Şehadet Yolu-4.Bölüm
4. BÖLÜM
Sait her gün gittiği camide artık Kur’an-ı Kerim’i rahat okur bir hale gelmişti. En büyük hayali gerçekleşmişti. Veysi Hocanın kendisine verdiği İslami kitapları severek okuyup yeni kitap almak için acele ediyordu. Kaybettiği zamanı telafi edebilmek adına şimdiki zamanı dolu dolu yaşamaya çalışıyordu. Artık yeni bir Sait’ti. Beş vakit namazını kılan ve camiye düzenli giden bir Müslümandı. Henüz camiye gideli sekiz ay olmasına rağmen çok hızlı gelişme kaydetmişti. Cami öğrencilerinin yanı sıra mensubu olmayı kabul ettiği Hizbullah Cemaatinin diğer fertleriyle de tanışmış onlarla arasında güzel kardeşlik bağı oluşturmuştu. Bazıları ile İslami çalışmalarda bulunmak için daha fazla zaman geçiriyor, onlarla birlikte Cemaatin kendisine uygun gördüğü işleri elinden geldiğince yapıyordu. Sait için artık geriye dönüş diye bir şey söz konusu olamazdı. Bundan böyle hayatını Allah azze ve cellenin razı olacağı İslam dinine hizmete adamıştı. Bunun için her ne gerekiyorsa yapmaya kararlıydı. Bundan böyle Müslümanca bir hayat yaşayacak ve Müslümana uygun bir mücadele içinde elinden geleni yapacaktı. Bunun için tüm zorlukları göze almaya hazırdı.
Sait, artık Hizbullah Cemaatinin bir ferdiydi. Henüz on altısında genç ve toy bir delikanlıydı. Kanı delicesine akıyordu. Cemaat içinde Sait gibi binlercesi vardı. Hatta Sait’den daha iyi ve daha becerikli kişilerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Sait onların içinde sıradan kalıyordu. Hiçbir özelliği ve becerisi olmayan sıradan insanlar nasılsa, Sait’de öyleydi. Allah azze ve cellenin kendisine nasip ettiği hidayet vesilesiyle Cemaate katılmış bir gençti.
Sait, Hizbullahi Cemaate katılmış, İslami çalışmalar içinde yerini almış olmasına rağmen henüz yaşı kemal değildi. Ama Sait’de başka bir şey vardı. Yaşına nazaran olaylar karşındaki soğukkanlılığı ve olgun davranışları ile yaşıtlarından daha olgun olduğu her halinden belliydi. Cemaate katıldıktan sonra sesiz ve sakin biri olmuştu. Konuşmayı pek sevmeyen, kendi içene kapanık birisi haline gelmişti. Arkadaşlarının yaptıkları sohbetlere genelde dinleyici olarak katılıyordu. Arkadaşlarının sohbetlerinde, mensubu olduğu Cemaatini daha iyi ve yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Bir gün arkadaşları yine sohbet ederlerken, sohbet konusu Yusufilerdi. Sait için yeni bir konuydu Yusufiler. Daha önce duymadığı bir konuydu. Bu konu onun merakını çekmişti. Arkadaşlarına;
–Abi bu Yusufiler kimlerdir, diye sormuştu.
Hüseyin, Yusufilerin cezaevindeki Müslümanlar olduklarını Hz. Yusuf’tan ötürü cezaevlerine giren Müslümanlara Yusufi denildiğini anlattı.
Sait’in kulağından gönlüne akmıştı bu sözler. Onu heyecanlandırmıştı. Yusufi ismi tıpkı Muhammedi ismi gibiydi. Nasıl ki Muhammed’in askeri veya Muhammed’in ordusu denildiğinde Hz. Muhammed’e nisbet ediliyorsa, bu Yusufi ismi de öyle bir şeydi. Hz. Yusuf’a nisbet edilmek kulağa güzel geliyordu. Sait;
–Cezaevinde bizden kimse var mı? diye sordu.
