Şehadet Yolu-7.Bölüm
7. BÖLÜM
Adil Hoca kırk beşli yaşlarındaydı. Saçı ve sakalına aklar düştüğü için onu yaşının çok üstünde gösteriyordu. Yüzünde derin ifadeler vardı. Babacan, kısa boylu ve hafif şişmandı. Şişmanlığını sürekli evde oturmak zorunda kalışına bağlıyordu. Cemaat içinde saygın bir abiydi. Taha daha önce birkaç kez Adil Hocayla karşılaşmıştı. Mecbur kaldığı bazı durumlarda Adil Hocanın evinde bir haftaya yakın bir süre misafir olmuştu. Adil Hocanın evinde kaldığı süre zarfında, Adil Hocanın kendisini tanıdığını ve kendisi hakkında bilgi sahibi olduğunu biliyordu. Adil Hocayı tanıdıktan sonra, Adil Hocanın adını daha sık duyar olmuştu.
Taha, düşüncelerini Adil Hocaya açmayı düşünüyordu. Ama ne olduysa bu fikrinden birden bire vazgeçti. Ya içindekileri anlattıktan sonra hizmetten el çektirirlerse, diye korktu. Bununla birlikte söz konusu Adil Hoca bile olsa, ona gidip yaptığı işleri anlatamazdı. “Acaba diğer arkadaşlarım da benim hissettiğim gibi şeyler hissediyorlar mı” diye merak etti.
Cemaat mensupları arasında bazen bir konu hakkında konuşulduğu zaman, içlerinden biri; “Adil Hoca şöyle dedi. Adil Hoca böyle dedi” diyerek Adil Hocayı referans gösterirlerdi. Adil Hocanın sözleri konunun anlaşılmasını sağlardı. Adil Hoca, ilmi birikiminin yanı sıra güzel ahlakıyla da ön plana çıkıyordu. Özellikle de gençlerle sohbet etmeyi çok sevdiğinden, gençlerle bir araya gelmek için bahane arardı. Gençlerle bir araya geldiğinde onlara imrendiğini söylerdi. Gençlerde Adil Hocanın sohbetini dört gözle beklerdi. Çoğu zaman sohbetlerin ardından kafasında soru işareti olan gençler dertlerini Adil Hocaya anlatır, onun tavsiye ettiği metodu denedikten sonra sorunlarından kurtulurlardı. Adil Hocanın verdiği kararlarda isabetli oluşu ve feraseti neredeyse tüm Cemaat fertleri tarafından biliniyordu. Özellikle Cami çalışmalarında gösterdiği başarının yanı sıra, polis baskınlarında aldığı tedbirlerle de birçok Cemaat mensubunun kurtulmasına vesile olmuştu.
Taha uzun bir süredir Adil Hocayı görmemişti. Daha doğrusu Veysi Hocayla çalışmaya başlamadan kısa bir süre önce Adil Hocayla görüşmüştü. Veysi Hocayla çalışmaya başladıktan sonra artık Adil Hocayı göremez olmuştu. Bazen Adil Hocanın evinde kaldığı zamanlarda kendisinden daha fazla istifade etmediği için kendisine kızıyordu.
Adil Hocanın evini biliyordu ama hiçbir Cemaat ferdi canı sıkıldı diye çat kapı yapmazdı. Taha, kafasını meşgul eden vesveselerle kendi başına kurtulamayacağını biliyordu. Bu sorunlarını ya Cemaate yazıp bu konuda kendisine yardımcı olmasını isteyecekti, ya da bu sorunlarla gidebildiği yere kadar gidecekti. Taha, kendi nefsine güvenmiyordu. Ayette bildirildiği üzere; “Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbimin acıyıp korudukları başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”[1] Sonunda bu sorunu Cemaate bildirip çözüm istemeye karar verdi.
