anlatacaksınız. Başka bir sorun var mı?”

–“Hayır, yok!”

–“Artık bundan böyle, yeni Cami’de çalışmalarına başlarsın. Bir sıkıntın olduğu zaman benimle paylaşabilirsin. Zaman zaman seninle ve arkadaşlarınla bir araya gelip konuşuruz. Rabbim yar ve yardımcınız olsun.”

–“Allah razı olsun.”

Yeni cami çalışması hiç de kolay değildi. Her şeyden önce, bu çalışmanın başlangıç süreci hep zor olurdu. Yeni bir camide çalışma başlatmak isteyen Cemaat fertlerinin karşılaştıkları ilk sorun, cami İmamı ve Müezziniydi. Onların engellemeleriyle karşılaşırlardı. Murat’ı da aynı akıbet bekliyordu.

Akşam namazını, yeni camisinde kılmak için erkenden gelmişti. Henüz Akşam ezanı okunmamıştı. Abdestini alıp şadırvan etrafında oturmakta olan, orta yaşlı birkaç amcanın yanına gidip oturdu. Cami müdavimleri oldukları her hallerinden belliydi. Günlük meselelerle ilgili konuşmaya dalmışlardı. Murat’ın yanlarına oturmasına hiç aldırış etmeden, konuşmalarına devam etmişlerdi.

Murat, insana huzur veren bu yerde kendisini bekleyen sıkıntıları düşündü bir an. Daha önce hiç tecrübesi olmadığı için endişeleniyordu. “Ya bu işi yüzüme gözüme bulaştırırsam?” diye endişe etmeye başlamıştı. Başarısızlık, Murat’a göre bir şey değildi. Bugüne kadar Allah’ın(cc) yardımıyla, yaptığı işlerde hep başarılı olmuştu. Ama nedense bu çalışma kendisini korkutuyordu. Yapacağı herhangi bir hatadan dolayı Cemaatin zarar görmesinden endişe ediyordu. Sonuçta yaptığı hizmet İslami bir hizmetti. Bu hizmette, ferdi olarak hata yapan Müslümanların hataları, Cemaate ve sonuçta İslam’a mal ediliyordu. Kendisinden dolayı Cemaate laf gelmemesi için çok dikkatli olmaya karar verdi. “Her ne olursa olsun Allah’ın izniyle tüm sıkıntılara ve zorluklara sabredeceğim” diyerek, kendini motive etti.

Ezan okunmasıyla, şadırvandakilerle birlikte Murat da “Ya Allah!” diyerek kalktı. Cami cemaati, camiyi yavaş yavaş doldurmaya başlamışlardı. Cami yeni olmasına rağmen, 20–25 kişilik bir cemaati oluşmuştu. Murat, cami Cemaatiyle birlikte namaza durdu. Namazın ve tesbihatın ardından, namaz kılanların elini sıkarak, “Allah kabul etsin!” deyip, onlara cebinden çıkardığı misk kokusunu ikram etti. Cami Cemaati daha önce karşılaşmadığı böylesine güzel bir uygulamaya, hayranlıkla eşlik edip, kendilerine misk kokusu dağıtan bu gence, “Allah razı olsun!” diyerek tebessümle karşılık verdiler. Murat, cami Cemaatinin olumlu tepkisinden memnun kalmıştı. Cami Cemaati dağılırken, Murat, minberin yanına gidip; raftan, Kur’an-ı Kerim alarak okumaya başladı.

Murat’ın Kur’an okuduğunu gören İmam, ne yapacağını şaşırdı. Akşam namazının ardından, yatsıya kadar cami kapısı kilitleniyordu çünkü. Cemaate yetişemeyenler, dışarıda, giriş bölümünde bulunan yerde namazlarını kılmak zorunda kalıyorlardı. Oysa şimdi Murat, eline aldığı Kur’an’ı okumakla meşguldü. İmam, Murat’a: “Kalk! Camiyi kapatmak zorundayım!” dese, buna kendisinin de vicdanı razı olmazdı. Bir anda Murat’ın art niyetli biri olabileceği geldi aklına. Murat’ın yüzüne daha iyi bakınca, böylesine nurlu bir yüzün hırsızlık veya art niyet taşıyamayacağını düşündü. İmam, kararsız kalmıştı. Ne yapacağını bilemeden bekliyordu. Belki bir Yasin-şerif okur gider diye bekliyordu. Anlaşılan Murat’ın okuduğu “Yasin” değildi. İmam bekledikçe sıkılmaya başladı. “Keşke Müezzini göndermeseydim!” diye kendi kendine söyleniyordu. Beklediği süre içinde canı çok sıkılmıştı. Buna bir son vermek istiyordu. Saatine baktı, neredeyse akşam namazının üzerinden yarım saat geçmişti.