Ona şaşırmış bir şekilde bakan arkadaşlarının bakışlarından rahatsız oldu. Sanki yanlış bir şey sormuş gibi ona bakıyorlardı. Aslında sorduğu soruyla Sait mensubu olduğu Cemaat hakkında ne kadar da az şey bildiğinin farkına vardı. Daha önceleri Cemaat mensubu olup da şehit edilen Müslüman kardeşlerini duymuştu. Onlar adına çıkarılan marşları zevkle dinliyordu. Şehitlere imreniyordu. Kendisinin de bir gün şehit olması için her fırsatta Allah’a dua ediyordu. Ama nedense Yusufiler adını hiç duymamıştı. Dinlediği kasetlerde geçmişse bile bunun Hz. Yusuf olacağını düşünmüştü. Artık Yusufileri biliyordu. Ve bundan sonra Yusufiler ismini daha çok duyacaktı. Cezaevindeki Müslümanların cezaevini medreseye çevirdiklerinden cezaevine Medreseyi Yusufiye denildiğini öğrenince içinde bir şeylerin kıpraştığını hissetti. Hangi cezaevinde kaç Müslüman’ın olduğu merak ettiğinden bunu en iyisi Veysi Hocaya sorup öğrenmekti.
Veysi Hoca Cemaat içinde saygın biriydi. Cemaatin birçok alanında hizmet etmiş güvenilir ve tecrübeli biriydi. Sait, geçen zaman içinden Veysi Hocayla aralarından oluşan dostluk vesilesiyle kafasına takılan birçok şeyi Veysi Hocaya danışır, onun görüşleri doğrultusunda hareket ederdi. Cemaatin yapısı ve çalışma alanlarıyla ilgili birçok şeyi Veysi Hocadan öğrenmişti. Sait’in Veysi Hocaya sorduğu sorulara verdiği cevaplar Sait’i tatmin etmeye yetiyordu. Sait’in edindiği birçok bilgi ve deneyim Veysi Hoca vesilesiyle olmuştu. Şimdi Sait’in Veysi Hocaya sormak istediği yeni bir sorusu vardı, Yusufiler! Sait en kısa zamanda kafasındaki bu soruyu sormak için sabırsızlanıyordu. Yusufileri merak ettiği gibi onlara karşı gönlünde tarifi imkânsız bir muhabbet doğmuştu. Oysa henüz Yusufilerden kimseyi tanımıyordu. Onların nasıl yakalandıkları ve cezaevinde neler yaptıklarıyla ilgili hiçbir fikri yoktu. Daha yeni isimlerini duyduğu bu Yusufiler hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Sadece kendisinin de anlam veremediği bir sevgi içindeydi. Kim bilir belki de bu sevgi ilerde başına gelecek olanlara karşı Sait’i hazırlamak içindi.
Sait fırsatını bulduğu ilk anda Veysi Hocaya kafasından bir türlü atamadığı Yusufileri sordu.
–Hocam cezaevinde bulunan Yusufiler varmış, onlar kimlerdir? Niçin yakalanmışlar?
Sait’in sorduğu bu soru Veysi Hocaya tebessüm ettirdi. Sait’in saf biri olduğunu, onu tanıdığı günden beri biliyordu. Kafasına takılan soruları sorduğunda, bunun art niyet taşımadığını en iyi Veysi Hoca biliyordu. O sorulardan birini daha duyunca ister istemez yüzünde kendiliğinden bir tebessüm belirmişti. Aslında bu tebessümü acı bir hüzne benziyordu. Veysi Hoca geçen yıl yakalanıp gördüğü işkencelerden sonra dört ay cezaevinde kalmıştı. Bu süre zarfında hayatının birçok tecrübesini kazanmıştı. Sait’in sorusuyla oradaki arkadaşların hali bir an gözlerinin önünde canlanmış oradaki arkadaşlarını hatırlayıp duygulanmıştı.
