Şehadet Yolu-16.Bölüm
16. BÖLÜM
Taha, kendisine sarılan polisin yüzüne baktığında daha önce bu yüzle karşılaştığını hatırladıysa da bir türlü nerede olduğunu anımsayamadı. Kendisini tanıyan polis, Taha’nın Hizbullah Cemaatinin bir ferdi olduğunu biliyordu. Okuduğu Fen fakültesine baskın yaptığında elinden kaçırmıştı. Ve şimdi hiç beklemeği bir anda karşısına çıkınca avına saldıran kurt misali Taha’ya sarılıp onu etkisiz hale getirmişti. Taha’ya sarıldığında, belindeki silahı fark etmiş, onu etkisizleştirmek için daha bir sıkı sarılmıştı. Sonra da silahı belinden çekip arkadaşlarına gösterdi. Diğer polisler silahı gördükleri gibi Taha’nın etrafında etten duvar örüp sıkı sıkı tutup üst araması yaptılar. Ardından kollarına giren polisler eşliğinde koşar adım minibüse bindirildi.
Taha’yı yakalayan polis, bunu gururla anlatıyordu. Taha’yı tanıdığı için;
–Kendisini gördüğüm anda üzerinde silah olduğunu anlamıştım. Onun gibi Cemaat mensupları bu tür yerlerde mutlaka silahla dolaşırlar diyerek arkadaşlarına karşı övünüyordu.
Amiri olan diğer polis;
–Madem üzerinde silah olduğunu biliyordun, ne diye kendisini riske atıyorsun? Sana bir şey olsaydı, ben ne halt ederdim diyerek arkadaşını fırçaladı.
Taha, polis minibüsüne bindirildikten sonra gözleri bağlanıp Çevik kuvvete doğru yola çıkarıldı. Yakalanmasına pek aldırış etmiyordu. Çünkü bir gün bunun olabileceğini tahmin ediyordu. Polislerin Sait’ten hiç söz etmemelerinden, Sait’in kurtulmuş olduğunu düşündü. Bu, onun için yeterliydi. En azından Sait’in kurtulmuş olması sayesinde Cemaat kendisinden haberdar olacaktı.
Çevik kuvvete girdiklerinde Taha’yı minibüsten indirip yakalanma kaydını yapmadan üzerini iyice aradılar. Ayakkabı bağını ve kemerini çözüp aldıktan sonra onu tek kalabileceği boş bir hücreye bıraktılar. Yakalananların intihar etmelerini engelleyebilmek adına ayakkabı bağlarını ve kemerini aldılar.
Diğer yandan Taha hakkında emniyetteki tüm bilgileri bir araya getirip Taha’nın Cemaat içindeki konumunu değerlendirmek için arkadaşlarıyla bir toplantı yapan amirleri, yakaladıkları kişinin hiç de sıradan biri olmadığını görünce, sevinçten arkadaşlarını tebrik etti. Alacakları primleri düşündükçe bu sevinçleri artıyordu. Bir de Taha’yı konuşturup Cemaatin önemli isimlerini yakalayabilseler, alacakları primle hayallerini kurdukları birçok şeyi yapma fırsatı bulacaklardı. Yakalanan Cemaat mensuplarının işkencelerde pek de konuşmadıklarını bildiklerinden daha dikkatli olmalı ve zayıf noktasını bulup oradan yaklaşmalıydılar. Bunun için arkadaşlarına talimat veren amirleri;
–Bunu konuşturmayı başarırsak, sizler için en yüksek primi isteyeceğim, diyerek arkadaşlarını motive etti.
Taha’yı yakalayan ekip sorgu için hazırlıklarını yaptıktan sonra Taha’yı hücresinden getirmesi için görevli polisi gönderdiler. Taha, göreceği işkenceleri düşünüp buna dayanabilmek için Allah’a dua ediyordu. Hücre kapısının açılmasıyla kendisine geldi. Hücre kapısını açan polis;
–Kalk lan, arkanı dön ve buraya gel, dedi.
Taha biraz korku, biraz da endişeyle kendisine denileni yaptı. Polislerin bu şekilde davranmalarının sebebi, gözaltına aldıkları şahısların kendilerini tanımamaları içindi. Bir de onları korkutarak bu şekilde konuşmalarını amaçlıyorlardı. Kendisinin yanına gelen Taha’nın gözlerini siyah bir bezle sıkıca bağlayan polis, koluna girip onu sorgu odasına götürdü.
Sorgu odasında tüm polisler yerlerini almışlardı. Taha’yı boş olan sandalyeye oturtup etrafını sardılar. Taha’nın gözleri kapalı olduğundan, etrafındakilerden haberi olmasa da tahmin edebiliyordu. Taha’nın karışında oturan amirleri;
–Adın ne? Dedi.
–Taha İREM
–Taha nerelisin?
–Urfa/Hilvanlıyım.