Murat, imamın kendisine ara sıra baktığını fark etmişti. Ama hiç oralı olmadan, Kur’an okumaya devam ediyordu. Daha ilk günden imamla aralarının açılmasını istemiyordu. Bu yüzden, sadece yatsıya kadar Kur’an okumak istiyordu.

Bazen beladan uzak durmak için elimizden geleni yaptığımız halde, bela gelir bizi bulur. İşte şimdi yaşanacak olanlar, tam da böyle bir şeydi. Murat, Cemaatin verdiği görevi yerine getirmek için bugün camiye başlamıştı. Daha ilk günüydü. Henüz hiçbir öğrencisi yoktu. Ama bunun için zamana ihtiyacının olduğunu da biliyordu.

İmam, daha fazla dayanamayıp, Murat’ın yanına gelerek:

–“Genç, Kur’an’ını bitir. Camiyi kapatmak zorundayım!” Dedi.

Murat’ın korktuğu başına gelmişti. İmam, sonunda yaptı yapacağını. Şimdi kalkıp gitse, bundan sonra burada değil çalışma yapmak camiyi açık bile tutamazdı. Okuduğu Kur’an’ın ayet sonuna gelip, başını kaldırarak, karşısında duran İmama baktı. Belanın gelip kendisini bulduğunu hissedebiliyordu. İmamla yersiz bir tartışmadan kaçınmak için, elinden geleni yapacaktı. İmamın ne kadar aksi ve katı olduğu kendisine söylenmişti. Kendisinden bir cevap bekleyen İmama:

–“Hocam, müsaadesiniz olursa, yatsı namazına kadar burada kalmak istiyorum. Kur’an okuyup biraz tefekkür edeceğim!” dedi.

İmam, daha bir şaşırdı. Nereden çıktı bu genç, diye için için söyleniyordu. Buna izin verip veremeyeceğini bile bilmiyordu. İzin verip, çekip gitse, bir şey olmazdı aslında. Ama bunun duyulmasından ve görülmesinden endişe ediyordu. Kendisi buraya İmam olarak tayin olduğunda, Emniyet Teşkilatınca uyarılmıştı. Akşam ve yatsı namazları arasında camiye gelip, Kur’an dersi vermek isteyen, her kim olursa olsun, kesinlikle izin vermemesini istemişlerdi. Aksi takdirde başına gelecek olanlara kendisini hazırlamasını isteyip, tehdit bile etmişlerdi.

İşte bu tehdidi ciddiye almış, namaz vakitleri dışında camiyi kilitlemeye başlamıştı İmam. Bu zamana kadar herhangi bir sorun çıkmamıştı. Bir an, içinde hissettiği ürpertiyle, korktuğu şeyin başına gelmiş olabileceğinden endişe etti. İmam, Murat’la konuşurken akşam namazını kılmak için yaşlı bir amca camiye girdi. Bu, imamın daha fazla sinirlenmesine sebep oldu. Şimdi bu genç gitse, bu sefer bu ihtiyarın namaz kılmasını bekleyecekti. Daha fazla dayanamayıp:

–“Oğlum git evinde Kur’an oku ve her ne yapacaksan evde yap!” Dedi.

Murat buna yakın bir cevap bekliyordu aslında.

–“Hocam burası camidir, ibadethanedir buradan daha güzel ibadet edilecek yer mi var? “Dedi.

İmam sert kayaya çarpmıştı. Bu genç, onun demesiyle çekip gideceğe benzemiyordu.

–“Oğlum, benimde işim gücüm var. Seni bekleyemem ki!”

–“Beklemeyin o halde. Hem, ne diye beni bekliyorsunuz ki, bunu anlayamadım. Sizin beni beklemenize gerek yok. Ben gönlümce ibadetlerimi yapmak için buraya geldim.”

Murat doğru söylüyordu. Allah’a(cc) en güzel şekilde ibadet etmenin yolu, O’nun kullarının hidayetlerine vesile olmaktı. Tek derdi; insanların, dinlerini daha iyi öğrenip, âlemlerin rabbine kulluk görevlerini yerine getirmelerine vesile olmaktı. Bunun için burada değil miydi zaten?

