Şehadet Yolu-3.Bölüm
3. BÖLÜM
Müslüman olarak bu dünya hayatının imtihan yurdu olduğunu biliriz. Yaratılış gayemiz Kur’an-ı Kerim’de detaylı olarak anlatılmıştır. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım”[1]ayeti, İnsanoğlunun âlemlerin Rabbine kulluk için yaratıldığını vurguladığı gibi aynı zamanda hayatımızın mihenk taşıdır. İnsanoğlu Rabbine ibadet için yaratıldığı halde, çoğu zaman bu görevini ihmal etmekte, hatta kimi zaman Rabbini bile unutmaktadır.
“Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız.”[2]
Yaradılış gayesini unutan ve bu dünya hayatını bir eğlence ve oyun görenler, yarın mahşer gününde Rableriyle karşılaşmayı unuttukları gibi onlar da unutulacaklar.
Diğer taraftan bir de yüce Allah’ın kendilerini unutmadığı kulları vardır. Bunlar, yaradılış gayelerini yerine getirmeye çalışan ve Rablerini gece gündüz anan kullardır. Bunlar, hidayet bulup ona tabi olanlardır. Dinlerini eğlence olarak görmeyen ve ibadetlerini eda edenlerdir. Bunlar dünyada iken Rablerini hatırladıkları gibi, Rableri de onları ahirette hatırlayacak ve onları nimet ve mükâfatlarıyla razı edecektir.
Dünyada iken Rabbini unutmayan kullardan biri de Sait’ti. Sait, henüz on beşindeydi. Esmer tenli ve kahverengi gözlüydü. Orta boylu ve geniş omuzluydu. Yüzündeki gençlik sivilceleri ile başı beladaydı. Yani kısacası Sait’e bakıldığında sıradan biri gibiydi. Sıradan biri nasıl oluyorsa işte öyle biriydi. Bu yaşına kadar ailesinden öğrendiği helal ve haramlar dışında İslam’ı çok soyut bir şekilde biliyordu. Bazen Cumaları namaza gider, Ramazan aylarında orucunu tutardı. Bunun dışında Sait’in İslam’la bir alakası yoktu. Tüm bunlara rağmen Sait’in Allah korkusu vardı. Yaptıklarının karşılığının bir gün karşısına çıkacağını biliyordu. Buna inanıyordu. Küçük yaşından itibaren Mahallede ve okulda Allah’a hakaret edenler ile kavga etmekten asla çekinmezdi. Bazen yaşça kendisinden büyükler olanlar İslam’a ve İslam’ın kutsal saydığı değerlere hakaret ettiklerinde onlardan sözlerini geri alıp tevbe etmelerini isterdi. Aksi takdirde onlarla kavga ederdi ve dayak yemesine rağmen yine de pişmanlık duymazdı. Sait’in gönlünde Allah sevgi bir başkaydı. Belki de kendisine “Bize Allah’ı anlat” denilseydi, bunu kesinlikle yapamayacak kadar bilgisizdi. Bildiği tek şey vardı o da asla Allah’a hakaret edilemeyeceğiydi. Bunun büyük bir günah olduğuna inanıyordu. Ailesinden böyle görmüş, böyle öğrenmişti.
Sait’in yetiştiği ortamda edindiği arkadaşlıklar hiç güzel olmayan türdendi. Arkadaşları ile edindiği kötü alışkanlıkları her geçen gün daha da fazlalaşıyordu. Her ne kadar birisinin malını çalmanın doğru olmadığını bilse de yine de ara sıra arkadaşları ile bunu yapıyordu. Yalan söylemekten bir beis görmediği gibi, “Yalansız dünya olmaz” derdi. Yalan, hayatında çok büyük bir yere sahipti.
İlkokulu zorla bitirdikten sonra okumak istememesi üzerine babası onu bir meslek öğrensin diye mahalledeki Elektrikçinin yanına çırak olarak vermişti. Yaşıtları okula giderken kendisi çalışmaya başlamıştı. Çalışmak Sait’e iyi gelmişti. Kötü arkadaşlardan ayrıldığı için kişiliğinde değişiklikler olmaya başlamıştı. Her şeyden önemlisi dürüstlüğü öğrenmişti. Ama o hâlâ bir çocuktu. Aklı bir karış havada olan, oyun oynamayı özleyen bir çocuk.