Taha yaşadıklarını Cemaate bildirmek için kalemi eline aldı. İçindekilerini detaylı bir şekilde yazmaya çalıştı. O kadar detaylı yazıyordu ki Cemaat tarafından okunduğu zaman, sorunun tam olarak ne olduğunun anlaşılmasını istiyordu. Akıllarında soru işareti kalmayacak bir şekilde uzun uzadıya yazdı. Yazısını bitirdikten sonra yazdıklarını bir defa da kendisi okudu. Yazdıklarından tatmin olmuş olmalı ki yazdıklarını katlayıp Cüneyt aracılığıyla Cemaate gönderdi.
Cemaate giden notların cevabı genelde aylar sonra gelirdi. Taha, gönderdiği notun cevabını iki hafta sonra almıştı. Cemaat tarafından gönderilen her not, fertler tarafından heyecanla karşılanırdı. Taha sabırsızlığından notu açmak yerine yırtarak açmayı tercih etti. Okuduğu ilk cümle “Gönderdiğin notu aldık” diye başlıyordu. Ne de olsa Taha kendi hastalığına bir şifa bulmak için içindekilerini Cemaate yazmıştı. Okumaya devam etti.
“Gönderdiğin notu aldık. Yaşadığın sorunların benzerini aslında birçok arkadaşımız yaşamaktadır. Şeytanın insanlar için apaçık bir düşman olduğunu söyleyen bizzat Allah azze ve celledir: “Ey Âdemoğulları! Size Şeytana kulluk etmeyin, zira o, sizin için apaçık bir düşmandır” diye ahdetmedim (tavsiye etmedim) mi?”[2] Bu düşmana karşı Allah’a sığınmalı ve sürekli olarak O’ndan yardım dilemeliyiz. Yazdıklarında anlaşıldığına göre, yaptığın iyilikleri nefsine verme endişesi taşıyorsun. Bu endişeyi taşıman güzel bir şey, lakin başımıza gelen güzellikler Allah’ın bir lütfudur. Kur’an-ı Kerim’de Allah azze ve celle bu konu hakkında şöyle buyuruyor “Sana dokunan her iyilik Allah'tandır. Sana isabet eden her kötülük ise nefsindendir.”[3] O yüzden yaptığımız iyilikleri kendimizden bilmemeliyiz. Bazen de şeytan yaptığımız hatalar ve günahlar yüzünden İslam davasına layık olmadığımızın vesvesesini verir. İnsanın en zayıf noktasından yanaşıp onu Siratel Müstakim yolundan döndürmek için tür türlü hileyi yapar. Sana ancak şunu tavsiye edebiliriz: Her şeyden önce Allah azze ve cellenin belirttiği gibi şeytan ve dostlarını kendimiz için apaçık bir düşman bilmeliyiz. Onların vesveselerinden her daim Allah’a sığınmalıyız. Allah azze ve celle ile olan bağımızı kuvvetlendirmeliyiz. Başta namaz olmak üzere ibadetlerimizi çoğaltmalı, yaptığımız hizmetlerin üstesinden gelebilmemiz için gece namazlarına ayrı bir önem vermeliyiz. Kur’an-ı Kerim’de bu çok açık bir şekilde belirtiliyor:
“1. Ey örtünüp bürünen (Resulüm)!
- Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl.
- (Gecenin) yarı
- Ya da bunu çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku.
- Doğrusu biz sana (Taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.
- Şüphesiz gece kalkışı, (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraate daha elverişlidir.
- Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
- Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’na yönel.”[4]
Şayet biriyle konuşmak istersen Adil Hocaya git. Kendisine danış. Sana yardımcı olmasını iste.”