–“Hocam, ben ibadetimi yapmak için kimseden izin almadığım gibi, Allah’ın(cc) evi olarak bilinen camide de ibadet yapmak için kimseden izin almaya ihtiyacım yok. Hem siz nasıl oluyor da, Allah’ın evine kilit vurabiliyorsunuz. Oysa sizin göreviniz insanlara ibadeti sevdirmek, onları camiye davet etmek değil mi?”

–“Bak oğlum, akşam akşam bana iş çıkarma. Bugün yeterince sorun yaşadım. Bir de seninle uğraşamam.”

–“Uğraşmayın o zaman, bırakın da Kur’an’ımı okuyayım.”

İmam iyice sinirlenmişti. Bu genci camiden çıkarmak için, aklına mantıklı hiçbir fikir gelmiyordu. Öfkesinden ne yapacağını bilemez bir halde bu gencin kolundan tutup onu dışarı doğru sürüklemeye başladı.

Murat: “Ne yapıyorsun bırak kolumu!” diye söyleniyordu. Ama İmam kararlıydı. Bu genci camiden çıkarıp, camiye kilit vuracaktı. Bu arada namazını hızlı bir şekilde kılan amca, İmamın yaptıklarına dayanamayıp, namazını bitirdiği gibi: “İmam efendi sen ne yapıyorsun böyle. Çabuk bırak çocuğu!” diye gürleyince, İmam neye uğradığını bile anlayamadan kolundan tuttuğu genci bıraktı.

İmam, yaptığının pişmanlığıyla odasına geçip, yaptıkları üzerinde düşünmeye başladı. Bu arada Murat, tekrar Kur’an okumak için, minberin yanına gitti. Yatsı ezanına kadar Kur’an okudu. Yatsı namazının ardından, bugün yaşadıklarını anlatmak için, Şahin’le görüştü.

Şahin uzun süreden beri Cemaat içinde hizmetlerde bulunduğu için, onun fikir ve tecrübelerine ihtiyacı olacağını düşündü. Murat, yaşadıklarını Şahin’e anlatınca, Şahin: “Bu daha başlangıç!” diyerek, bundan sonra daha çetin bir sürecin olabileceğini hatırlatarak, ona kendi tecrübelerini aktardı. İlk iş olarak, yarın birkaç arkadaşın daha gelip bir an önce hizmete başlamaları için ellerini çabuk tutmalarını istedi.

Murat, Şahin’den duyduğu şeyleri düşünüp, İmamın bundan sonra neler yapabileceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Şahin’in dediğine göre bu işte polis çağırma, iftira ve karamalar dâhil, daha birçok zorlu evre yaşanabilirmiş. İmamın gösterdiği tepkiyi ise, tehdit edildiğine yormuştu. Ama her ne olursa olsun, bir davetçi olarak Murat’a tavsiyesi, sünnete göre hareket edip, Rabbimizin buyurduğu gibi davranmasıydı. Rabbimiz “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve en güzel bir şekilde mücadele et! Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilendir.”[1] Buyurmuştur.

Bu ayet üzerinde gece boyunca düşündüğünden, uyuyamamıştı Murat. Yarın en güzel şekliyle nasıl mücadele edeceği üzerinde uzun süre düşünüp durdu. Sonra Rabbine dua ederek, uykuya daldı. Okuldan çıktığı gibi camiye gitti. Cami etrafında oyun oynayan çocuklarla tanışmak, onları camiye davet etmek istiyordu. Artık kaybedecek vakti yoktu. Ne kadar çabuk davranırlarsa, çalmalar o denli çabuk başlardı.

Akşam ezanı esnasında, cami Cemaatinde Murat’la birlikte, dört beş genç daha vardı. Anlaşılan, Şahin, çalışmaların bir an önce başlaması için başka arkadaşları da göndermişti. Akşam ezanının ardından gençler, cami müdavimlerinin ellerini sıkıp kendilerine misk kokusu ikram ettiğinde, cami Cemaati şaşırıyordu. Daha dün bir kişi bu güzel uygulamayı yaptığı zaman bunun geçici bir şey olduğunu düşünmüşlerdi. Oysa bugün bu gençlerin sayısı fazlalaştığı gibi, her biri edepli ve efendi gençlerin nereden çıktıklarını düşünüyorlardı. Kendi camilerinde görmeye alışık olmadıkları bu gençlerin varlığından hoşnut olmuşlardı. Bu duruma sevinmeyen sadece İmam ve Müezzindi. İmam, dün yaşadıklarını Müezzine anlatmıştı. İleride bir sorun çıkması halinde, kendisinin buna engel olmaya çalıştığını ispatlamak içindi bu. Lehine şahit edinme çabasıydı.