Arkadaşları ortaokulu okurken, kendisi çalışma hayatı ile hayatı okuyordu. Neden, niçin yaratıldığını bilmeden yaşıyordu. Sevdiğini söylediği Rabbine ibadet etmek bile aklına gelmiyordu. Mahallesindeki camiye genelde hep yaşlılar giderdi. O yüzden bir gün kendisinin de yaşlandığı zaman camiye gidip namaz kılarak ölümünü beklediğini hayal etti. Bu hayali hiç hoşuna gitmedi. Allah’a ibadet etmek için neden illa da yaşlı olmak gerektiğini anlamıyordu. Ta ki on beş yaşına kadar.
26 Haziran 1992 PKK’nın Silvan’a bağla Yolaç köyünde camideki on Müslümanı katlettiklerini gazetede okuyunca onlara karşı içinde öfke patlaması oldu. Oysa bazen PKK’nın şehirde yaptığı gösteri ve mitinglere katılır bir Kürt olarak kendilerine ait bir devletlerinin olması gerektiğine inanıyordu. Ama PKK’nın dine karşı olduğunu bilmiyordu. Bazen okuldan kaçıp gittikleri kahvehanede PKK’nın Marksist olduğunu duyuyordu, ama Sait Marksist’in ne olduğunu bilemeyecek kadar bilgisizdi. Onun bildiği, sadece bir Kürt olarak kendilerine ait bir devletlerinin olması gerektiğiydi. Gösterilerde polisten dayak bile yemişti, ama bu dayak onun için sorun değildi. Mücadele edilmeden hiçbir hakkın kendilerine verilmeyeceğini biliyordu. Ama PKK’nın Müslümanlara yönelik katliamları, onun PKK’dan nefret etmesine vesile oldu. Öyle ki, şehit edilen Müslümanların intikamını alabilseydi, bunu hiç çekinmeden yapardı. Ama onun böyle bir gücü yoktu. Allah’a dua edip camideki Müslümanları şehit edenleri kahretmesi için yalvardı.
Bu olaydan sonra PKK’nın yaptığı hiçbir gösteriye katılmadığı gibi bu konuda arkadaşlarıyla tartışmaya başlamıştı. Arkadaşları onu dışlayıp kendi haline bıraktılar. Artık arkadaşlarının sayısı bir elin sayısını geçmez olmuştu. Onlar da çocukluktan beri hep birlikte oldukları için Sait’le arkadaşlıklarını devam ettiriyorlardı. Bazen hafta sonları bir araya gelip birlikte vakit geçirmek dışında yaptıkları hiçbir şey yoktu. En büyük eğlenceleri, yaşları küçük olmasına rağmen, kendilerini kabul eden bir kahvehanede okey oynamaktı. Hafta sonu gün boyunca okey masasında oturup oyun oynuyorlardı. Bir haftada içtikleri çayı, okey masasının başında bir günde içiyorlardı.
PKK’nın cami katliamının, Sait’in hayatında yaptığı kırılmalardan birisi de, hafta sonları arkadaşlarıyla birlikte okey masasında öldürdüğü vakitten bile tat almamasıydı. Bazen hafta sonu onlara katılmamak için bahane uyduruyordu. Kahvehanede vakit geçirmek artık eğlenceli gelmiyordu. “Gün boyu sigara dumanı altına kalmak iğrenç bir şey” dedi Sait kendi kendine konuşarak. Ama bundan daha iyi bir şey bulmalıydı. Hafta sonu evde kalıp bütün gün yataktan çıkmadan uyumayı bile düşünüyordu. Tabi annesi ve kardeşleri ona bu fırsatı vermeyeceklerini bildiğinden bu fikrinden de vazgeçti.
Dışarı çıkıp biraz hava almak için hava çok güzeldi. Sabah kahvaltısından sonra üzerine şık bir şeyler giyip dışarı çıktı. Henüz nereye gideceğini bilmiyordu. Daha önce hep arkadaşları ile kahvehaneye giderdi, onun dışında bildiği başka bir şey yoktu. Yine de ayaklarının kendisini kahvehaneye doğru götürdüğünü fark edince şaşırıp kendisine kızdı. Ters bir istikamete doğru yürümeye başladı. Kafasını önüne eğmiş, öylesine yürüyordu. Bazen etrafına bakınca, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Daha önce hiç buralara gelmediğini fark etti. Etrafına daha dikkatli bakmaya başladı. Yeni yapılan binaların ve açılan iş yerlerinin çokluğuna şaşırdı. Yaşadığı şehrin bu kadar geliştiğini bilmiyordu. Onun için yaşam çalıştığı elektrikçi ile kahvehanenin bulunduğu mıntıkadan ibaretti. Gezip dolaşacak birçok yer olmasına rağmen sadece kahvehaneyi biliyordu. Bu yüzden şimdiye kadar gittiği kahvehaneden daha bir nefret etmeye başladı.