Veysi Hoca Sait’in sorduğu soruya cevap verebilmek için kendisini toparladıktan sonra konuştu:
–Cezaevinde bulunan Müslümanlara Hz. Yusuf’tan dolayı Yusufi deniliyor. Dünyanın birçok ülkesinde cezaevlerinde Müslümanlar var. Cemaat mensubu olan Müslümanlar, yaptıkları İslami çalışma sebebiyle yakalanıp cezaevlerine konulmuş. Onların içinde birçok değerli Müslümanın yanı sıra sadece camiye gittiği için yakalanan kardeşlerimiz de var. Aslına bakarsan her biri birbirinden değerli kardeşlerdirler. Allah azze ve celle bu zor olan imtihanı sevdiği kullarına nasip eder. Onların yaptıkları bu fedakârlık ve gösterdikleri sabır vesilesiyle Cemaatin çalışmaları daha bereketli bir hale geldi. Zindanlarda Yusufileri bulunmayan İslami hareketler bir noktada eksik sayılırlar. ‘Şehit ve Yusufiler bir elmanın iki yarısıdır.’ demişler. Nasıl ki şehitlerimiz kanları ile davamızı bereketlendiriyorsa aynı şekilde Yusufiler de gösterdikleri sabır davamızın bereketlenmesine vesiledirler. Şu anda cezaevinde bizim yaşlarımızda birçok kardeşimiz var. Bizler onların yaptıkları fedakârlıklar sayesinde bugün çalışmalarımızı daha rahat yapabilmekteyiz. Yusufiler, kendi canları başta olmak üzere her şeylerinden vazgeçmiş olan fedakâr abilerimizdirler. Onların bu fedakârlığı bizim için her zaman bir örnek ve iftihar vesilesi olmuştur.
Sait, duyduklarını anlamaya çalışıyordu. İslam davası uğruna Allah’ın rızasını gözeterek hayatlarını feda edenlerin katlandıkları bu zorluğu anlamaya çalışıyordu. Oysa daha önce okuduğu birçok kitaplarda Müslümanların mücadele verdikleri her ortamda, mutlaka şehit ve zindanları dolduran Mücahitlerin var olduğunu okumuştu. Ama nedense kendi yaşadığı bu şehirde cezaevinde Müslümanların olabileceği hiç aklına gelmemişti.
Sait için yeni bir şey olsa da artık Yusufileri daha iyi anlamaya başlamıştı. Şehitlere gıpta ettiği gibi artık Yusufilere de gıpta etmeye başlamıştı. Cemaat çalışmalarında Cemaatin gizliliğe neden bu kadar önem verdiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Her ne kadar Müslüman bir devlette yaşıyor olsa da, Cemaatin çalışmaları, devletin istediği İslami anlayıştan farklıydı. Bu nedenle de devlet, Cemaat çalışmalarını illegal görüp bu tür faaliyetlerde bulunanları terörist olarak değerlendiriyordu. İslam’a hizmet eden Müslümanlar ya bu çalışmayı hazmedemeyen Mürted örgüt tarafından şehit ediliyor ya da devletin güvenlik güçleri tarafından zindanlara atılıyordu. İslami mücadelenin zorluğu ve çilesi hiçbir zaman bitmemişti ve bitmeyecekti. Bugün bu mücadele her şeye rağmen devam ediyordu. İslam uğruna akıtılan kanlar, cezaevlerini dolduran Yusufiler ve fedakâr Müslümanlar sayesinde İslam’ın izzet ve şerefi her daim baki kalmıştı.
Sait defalarca kurduğu şehit hayallerine bir de Yusufi olmayı kattı. Bazen kendisini demir parmaklıklar arasında hayal ettiğinde bunun hoş bir şey olabileceğini düşünüyordu. Nedense hayallerde her şey çok kolay ve güzel görünüyordu. Yıllar sonra yakalandığında, zindanın nasıl bir yer olduğunu öğrenecekti. Ama şimdi hayallerde her şey yolunda gidiyordu. Nasıl ki şehit olmak herkese nasip olmuyorsa, aynı şekilde Yusufi olmakda herkese nasip olmuyordu. Bunun için çok büyük bir fedakârlık gerekliydi. Sait için bu daha çok Cemaat işlerinde aktif olmak anlamına geliyordu. Belki de gece gündüz demeden tüm vaktini İslami çalışmalara ayırması gerekiyordu. Fedakârlık her alanda olmalıydı, ama belki de en büyük fedakârlık, kendi canını ortaya koymaktı.
Sait, bu arzularını Veysi Hoca ile paylaştı.
–Hocam, şehit olmak veya Yusufi olmak bizim elimizde değil. Bunun takdiri Allah azze ve celleye aittir. Ama bizim de elimizden gelen bir şeylerin olması gerekmez mi? diye sordu.
