41.84
  
48.67
  
0.00
  
97.47

Şehadet Yolu-6.Bölüm

Şehadet Yolu-6.Bölüm

  6. BÖLÜM

Veysi Hoca Sait’i odaya aldıktan kısa bir süre sonra, odaya tanımadığı biri girdi. Taha içeri girdiğinde, Sait’i görünce biraz şaşırmıştı. Taha, daha önce Sait’le tanışmadığından selam verip birbirleriyle tokalaştılar. Veysi Hoca misafirleri için mutfakta yemek hazırlayan eşine yardım ettiğinden, misafirlerinin yanına gelemiyordu. Taha ile Sait henüz konuşmaya başlamadan kapı zilinin sesini duydular. Kısa bir süre sonra odaya ortak bir tanıdıkları olan Cüneyt girince, ikisi de ayağa kalkıp Cüneyt’le selamlaşıp kucaklaştılar. Aslında misafirlerin her biri, birbirlerini gördükleri için şaşkındılar. Ama kimsenin ağzını açıp bu şaşkınlığı dile getirmeye niyeti yoktu. Veysi Hoca, Cüneyt’i odaya aldıktan sonra, “Şimdi geliyorum” diyerek misafirleri yalnız bırakmıştı. Neyse ki ortak tanıdık olan Cüneyt’in gelişiyle bir sohbet ortamı oluştuğundan odadaki o soğukluk dağılmıştı. Tam da sohbet etmeye yeni başlamışlardı ki Veysi Hoca elinde yemek tepsisiyle odaya girdi. Misafirleri için hazırlandığı her halinden belli olan yemek sofrasına misafirlerini davet ettikten sonra, nihayet misafirleri ile oturma fırsatı bulduğundan kendisi de seviniyordu.

Yemek yendikten sonra Veysi Hoca sofrayı kaldırdı. Misafirlerinin meraklı bakışlarını fark edebiliyordu. Misafirlerin niçin buraya geldiklerinden henüz haberleri yoktu. Bildikleri bir şey vardı, o da bundan böyle Veysi Hocayla birlikte çalışacak olmalarıydı. Ama hiç biri diğer misafirlerden haberdar değildi.

Veysi Hoca misafirlerini tek tek sorup onların hallerinden sual ettikten sonra oda kapısının tıklatılmasıyla Veysi Hoca odadan çıktı. Çok kısa bir süre sonra elinde çay tepsisiyle odaya girdi. Misafirlerinin çaylarını dolduran Veysi Hoca, kendi çayını aldıktan sonra misafirlerini rahat görebileceği bir yere oturdu. Misafirlerinin meraklandığını bildiğinden, onları daha fazla bekletmemek için; “Sizler daha önceden tanışıyor muydunuz?” diye sorunca; Taha, Sait’i daha önce tanımadığını söyledi. Sait’de aynı sözleri Taha için söyleyince Veysi Hoca;

–İnşallah en kısa zamanda birbirinizi daha iyi tanıyacak fırsatlarınız olur, diyerek söze girdi. Ardından devam ederek şöyle dedi:

-Bundan böyle Allah’ın izniyle birlikte çalışacağız. Cemaatin bizden istediği her iş için hazır olmamız gerekiyor. Sizler de bundan böyle üçünüzün dışında kimseye bu durumdan söz etmeyeceksiniz. Cemaatin sizlere uygun gördüğü bu görevi en güzel bir şekilde yapacağınıza şüphem yok. En kısa zamanda kalabileceğiniz bir öğrenci evi bulun kendinize. İçinizde Cüneyt sorumlu olacak. Ben sık sık Cüneyt’i göreceğim için, bana iletmek istediğiniz bir şey varsa, onun aracılığı ile bana ulaştırabilirsiniz. Gerçi ben de sizleri ara sıra ziyaret ederim inşallah dedikten sonra misafirlerin her biri birbirlerine baktılar. Yeni bir grup ve yeni bir arkadaşlık kuruluyordu. Cemaat içinde bu türden gruplara rastlamak mümkündü. Her grup kendilerine verilen görevi yerine getirebilmek için hazır beklerlerdi. Bazen Cemaat çalışmaları o kadar yoğun olurdu ki gece yatmak için bile fırsat bulamayabiliyorlardı.

