MURAT'IM-9.BÖLÜM
9.BÖLÜM
Murat’ın saldırıya uğramasından sonra, ailesini bir telaş sardı. Diyarbakır ve bölge de Mürted örgüt ile Cemaat arasında silahlı mücadele başlamıştı. Her gün Müslümanlara saldırılar yapılıyordu. Gün geçmiyordu ki yeni bir Müslüman şehid olmasın. Murat’ın ailesi, oğulları için endişe duymaya başlamışlardı. Aslında bunun için yapabilecekleri pek bir şeyleri de yoktu. Bu acziyet ve çaresizlikle, oğullarına bir şey olmaması için dua ediyorlardı.
Murat, çalışmalarına kaldığı yerden devam ediyordu. Saldırıya uğramasını, ‘yaptığı hizmetin İslam düşmanlarını rahatsız edişi’ olarak değerlendirdiğinden, gurur duyuyordu. İslam düşmanları bilmeliler ki, İslam’a gönülden bağlı olan ve ona canlarını feda etmeye hazır Müslümanlar, ellerinden geldiğince, İslam’a sahip çıkıp İlahi kelimetullahı yüceltmek için çalışacaklar.
Murat, okul döneminin sonuna gelmişti. Bu sene liseyi bitirip Üniversiteye girebilmek için, sınavlara hazırlanıyordu. Okul hayatındaki başarılarını ve hizmetlerini, Üniversite aşamasında da devam ettirecekti. Ama onun istediği olmadı. Her gün Müslümanlar şehid olurken, okul hayatını düşündüğü için kendini kınadı. Şehid olan kardeşlerine katılmak, onlar gibi pak kanını Allah yolunda akıtmak isterken, bu okul okuma arzusunun, kendisini bu hedefinden alıkoyacağına inanarak, okul okumaktan vazgeçti.
Üniversiteye gitmeyeceğini ilk söylediği kişi Şahin’di. Şahin her ne kadar, Murat’a, okuması için tavsiyelerde bulunduysa da bu tavsiyeler fayda vermedi. Üniversite hayatının ve okuyan insanların hizmet alanlarındaki gerekliliği üzerinde duran Şahin, Murat’ın kararını değiştiremeyince, konuyu Cemaate bildirip, bir de onların fikrini almak istedi. Murat bu fikre sıcak bakmakla birlikte Cemaate okul okumak istememesinin sebebini de bildirmek için şöyle dedi:
–“Her ne kadar Üniversite hayatı hizmet alanı için gerekli bir yer ise de, ben, okul hayatı yerine sahada mücadele etmek istiyorum. Okul hayatı benim hizmetlerime engeldir. Günümün büyük bir kısmını okul derslerine çalışmaya ayırmak zorunda kalıyorum. Ben bunu istemiyorum. Tüm vaktimi Allah yolunda ve onun rızası için çalışarak geçirmek istiyorum. Bu yüzden okul okumak istemiyorum.”
Murat’ın bu konudaki ısrarı, kendisini belli ettiğinden olsa gerek, Cemaat, Murat’ın okuması halinde de hizmet edebileceğini bildirip, bununla birlikte eğer okumak istemese de bu kararın kendisine ait olduğunu bildirince, Murat, okul okumak istemediğini belirtip kararını ailesine bildirdi.
Murat’ın, okul hayatını bıraktığını söylemesi, ailesini tam bir hayal kırıklığına uğrattı. Bunun sebebini öğrenmek için ne yaptılarsa da Murat onları tatmin edecek bir sebep söyleyemedi. Ailesi bu durumda çaresiz kalmıştı. Murat’ın okul hayatını bitirdiğini duyan dedesi, Murat’ı çağırıp neden böyle bir karar aldığını sorduğunda, dedesine de bir cevap veremedi. Çünkü dedesinin kalbini kırmaktan çekiniyordu. Dedesinin kendisini niçin çağırdığını bildiği için:
–“Eğer sen de bana okul okumam için baskı yapacaksan, bir daha buraya gelmem.” Dedi.