Ayakları onu şehir merkezine kadar götürdü. Hafta sonunu aileleri ile geçirmek için alış verişe çıkan insan kalabalığının içinde kaybolmuş bir çocuk gibi hissetti kendisini. Mağazaların camekânlarına bakan insanların neden bu kadar merakla baktıklarını anlamak için kendisi de bir mağazanın süslü camekânına bakmaya başladı. Mankenlerin üzerine giydirilmiş güzel takım elbiselere baktı. Kendi bedeni için olan bir elbise hoşunu gitmişti. Bir an için o elbisenin kendi üzerinde nasıl durduğunu hayal etti. Kendisine yakıştığı gibi bir de kendisine başka bir hava katmıştı elbise. Alacakmış gibi takım elbisenin fiyatına baktı. Fiyat etiketini görünce hayalleri yıkıldı. Sait için çok pahalı olduğu gibi babasının da kendisine bu kadar parayı veremeyeceğini biliyordu. Dalgın bir şekilde yürümeye devam etti. Artık camekânlara bakmaktan vazgeçti. Temiz havayı ciğerlerine çekip bunun tadını çıkarmaya başladı. Ne de olsa hava almak kimse kendisinden herhangi bir ücret istemiyordu. Etrafına manasız bakışlarla yoluna devam ederken birisinin kendisine seslendiğini fark etti. Sanki biri Sait diye bağırıyordu. Etrafına baktı, ama kimseyi göremedi. Yanılmış olabileceğini düşünerek yoluna devam edince, birisinin ‘Sait’ diye bağırdığından emin bir şekilde, bu sesin nerden geldiğini bulmak için etrafına iyice bakmaya başladı. Caddenin karşısında kendisine seslenen kişinin ilkokul arkadaşı Mehmet olduğunu gördü. Arabaların durmasını bekleyen Mehmet, karşı kaldırımdan Sait’in yanına geldi. Tokalaşmak için elini uzatırken;
–Nasılsın Sait, iyi misin, dedi.
–İyiyim, ya sen nasılsın? Nereden çıktın böyle?
–Karşıdan gördüm seni. Böyle dalmış nereye gidiyorsun?
–Dışarı çıkıp biraz hava almak istedim.
–Sana o kadar seslendim beni duymadın mı?
–Aslında birisinin ‘Sait’ diye seslendiğini duydum, ama etrafıma bakınca kimseyi göremeyince yanılmış olabileceğimi düşündüm. Ta ki son seferinde bana seslenince, etrafıma iyice baktığımda seni gördüm.
Mehmet, Sait’in en iyi arkadaşıydı. İlkokula başladığında aynı sınıfta birlikte okumuşlardı. Beş yıl boyunca hep yan yana oturmuşlardı. Aralarında güzel bir dostluk olmuştu. Birlikte kavgalara katılıp bir birlerini hep kollamışlardı. Sait, okulu bıraktıktan sonra Mehmet’i hiç görmemişti. Bazı tanıdık arkadaşlar aracılığı ile Mehmet’in okula devam ettiğini duymuştu. Buna şaşırmadı, çünkü Mehmet’in her zaman başarılı bir öğrenci olduğunu biliyordu.
İki arkadaş birlikte yürümeye başladılar. Mehmet, Sait’e neden okulu bıraktığını sordu. Sait beklemediği bu soruya ilkin cevap vermek istemedi, ama eski arkadaşına bir izahat yapma mecburiyetinde hissetti kendisini.
-Benim okulla ve derslerle aram iyi değil. Çalışkan biri olmadığımı sen de biliyorsun. Okuyup bir yere varamayacağımı bildiğimden en azından bir meslek edineyim diye okulu bıraktım.
-Peki, sen ne yapıyorsun? Duyduğum kadarı ile sen okula devam ediyormuşsun. Ben de senin gibi çalışkan olsaydım emin ol ki ben de okurdum.
Mehmet arkadaşını rencide etmemek için bu okul muhabbetini kapatmak istedi. Birlikte yürümeye devam ettiler. İkisi de bir birlerini buldukları için memnundular. Okul günlerinden konuşup duruyorlardı. Bir birlerine anlatacak çok şeyleri vardı. Mehmet Sait’e bir şeyler anlatıyordu, ama Sait’in kafası sanki başka bir yerdeydi. Mehmet’i pek dinlemiyordu. Mehmet Sait’in kendisini dinlemediğini fark edince biraz alındı.