Veysi Hoca, aslında bu yeni gruba ne yapacaklarını ayrıntılı bir şekilde anlatmamıştı. Ama anlatmaya gerek de yoktu. Cemaate her biri tamamıyla güveniyorlardı. Cemaat işlerinde Cemaate teslimiyet gerekiyordu. Bu yeni grupta bunlar mevcuttu. Veysi Hocanın isteği üzerine, Taha kalabilecekleri bir öğrenci evi kiraladı. Bu eve bazı Müslümanların evlerindeki eski bazı ev eşyaları getirtilerek ev yaşanılır bir hale sokuldu.

Taha, abisinin evinden ayrıldıktan sonra kaldığı cami hücrelerinden kurtulmuştu. Veysi Hoca Sait’in evle olan problemleri yüzünden istediği takdirde evden ayrılabileceğini söyleyince Sait’de en kısa zamanda evden ayrılıp Taha’yla birlikte öğrenci evinde kalmaya başladı. Taha, sabah erkenden okuduğu Fen fakültesine gidiyordu. Sait’de ardından işe gitmek için evden çıkıyordu. Cüneyt, babasının iş yerinde babasına yardımcı olmaya devam ediyordu. Bakıldığında her şey normal görünüyordu. Bazen haftada bir veya iki defa Veysi Hoca Cüneyt’le birlikte öğrenci evine gelip arkadaşlarıyla bire bir konuşur onlardan yaptıkları işlerin raporunu alırdı. Onları dinler bir sıkıntılarının olup olmadığını sorardı.

Bazı günler Cüneyt’de öğrenci evine gelir, burada gecelerdi. Bu geceleri sabah namazına kadar sohbet ederek ve çalışmalarının daha verimli bir hale gelmesi için fikir alışverişinde bulunarak geçirirlerdi.

Taha, kendisine verilen birkaç lisenin sorumluluğuna ek olarak diğer okullardaki bazı öğrencilerle de bire bir ilgileniyordu. Öğrencilerin okul faaliyetlerini değerlendirip onlara yardımcı oluyor ve onların faaliyetlerini Cemaate iletiyordu. Taha’nın neredeyse boş vakti yoktu. Çoğu zaman derslerine ayıracak vakti bile olmamasına rağmen asla bundan şikâyetçi olmuyordu. Bazen akşamın geç vakitlerinde görmesi gereken biri olduğunda, Sait’in de kendisine eşlik etmesini isterdi. Sait okul okumadığından, boş vakti çoktu. Aslında Cemaat gece vakitlerinde dışarı çıkılmasını pek hoş karşılamıyordu. Ama bazen şartlar öylesine gelişirdi ki istemeden de olsa bu kural ihlal edilebiliyordu. Bunun için de yalnız gitmektense yanına güvenebileceği birinin olması bu risk unsurunu hafifletiyordu. Bu durum Cemaate rapor edildiğinde; “Bir dahaki sefere işinizi daha erken vakitlerde halledin” diye tavsiye edildi.

Cüneyt bazen geldiği öğrenci evinde Taha ve Sait’le özel görüşür, Cemaatin gönderdiği mesajı onlara iletirdi. Bazen bu sözlü olurdu. Ama genelde Cemaatin mesajı yazılı olarak gelirdi. Cüneyt, Taha ile Sait’in yazıp hazırladıkları raporların Veysi Hoca aracılığı ile Cemaate ulaşmasını sağlardı.

Cemaat mensupları için Cemaat demek, onların İlahi yolda kılavuzluğunu yapan bir yol gösterici anlamına geliyordu. Cemaat kendi fertlerine hiçbir zaman dünyalık bir vaatte bulunmadı. İslam davasında dünyalık hiçbir menfaat bulunmadığı gibi sahip olduğunuz dünyalığın elinizden çıkmasını göze almanız anlamına da geliyordu. Tüm bunların karşılığında Allah azze ve cellenin vaat ettiği Cennet ve ebedi hayatta Selamet yurdundaki saadetten başka hiçbir beklentileri yoktu. Bu müjdeyi Allah azze ve celle Kur’an’da şöyle veriyor:

“(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).”[1]

Allah Resulü aleyhissalatu vesselam ikinci Akabe biatında; Medineli Ensar’dan; “Kendi nefisleri, çoluk ve çocukları gibi düşmanlarından koruyacaklarına, doğru olanın yapılması için hiçbir şeyden çekinmeyeceklerine, mallarıyla ve canlarıyla bu yolda çalışacaklarına dair söz istedi.” Ensar bu söze karşılık Allah Resulü aleyhissalatu vesselama dönerek;

 “Bu ahdimizi yerine getirirsek bize ne var, diye sorunca, Allah Resulü aleyhissalatu vesselam;

 Allah azze ve cellenin rızası ve Cennet var, dedi.