Dedesi, Murat’ın yüzündeki ciddiyeti görebilmişti. Torununu tanıyordu. Bir karar verdimi, her ne pahasına olursa olsun, onun arkasında dururdu. Bu özelliğini kendisinden almıştı. O yüzden torununu bu konuda sıkmadığı gibi, kendisine destek bile oldu.
Murat için dedesinin desteği yeterliydi. Ailede kimse dedesine karşı gelemiyordu. Dedesinin siyah dediğine ak diyecek yoktu. Bu nedenle, dedesinin desteği sayesinde biraz rahatlamış olan Murat, bu kararlılığını sürdürdü. Ama hala hesap vermesi gereken biri vardı. Ablası Sema. Ablası Murat’ın ne yapmak istediğini biliyordu. Kendisi de Cemaat çalışmaları içinde olan ablası, Cemaat gençlerinin tek arzuları olan şehadetten haberdardı. Kardeşinin de şehid olmak için okul hayatını bıraktığını biliyordu. Ama yine de bir akşam çaylarını hazırlayıp kardeşiyle konuşup, onu bu fikrinden vazgeçirmek istiyordu.
Murat, ablasının kendisiyle konuşmak istemesine sevinmişti. Son günlerde kendisi de bu okul meselesi yüzenden çok sıkıldığı için ablasıyla konuşup biraz rahatlamak istiyordu. Ablası:
–“Neden okulu bırakıyorsun?” Dediğinde, Murat böyle bir soruyu beklemediğinden, şaşırmıştı. Çünkü ablasını, kendisini anlayabilecek tek kişi olarak görüyordu.
–“Neden bıraktığımı gerçekten de bilmiyor musun?”
–“Biliyorum, ama bir de senden duymak istiyorum.”
–“Ben, okul ve hayat yerine, şehadeti seçtim. Şehid olmayı Rabbimden diliyorum. Ve bunun için tüm vaktimi bu yola vererek, Allah’ın razı olduğu biri olmak istiyorum.”
–“Bunu okul hayatına ve hizmetlerine kaldığın yerden devam ederek de yapabilirsin. Şehid olanlar, sadece, senin gibi kendisini Rabbine adayıp okul hayatına son verenler değiller. Nice Şehitler var, mesela Üniversite okuyan ve derslerinde de hizmetlerinde de başarılı olan Şehid Abdullah ve Abdul celil gibi. Demek ki Şehid olmak için, illa ki okul hayatını terk ekmek gerekmiyormuş.”
–“Bunu biliyorum. Ama benim için şehadetin yolu okuldan ve hayattan vazgeçmektedir. Buna inandığım için okul okumak istemiyorum. Senin de değin gibi bazıları okul okur, bazıları ise okul okumazlar. Böylece hayatta bir denge olur. İşte ben, okul okumayanlar kefesinde olmak istiyorum. Beni anlamanı istiyorum. Rabbimden tez zamanda Şehid olmayı umuyorum.” Dedi.
Ablası, kardeşinin bu kararlığını takdir etse de, onun Şehid olmayı bu kadar istemesi üzerine gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Şehadette olsa, kardeşinden ayrılmak kendisi için zor geliyordu. Murat her ne kadar ‘ağlama!’ dediyse de, ablasını yatıştıramadı. Ablasının rahatlaması için biraz bekledi. Ardından yaptığı birkaç espriyle ablasını güldürerek, konuyu değiştirip, gecenin geri kalan vaktinde, başka konulardan konuştular.