-Hayırdır dalmışsın. Bir sorun yoktur inşallah? diye Sait’e sordu.
Sait birden kendine gelerek arkadaşını dinlemediği için nezaketsizlik yaptığını anladı. Mehmet’ten özür diledi.
Etraftan ezan sesleri gelmeye başladı. Anlaşılan vakit öğle olmuştu. Ezan sesleri bir birine karışıyordu. Mehmet;
-Ezan okunuyor. Gel gidelim de öğle namazını kılalım, diye Sait’e teklifte bulundu.
Sait namaz kılmadığını söyledi. Nedense Mehmet buna şaşırmış gibi;
–Sen namaz kılmıyor musun? diye hayretini belirti.
Oysa Sait bu yaşına kadar hiçbir zaman beş vakit namazını kılmamıştı. Bazen Cuma namazına giderdi o kadar. Onun dışında namaz kılmamıştı. Mehmet’in neden şaşırdığını anlayamamıştı. Pek üzerinde durmadı. Mehmet;
-Benim namaz kılmam gerek, diyerek en yakın camiye yürümeye başladılar. Mehmet abdest almaya giderken Sait cami havlusundaki şadırvanda oturup camiye gelenleri seyrediyordu. Camiye gelenlerin neredeyse büyük bir çoğunluğu orta yaştakiler oluşturuyordu. Sait camiye gelen İnsanlara bakarak onların Allah korkusu veya Allah’ın azabının korkusu yüzünden namaz kıldıklarını düşünüyordu. Namaz kılmadığı için acaba nasıl bir azaba uğrayacağını merak etmeye başladı. Kendisini bekleyen azap hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece günah olduğunu biliyordu. Günahın boyutu hakkında bilgisi yoktu. Hem Müslüman oldukları halde namaz kılmayan o kadar çok kişi vardı ki eğen namaz kılmamak büyük bir günah olsaydı, her halde Müslümanlar namazlarını ihmal etmezlerdi, diye düşünüyordu. Mehmet abdestini almak için şadırvana geldiğinde Sait’i düşüncelere dalmış buldu. Dalgınlıktan Mehmet’in geldiğini bile görmemişti. Mehmet abdestten sonra Sait’i namaza götürmek için tekrar ısrar edip şansını denediyse de Sait bir türlü namaz kılmaya yanaşmadı. Namaz kılmamak için birçok bahane öne sürdüyse de hepsi saçma bahanelerdi. Mehmet, ısrarlarına son verip Cemaate yetişmek için acele etti.
Mehmet namazını kıldıktan sonra birlikte camiden ayrıldılar. Öğle yemeği için gittikleri bir ciğerciden kendileri için birer porsiyon paketlemesini rica ettiler. Öğle yemeğini alıp en yakındaki parka gidip kendilerini bir ağacın altına çimenlerin üzerine attılar. Çok yorulduklarını yeni fark ediyorlardı. Mis gibi ciğer kokusu geliyordu burunlarına. Daha fazla dayanamadan paketi açıp yemeklerini yemeğe başladılar. Mehmet, Sait’e dini konularla ilgili bir şeyler anlatıyordu, ama Sait Mehmet’in neden söz ettiğini hiç anlamıyordu. Oysa Mehmet ateşli ve heyecanlı bir şekilde konuşuyordu. Sait’in duyduğu ve anladığı bazı kelimeler vardı. “Cennet, Cehennem ve Allah” dediğinde anlıyordu, onun dışındakilerden bir şey anlamıyordu. Ama eski arkadaşının hatırına anlıyormuş gibi yapıp kafasını sallıyordu. Mehmet, durumu çakmıştı. Sait’in kendisini dinlemediğini anlamıştı. Birden konuşmasını kesip;
–Bu akşam benimle camiye gelsene! diye teklifte bulundu. Sait, bu davetin namaz kılmak için olduğunu düşündüğünden;
–Biliyorsun ki ben namaz kılmıyorum, ne diye camiye geleceğim? diyerek Mehmet’in teklifini reddetti.
Yanlış anlaşıldığını anlayan Mehmet, Sait’e daha açık bir şekilde;
–Ben her gün akşam ve yatsı namazları arasındaki vakitte camiye gidiyorum. Benim gibi birçok kişi geliyor. Bazılarımız Kur’an-ı Kerim dersi alıyoruz. Ardından Allah Resulü aleyhissalatu vesselam’ın hayatının okuyoruz. Sende bu akşam gel. Eminim çok hoşuna gidecek, dedi.