Cemaatinde fertlerine vaat ettiği bundan farklı değildi. Fertler bunun farkındaydı. Her bir fert Allah azze ve cellenin rızasını ve Cenneti kazanmak için yarışıyorlardı. Cemaat çalışmalarında fertlere kabiliyetlerine göre görevler verilirdi. Kimisinin görevi daha ağır ve zor iken, kimisi de daha basit görevlerde bulunuyorlardı. Tüm bunlara rağmen Cemaat işlerinde yapılan bu taksimat nedeniyle biri, başka birisinin görevini hafife almaz, bir bütünlük içinde çalışmalar sürdürülürdü. Cemaat işlerinde yapılan her hayırlı amelde tüm Cemaat mensupları ortaktılar. Tüm fertler, Allah azze ve cellenin kendi engin lütfu ile Cemaat hayrını vereceğini bilincindeydiler.

Taha ve arkadaşları arasında güzel bir uyum vardı. Birbirlerine her konuda yardımcı oluyorlardı. Cemaatin diğer tüm fertlerinde olduğu gibi bu grup içinde de kimse kimseye yaptığı hizmeti sormaz ve onun hakkında konuşmazlardı. Her ne kadar birlikte çalışanlar bir birlerinin hangi görevleri yerine getirdiğini anlasalar da yine de bu konuda kimse konuşmazdı.

Cemaat çalışmalarında, her grubun sürekli aynı kişilerle çalışma zorunluluğu gibi bir kuralı yoktu. Zaman zaman Cemaat uygun gördüğü gruplar arasında değişikler yapabildiği gibi görev değişikliği de yapabiliyordu. Bunu bildiklerinden grup arkadaşları mümkün olduğunca kişisel bilgilerini gizli tutmaya çalışırlardı. Bu sadece bir tedbirdi.

Sait, işyerinden sık sık izin almaya başlamıştı. Cemaatin kendisinden istediği takip işlerini yapabilmesi için daha çok zamana ihtiyacı vardı. İşyerinden izin alması sıklaştıkça ustasına artık gına gelmişti. Sait için Cemaat işlerini aksatmaktansa ustasının sitemlerine katlanmak daha mantıklı geliyordu. Cemaat tarafından verilen görevler arasında bazı kişilerin takibi Sait ve Cüneyt’e verilmişti. Cüneyt’in durumu Sait’den pek farklı değildi. O da babasından izin alırken babasının soru yağmuruna maruz kalıyordu. Buna rağmen Cüneyt ve Sait kendilerinden istenilen görevleri zamanında yapmayı başarabiliyorlardı.

Takibini yaptıkları şahıslardan elde ettikleri tüm bilgileri rapor haline getirip Veysi Hoca aracılığıyla Cemaate iletiyorlardı. Bundan sonrası Cemaatin vereceği karara kalıyordu. Taha öğrenci olduğundan, Taha’nın yapması gereken takip görevleri Cüneyt ve Sait’e veriliyordu. Taha’nın zaten boş vakti yoktu. Okulla birlikte kendisine verilen görevler yeterince vaktini aldığından onun işlerinin de grup arkadaşlarına verilmesi doğaldı. Herkes kendisinden istenileni yapınca ortada sorun diye bir şey kalmıyordu.

Taha’nın sorumlu olduğu öğrenci evlerinden birine yapılan baskında yakalanan öğrencilerden biri, yapılan işkencelere dayanamayıp Taha’nın ismini vermişti. Taha hakkında daha fazla bilgi isteyen polis, anlatacakları pek fazla bir şey olmadığına inandıktan sonra, , yaptıkları işkenceyle öğrencilere bir gözdağı verip; “Bir daha Cemaatle bağınızı öğrenirsek, bundan böyle okul hayatınız biteceği gibi tüm hayatınız da biter” diyerek onları serbest bıraktılar.  Polis, Taha’nın peşine düşmüştü. Okuduğu Fen Fakültesinin dışında ellerinde hiçbir bilgi yoktu. Fen Fakültesini aradıklarında, Taha’nın uzun bir süre okula gelmediğini öğrendiler. Okul kayıtlarında, Taha’nın devamsızlığının yapılan öğrenci evi baskını ile aynı tarihe rastlaması polisin gözünden kaçmamıştı.