Taha, Cemaatin gönderdiği notu bitirdiğinde, kalbinde bir rahatlama hissetti. Belki de ayetlerin şifası vesilesiyleydi bu rahatlama. Cemaatin dediği gibi gidip Adil Hocayla da konuşmasına izin verilmişken bunu değerlendirmek istiyordu. Belki de içindekilerini birisiyle paylaşması onun açısından daha iyi olurdu. Taha da bunu düşünüyordu aslında, ama tam olarak emin değildi. Bir yandan da Cemaatin yazdıklarıyla yetinmek istiyordu. İçinden bir ses Adil Hocayı özlediğini fısıldıyordu. Bu vesileyle onu görme şansını kullanabilirdi. Adil Hocanın sohbetini dinlemeyeli çok olmuştu.
Bir yandan da Adil Hocaya gitmek istemiyordu. Cemaat içindeki görevleri hakkında bir açık vermekten çekiniyordu. Aklı Adil Hocaya gitmemesini söylüyordu. Ama kalbi duygusal açıdan Adil Hocayı özlediğini, belki de bundan sonra bir daha görüşmenin kısmet olmayacağını düşünüp Adil Hocaya gitmek istiyordu. Sonuçta kendisinin de bir insan olduğunu ve içindeki özlemin normal olduğunu, bunun ancak nefsi bir istek olduğunu düşünüp Adil Hocaya gitmekten vazgeçti.
Cemaat çalışmaları devam ederken, rutin bir şekilde yapılan polis baskınları şimdilerde daha da bir artarak devam ediyordu. Daha önceleri yaptıkları cami baskınlarında, gözaltına aldıkları cami öğrencilerini dayak ve tehditle korkuttuktan sonra serbest bırakıyorlardı. Ama bu sefer işi tutuklama boyutuna vardırmışlardı. Camiye gidenleri korkutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Korku, tehdit ve yaptıkları işkencelerle camiye gidenleri alıkoyamadıklarını görünce, bu sefer onları cezaevi ile korkutmayı deniyorlardı. Sadece camiye gittikleri ve cami faaliyetlerinde bulundukları için dokuz buçuk yıl ceza veriyorlardı. Bu şekilde Cemaat faaliyetlerinin sekteye uğrayacağını düşünüyorlardı.
Oysa tarih hep bu tür zulümlerle doluydu. Müslüman oldukları için ashab-ı Uhdud tarafından ateş çukuruna atılan veya elleri ve ayakları çaprazlama kesilen, vücutları demir testerelerle ikiye bölünenler ve daha nicelerinin tek suçu Allah’a olan imanlarıydı. Bu tür işkenceler ile inananları dinlerinden ve inançlarından döndüremeyenler hâlâ bu metotlara başvurmaktan vazgeçmiyorlardı. Kur’an’ı Kerim’de inananlara yapılan zulmü anlatan ayetlerden birinde şöyle ifade ediliyor:
(Firavun) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Ama yakında bileceksiniz! Hiç şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı elbette keseceğim ve hepinizi cidden asacağım!”[5]
Bugün yapılan baskılar ve sindirme metotları değişik olsa da amaç aynıydı ve Müslümanları inançlarından döndürmeye yönelikti. Cemaat mensuplarına verilen cezaların ağırlığı karşısında tek teselli Allah azze ve cellenin rızasıydı. Allah için camiye gidenlere reva görülen bu cezalar, her zamanki gibi Müslümanların inançlarını daha da kuvvetli kılıyordu. Polis tarafından yakalananların yerlerine onları aratmayacak kardeşleri geliyor ve bıraktıkları yerden daha verimli bir çalışmayla Cemaat genişliyordu. Cemaat mensuplarına yapılan bu zülüm şiddetlendikçe, Allah azze ve cellenin bereketiyle kan kaybı yerine taze kanlar ile Cemaat güç kazanıyordu. Bunun en büyük sebebi hiç şüphesiz ki Cemaat mensubu olduğu için polis ve Mürted örgüt tarafından şehit edilenlerin kanlarının bereketi de vardı.