Veysi Hoca, Sait’in ne demek istediğini anlamıştı. Sait, Cemaat içinde henüz yeni sayılabilecek biriydi. Her ne kadar Cemaatin güvenini kazanmış olsa da, Cemaat çalışmalarında aktif bir şekilde görev alabilecek bir konuma gelmemişti. Sait’in yaptığı, düzenli olarak camiye gitmek, Kur’an öğrenip bildiklerini de gelen öğrencilere öğretmekti. Bunun dışında bazen Cemaatin yaptığı etkinliklere katılıyordu. Sait, istediği şehadete kavuşmak veya Yusufilere katılmak için daha fazla çalışması gerektiğine inandığından Veysi Hocadan bu konuda neler yapabileceğini öğrenmek istiyordu.
Sait’in bilmediği bir şey vardı. Cemaat işlerinde ne Veysi Hoca ne de bir başkası kendi kafasına göre iş yapamazdı. Her şey Cemaatin kontrolü altında gerçekleşirdi. Cemaat, kendisine gönderilen bilgileri değerlendirir, bu bilgiler ışığı altında fertleri uygun gördüğü çalışma alanında istihdam ederdi. Fertler kendilerine uygun görülen alanda çalışmaya başlar, gösterdikleri başarı ve kabiliyetlerine göre bazen birden çok görevler kendilerine verilirdi. Cemaat içinde görev tayin etme ve verilen görevi beğenmeme gibi bir durum söz konusu değildi.
Veysi Hoca Sait’e cevap vermek için acele etmedi. Sait’in bu isteğini Cemaate bildirecek, Cemaatten gelen cevap neyse ona göre hareket edecekti. Şimdilik Sait’i teselli ederek şöyle dedi:
–Cemaat için her bir ferdin değeri ayrı ayrıdır. Fertlerin ne kadar iş yaptıklarına bakılmaz. Esas olan onların ihlasıdır. İhlas ile Allah azze ve cellenin dinine sımsıkı sarılırsak, O da bize hizmet kapılarını açar. Cemaat için de her birimiz bir vücudun azaları gibiyiz. Her birimizin kendine göre bir işlevi var. En önemli organımız kalp olsa da diğer organlarımız da kendilerince değerlidirler. Cemaat yapılanmasında her bir fert bir organ gibidir. Her birimiz bir bütün olarak Cemaati oluştururuz. Ve her birimiz Cemaat çalışmalarında hayırda ortağız. Camiye giden biri ile zindandaki Yusufiler arasında hayır açısından hiçbir fark yoktur. Cemaat fertleri arasındaki fark, ihlaslarından ve takvalarından kaynaklanır. Bu yüzden camiye geliş gidişlerini basite alma. Allah için yapılan her bir amelin karşılığını bize Allah azze ve celle verecektir. Bize düşen şey, Cemaat tarafından bize bir görev verildiği zaman bu görevin basitliği veya zorluğu ile ilgili bir kıyas içine girme hatasında bulunmamaktır. Bize verilen hangi görev olursa olsun, bunu Allah için kabul etmeli ve Allah rızasına uygun olarak bunu yapmalıyız. Allah için olmayan bir görev ne kadar zorlu ve meşakkatli olursa olsun, o işte hayır ve hasenat olmaz. Allah azze ve celle bize muhtaç değildir. O dilerse Hadisi şerifte rivayet edildiği gibi, ‘Allah bu dini, fâcir bir adamla da teyid eder, kuvvetlendirir.’[1] O yüzden sen de sabret. Allah azze ve celle dilerse inşallah istediğin olur.
Sait kendisine denileni anlamıştı. Cemaat çalışmalarında görev ve sorumluluk istenilmezdi verilirdi. Verilecek hizmet görevi için hazır olması gerektiğini anlamıştı. Belki henüz Cemaat çalışmaları içinde yeni sayılırdı. Zamanı gelince istediğinin olacağına inanıyordu. Şimdi yapacağı en güzel şey, her gün gittiği camiye devam etmesiydi.
Yaklaşık iki hafta sonra bir yatsı namazı çıkışı, Veysi Hoca Sait’i çağırıp;
–İşin yoksa biraz dolaşalım mı? diye sordu. Sait Veysi Hocanın bu isteğine “Olur” diye cevap verdi. Gerçi yapacak işi yoktu, ama olsaydı bile Veysi Hoca çağırdığı zaman mutlaka giderdi. Birlikte Camiden çıkıp yürümeye başladılar. Veysi Hoca, Sait’in hal hatırını sordu. Ardından Sait’e şehitlerin hayatını ve onların mücadelesini anlatarak şöyle dedi.