Taha için yeni bir imtihan kapısı daha açılmıştı. Çok sevdiği okulundan ayrılması gerektiğini anlamıştı. Durumu Cemaate bildirdikten sonra Cemaat kendisine artık okula gitmemesi gerektiğini bildiren bir not göndermişti. Taha’nın üzüldüğü her halinden belli olsa da kendisi de bundan böyle okulunu bitiremeyeceğini biliyordu. Üzüldüğü şey köydeki babasına karşı yaşadığı mahcubiyetti. Bu durumu babasına izah etmesi mümkün değildi. Bunu elinden geldiğince babasından saklaması gerektiğini düşündü.

Taha’nın polis tarafından aranması, gurubu için de riskliydi. Bundan böyle daha dikkatli olmaları istenildiğinde, bunun ne demek olduğunu anlamışlardı. Taha okuldan ayrıldıktan sonra boş vakitleri çoğaldı. Artık kendisine verilen takip işlerini bizzat kendisi yapmak istiyordu. Veysi Hoca buna sıcak baktı ve bu konuda onu da görevlendirdi. Taha boş zamanın çokluğundan mı yoksa gerçekten de kabiliyetinden mi olduğu henüz bilinmeyen bir şekilde kendisinden istenilenleri en kısa zamanda bitirip rapor haline getirerek Cemaate ulaştırmıştı. Cemaat Taha’nın çalışmalarından memnun kaldığı gibi onu gelecek vaat eden bir yapısının olduğunu da fark etmişti. Taha’nın kişiliğinde oluşan İslam’a bağlılığı ve Allah’a olan takvası gruptaki arkadaşlarına ve de diğer gruptaki elemanlara örnek gösteriliyordu.

Taha aranmaya başlandıktan sonra her an yakalanabileceğini biliyordu. Belki de bir takip esnasında veya bir öğrenci evinde yakalanması kaçınılmazdı. Kısmet belli mi olurdu, belki de yakalanmadan şehit olurdu. Polisle çatışmaya girebilir veya polisin kaza kurşunu dediği (infazıyla) bir şekilde şehit olabilirdi. Bunların her biri İlahi takdir olduğundan, Taha’nın kafası bu konuda rahattı. Kadere tam olarak iman ettiğinden bu tür konularda kendisini endişelendirebilecek bir şey yoktu. Bazen Şeytan aklına girip kendisine vesvese verse de bu vesveselerden Allah’a sığınarak kurtuluyordu. Ne zaman sıkılsa veya kalbinde kendisini rahatsız eden bir düşünce ile aklı kendisine oyunlar oynasa, daha çok Allah’a sığınıp O’nun merhametinden medet umarak kendisini muhafaza etmesi ve canını Müslüman bir şekilde alması için dualarına ağırlık verirdi.

İnsan kendisinin ne kadar aciz ve zayıf olduğunu idrak edip Allah’ın rahmetinden başka hiçbir sığınağın olmadığına iman ederek Allah’a iltica ettiği müddetçe, Allah azze ve celle kendisini yalnız bırakmayacaktı. İnsanı bir kul olarak Allah’tan başka ilah olmadığını bilmeli, ibadetlerinde ve yaşantısında Allah’ın kendisinden istediğini yerine getirmeli ve kulluk için elinden geleni yapmalıydı. Bu hayat zorluk ve meşakkat yurduydu. Dünya hayatı, Ahiret hayatının tarlasıydı. Bu tarlaya ekilen tohumların semeresi ahirette elde edilecekti. Bunun için bu dünya hayatında zorluklara göğüs germek gerekirdi. Bunun da en iyi ve etkili yolu Allah azze ve cellenin buyurduğu şekilde gerçekleşebilirdi: “Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.”[2]

Taha, ne yakalanmaktan, ne de şehid olmaktan korkuyordu. Aslında şehid olmayı daha çok istiyordu. Bir an önce al kanlar içinde Rabbine gitmek için can atıyordu. Dualarında şehadeti isteyip buna layık olabilmek için yakarıyordu. Bazen grup arkadaşlarına kendisinin şehid olabilmesi için dua etmelerini istiyordu. Şehadet özlemi ile yandığı anlarda şehid olanlara Rableri tarafından verilecek mükâfatları düşünüyor ve onlarla teselli buluyordu.

Bazen de nereden geldiği belli olmayan bir endişe sarardı kendisini. Ya Cehenneme girersem, diye korkuyordu. İnsanlar ve Cinler için yaratılan Cehennem azabı Taha’yı endişelendiriyordu. Cenneti ne kadar arzuluyorsa, Cehennemden de o kadar endişe duyuyordu. Cehennem düşüncesi aklına gedikçe, huzuru ve tadı kaçıyordu. Nasıl kaçmasın ki? Cenneti kazandığına dair bir hiçbir garantisi yoktu.