Polis tarafından camilere yapılan baskınlarda gözaltına alınan Müslümanlardan bazıları gördükleri işkencelere dayanamayıp polise Cemaat içinde tanıdıkları bazı kişilerin isimlerini vermişlerdi. Verdikleri isimlerden biri de Adil Hocaydı.
Adil Hoca, kendisini ziyarete gelenlerden bilgi alıyordu. Bu seferki gelişmeler hiç de iç acıcı değildi. Polis baskınlarının artığını camilerden gençlerin apar topar bir şekilde gözaltına alındığını öğrenmişti. Polisin işkenceleri sonucu dayanamayıp konuşanlardan bazılarının verdiği ev adreslerine polis tarafından vakit kaybedilmeden yapılan baskında birkaç cami sorumlusunun da içinde bulunduğu bazı arkadaşların da yakalandığını öğrenmesi, Adil Hocayı üzmüştü. Bu sefer durum ciddiydi. Her zaman yapılan cami baskınlarından daha vahim bir durumla karşı karşıya kalmıştı Cemaat.
Yakalanan cami sorumlularından bazıları Adil Hocayla görüşen ve Adil Hocanın evini bilenlerdi. Bu tür durumları için Cemaat mensuplarının her ihtimale karşı tedbir almaları gerektiğini en iyi Adil Hoca biliyordu. Adil Hoca evdeki fuzuli kâğıtları yakmak için banyo sobasına atıp yaktı. Kitaplarını ve duvardaki levhaları başka yere gönderdi. Çünkü polis baskınlarında bu tür şeyler suç unsuru olarak görülüyordu. Evi bu tür şeylerden temizledikten sonra kendisini ziyarete gelen bir Cemaat mensubundan Veysi Hocayı bulmasını ve onu buraya göndermesini istedi.
Cemaat mensubu şahsa bazı talimatlar verip bir buluşma yeri belirledikten sonra şahsa dönüp “Eğer Allah nasip ederse” diye dilekte bulundu. Ardından bu şahıs kendisine verilen talimatları yerine getirmek için evden çıktı. İlk iş olarak Veysi Hocayı bulmalı ve onu Adil Hocaya göndermeliydi. Veysi Hocanın gündüzleri takıldığı yerler pek fazla değildi. İşyerinde olmasa da gidebileceği birkaç yeri vardı. İlk olarak Veysi Hocanın işyerine uğradı. Neyse ki Veysi Hocayı fazla aramasına gerek kalamadan onu iş yerinde bulmuştu.
Cemaat mensubunu karşısında gören Veysi Hoca şaşırmıştı. Polis baskınlarının artığı bu zamanda, bu arkadaşın gündüz vakti beklenmedik bir şekilde burada olmasının hiç de hayra alamet olmadığını biliyordu. Tüm riskleri göze alıp buraya geldiğine göre çok önemli bir şey olmalı diye, düşündü. Veysi Hoca gelen şahsı karşılayıp onu işyerinin arka tarafında namaz kıldıkları bölüme götürdü. Kısa bir selamlaşma ve hal hatır sormadan sonra, geliş sebebini Veysi Hocaya anlattı. Ardından Veysi Hocaya yapması gereken birkaç görev verdikten sonra, hiç vakit kaybetmeden Adil Hocanın evine gitmesini Adil Hocanın kendisini beklediğini söyledi.
Veysi Hoca Cemaat mensubunun kendisine verdiği görevleri yerine getirdikten sonra dikkatli bir şekilde Adil Hocanın evine gitti. Adil Hocayı evi boşaltmaya hazırlanmış bulması, Veysi Hocayı şaşırtmadı. Yakalananların Adil Hocayla ilgilerinin olduğunu biliyordu. Bu durumda Adil Hocanın evi boşaltması ve durumlar netlik kazanana kadar evden ayrılması gerekiyordu.