Ailesi, Murat’ın ne yapmak istediğini biliyordu. Murat’ın niyetini bildikleri halde hiç bir şey yapmadan beklemek istemiyorlardı. Bu yüzden, bir şeyler yapmaya karar verdiler. Annesinin ciğerparesini kaybetmek istemediğini, neredeyse her gün dillendirdiği bir zamanda babası, bunun için yapılacak en makul şeyin, bu şehirden taşınmak olduğunu düşünüyordu. Bunun için gidecekleri yerin, Mürted örgüt mensuplarının olmadığı bir yer olması üzerinde duruyorlardı. Kafasındaki bu fikri, eşine anlattı. Fatma Hoca, eşinin bu fikrine sıcak baktı. Ama gidecekleri yer konusunda bir karar veremiyorlardı. Batıda akrabaları ve tanıdıkları vardı. Ama büyük şehirden çekiniyordu Mehmet amca. Büyük şehirde çocuklarını koruyamamaktan endişe ettiği için, batıya gitme fikrine pek sıcak bakmıyordu. Aklına eşinin ailesinin olduğu Tarsus geldi. Tarsus, tam da Mehmet amcanın istediği gibi bir yerdi. Ne küçük bir ilçeydi, ne de büyük bir şehir. İş hayatı için de ideal olduğu gibi, orada Mürted örgüt faaliyetleri çok zayıftı. Eşinin de oluruyla, Tarsus fikri üzerinde karar kıldılar.
Mehmet amca ilk iş olarak, Tarsus’ta ki akrabalarını arayıp eşiyle aldıkları kararı bildirince, buna sevinen aile, Mehmet amcaya her konuda yardımcı olmak için ellerinden geleni yapacaklarını söylediler. Mehmet amca, duyduklarından dolayı sevinmişti. Bu kararını babasına söylemek için, onu ziyarete gitti.
Hüseyin amca, oğlunun endişelerine hak verse de, böyle kaçarcasına gitmelerine razı olacak biri değildi. Ama bu sefer durum farklıydı. Söz konusu olan torunuydu. Kimseyi dinlemeyen torununun başına bir şey gelmesinden, kendisi de endişe ediyordu. Bu yüzden oğlunun aldığı kararı istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı.
Mehmet amca, babasının da olurunu aldıktan sonra, durumu aile bireyleriyle paylaşmak istedi. Buna en çok Murat’ın nasıl tepki vereceğini merak ediyordu. Esma’yla evlenmek için, kendileriyle gelmeye razı olabileceğini umuyorlardı. Ama bundan pek emin olamadıklarından, ailece oturup aldıkları bu karar üzerinde konuşmak istiyorlardı. Murat’ın akşam eve erken gelmesini istedi babası. Murat, babasının bu türden isteklerini yerine getirebildiği takdirde bunu yapar, onların kırılmasını istemezdi. Eğer babası eve erken gelmesini istiyorsa, o gün eve erken gelirdi. İşlerini ona göre ayarlardı. Ya da babası dükkâna bakması için çağırsaydı, bu isteğini yerine getirirdi.
Murat, işlerini erken bitirip, yatsı namazının ardında eve geldi. Evde soğuk bir atmosfer vardı. Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Anlaşılan, olaydan sadece Murat’ın haberi yoktu. Yemeğin ardından babası herkesin toplanmasını istedi. Tarsus’a taşınma kararını söyleyince, Murat neye uğradığını şaşırdı. Ailesinin almış olduğu bu kararın sebebinin, kendisi olduğunu anlaması zor değildi. Şimdi bütün gözler ona dikilmiş, bu karara nasıl bir tepki vereceğini bekliyordu herkes. Murat, bu kararın arkasında yatan maksadı anlamıştı. İslam’ın ilk günlerinden beri aileler çocukları için endişe ettikleri durumlarda, çocuklarını İslam davasından uzak tutmak için, ya da pasifleştirmek için böylesine metotlara her zaman başvurmuşlardı. Şimdi aynı şey kendi başına gelmişti. Ama verdiği kararı hiçbir şey değiştiremezdi. Ailesiyle ayrılmak zorunda kalsa da kendilerine:
–“Ben sizinle gelmeyeceğim. Burada kalacağım.” dedi.