Bir Müslüman olarak Cennete daha yakın görülebilirdi. Ama Cehennem de bir o kadar yakındı. Bazen yaptığı işlerde bir gurur ve kibir bütün amellerini yok edebilirdi. Cennet ve Cehennem aynı mesafede gibi görünüyordu. Taha, Cemaat işlerinde kendisine vesvese veren şeytana aldanıp nefsine bir pay çıkararak kendisini kahraman gibi görecek olsa, Cehennem kapılarının kendisine açılacağını biliyordu.

İslam tarihinde, Uhud savaşı esnasında yaşanan bir olay, aslında Cennet ve Cehennemin nasıl da birbirlerine yakın olduğunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.

Asım Köksal’ın İslam tarihinde bu olay şöyle anlatılıyor:

“Zafer oğulları arasında, Kuzman adında, çoluksuz çocuksuz, garip bir adam vardı ki, kendisinin kimlerden olduğu bilinmezdi. Kendisi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıkla tanınırdı. Çok güçlü, kuvvetli idi. Münafıklardandı. Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselama ondan bahsedildikçe, Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam:

–O, muhakkak, Cehennemliklerdendir, buyururdu.

Kuzman, Uhud savaşına kavmi ile birlikte çıkmaktan kaçınmıştı.

Sabaha çıkınca, Zafer oğullarının kadınları, ona;

–Ey Kuzman! Erkekler savaşa gitti, sen geride kaldın ha! Ey Kuzman! Sen şu yaptığın şeyden utan­mıyor musun? Sen kadından başka bir şey değilsin! Kavminin erkekleri savaşa gittikleri halde, sen evde kaldın ha? Sen artık ev bekle, diyerek kınamaya başlayınca, Kuzman evine girdi. Yayını, ok çantasını ve kılıcını alıp Uhud'a gitti.

Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam Müslümanların saflarını düzelttiği sırada, safların en arkasına durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi.

Çarpışma başlayınca, Müslümanlar içinde, ok atanların ilki oldu. Sonra da kılıcını sıyırdı. Şiddetle çarpıştı. Müşriklerden altı veya yedi, yedi veya sekiz, sekiz veya dokuz kişiyi öldürdü. Kendisi de ağır şekilde yaralandı, Zafer oğullarının evlerine getirildi.

Müslümanlardan bazıları;

–Ey Kuzman! Sana müjdeler olsun! dediler.

Kuzman:

–Ben neden dolayı müjdeleniyorum? dedi.

–Cennete gireceğin için dediler. Kuzman:

–Vallahi, ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım. Eğer anlattığınız şey için olsaydı, çarpışmazdım. Vallahi, biz ne Cenneti umarak, ne de Cehennemin ateşinden korkarak çarpıştık. Biz ancak kavmimizin şerefi için çarpıştık, dedi.

Yarasının ağrısı şiddetlenince de, kendisini öldürmek için ok çantasından bir ok aldı, kolunun damarını deldi. Kılıcını karnına dayayıp onun üzerine yüklenerek intihar etti.

Kuzman'ın bu hareketi Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam anılınca, Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam:

–O, Cehennemliklerdendir. Şehadet ederim ki; ben Allah'ın Resulüyüm! Buyurdu”

Yapılan her amel niyetlere göre şekillenir. Bu konuda Allah Resulü aleyhissalatu vesselamdan şöyle rivayet ediliyor: “Ameller niyetlere göredir. Kişi için ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır.”[3] Cemaat çalışmalarında dikkat edilmesi gereken en önemli mesele yapılan hizmetlerin sadece Allah rızası için olması, gösteriş ve riyadan kaçınılması gerektiğidir.

Taha’nın içindeki bu çatışmadan dolayı canı çok sıkılıyordu. İçinde yaşadığı bu ümit ve korkudan dolayı yaptığı her işten sonra kendisini sorgulamaya başlamıştı. Belki bu bir yere kadar güzel bir özellik olarak görülebilirdi. Ama zamanla bu sorgulamanın büyüyüp çalışmalarını sekteye uğratma ihtimaline karşı, bu sorunu kökten halletmesi gerekiyordu. Bunun için korkularını anlatıp derdine derman olacak birisine ihtiyacı vardı. Bu kişi Adil Hocadan başkası olamayacağını düşünüyordu.

 

[1] Rad Suresi: 24

[2] Bakara Suresi: 45

[3] Camius Sağır:1

Bu yazıya tepkini ver!

Benzer Bloglar