Sait Kur’an-ı Kerim okumasını bilmiyordu. Bu hayatta en çok istediği şey nedir? diye kendisine sorsalar, hiç tereddüt etmeden Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmek olduğunu söylerdi. Çalıştığı için Kur’an-ı Kerim derslerine gitmeye vakti kalmıyordu. İçindeki bu Kur’an öğrenme aşkına rağmen yine de Mehmet’in bu teklifini geri çevirdi. Mehmet vazgeçmeyip Sait’i ikna edene kadar uğraşması gerektiğini biliyordu. Çünkü emin olduğu bir şey vardı. Eğer Sait birkaç kez gelip camideki ortamı görebilse, bundan çok hoşlanacağını biliyordu. Ama onu camiye götürmek meseleydi. Bunu başarabilmek için Sait’in zayıf yanlarından bile faydalanmayı göze alıyordu. Sait’i tanıyordu. Arkadaşlarını kolay kolay kıracak biri değildi. Ama bazen ona bir şey yaptırmak için de çok uğraşmak gerekirdi. Mehmet, Sait’in dostluğa önem verdiğini bildiği için;
–Benim hatırım için bu akşam gel. En azından bir görmüş olursun. Eğer biraz bana değer veriyorsan gelirsin, diyerek ve biraz sesine duygu katarak Sait’i ikna etmeye çalıştı.
Sait, her ne kadar bunu istemediğini söylediyse de, Mehmet her seferinde daha bir ısrarcı oldu. Sonunda Sait’i ikna etmeyi başardı. Mehmet, Sait’den söz aldıktan sonra yüzünde zafer gülücükleri belirdi. Yemeğini daha bir iştahla yemeye başladı. Yemeklerini yedikten sonra bir müddet yeşilliklerin ve temiz havanın tadını çıkardıktan sonra akşam camide buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldılar.
Neredeyse şehirdeki bütün camilerde akşam ve yatsı arasında Kur’an-ı Kerim dersi veriliyordu. Ardından da Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın hayatı anlatılıyordu. En büyük avantajı ise akşam vakitlerinde olmasıydı. Gündüz okula giden öğrenciler, akşam fırsatını bulup camilere koşuyorlardı.
Mehmet geçen yıl, ortaokulu bitirdikten sonra yaz tatilinden itibaren camiye gitmeye başlamıştı. Kur’an-ı Kerim’i okumasını öğrenmesine rağmen hâlâ camiye gitmeye devam ediyordu. Bugün en yakın arkadaşını camiye davet etmişti. Sait’in camiden eli boş bir şekilde dönmemesi için kendisine ders veren hocasının yanına gidip ona Sait’den söz ederek yardımını iste. Veysi Hoca Mehmet’i dinleyip yaptığının takdir edilecek bir şey olduğunu söyleyerek Mehmet’i kutladı. Mehmet, Veysi Hoca ile konuşurken Sait’in utangaç bir şekilde camiye girdiğini gördü. Veysi Hocadan müsaade isteyip Sait’in yanına gitti. Mehmet’in gözleri gülüyordu. Sait, kendisine verdiği sözü tutmuş ve gelmişti. Mehmet, Sait’i karşılayınca;
–Abdest aldın mı? diye sordu. Sait, Mehmet’e biraz kızgın bakarak;
–İnsan camiye abdestsiz nasıl girebilir? Abdest almadan camiye girmek günahtır, diye cevap verdi.
Mehmet’in kendisine sorduğu sorunun cevabını bilmişlik taslayarak verdiğini hissedince kendisiyle gurur duydu. Mehmet, Sait’in verdiği cevaba tebessüm ederek kolundan tutup öğrencilerin ders yaptığı köşeye götürdü. Veysi Hoca Sait’i karşıladı. Mehmet, Sait’i Veysi Hoca ile tanıştırdı. Veysi Hoca Sait’e güler yüzle elini uzatıp kendisiyle selamlaştıktan sonra birlikte ders halkasına oturdular.