–Cemaat içindeki birçok şehit, davamızın aktif fertleriydiler. Onlar, yaptıkları hizmetleri vesilesiyle Allah azze ve cellenin rızasına nail oldular. Şehitlerin mücadelesi onların aslında nasıl biri olduklarını ve yaşantıları hakkında bize çok şey anlatır. Müslümanların geneli şehit olmak ister, ama nedense şehit olmak için hiçbir şey yapmadan şehadetin kendilerini bulmasını beklerler. Oysa şehadet, Allah azze ve cellenin sevdiği ve razı olduğu kullarına verdiği en güzel hediyedir. Kur’an-ı Kerim’de şehitlerden şöyle söz eder: “Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir.”[2] Şehit olmayı isteme ve arzulama konusunda Allah Resulü aleyhissalatu vesselamdan şöyle rivayet edilmiştir: “İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihat yapmayı temenni eden bir kimse, bilâhare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hâli içinde rengi zaferân renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihap gibi bir yara açılacak olsa bu da onun için şehidlik mührü olur.”[3] Bu dünya hayatında şehit oluruz veya olmayız, onu biz bilemeyiz, ama en azından şehadeti arzular ve şehit olmak için yaşantımızı bir şehidin hayatına yakışır bir şekilde yaşarız. İslami mücadele verirken şehit olan Muhammed Ata ve daha nicelerinin hayatı gözler önündedir. Onlar Allah yolunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan her şeylerini feda ettiler.
Sait, Veysi Hocanın anlattıklarını dinliyordu, ama konunun nereye geleceğini merak etmeden de duramıyordu. Sait, bazen arkadaşları ile Cemaat mensubu şehitlerden bahsettiklerinde, onların hayatlarını ve yaptıkları mücadeleyi duymuştu. Duyduğu günden beri şehit olmayı öylesine arzulamıştı ki kendisinin bir gün şehit olabileceğine bile inanmıştı. Bazen arkadaşları ile şehitlerden söz edince, şehit olduklarında bir birlerine şefaat edeceklerine dair söz alırlardı.
Şimdi Veysi Hoca şehadetle ilgili konuşuyordu. Bunun ne anlama geldiğini merak etse de beklemek zorundaydı, çünkü Veysi Hoca henüz asıl konuya gelmemişti. Neden böyle konuştuğunu anlamak için Veysi Hocanın konuşmasını bitirmesini beklemeliydi.
Veysi Hoca sözlerine devam etti:
–Şehadet nasılki İslam davasının bereketiyse, Allah için zindanlara düşen Müslümanlar da aynı şekilde İslam davasının bereketidir. Bir davanın büyüklüğü, onun uğruna feda edilen canlarla ölçülür. İslam davası için kaçınılmaz olan şehadet ve zindan bir bütündürler. Mücadele alanında elinden geleni yapan Mücahit için ya şahadet veya zindan her zaman karşılaşabileceği şeylerdir. Şehit belki de şehadet şerbetini içip Allah azze ve cellenin huzuruna gittiğinden, imtihan dünyasından kurtulduğu için şanslıdır. Zindan ehli içinse durum biraz daha sıkıntılıdır. Zira onun için dünya imtihanı devam etmektedir. Davası için girdiği zindanı kendine bir ibadethane, bir zikirhaneye çevirerek Allah azze ve celleye kulluk görevine devam eder.
Sait, bu konuşmaların bir hikmeti olduğunu sezmişti, ancak Veysi Hocanın konuyu nereye getireceğini merakla bekliyordu.