Veysi Hoca, Adil Hocaya bağlı olarak Cemaat hizmetlerinde görev alıyordu. Veysi Hocanın Cemaate bağlılığının yanı sıra güvenirliğiyle de Cemaat içinde hatırı sayılır bir yeri vardı. Korkusuzluğu ve fedakârlığı ile Cemaatin sevgisini hak etmişti. Adil Hoca bazen, Veysi Hocanın işlerini aksattığı zamanlarda kendisine kızsa da aslında bunun diğer alanlardaki yoğun işlerinden kaynaklandığını biliyordu. Veysi Hoca. Adil Hocanın kızmalarına “Haklısınız abi” diyerek cevap verirdi.
Adil Hoca;
–Evi boşaltmam lazım. Gideceğim yerde bana eşlik edecek bir arkadaşa ihtiyacım var dedi. Veysi Hoca;
–Ben geleyim abi dedi. Ama Adil Hocanın istediği Veysi Hoca değildi. Adil Hoca;
–Gideceğim yerde ne kadar kalacağımız belli değil. Cemaatten haber gelene kadar benimle birlikte kalacak müsait biri olsun. Senin yapman gereken işlerin var dedi.
Veysi Hoca, Adil Hocanın neden kendisinden bir arkadaş istediğini anladı. Adil Hoca, Cemaatin emri ile gideceği her yere bir korumayla gitmesi için talimat almıştı. Adil Hoca bile Cemaatin bu talimatlarına uymak zorundaydı. Normal şartlar olsaydı, kendisine refakat edebilmesi için Cemaat birini gönderirdi. Ama şimdi ne normal şartlar vardı ne de şu anda Cemaate ulaşıp kendisine refakat edecek birini isteyeceği vakti vardı. Bu konuda en iyi fikir daha kısa yoldan Veysi Hocadan yardım almaktı.
Bazen bu tür durumlarda kalan Cemaat mensupları gittikleri yerden aylarca gelmezlerdi. Bu süre zarfında işlerin aksamaması için hazırda bekleyen fertler vardı. Bu fertler her zaman bu tür görevler için hazır olan ve kendilerini Cemaate vakfedenlerden seçilirdi.
Bazen de şimdi olduğu gibi acil durumlarda kalındığı zamanlarda Cemaatin emrini yerine getirmek adına bu işe uygun elemanlardan da yardım alınırdı. Koruma görevi herkese verilmediği gibi aynı zamanda güvenirlikleri Cemaat tarafından bilinen kişilerden olmasına çok dikkat edilirdi. Bu görev aynı zamanda Cemaat içinde “Abi” konumunda olan insanları tanımaya ve onların kaldıkları evleri bilmeye yol açtığı için Cemaat açısından bir risk unsuruydu. Bu riski en aza indirmek için koruma görevini yapacak olanlar büyük bir titizlikle seçilirdi.
Adil Hocanın Veysi Hocadan yardım istemesinin altında yatan neden aslında buydu. Yoksa Adil Hoca istediği takdirde kendisine eşlik edecek birçok Cemaat mensubunu bulabilirdi.
Cemaat, kendi mensuplarının her birine güvenirdi. Cemaatin temeli bu güven üzerine inşa edilmişti. Cemaat güvenmediği ferdini çalışmaların içine almadığı gibi ondan emin oluncaya kadar temkinli davranırdı. Bu tedbir sayesinde Cemaat mensuplarını korumanın yanı sıra Cemaat çalışmalarının sekteye uğramasına engel olunurdu.
Adil Hocanın isteği üzerine Veysi Hoca kendisine bağlı olan gruptan birinin bu görevi en iyi şekilde yerine getireceğini biliyordu. Bunun için en iyi kişinin Taha olacağına karar verdi.
Taha, arandığı için okulunu bırakmış, vaktinin büyük bir kısmını evde oturarak geçiriyordu. Taha’nın görevlendirilmesi, aynı zamanda Taha’nın da ortalıkta bir süre görünmemesi adına iyi olacaktı.