Veysi Hoca yirmi yaşlarında 1.70 boyunda zayıf biriydi. Ama yüzünde sürekli bir tebessüm vardı. Konuştuğu zaman muhataplarına karşı sürekli tebessüm ederdi. Sait, Veysi Hocanın ilgisinden ve tebessümünden etkilenmişti. Tanımadığı birisinin kendisine böylesine cana yakın davranmasını hiç beklemiyordu. Ama hoşuna gitmişti. Cami minberinin alt kısmında öğrenciler Kur’an derslerini okuyorlardı. Her bir öğrenci ile bire bir ilgilenen birileri vardı. Herkes kendi dersine konsantre olmuştu. Uğultu şeklinde güzel bir melodi cami içinde yankılanıyordu. Kur’an okuyan öğrencileri rahatsız etmemek için Veysi Hoca Mehmet ve Sait’i minberin alt kısmına oturtmuştu. Sait biraz çekingen davranıyordu. Daha önce camiye sadece Cuma namazlarını kılmak için gelmişti. O zamanlar kendisini hiç heyecanlı hissetmemişti. Ama şimdi kendi yaşıtlarından bir grubun arasında olmasına rağmen heyecanlıydı. Neyse ki Veysi Hoca ona yakınlık göstererek Sait’in bu ortama alışması için onunla sohbet etmeye başlamıştı. Veysi Hoca Sait’in çekingenliğini üzerinden atabilmesi için kendisiyle havadan sudan şeyler hakkında konuşuyor, Sait’in de bu sohbete eşlik etmesini sağlıyordu. Veysi Hoca gerçekten de bunu çok iyi bir şekilde yapıyordu. Kısa bir süre sonra Sait çekingenliğini üzerinden atmıştı. Veysi Hoca Sait’in rahatladığını anlayınca kendisine;
-Kur’an okumasını biliyor musun? diye sordu.
Sait biraz da utanarak bilmediğini söyledi. Veysi Hoca;
–Eğer istersen sana öğretebilirim. Sen zeki birisin çok kısa bir zamanda öğreneceğinden eminim, dedi.
Sait, o an için buna pek istekli görünmedi. Oysa içinde böyle bir istek her zaman var olmuştu. Ama bu fırsat şimdi eline geçmiş olmasına rağmen sevinmesi gerekirken buna sevinmediğini fark etti. Bunun sebebini bilmiyordu, ama Veysi Hoca konuşunca bunun nedenini anlamaya başlıyordu. Veysi Hoca;
–Allah azze ve celle bizi kendisine kulluk edelim diye yarattı. Ve bu dünya imtihanında hangimizin daha güzel amel işlediğini görmek için bizleri bu dünyaya gönderdi. Allah’a en güzel şekilde kulluk edebilmemiz için bize örnek olsun diye peygamberler gönderdi. Bu peygamberler bize Allah’a nasıl kulluk edebileceğimizi öğrettikleri gibi, bu dünya hayatında nasıl yaşayacağımızı anlatan Kitaplar ile bize doğru yolda kılavuzluk görevini üstlendiler. En son gönderilen Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam ile Allah azze ve celle kendisine Allah’ın şeriatı olan Kur’an-ı Kerim’i de gönderdi. Allah Resulü aleyhissalatu vesselamdan sonra Rabbimizin bizden ne istediğini ve nasıl bir kulluk beklediğini bilmemiz için Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i bilmemiz gerekiyor. Her Müslüman Kur’an’ı okumasını bilmeli ve Rabbinin kendisinden neler beklediğini bizzat kendisi okumalı ve öğrenmelidir. İnsan bilmediği şeyi yapamaz. Allah azze ve celle de insanı bilmediği şeyler yüzünden sorumlu tutmaz. Ama aynı zamanda insana verdiği akıl ile araştırıp hakikati bulmasını ister. Ama insanın imkânı olduğu halde bunun için herhangi bir girişimde bulunmadığı takdirde bundan mesuldür. Allah’a şükür bizim ülkemizde imkânlarımız var, ama nedense kendilerine Müslümanım diyenler dinlerini araştırıp öğrenme konusunda çok tembellik ediyorlar. Dini basit bir şeymiş gibi görüyorlar. Oysa din, insanların hem dünya hem de ahiret kurtuluşları için bilmeleri gereken en önemli meseledir. Bunun için hiçbir mazeretimiz olamaz. Eğer gerçekten de Allah’a kulluk etmek istiyorsak, Allah’ın kitabını bilmemiz ve öğrenmemiz gerekiyor, diyerek Sait’e neden Kur’an öğrenmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı.