Namazın ardından; gençler, minberin yanına gidip, ellerine Kur’an–ı Kerim alarak okumaya başladı. Murat, Kur’an okuması zayıf olan bir arkadaşına ders vermeye başladı. Bu durum, İmamı çileden çıkardı. Kendi camisinde, Kur’an dersini ancak kendisinin verebileceğini düşündü. Bir başkasının, kendi camisine gelip, ders vermesini asla kabul edemezdi.

İmam ve Müezzin birlikte gençlerin yanına gidip:

–“Gençler, ne yapıyorsunuz burada?” Diye sordular.

Gençlerin Kur’an okuduklarını gördükleri halde bu soruyu sormaları, alay kasti taşıyordu. Murat:

–“Kur’an okuyoruz” Dedi.

İmam, dün kendisini zor durumda bırakan bu genci tanımıştı.

–“Yine mi sen?” diyerek, tanıştıklarını belli eden bir ses tonuyla sormuştu.

Murat, bu soruya cevap vermemişti. Sadece İmamın çekip gitmesini ve kendilerini rahat bırakmasını istiyordu. İmam:

–“Haydi, gençler evlerinize gidin. Her ne okuyacaksanız gidip evinizde okuyun.” Dedi.

Gençlerin hiç birinde bir hareketlilik yoktu. Murat’ın ne yapacağını, nasıl karar vereceğini bekliyorlardı. Murat:

–“Hocam, bizler burada Kur’an okuyoruz. Ve gördüğünüz gibi, Kur’an okumayı bilmeyen arkadaşlarıma, Kur’an’ı öğrenmeleri için yardımcı oluyorum.”

–“Oğlum sen hoca mısın ki Kur’an dersi veriyorsun? Bu iş senin işin değil.” Dedi.

–“Hocam, doğru söylüyorsunuz. Ben hoca değilim. Eğer uygun görürseniz, buyurun siz bize Kur’an dersi verin.” Dedi.

–“Gerçekten Kur’an dersi almak istiyorsanız, okullar tatil olduğunda gelin. Kur’an dersleri o zaman başlıyor.” Diyerek, onları ikna etmeye çalıştı.

–“Hocam, hangimizin ne kadar yaşayacağını Allah’tan başka kim bilebilir ki? Ecelimizin yakın olmadığı ne malum. Hem dinimizi öğrenmek için acele etmemiz gerekirken, ne diye erteleyelim. Dinimizi öğrenmek, her şeyden daha önemli ve elzem değil mi? Buyurun, siz bize Kur’an dersi verin ve bize dinimizi nasıl yaşayacağımızı anlatın. Bizde sizin öğrencileriniz olalım.” Dedi.

Murat’ın bu sözleri, İmam ve Müezzin üzerinde etkili olmuştu. Bu gencin dedikleri doğruydu. İmam, kendinde bir yumuşama hissettiği anda, emniyetten gelenlerin tehdidini hatırladı.

–“Bakın gençler, buraya gelip istediğiniz gibi ders alıp veremesiniz. Bu yaptığınız suçtur. Şu anda suç işlediğinizin farkında mısınız?”

–“Hocam, ne zamandan beri Kur’an okumak ve dinimizi öğrenmek suç olmuş. Bizim yaptığımız suç ise sizin yaptıklarınız da suç olmuyor mu?”

İmam ne diyeceğini bilmiyordu. Bu gençlerin haklı olduklarını bildiği halde, onları camide bırakmamasını kendisinden istemişlerdi. Şimdi ne yapacaklarını bilemiyordu.

Dün, camide Murat’ı İmamın elinden kurtaran amca, aynı saatte namaz kılmak için camiye girdi. İmam ve Müezzinin, gençlerin başında toplandığını görünce, namazını kılmakta ağır davranarak, İmam ve gençlerin arasında neler geçtiğini öğrenmeye çalıştı.

–“Bakın gençler Kur’an okumak istemeniz ve dininizi öğrenmek istemeniz, gerçekten de güzel bir şey. Ama bunu burada yapamazsınız!” diyen İmama, Murat:

–“Hocam, Allah’ın dinini Allah’ın evinden başka, nereden öğrenebiliriz. Siz hocalarımız bize öğretmezseniz, bizler gidip kimden öğrenelim? Madem siz bize öğretmiyorsunuz, bırakın o zaman biz kendi imkânlarımızla öğrenmeye çalışalım.”