Veysi Hoca, Adil Hocaya;
–Abi Taha diye bir arkadaşımız var, o gelse olur mu? diye sordu.
Adil Hoca Taha’nın ismini duyunca buna sevindi. Taha’yı tanıdığından dolayı onun iyi bir secim olacağını karar verdi. Aynı Taha’dan söz ettiklerinden emin olmak için sordu.
–Hangi Taha’dır bu.
–Fen fakültesinde okuyan Taha!
–O ise olur.
Veysi Hoca, Taha’yı bulup bir an önce geri dönmek için Adil Hocadan müsaade istedi.
Veysi Hoca, arkadaşlarının kaldığı eve geldiğinde, Taha ile Sait’i birlikte bir şeyleri konuşurken buldu. Veysi Hocanın bu beklenmedik gelişi her ikisi için de sürpriz olmuştu. Veysi Hoca Sait’den müsaade isteyip Taha’yla birlikte diğer odaya geçtiler. Veysi Hoca, Taha’ya ne yapması gerektiğini anlatırken, Adil Hocanın adı anılınca sonrasını duymaz oldu. Veysi Hocanın bir şeyler anlattığının farkındaydı, ama kendisinin aklı Adil Hocaya kilitlenmişti. Kısa süre önce Cemaat tarafından; “İstersen Adil Hocayı görüp sorunlarını ona anlata bilirsin” diye aldığı notu bir anda hatırladı. Allah’ın takdirine hayran kaldı. Kendisinin istememesine rağmen bu defa Allah azze ve celle Adil Hocayı ona göndermişti. Heyecanından ne diyeceğini bilmiyordu. Veysi Hoca bu akşam namazının ardından Adil Hocanın evine gitmesini Adil Hocanın kendisini beklediğini söyleyince, Taha yeni yeni kendine gelmeye başladı.
Vakit henüz öğle olmuştu. Akşama kadar bu heyecanla ne yapacağını vaktin nasıl geçeceğini düşünüyordu Taha. Veysi Hocayla Sait’in bulunduğu odaya geçince, Sait, Taha’daki değişikliği fark etmişti. Taha’nın heyecanı kendisini ele veriyordu. Ne kadar saklamaya çalışsa da, bir türlü sevincini gizleyemiyordu. Veysi Hoca, Sait’e Taha’nın bir süre eve gelemeyeceğini söyleyince, Sait bir şeylerin olduğunu sezinlediğinden bir şey demedi. Veysi Hoca Sait’e;
–Belki uzun bir süre yalnız kalacaksın. Senin için sorun olursa, sana kalacağın bir yer bulabilirim, dedi.
Sait, yalnızlığın sorun olmayacağını söyleyince, kıldıkları öğle namazının ardından Veysi Hoca evden ayrıldı. Veysi Hoca evden ayrılmadan önce Taha kapıda;
–Adil Hocaya giderken üzerime silah alayım mı? diye sorunca, Veysi Hoca;
–Buna gerek yok. Şayet Adil Hoca uygun görürse, sana silah verir, deyip evden ayrıldı.
Taha ile Sait birbirlerine güvendikleri gibi zamanla aralarında oluşan sevgiyle de birbirlerine bağlanmışlardı. Tüm bunlara rağmen yine de hiç biri yaptığı görevden söz etmezlerdi. Bu, Cemaatin eğitimi ve prensibiydi. Bu yüzden ne Sait Taha’ya bir şey sordu, ne de Taha Sait’e bir şeyler anlattı. İkisi hiçbir şey olmamış gibi davranıp akşam vaktinde bir birlerinden ayrılan ve sanki bir daha kavuşmayacak olan iki arkadaşın vedalaşması gibi vedalaştılar
[1] Yusuf Suresi: 53
[2] Yasin Suresi: 60
[3] Nisa Suresi: 79
[4] Müzemmil Suresi: 1–8
[5] Şuara Suresi: 49