Babasının asıl korktuğu şey buydu. Murat’ın gelmek istememesi korkulan beklentiydi. Böyle bir şey olabileceğini hesaba katmışlardı ama onu ikna etmeye çalışacaklardı. Annesi:
–“Oğlum Tarsus’u seviyorsun, hem kısmet olsa seni Esma’yla en kısa zamanda evlendiririz.”
–“Ben sizinle gelmeyeceğim. Siz istiyorsanız gidin. Ben burada kalacağım.” dedi. Babası:
–“Burada kimde kalacaksın? Kim sana bakar? Buralarda perişan olursun.” dedi. Murat:
–“Eğer siz gerçekten de gitmek istiyorsanız, ben burada dedemlerde kalırım. Siz istediğinizi yapın. Beni kendinize dert etmeyin. Allah’ın izniyle kendi başımın çaresine bakarım.” dedi.
O an için babası sinirlendiğini belli ettirmemek için odadan çıktı. Annesi, Murat’ı ikna etmek için dil döktüyse de Murat kararından dönmeyeceğini bildirdi. Annesinin elini öpüp bu konuda kendisini sıkmamaları için yalvardı. Annesinin oğlunu ikna etme yerine, oğlunun kendisine yalvarır bir şekilde, kendilerinden, aldığı karara saygı göstermelerini istemesi annesini ağlatmıştı. Ne yapacağını bilemez olmuştu. Oğlunun bu kararlılığı karşında kendisine destek olmak istiyordu ama oğlunun başına bir şeylerin gelmesinden korkuyordu.
Murat, ailesiyle aralarında geçen taşınma konusunu Cemaate bildirdi. Cemaatin bu konularda en iyi kararı vereceğini biliyordu. Bu yüzden, ailesinin kararının yanında, kendi düşüncelerini de belirtip, neden ailesiyle gitmek istemediğini de aktardı.
Cemaat, Murat’ın gitmek istememesini anlıyordu. Ama söz konusu olan, bir aileydi. Bu aile, kendi çocuklarını düşündüklerinden bu kararı almışlardı. Cemaat bunun farkındaydı. Ailenin İslam’a olan hizmetlerini biliyorlardı. Amaçlarının, çocuklarını İslam’dan uzaklaştırmak olmadığını, sadece Mürted örgütle yaşanan mücadele ortamından çocuklarını uzak tutmak istediklerini anlamışlardı.
Cemaatin, Murat’a tavsiyesi şayet ailesiyle gitmek isterse, Tarsus’ta Cemaat faaliyetleri yapan arkadaşların olduğunu ve kendisinin de tecrübeleriyle bu arkadaşlara yardımcı olabileceğini, hizmetlerine Tarsus’ta devam edebileceğini söylediler. Şayet gitmek istemese de, bu kararın kendisine ait olduğunu, Cemaat olarak her iki durumdan da memnuniyet duyacaklarını söyleyip, kararı Murat’a bıraktılar.
Murat için karar belliydi. Burada kalacaktı. Her ne olursa olsun, hizmetlerine devam edecekti. Tüm zorlukları düşünüp bundan böyle ailesi olmadan ne gibi zorlukların kendisini beklediğini anlamaya çalıştı. Ama bu zorluklar kararını değiştirmedi.
Babası, oğlunun kararını değiştirebilmek için elinden geleni yapıyordu. Aklına gelen her yolu deniyordu. Bu nedenle, oğlunun en yakın arkadaşı olduğunu bildiği Ali’yle de konuşmuş, Murat’ın onlarla Tarsus’a yerleşmesi için onu ikna etmeye çalışmasını rica etmişti. Ali, Murat’ın en yakın arkadaşı olmakla birlikte Cemaat hizmetlerinde birlikte çalıştığı arkadaşıydı aynı zamanda. Murat’ın neden ailesiyle gitmek istemediğini en iyi o biliyordu. Ama bunu Murat’ın babasına anlatamazdı. Murat’ın babasının isteği üzerine Murat’la konuştu. Murat en yakın arkadaşının niyetini bildiği için:
–“Bari sen yapma!” diyerek sitem etse de, Ali’nin söylemiş olduğu sözleri, babasının isteği üzere olduğunu çok iyi bildiği halde yine de buna katlanamıyordu. Ali, kendi üzerine düşeni yapmıştı. Ama en yakın arkadaşı Murat’ın gitmesini istemeyen de, kendisiydi. Murat’la birlikte yaptıkları hizmette güzel bir uyum sağlamışlardı. Bununla birlikte aralarında gelişen dostlukları ve kardeşlikleri gıpta edilecek bir seviyedeydi. Aralarında geliştirdikleri kardeşlikleri, biyolojik kardeşliğin ötesindeydi. Ama bildikleri bir şey vardı. Davaları ve hizmetleri her şeyin üzerindeydi. Cemaat istediği takdirde, kardeşliklerini bir yana bırakıp, başkalarıyla çalışmaya her zaman hazırdılar.