Camiye giren amca, gençler ve İmam arasında geçen konuşmayı dinlemiş ve bu diyaloğu ilginç bulmuştu. Daha fazla dayanamayıp yanlarına giderek:

–“Hayırdır Hocam ne oluyor?” Diye sorunca, İmam:

–“Yok bir şey Ahmet amca, gençlerle konuşuyoruz sadece.”

–“Madem bir şey yok, o halde ne diye bu gençleri rahatsız ediyorsunuz. Bu gençler ne istiyorlar?”

–“Bizler, Kur’an okumak ve dinimizi öğrenmek istiyoruz. Kur’an okumayı öğrenmek isteyen arkadaşlarımıza, Kur’an okumayı öğrenmeleri için ders veriyoruz. Ama İmam, bunun suç olduğunu söylüyor. İmama, buyurun siz bize Kur’an dersi verin diyoruz, fakat buna da razı olmuyor. Bizi camiden kovmak istiyor.”

–“Hocam, bu gençlerin dedikleri doğru mu?”

İmam mahcup olmuştu. Ne diyebilirdi ki? Tehdit edildiği için bunu yapmak zorunda olduğunu söyleyemezdi tabi.

–“Ahmet amca, biliyorsun, Diyanet her okul tatilinde çocukların Kur’an öğrenmeleri için Kur’an kursları açıyor. Bu gençler öğrencidirler. Şimdi camiye gelip Kur’an dersi alsalar, derslerinde başarısız olurlar. Bu yüzden onlara, okullar tatil olduktan sonra gelmelerini söylüyorum.”

–“Hocam, ahiretimiz tehlikedeyken dünyamızı ihya etmemizin bize ne faydası var. Bizler bu dünyaya okul okumak için mi, yoksa Allah’a kulluk için mi geldik. Hem okul dersleriyle, Kur’an dersinin birlikte alınamayacağını da kim söylüyor? Kaldı ki dediğiniz doğru bile olsa, sizce dinimizi öğrenmek daha önemli değil mi? Okul okumayan birçok Allah dostu olduğu halde, dininden habersiz ve Kur’an’dan habersiz Allah dostu var mı?”

İmam tam afalladı. Ahmet amcanın yanında bu duruma düşmeyi beklemiyordu. Ahmet amca:

–Hocam biz bu camiyi yaptırırken, insanlar gelip sadece namaz kılsınlar diye yaptırmadık. Elbette gelip namaz kılacaklar, ama bunun yanında, dinlerini daha iyi öğrenip Allah’a(cc) daha iyi bir kul olmalarını niyet ettiğimiz için yaptırdık. Çocuklarımız dinlerinden haberdar olsunlar, Kur’an okumayı öğrensinler diye yaptırdık. Madem siz Kur’an dersi vermiyorsunuz, bırakın da bu işi Allah rızası için yapmak isteyenler yapsınlar.” Dedi.

Ahmet amca, mahallenin saygı duyulan büyüklerindendi. İnsanların bozulduğunu, toplumun her geçen gün daha fazla dinden uzaklaştığını, kötülük ve fuhşiyatın arttığını görebiliyordu. Buna karşı ne yapılabileceğini arkadaşlarıyla konuşup, bu konuda onların da mustarip olduğunu öğrenince sevinmişti. Kendilerinin bu konuda ne yapabileceklerini düşündükten sonra, işe kendi mahallelerinde başlamak adına, kendi çocuklarına dinlerinin öğretileceği bir cami yaptırma kararı almışlardı. Oysa Cami bittikten sonra Diyanet tarafından buraya atanan İmam ve Müezzinin yaptıkları tek şey, sadece namaz kıldırmak olmuştu. Mahallelinin çocuklarını okutmak bir yana, onların okula gitmelerinin daha iyi olduğunu, tatil zamanında Diyanetin açtığı Kur’an kurslarına çocuklarını göndermelerini tavsiye etmişlerdi.

Oysa şimdi istedikleri gibi, çocuklarına Kur’an dersi verenler ortaya çıktığı halde bu sefer onlara mani olmak istiyordu İmam. Ama buna izin vermemeye kararlıydı Ahmet amca:

–“Hocam, bırakın bu gençlerle uğraşmayı. Yarından tez yok ben de çocuğumu göndereceğim, gelip bu gençlerden Kur’an dersi alsın.”