Veysi Hoca sözlerine şöyle devam etti:
–Cemaat sana bazı hizmet alanlarında görev vermek istiyor. Eğer kabul edersen, bundan sonra yaşantın çok değişecek. Belki rahat bir hayatın olmayacak veya kendine ait bir hayatın bile olmayabilir. Çünkü Cemaat işlerinde her şeyimizi Cemaatin hizmetine adayabildiğimiz takdirde işler yürüyebilir. Cemaat için görev almak aynı zamanda birçok sorumluluğu da beraberinde getirir. Bazen günlerce veya haftalarca ev yüzü bile göremediğin zamanlar olur. Ya da Cemaatin uygun gördüğü başka bir memlekete gitme ihtimali bile var. O yüzden Cemaatin sana vermek istediği görevi kabul etmeden önce senden iyi düşünmeni istiyorum. Eğer kendine güveniyorsan, bu senin için de güzel bir şey olur. Ama bu fedakârlıkları göz ardı etmeden rahat bir ortamda Cemaatin işlerini yürütmek neredeyse imkânsızdır. Eğer kabul edersen, bundan böyle Cemaatin uygun göreceği alanda seninle birlikte çalışırız. Yok, eğer kabul etmezsen, anlayışla karşılanır. Ancak bu durumda konuştuklarımız aramızda kalır. Bundan hiç kimseye söz etmezsin.
Sait, beklediği anın bu olduğunu biliyordu. Bir an evvel Veysi Hocanın söylediklerine, “Evet” deyip çalışmaya başlamak için can atsa da, Sait’in kafasında hiç beklemediği sorular uçuşmaya başlamıştı.
Sait, Cemaat çalışmalarına katılmak istediğini sağda, solda çok dillendirdiği için mi Cemaat ona bu görevi vermeyi uygun görmüştü yoksa gerçekten de Cemaat kendisinin bu işe ehil olduğuna inandığı için mi bu görevi teklif etmişti. Kafası bir an için karışmıştı Sait’in. Bunu öğrenmenin bir yolu yoktu şimdilik. O yüzden en iyisi Cemaatin görev teklifini kabul etmekti.
Sait Veysi Hocaya;
–Eğer siz de uygun görürseniz, sizinle birlikte çalışmak isterim, dedi.
Veysi Hoca, Sait’in bu teklifi kabul etmesine en az Sait kadar sevinmişti.
Sait, bundan böyle Cemaat işlerinde Veysi Hoca ile çalışacağı için seviniyordu. Gün boyunca aklında hep Veysi Hocanın söyledikleri vardı. Sait’in aklına cezaevi gelince, istemeden de olsa bir ürperti duydu. Cezaevinin ismi bile ona bu ürpertiyi veriyorsa, kim bilir cezaevinin kendisi nasıl bir yerdi? Sait bunları düşünmekten vazgeçti. Bu zamana kadar anladığı bir şey varsa o da Allah’ın takdirinden başkasının gerçekleşmeyeceğiydi. Kadere iman etmişti. Ve başına gelecek olanları şimdiden düşünerek şeytanın vesveselerine aldanmamak için Allah’a dua edip bu konuda kendisine yardımcı olmasını diledi.
Ertesi gün Veysi Hoca Sait’in kararını Cemaate bildirip Cemaatin verdiği görevleri Sait’e anlatmak için buluşacaktılar. Sait heyecanlıydı. Bundan böyle belki de artık eski Sait olmayacaktı. Kendisini Cemaate vakfetmeye hazır bir Sait olarak bundan böyle her şeyini Cemaatin hizmetine vermeye hazırdı. Bunun için ne gerekiyorsa yapacak ve Allah azze ve cellenin rızasına nail olabilmek için yaptıklarını ihlas ile yapmaya çalışacaktı. Bunun için başta ibadetlerinde kendine daha bir çekidüzen verip Allah’ı daha çok anacağına dair kendisini tembihledi.
Veysi Hocayla buluştuklarında, Veysi Hoca onu evine götürdü. Veysi Hocanın evine ilk kez gidiyordu. Evi bir apartman dairesinin dördüncü katındaydı. Eve girdiğinde, evin içinin çok sade eşyalarla donatılmış olduğunu gördü. Veysi Hoca, Sait’i bir odaya aldı. Odanın üç tarafı minderle ve yastıklarla çevrilmişti. Tipik bir şark odasını andırıyordu. Bir köşede ise kitapların dizili olduğu bir kitaplık vardı. Duvarda bazı ayetlerin yazılı olduğu birkaç çerçeve vardı. Çerçevelerden birinin üzerinde Arapça yazısının altında Türkçe şöyle yazıyordu “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”[4]
[1] Kutub-u Sitte İman:124
[2] Al-i İmran: 140
[3] Kutub-u Sitte Cihad: 991
[4] Maide Suresi: 44