Murat, ailesinin kararlarını değiştirmeyip, gitme konusunda ısrarcı olduklarını anlayınca, anne ve babasıyla konuşmak için onlarla bir araya geldiği bir vakitte:
–“Bakın, size olan sevgimi biliyorsunuz. Bugüne kadar size karşı bilmeyerek ve istemeyerek bir saygısızlık ettim ise hakkınızı helal edin. Ama ben sizinle kesinlikle Tarsus’a gelmeyeceğim. Bunu bilin. Çünkü sizin gitme sebebinizin tek nedeni benim. Bunu biliyorum. Ama sizinle asla gelmem. O yüzden sizde gelin bu taşınma isteğinizden vazgeçin. Bu inşallah hepimiz için hayırlı olur.” dedi. Babası:
–“Oğlum, gelmeyip ne yapacaksın. Hadi bizi dinlemiyorsun ya kardeşlerin, onları da mı hiç düşünmüyorsun? Onlar, sen olmadan ne yapar. Seni ne kadar sevdiklerini bilmiyor musun?”
–“Siz de biliyorsunuz ki ben sizleri de, kardeşlerimi de her şeyden çok seviyorum. Ama sizinle gelmememin sebebini sizler de tahmin ediyorsunuzdur. Şimdi ben nasıl olur da kardeşlerimin, içinde oldukları zor şartlar altında, onları bırakıp, kendi rahatım için sizinle gelebilirim? Bunu benden nasıl istersiniz?. Beni sizler İslam ahlakıyla yetiştirdiniz. İslam için fedakârlık yapmayı ben sizden öğrendim. Allah’a hizmet etmek için, gerektiğinde her şeyin feda edilebileceğini siz bana öğretmediniz mi? Allah için korkusuz olmak ve onun dini için feda olmanın ne kadar büyük bir şeref olduğunu siz bana anlattınız. Şimdi benden, bana öğrettiğiniz bu değerlere ters bir davranış bekliyorsunuz.”
Annesi oğlunun sözleri karşısında gözyaşlarına hâkim olamadı. Yetiştirdiği mücahidiyle gurur duyuyordu. Ama yüreğine söz geçiremiyordu. Konuşacak söz bulamıyordu. Oğlunun haklı olduğunu biliyordu. Şayet başka bir nedenle Diyarbakır’da kalmak isteseydi buna tüm gücüyle karşı çıkardı. Ama söz konusu olan, Allah için daha iyi hizmet ettiği bu şehri ve zorluklar içinde mücadele eden kardeşlerini yalnız bırak istememesini en iyi kendisi anlıyordu. Kendisini, oğlunun yerine koyup, duygudaşlık kurunca, benzer bir durumda kendisinin de bu şekilde davranacağından emindi. Allah’a hizmet edebilmek adına gençliğinde nelerden vazgeçtiğini hatırladı. Gözyaşları sel oldu. Daha fazla dayanamayıp ağlayarak odadan çıktı.