İmam , “Ahmet amca ama…” deyip itiraz ettiyse de, Ahmet amca İmamın itirazlarını ciddiye almadı. Ahmet amca:

–“Oğlum ben de çocuğumu göndersem, ona da Kur’an dersi verir misiniz?” Diye sorunca, Murat:

–“Tabi ki amca, biz dinini öğrenmek isteyen herkese Kur’an dersi vermeye hazırız.” Dedi.

Ahmet amca:

–“Hocam bundan böyle siz de bu gençlere karışmayın. Burası Allah’ın evidir. Kim buraya gelmek istiyorsa gelebilir. Bu caminin inşa edilmesindeki amaç, geleceğimiz olan çocuklarımızın dinlerini öğrenip, Allah’a layık bir kul, topluma ve insanlığa hayırlı birileri olmasıydı.” Diyerek, camiye neden ihtiyaç hissettiklerini açıklamıştı. Ahmet amca:

–“Ben namaz kılmadım, geç olmadan namazımı kılayım.” diyerek yanlarından ayrıldı.

Murat, Ahmet amcanın Hızır gibi yetişip kendilerine destek olmasını, Allah’ın bir yardımı olarak görüp, şükretti.

İmam ve Müezzin, Ahmet amcanın söylemlerinden sonra daha fazla tepki çekmemek adına, gençleri yalnız bıraktılar. Murat ve arkadaşları sıkıntılı başlayan ilk derslerinin ardından, kısada olsa Kur’an dersine bir giriş yaptılar. Bu arada yatsı namazı için camiye gelen cami Cemaati minberin yanında Kur’an okuyan gençlere dikkat etmiş, onların Kur’an okuduklarını anlayınca buna sevinmişlerdi. Yatsı ezanının okunmasının ardından, derslerini bitirip, namazlarını Cemaatle kılan gençlere cami Cemaati daha bir hürmet gösteriyorlardı. Namazın ardından Murat, Ahmet amcaya teşekkür etmek için yanına gitti. Ahmet amca bu genci sevmişti. İmama verdiği cevaplardan etkilenmişti. Bu gençlerin dinlerini öğrenme ve öğretme konusundaki gayretlerini takdir etmişti.

Ahmet amcayla Murat’ın aralarındaki konuşmalarına şahit olan cami Cemaati, cami çıkışında Ahmet amcaya bu genci sordular. Ahmet amca dün yaşananlarla, bugün yaşananları arkadaşlarına anlatınca, kendi aralarında İmamın durumuna gülüştüler.

–“Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. Çocuklarımıza Kur’an dersi vermesini umduğumuz İmam efendiyle baş edemediğimizi gören Allah(cc), bu gençleri gönderdi.  Böylece İmamın burnunu sürttü ya bu bize yeter.” Diyen, Caminin yapımında elinden geleni yapan Mahmut amcaydı.  Mahmut amca:

–“Yarın bende çocuğumu göndersem acaba ona da Kur’an öğretirler mi?” diye, Ahmet amcaya sormuştu.  Ahmet amca bu sorunun muhatabı olduğunu hissedip:

–“Neden vermesinler ki. Bunlar bizim İmam gibi değiller. Yarın ben de inşallah çocuğumu göndereceğim.” Dedi.

Ertesi gün Murat ve arkadaşları camiye geldiklerinde, camide, yaşları on civarında olan iki çocuk görünce buna çok sevindiler. Murat çocukların yanına gidip onlarla tanıştı. İdris adlı çocuk, Ahmet amcanın oğluydu. Kemal ise, Mahmut amcanın oğluydu, ama henüz Mahmut amcayı tanımadığından, bunu dert etmeden, çocuklarla ilgilendi. Çocuklarla arası oldu olası hep iyi olmuştu. Onlarla nasıl diyalog kuracağını çok iyi biliyordu. Bu, kendisine verilen İlahi bir lütuftu.

Kılınan akşam namazının ardından, gençler, çocuklarla tanışıp minberin yanında halka kurarak, Kur’an derslerine başladılar. Başta Murat olmak üzere, gençlerin yüzü gülüyordu. Bu işin tahmin ettiklerinden daha rahat bir şekilde hallolması sevindirmişti onları. İlk çalışmalarının semeresi olarak, Cennet gılmanlarından, günahsız iki kişiyle birlikte derse başladılar. Çocuklar Elifba dersi almak için kitap getirmediklerinden, bugünü tanışma ve sohbet ederek geçirdiler. Çocuklara Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamın hayatından örnek bir bölüm anlatarak derslerini bitirmişlerdi.