Sait, Veysi Hocanın anlattıklarında haklı olduğunu biliyordu. Ama içinde hâlâ bir utangaçlık, bir çekingenlik vardı. Bunu dile getiremiyordu. Bunu nasıl söyleyeceğini de bilmiyordu. Veysi Hoca, Sait’in sessizliğinden anlamış olsa gerek yanlarında duran Mehmet’i örnek göstererek şöyle dedi:
–İnsanın yaşı kaç olursa olsun mutlaka Kur’an öğrenmelidir. Allah azze ve celle her kuluna imkân ve olanak verir. Kimisine küçük yaşta bunu nasip, eder kimisine ihtiyarlığında, kimisine de Mehmet’te olduğu gibi genç yaşında nasip eder. Bak mesela Mehmet geçen sene camiye geldiğinde Kur’an okumasını bilmiyordu. Ama Allah şükür şimdi, Kur’an okumasını öğrendiği gibi, gelen öğrencilere de Elifba dersi veriyor. Eminim ki sen de istersen, Kur’an’ı en kısa zamanda öğrenebilirsin. İstersen birkaç gün gel kafana yatmazsa istediğin zaman bırakırsın. Biz de elimizden geldiğince sana yardımcı oluruz. Ne dersin?
Sait biraz isteksiz olsa da Veysi Hocayı kıramadı. Zaten kimseye kolay kolay hayır diyemiyordu.
Sait’in camiye geleceğini söylemesi en çok Mehmet’i sevindirmişti. Veysi Hoca, Sait’in camiye geleceğini söylemesi üzerine;
–O zaman yarın inşallah geldiğinde seninle daha iyi konuşuruz diyerek Kur’an dersi alan tüm öğrenciler ile minberin alt kısmında halka oluşturdular. Sait bu halkanın ne anlama geldiğini bilmiyordu. Öğrenmesi fazla zaman almadı. Halka tamamlanınca, öğrencilerden biri Asr Suresini okuduktan sonra Allah Resulü aleyhissalatu vesselam’ın hayatını anlatmaya başladı. Yaklaşık yirmi dakikalık bir anlatımın andından anlatılanlar üzerinde konuşmak isteyenler el kaldırıp konu hakkında konuşarak bildiklerini paylaştılar. Sait onları büyük bir merakla dinliyordu. Allah Resulü aleyhissalatu vesselam’ın ismi her anılışında yüreğinde bir şeylerin kıpırdadığını hissediyordu. Daha önce hissetmediği bir duyguydu bu. İçin için bir peygamber aşkı doğuyordu yüreğinde. Bunu hissediyordu.
Yatsı ezanı ile ders yine Asr Suresiyle kapatılıp yatsı namazı için saf tutmaya başladıklarında, Sait isteksiz bir şekilde kendisini safın içinde buldu. Bundan şikâyet etmedi. Aklında hâlâ Allah Resulü aleyhissalatu vesselam vardı. Yatsı namazını kılıp camiden çıktıklarında, Mehmet Sait’e evine kadar eşlik etti.
Sait akşam yaşadıklarını aklından atamıyordu. Kafasının içinde Veysi Hocanın anlattıkları sürekli tekrar ediyordu. Yatağına uzandığında, hâlâ Veysi Hocanın Kur’an öğrenmeyle ilgi sözleri kafasının içindeydi. Sabah işe giderken bile bu düşüncelerden kurtulamamıştı. Akşamın olmasını hiç istemiyor gibiydi, ama içinde gizli bir sevinç hissedince kendine şaşırdı. Buna bir anlam veremese de söz verdiği gibi akşam namazında camiye gelmişti. Mehmet ve Veysi Hoca Sait’in geldiğini görünce birbirlerine bakarak tebessüm ettiler. Mehmet, Veysi Hocaya;
–Ben geleceğini biliyordum. Sait söz verdi mi mutlaka onu yapar, dedi.
Sait, Veysi Hocanın kendisini güler yüzle karşılamasının ardından minberin alt kısmına oturup diğer öğrenciler gibi ders almaya başladı. Veysi Hoca Sait’e Elifba’dan ilk dersini verdiğinde, Sait kendisini ilkokula yeni başlayan bir çocuk gibi hissetti. Bundan hiç de şikâyetçi değildi. Veysi Hocanın tatlı anlatımı ile dersini çok iyi anlıyordu. İlk dersi iyi geçtiği için sevinmişti Sait. Dersin ardından yine öğrencilerden biri Allah Resulü aleyhissalatu vesselam’ın hayatını kaldığı yerden anlatmaya başlayınca, Sait yüreğindeki o müthiş kıpırdanmayı tekrar hissetti. Bu, Sait’in bugüne kadar yaşadığı en güzel duyguydu. Buna benzer bir duyguyu daha önce okuldaki bir kız arkadaşı ile konuşurken hissetmişti.
Yatsı ezanı ile ders sona ermişti. Namazın ardından Mehmet, Sait’le birlikte camiden çıkarken, Veysi Hoca onlara yetişti.
–Hangi tarafa gidiyorsunuz? dedi.