Murat, annesinin odadan çıkmasının ardından, babasından izin alıp evden çıktı. Arkadaşı Ali’ye uğrayıp, birlikte dışarıda dolaşarak, dertleştiler. Ali’nin, kendisinin tek destekleyeni olduğunu biliyordu. Bir de kendisini anlayan ama kendisi için en az annesi kadar üzülen ablası vardı. Ali’yle konuşmak, Murat’a iyi gelmişti. Rahatlamış olarak eve döndüğünde, annesi, hiçbir şey olmamış gibi oğlunu karşılayıp ona sevgisini gösterdi. Murat annesinin eski haline dönmesine sevinip, gösterdiği ilgiye karşı kendisi de aynı sevgiyle karşılık verdi.
Murat’ın babası, evlerini taşıma konusunda kararlıydı. Annesi, taşınma fikrine artık sıcak bakmasa da, eşinin kararlarına saygı duyuyordu. Onun tek istediği, ailesinin bir arada, sağlıklı ve sıhhatli olmasıydı. Ailesiyle bir arada olduktan sonra, ha Diyarbakır, ha Tarsus onun hiç fark etmezdi.
Murat babasını bu taşınma işinden vazgeçirmek için elinden geleni yapıyordu. Taşınmamaları için babasının iş yerinde çalışmaya bile razı olduğunu söylediğinde babası kararlı olduğunu bildiriyordu. Murat için yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Allah’ın kendileri için takdir ettiği kadere razı olup, ayaklarını hak yolda sabit kılması için dua ediyordu.
Babasının kararlığı üzerine Murat, evden ayrılmaya karar verdi. Ailesinin taşınma kararına karşı kendisinin kararlılığını görmeleri belki onların kararlarını değiştirir diye düşünüyordu. Eşyalarını toplayıp, dedesinin evine yerleşeceğini söylediğinde, annesi kendisine engel olmadı. Bundan böyle arkasında duracağını ima edip, oğlunun vereceği her kararı saygıyla karşılayacağını belirtiyordu. Kendi yüreğinin sesini bastırmak için gözyaşlarını içine akıtıyordu. Allah için yapılan hizmette engelleri aşmak için her şeyi göze almış birinin önünde durulmayacağını belki de en iyi kendisi biliyordu. Kısık bir sesle “Oğlum gitme!” dediyse de, oğlunun yüzüne bakıp yanaklarından öpünce gözyaşları sel oldu. Oğlunun eşyalarını hazırlamasına yardımcı olup, ardından, ona hayır duasında bulundu.
Babası, oğlunun evden ayrılmasına çok kızmış olmalı ki, bu haberi öğrenir öğrenmez, soluğu babasının evinde aldı. Oğlunun, dedesiyle oturmuş olduğunu görünce, o an yüreğinde yanlış yaptığını fısıldayan bir ses işitti. Evi taşımanın amacının, oğlunu korumak olduğunu söylese de, içindeki ses, kaderi değiştiremeyeceğini fısıldadığından, kafası karışmıştı. Oğlunun, dedesiyle birlikte olmasına sevinmiş olmalıydı ki, eve dönerken, oğlunun kendisiyle birlikte gelmesi için ısrar etmedi.
Murat, dedesinin yanında kaldığı için pek mutlu görünmese de, dedesi için aynı şeyleri söylemek imkânsızdı. Dedesi, Murat’ın yanında kalmasından o kadar mutluluk duyuyordu ki, sanki yeniden dünyaya gelmiş gibi hissediyordu kendini. Hani kabul edeceğini bilse, oğluna, torununu burada bırakmasını isteyecekti. Ama zaten taşınmalarının amacı Murat’ın kendisi değil miydi?
Taşınma vakti gelmişti. Babası, oğlunu ikna etmek için şansını deneyip, taşınma konusundaki kararlılığını görmesini istiyordu. Murat, kalmaları yönünde ikna edebilmek için, son bir defa daha şansını denedi. Ama her iki taraf da, kendi emellerine ulaşamadan gönülleri buruk olarak ayrıldılar.
Babası, evi kamyonete yüklemiş gidiyordu ama en değeri varlığını, ciğerparesini geride bırakıyordu. Bu taşınma, baştan beri yanlış gidiyordu. Çocukları için daha iyi bir hayat isterken, ailesinin dağıldığını göremiyordu. Ailenin tüm fertlerinde bir hüzün vardı. Kimsenin yüzü gülmüyordu. Ne gidenler mutluydu, ne de kalanlar mutluydu. Yanlış bir karar olduğu her halinde belliydi. Ama artık her şey için çok geçti.
Tarsus’a yerleşmelerinin ardından, her günlerini hasretle geçirdiler. Murat’ın, dedesinin yanında sıkılıp, kendilerinin yanına dönmesini ummaktan başka bir şey gelmiyordu ellerinden. Neredeyse her gün telefonlaşıp, çocuklarının durumunu öğrenmeleri bile yeterli gelmiyordu. İçlerindeki hasreti dindirmeye hiçbir şey kâfi gelmiyordu.
Murat, ailesinin ayrılığına, hizmetleri vesilesiyle çok çabuk alıştı. Dedesinin, kendisine iyi davranmasının yanı sıra, anne ve babasının yerine koyduğu dedesi ve ninesine hizmet ederek, onların gönüllerini hoş tutmaya çalışıyordu. Murat için artık ailesinden dolayı duyduğu ayrılık acısı hafiflemişti. Bunda ailesiyle sürekli telefonlaşmanın etkisi de vardı. Anne ve babasının yanı sıra, kardeşleriyle sık sık konuşup, onlara nasihat ediyordu. Anne ve babasını, ablasına emanet etmişti. Kendi yokluğunu aratmaması için, ablasından ricacı olup duruyordu.
Ayrılıklarının üzerinden neredeyse bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Annesi, neredeyse her gün, oğlunun hasretiyle ağlıyor ve kendisini perişan ediyordu. Oğlunun ayrılığına bir türlü alışamadı. Alışamayan yalnız anne değildi, babası da bu ayrılığa dayanamıyordu ama duygularını gizliyordu. Ailede herkesin mutsuzluğuna daha fazla dayanamayan Mehmet amca, geçte olsa, aldığı kararın yanlışlığını kabul edip, tekrar Diyarbakır’a taşınmaya karar verdiğinde; evde bayram havası yaşandı. Bir an önce taşınmak için, ellerini çabuk tuttular.
Ailesinin Diyarbakır’a döneceğini öğrenen Murat’ın sevinci görülmeye değerdi. Ailesinin geri dönmesinden duyduğu memnuniyetini Ali’yle paylaşmak için, Ali’yi ziyarete gitti. Ali’yi alıp kendisini bir pastaneye götürerek, arkadaşıyla bu güzel haberi kutladılar. Gece namazında alnını her zamankinden daha fazla secdede tutup, Rabbine şükretti.
Ailesi Diyarbakır’a dönünce, Murat ilk günlerde ailesiyle hasret gidermek için, onlarla birlikte kaldı. Babasına, bir müddet dedesinde kalmak istediğini söyleyip izin istedi. Babası:
–“Oğlum, artık orada kalmana gerek yok. Artık senin evin var, dedeni rahatsız etmenin ne anlamı var?” dedi. Murat:
–Dedem bana çok alıştı. Evden ayrılınca neredeyse ağlamak üzereydi. Onları öyle bırakmaya yüreğim el vermiyor! En azından alışana kadar bir müddet, bir orada bir burada kalayım.” dedi.
Babası, oğlunun bu fikrini mantıklı buldu. Babasının, torununu ne kadar sevdiğini bilmeyen yoktu. Bu yüzden, istemeyerek de olsa ‘Tamam!’ dedi, ama şart koştu:
–“Annen, senin için geri döndü. Onu ihmal etme!” dedi.
Babasından izin aldıktan sonra, dedesinin evinin yolunu tuttu. Dedesi, torununu görünce, sevincini göstermek adına, onu bağrına basıp öpüp kokladı.