Yatsı namazı için camiye gelen Ahmet amca ve Mahmut amca, çocuklarını, gençlerin yanında sohbet halkasında görünce buna sevinmişlerdi. Dualarının kabul olduğunun hissiyle Allah’a şükrettiler.

İmam, bu durumu pek içine sindiremese de, yapacak bir şeyi yoktu. Ama fazla geç olmadan bir şeyler yapmalıydı. Aksi takdirde geç kalabileceğini düşündü. Camiye her gün yeni çocukların gelmesiyle cami cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle şenlenmişti.

Aradan bir hafta geçmişti. Çocukların sayısı, her geçen gün daha bir artıyordu. Mahallede, camide ders verildiğini duyanlar, çocuklarını camiye göndermeye başlamışlardı. Akşam ve yatsı arasında Kur’an dersi ve Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamın hayatının yanı sıra Fıkıh konularında “Abdestin ve namazın” farzları üzerinde durulup, bazen çocukların daha iyi öğrenebilmeleri için pratik olarak gösteriliyordu.

İmam ve Müezzin, ağız birliği ederek, bildik ve tanıdık yöntemlere başvurmaya başladılar. Cami Cemaatini kışkırtmak için yalanlara, iftira ve karalamalara başladılar. Camiye gelen çocuklara kötü şeyler öğretildiğini öne sürerek, çocuklarını bu gençlerin yanına göndermemeleri için, onları korkutmaya çalışıyorlardı. Bazıları İmam ve Müezzinin bu sözlerine kansa da, çocuklarının camiye başladıktan sonra güzel alışkanlıklar edindiğini ve kötü şeylerden kaçındığını gözlemleyen aileler de yok değildi. İmam ve Müezzinin sözlerinde aşırı ısrarcı olmaları, aileleri tedirgin ediyordu. Söylenenlerin aslının olup olmadığını öğrenmek için, Cami cemaatinden birkaç amca, bu gençlerin derslerine katılmaya karar verdi.

Bu gençlerin neler anlattıklarını çocuklarına sorup öğrenmişlerdi. Zaten çocuklarındaki değişim, bunun en büyük göstergesiydi. Ama yine de gönülleri rahat değildi. İmam ve Müezzinin ısrarla bu gençleri kötülemesini kulak ardı edememiş, bunu yerinde görmek istemişlerdi.

Akşam vakti çocuklarıyla birlikte namaza gelenler, namazın ardından gençlerin yanına oturunca, gençler onlara hürmet edip saygıyla karşıladılar. Gençlerin, verdikleri Kur’an dersi üzerinde titizlikle durup, çocuklarının öğrenmeleri için çaba sarf ettiklerini görünce buna sevinmişlerdi. Kur’an dersinin ardından Ahmet amcanın oğlu İdris, abdestin nasıl alınacağını gösterdi. Mahmut amcanın oğlu Kemal ise, namazın farzlarını sayınca, babası bir çırpıda namazın farzlarını sayan oğluyla gurur duydu. Ardından Murat, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamın hayatını anlattı. Anlatış üslubundaki tatlılık, herkesi olduğu gibi, onu dinleyen amcaları da etkilemişti.

İmam ve Müezzinin sözlerinin boş olduğuna en çok sevinen Ahmet amca olmuştu. Kendisi ilk günden itibaren bu gençler hakkında iyi şeyler anlatıp, onlara kefil olduğunu arkadaşlarına söylüyordu. Bu sözünün doğru olması, onu daha fazla sevindirmişti. Böylece İmam ve Müezzinin sözlerinin asılsız olduğu ortaya çıkmış olduğundan, çocuklarını camiye göndermeyenler de göndermeye başladı.

İmam ve Müezzinin hesapları tutmadığı gibi, yaptıkları bu karalama sonucu, camideki çocukların sayısını artırmaktan başka bir işe yaramamıştı. “Hani o kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek yahut da seni (memleketinden) çıkarıp sürmek için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[2] Ayeti, canlanmış gibiydi.

İmam, iftira ve karalamanın fayda vermediğini görünce, son çare olarak, onları, zorla camiden çıkarmak için polisi arayıp, “Camimizde bazı gençler örgütsel dersler yapıyorlar” diye ihbarda bulundu. Madem kendisi bu gençleri çıkaramıyordu o zaman onları, kendisini tehdit eden polisler çıkarsın deyip, bu işten sıyrılmayı düşünüyordu imam.