Mehmet, Sait’in oturduğu evin istikametini tarif edince;
–Size katılmamda bir sakınca var mı? dedi.
Veysi Hoca onlara katılınca, üçü birlikte yürümeye başladılar. Veysi Hoca, Sait’e daha fazla ilgi göstererek ona İslam’ın güzelliklerini anlatıyordu. Sait için yeni olan bu konu ilgisini çekiyordu. Allah’ı gerçekten de seviyordu. Bundan asla şüphesi yoktu. Ama söz konusu ibadetler olunca nedense bir türlü bu ibadetleri yapmamıştı. Çevresinde kendi yaşıtları içinde beş vakit namaz kılan kimse yoktu. Sadece orta yaşlılar ve yaşlılar beş vakit namaz kılıyorlardı. Veysi Hoca, namazın hikmetini ve her ergen için neden farz olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Veysi Hocanın söylediği; “Ergenliğe giren her insan Allah azze ve celleye karşı yaptıklarından sorumlu hale geliyor. Yani bir nevi artık yaptıklarının hesabını verebilecek bir olgunlukta kabul ediliyor” şeklindeki sözleri Sait’i etkiledi. Daha önce kendisini sıradan biri olarak görüyordu. Ama bu akşam kendisinin de Allah azze ve celleye karşı sorumlulukları olduğunu ve yaptıklarının hesabını verecek yaşa geldiğini anlamıştı.
Veysi Hoca, Sait’in evine yakın bir yerde onlardan ayrıldı. Ayrılırken Sait’e; “Yarın camide görüşür müyüz?” diye sorunca, Sait “inşallah” diyerek tebessüm etti. Veysi Hoca bunu Sait’in geleceğine yorumladığından o da tebessüm ederek ayrıldı. Sait’in içinden bir ses, ona yeni bir şeylerin başladığını söylüyordu. Bu iç sesine kulak verdiğinde, onu bekleyen hayatın hayalini kurmaya çalıştı. Belki de Veysi Hoca gibi kültürlü olup o da bir gün camiye gelenlere Kur’an dersi verecek bir seviyeye gelecekti. Bundan böyle namazlarını beş vakit kılan ve İslam’ı anlatan biri olacaktı. Bu hayaller içinde her şey çok güzel görünüyordu. Ve Sait bu hayallerin gerçekleşeceğine inandığı için yarın akşam namazında yine camide olmak istediğini fark etti. Heyecanlı olduğunun ve artık beş vakit namaz kılması gerektiğinin bilincine varmıştı. İlk işi beş vakit namaz kılmak olacaktı. Şayet Allah’ı sevdiğini söylüyorsa, o zaman Allah azze ve cellenin istediği namazı kılması gerekiyordu. Belki bu şekilde sevgisini Rabbine gösterebilirdi. İlk niyet ettiği sabah namazını kaçırmıştı. Gece kafasındaki düşünceler yüzünden yatamadığından sabah namazına kalkamadı. Bunun pişmanlığını duydu yüreğinde. Oysa şimdiye kadar kılmadığı namazlar için hiç pişmanlık duymamıştı. Kendisindeki bu değişime bir anlam veremiyordu. Kaçırdığı bir namaz için kendisini suçlu hissediyordu. Belki de Veysi Hocanın dediği “Ergenliğe giren herkes Allah azze ve celleye karşı yaptıklarından sorumludur” sözü, artık vicdanının sesi olmuş ve kaçırdığı namaz için kendisini suçlu hissetmişti. Öğle namazı için vakit geldiğinde çalıştığı iş yerine yakın olan camiye gidip namazını kıldı. Bu, belki kıldığı ilk öğle namazıydı. Ama namazın ardından gönlünün ferahladığını hissetmesi tarifsiz bir güzellikti Sait için.
Akşam namazında camide olmak için işten erkenden çıkmıştı. Camiye geldiğinde henüz akşam ezanı okunmamıştı. Cami şadırvanından abdest alırken yanına gelen çocukluk arkadaşı Mehmet, Sait’in sırtına hafifçe vurup “Allah kabul etsin” deyince, Sait arkasında duran Mehmet’e tebessüm ile baktı. Abdestten sonra ezana kadar birlikte oturup sohbet ettiler. Bu arada Sait kaçırdığı sabah namazını Mehmet’e anlatmıştı. Mehmet Sait’e kaza yapmasını söyledi ve kaza namazına nasıl niyet getirileceğini ve nasıl kılınacağını anlattı.
[1] Zariyat Süresi: 56
[2] Araf Süresi: 51