–Burada nerede yaşıyorsun?
Taha bu soruyu bekliyordu, ama tam olarak ne diyeceğini bilemiyordu. Cemaatten birinin evini veremeyeceği gibi kaldığı öğrenci evini de veremezdi. Tek seçenek abisinin evi kalıyordu. Her ne kadar abisinin evinden ayrılması sorunlu olmuşsa da, başka seçeneği yoktu. İstemeyerek de olsa;
–Burada abimin evinde kalıyorum, dedi.
–Abinin evi nerede?
–Bağlar’da.
–Tam adresini söyle.
Taha abisinin ev adresini söylerken amirleri evin adresini yazıyordu. Oraları biliyor olacak ki bazen adresten emin olabilmek için detayları soruyordu. Taha, adresi rahat bulunacak bir şekilde tarifi ediyor, bir yandan da içinde pişmanlıklar yaşıyordu. Taha’dan adresi rahat bir şekilde alan amirleri bu işin çok kolay olacağını ifade eden bir sırıtmayla arkadaşlarına baktıktan sonra sorularına devam etti.
–Seni nerede yakaladılar?
–Yoğurtçuların yanında
–Ne arıyordun orada?
–Dolaşıyordum.
–Üzerinde silahla mı dolaşıyorsun?
–Silahları seviyorum.
–Üzerindeki silah kimindi?
–Benimdi.
–Nereden buldun?
–Bir sabah erkenden okula giderken çöpte dikkatimi çeken bir poşetin içinde buldum.
–Neden bize getirmedin?
–Size getirseydim, benden alırdınız. Ben de size getirmek istemedim.
–Ne zaman buldun bu silahı?
–Yaklaşık olarak yirmi beş gün oluyor.
Aslında polis, Taha’nın söylediği hiçbir şeye inanmıyordu. Bunu belli etmemek için sorularını sabırla soruyorlardı. Taha’yı ürkütmemek için Taha’nın her dediğine inanmış gibi yapıyorlardı.
Amirleri Taha’yı hücresini geri götürmeleri için işaret verince Taha’nın koluna giren iki polis onu hücresine bırakıp gözlerini açtıktan sonra kapısını kapattı. Taha henüz ne olduğunu anlayamamıştı. Sorgusunun bu kadar kısa olmasını beklemiyordu. Daha da şaşırtıcı olanı ise polislerin davranışlarıydı. Onların böyle kibar bir şekilde soru sormasını beklemiyordu. Onların ne planladıklarını bilmiyordu. Ama henüz hiçbir şeyin olduğu da yoktu.
Polisler, Taha’dan aldıkları ev adresine baskın yapmak için geceyi beklediler. Gece karanlığında insanların kendilerini huzur ve güvende hissettikleri bir vakitte yapılan baskın, insanların hiç de güvende olmadıkları hissini veriyor ve yüreklerde korku salıyordu.
Vakit neredeyse gece yarısına geliyordu. Mahalleye Çevik kuvvet ekipleri girdiği zaman sanki bir savaş hazırlığını andıran bir manzara vardı. Mahalleye giren zırhlı araçlar ve Çevik kuvvet ekiplerini taşıyan minibüslerin çıkardığı seslerle rahatsız olanlar kafalarını evlerinin penceresinden çıkardığı gibi tekrar aynı hızla içeri çekip çoluk çocuğunun güvenliğini sağlamak için onlarla daha emniyetli olduğunu zannettikleri yerlere sığınıyorlardı. Birazdan kopacak olan kıyametin kendilerine sıçramaması için dualar ediyorlardı.
Taha’nın abisi, evlerinin etrafında hareketliliği fark edince korkuyla ne yapacağını bilemeden sağda solda olan eşyaları kurcaladı. Evde yasaklı hiçbir şey olmamasına rağmen tedirgin olmuştu. Sait’in kısa bir süre önce eve gelip Taha’nın yakalandığını söylediğinde bugünün geleceğini biliyordu. Ama bu kadar korkacağını beklemiyordu.
Evin kapısı vurulduğunda hiç vakit kaybetmeden kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla içeri giren yüzü maskeli ve elleri silahlı Çevik kuvvet ekibi evin içine daldı. Ne olduğunu anlayamadan birilerinin “Ellerini kaldır yere yat” diye bağırmasıyla Taha’nın abisi korku ve endişe içinde kalmıştı. Kendisine denileni yapıp yere uzandı. Birisi postallı ayaklarıyla üzerine basıp elindeki uzun namlulu silahı Taha’nın abisinin başına dayadı. Taha’nın yengesi gözyaşları içinde eşine yapılanlara karşı feryat ediyordu. Onun feryadını umursayan yoktu. Evin tüm odalarına dağılan polisler evi alt üst etmekle meşguldüler. Ne aradıklarını belki kendileri de bilmiyorlardı. Bildikleri bir şey vardı baskın yaptıkları evin dindar ve mütedeyyin bir aileye ait olduğuydu. Bu yüzden İslam’ı çağrıştıran her şey onlar için delildi. İslami ne bulurlarsa ona el koyup delil diye mahkemeye sunacaklardı. Ama evde ne İslami nede gayri İslami hiçbir şey bulamadılar.
Çok kısa bir sürede ev ev olmaktan çıkmıştı. Her tarafta polislerin ayak izleri vardı. Odadaki tüm eşyalar dağıtılmıştı. Sehpanın üzerinde duran vazodan şüphelenen biri vazoyu eline alıp içine bakmıştı. Boş olan vazoyu adeta fırlatır gibi yerine bırakınca vazo sehpa yerine yere düşüp kırılmıştı. Kırılan vazo için maskeli biri gelip Taha’nın yengesine “Kusura bakmayın yanlışlıkla oldu demişti.
Taha’nın yengesi kendisine ne söylenildiğini bile anlamamıştı. Yerde yatan eşinin kafasına dayatılan silahtan dolayı şok geçirmişti. Evinde arama yapanların ne aradıklarını bile bilmeden düşünebildiği tek şey sadece eşiydi. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Gördüğü bu manzaraları sadece televizyonda İsraillilerin Filistinlilere reva gördükleri zulümlerinden hatırlıyordu.
Evin her tarafını didik didik aramalarına rağmen ellerine kayda değer bir şeyin geçmemesine daha bir öfkelenip bir şeyler bulma çabasıyla aramalarını sürdürdüler. Evde hiçbir şey yoktu. Evin içine giren Çevik kuvvet ekibi solonda toplanıp evde hiçbir şey bulamadıkların itiraf ettiklerinde, amirleri yerde yatan Taha’nın abisini kaldırıp;
–Taha İREM senin neyin olur? diye sordu. Hâlâ şaşkın olan Taha’nın abisi;
–Kardeşimdir, diyebildi.
–Kardeşin burada mı kalıyor?
–Evet.
–Ne zamandan beri?
–Köyde ortaokulu bitirip liseyi okumak için benim yanıma geldi. O günden beri de burada kalıyor.
–Kardeşin şimdi nerede?
–Sabah çıktı ve henüz eve gelmedi.
–Kardeşinin silahı var mıydı?
–Bildiğim kadarıyla yoktu.
–Takıldığı bir yer var mıydı?
–Bazen okuduğu okulun civarındaki camiye takılırdı.
–Sen ne iş yapıyorsun?
–Burada bir firmada çalışıyorum.
–Nerede çalıştığını arkadaşlara söyle ve bizden habersiz şehri terk etme. Bize yalan söylediğini anlarsak o zaman seninle daha farklı konuşuyoruz. Anladın mı?
–Anladım.
Evden elleri boş bir şekilde geri dönmek herkesin moralini bozmuştu. Bunun boş bir baskın olduğunu anlamışlardı. Taha’nın abisinin hiçbir şeyden haberi olmadığını tahmin ediyorlardı. Ellerindeki bilgilerde Taha’nın abisi hakkında bilgiler vardı. Yine de şanslarını denemek istemişlerdi. Taha’nın evde abisinden habersiz sakladığı bir şeylerin olabileceğini düşünmüşlerdi. Bu düşüncelerinin boş çıkmasına kızmışlardı. Taha’nın, abisinin evinde kalmadığını düşünüyorlardı. Taha kendilerini kandırmış olabilirdi. Bu, mümkündü. Böyle yaparak vakit kazanmaya ve Cemaat mensuplarını korumaya çalışıyordu. Bunu düşününce öfkelenen amirleri öfkesini yöneltecek bir yer arıyordu. Taha’yı yakalayan polisi çağırıp;
–Bunun nerede kaldığını neden daha önce öğrenmediniz, diye bağırarak öfkesini çıkarmaya çalıştı.
Emniyete döndüklerinde tüm ekip yorgun düşmüşlerdi. Vakit epey geç olmasına rağmen hâlâ çalışıyorlardı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bu saatten sonra Taha’nın sorgusuyla uğraşacak takati kendilerinde bulamadılar. Taha’yı görevi devralacak olan ekibe bırakabilirlerdi, ama bunu da yapmadılar. Çünkü Taha’yı kendileri yakalamıştı ve Taha’dan öğrenecekleri çok önemli şeyler olabilirdi. Bu, onlar için prim ve terfi manasına gelebilirdi. Bu fırsatı kaçırmak istemediklerinden Taha’yı yarın sorgulamak için ekibinin eve gitmesini ve dinlenmesini istedi amirleri.
Taha, hücresinde düşüncelere dalmıştı. Koridordan gelen seslere kulak kabartıp anlamaya çalışsa da sesi sona kadar açık olan Radyodan çalınan müzik, hiçbir şey anlamasına izin vermiyordu.