İhbarı alan polisler, akşam namazının ardından camiye baskın yaptılar. Tam da gençlerin derslere başladıkları zamanı kollamışlardı. Camiye giren polisler, Yahudi askerlerinin Cami baskını yapmaları gibi, Caminin hürmetini hiçe saymışlardı. Ayakkabılarını çıkarmadan, girmişlerdi Camiye. Fakat Suçüstü yapmanın sevinciyle Murat ve arkadaşlarını gözaltına almaya kalkışınca, cami Cemaatinin büyük tepkisiyle karşılaştılar. Cami Cemaati, polislerin bu kadar zalimane davranışlarına bir anlam verememişlerdi. Başta Ahmet amca ve arkasından diğer cami Cemaati olduğu halde polislere:

–“Siz, ne yaptığınızı zannediyorsunuz! Buranın bir cami olduğunu unuttunuz galiba! Nasıl olur da, camiye, ayakkabılarınızla girebiliyorsunuz?

–“Sus amca, sen de kimsin? Görmüyor musun, burada örgütsel faaliyet yapılıyor? Bunların her biri birer teröristtir!” diyen, polislerin amiriydi.

–“Siz neden bahsediyorsunuz? Bu gençler, bizim çocuklarımızdır. Camide Kur’an dersi vermelerinden başka hiçbir şey yapmayan bu gençlerin terörist olduklarını da kim söyledi? Diyerek, polisler çıkıştı Ahmet amca.

–“Amca! İhbar aldık, burada Kur’an dersi adı altında örgütsel faaliyetler yapılıyormuş.”

–“Bunu size her kim ihbar etmişse; sizinle dalga geçmiş, oyuna gelmişsiniz!”

–“Sen ne diyorsun amca, devletin polisiyle dalga geçilir mi?

–“Baksana oğlum, camide Kur’an dersi veren bu gençlere? Teröriste benzer bir halleri var mı? Terörist diyerek, sizi boş yere ayaklandırmışlar.”

–“Bu caminin İmamı kim?”

İmam, o ana kadar uzaktan seyretmişti bu manzarayı. Polislerin, bu gençleri tutuklayacaklarından neredeyse emin gibiydi. Ama polis amirinin kendisini çağırmasını beklemiyordu.

–“Buyurun efendim! Bu caminin İmamı benim.”

–“İmam efendi! Bugün bizi arayıp burada terörist faaliyetler yapılıyor diye ihbar eden sen misin?”

–“Evet, ben sizi aradım.”

–“Peki, hani terörist faaliyetler? Bu amca (Ahmet amcayı işaret ederek) bu gençlerin, kendi çocukları olduklarını, camide sadece Kur’an dersi verdiklerini söylüyor.” Dedi.

–“Şeey! Efendim… Yani bunların bir suçu yok. Onları buraya gönderenler teröristtir demek istemiştim.” Dedi İmam.

–“Kim peki onları buraya gönderenler? Onları bize göster!”

–“Efendim! Ben onları tanımıyorum.”

–“Tanımadığın kişilerin terörist olduklarını nereden biliyorsun? Devletin polisini boş yere meşgul etmekten utanmıyor musun?”

İmam neye uğradığını şaşırmıştı.

Polisler, cami Cemaatinin tepkisi üzerine, gençleri bıraktılar. İmamı da bir güzel azarlayıp, bir daha böyle boş bir ihbarla kendilerini araması halinde hakkında “Devletin polisini boş yere meşgul etmekten” tutuklanacağını söyleyip, cami Cemaatinden özür dileyerek, oradan ayrıldılar.

Cami baskını emniyette duyulunca, İmamı tehdit eden “Terörle mücadele” birimi de, cami Cemaatinin tepkisini duyunca, bu konuda herhangi bir şey yapmaktan çekindi.

Böylece Polis baskınını da atlatan Murat ve arkadaşları, cami çalışmalarına, kaldıkları yerden devam ettiler. Cami çalışması tam olarak yerine oturduktan sonra Şahin,  Murat’tan, eski Cami’sine yani Sümer cami ‘ye dönmesini, şimdiki camiyi de oradaki arkadaşlara bırakmasını istedi. Böylece Murat, bu Cami’den ayrılmış oldu.

Aradan geçen üç aylık süre zarfında Murat’ın yokluğu, arkadaşları tarafından hissedilir olmuştu. Murat’ın nerede olduğunu Şahin’e sordukları zaman, Şahin:

–“Merak etmeyin yakında gelir.” Diyerek, arkadaşlarının meraklanmamasını istemişti.

 

[1] Nahl Süresi: 125

[2] Enfal Süresi:30

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar